Üç kız gelip oturdu karşı masaya.
İkindi güneşleri gibiydiler,
üçü de alımlı ve çekiciydiler.
dört dağ içinde kalmış bir şehir gibi
yalın bir sessizliği vardı.
Geceyi kıskandıran temiz saçları
omuzlarına dökülüydü.
Derin uçurumlar yansıması
simsiyah geceler denizi gözleri vardı.
Bir bilinmezliğe sürgün gidercesine
ona bakmıştım biraz çekinerek.
Gülümsemesi zarif ve etkileyiciydi,
zihinsel duygusal bir güzelliği vardı.
Gözleriyle konuşur gibi
bir meltem dokunuşu
bir bakış da o atmıştı bana.
Sessiz ve sakindi, biraz durgundu.
Kim bilir ne derdi vardı,
belki de gönül yorgunuydu.
Sonsuzluğa uzayan
simsiyah geceler denizi gözleri vardı.
Sohbet ettiler, güldüler, eğlendiler
ve akşam alacasında
sakin birer gölge gibi kalkıp gittiler.
Her şey kendi yalnızlığına çekilmişcesine
hiçbir şeyi görmez olmuştu gözlerim.
Kim toparlayabilirdi ki
sudan ve ateşten gençliğimin
henüz o ilk baharlarındaki beni.
Yüzüm yerde ve tatlı düşler içinde
İnciraltı sahiline doğru yürüdüm.
Serin bir imbat rüzgarı esiyordu.
Durup dururken ve beklenmedik bir anda
nasıl bir şey gelirdi ki öyle insanın başına.
Bir şiiri beğenir gibi beğenmiştim onu.
Günlerce aynı saatte aynı kafeye oturdum,
onun yürüyüp gittiği sokakta yürüdüm.
Ne çok istesem de bir daha göremedim.
Sonsuzluğa uzayan
simsiyah geceler denizi gözleri
bir de kainat gülüşü kaldı
geçmişin gökkuşağı atlasında.