VİCDANLAR KANIYOR

Neslihan KORUTÜRK - 08.04.2010


Eninde sonunda vicdanın sesi kendini duyurur.  O ses çok zayıf çıksa da, etrafta aşırı gürültü olsa da kendini bir şekilde hissettirir.  Nereye gitseniz, nereye dönseniz vicdanınızın sesinden kurtulamazsınız.

Siz kaçmak istedikçe o kovalar. Kulağınızı tıkadıkça sesini yükseltir. Duymamakta ısrar ederseniz, kanar… Vicdanınız kanar ve sesini duyurur.

Elbette nasırlaşmış vicdanların sesini duyurması, kanaması zordur. Ama bir gün mutlaka kanayacaktır.

*   *   *

Erdoğan’la aralarında hiçbir zaman gerçek bir kavga olmayan Doğan medyası, Erdoğan hayranı yazarlarla dolu… 8 senedir AKP’yi kayıtsız şartsız destekliyorlar. Her ortamda çanak sorularla, köşelerindeki laf ebeliğiyle halkı uyutup, Erdoğan’ı göklere çıkarıyorlar.

Bunlardan vicdanı kat kat nasırlaşmış biri olan Hasan Cemal’in vicdanı Kasım 2009’larda kanamaya başlamış; bir yazısında, Balbay’ın “Ben, Özden Örnek’in günlüklerinden dolayı tutukluysam, ben içerideyim, Örnek nerede?” diyen sözlerine yer vermişti. Bunun üzerine medyada ilgili manşetler çıkmış, kuvvet komutanları ifadeye çağrılmış ve serbest bırakılmışlardı.

*                           *                      *

Aradan aylar geçti… Şimdi, yine Milliyet’teki 2 Erdoğan hayranı yazarın vicdanı kanamaya başladı… Biri, her Pazar, TRT1’de Erdoğan ve AKP’yi övmekle görevli olanlardan Derya Sazak… Bakın 06.03.2010 tarihli yazısında vicdanından nasıl ses geliyor:

“Balbay’ın Cumhuriyet’teki sütununa dün ‘365 gündür tutuklu’ notu düşülmüştü.
5 Mart 2009 tarihinde evinden alınan Balbay, 2003-2004 dönemi Ankara’sında ‘askerin rahatsızlığını’ ifade eden notları nedeniyle, ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ten suçlanmıştı.

Dava ilerledikçe, bir gazetecinin olaylara tanıklığıyla, darbe sanıklığı arasında mesafe açıldı ve Balbay’ın tutukluluk süresi avukatlarının ve meslek örgütlerinin ifadesiyle ‘infaz’a dönüştü.
Balbay’ın tutuklandığı günlerde Cumhuriyet’te bir dayanışma gününe katılmıştık. Ertesi gün, ‘darbeye destekle’ suçlandığı günlükleri yayımlandı.

Dava ilerledikçe görüldü ki, o notlar sadece Balbay’ın aleyhinde kullanıldı. Mahkeme aylar sonra, “Biz burada darbeyi mi yargılıyoruz?!” diye sorabildi. Çünkü ortada komutanlar yoktu?!”

*                          *                      *

Diğeri ise buğulu sesli, romantik yazar Can Dündar. O Can Dündar ki, “Ergenekon”un ne olduğunu kamuoyu en geniş şekilde onun araştırmalarından öğrendi. Artık onun vicdanı sadece kanamıyor, isyan ediyor. İşte 06.03.2010 tarihli makalesinden bazı cümleler:

“Toplumları isyan ettiren şey, sanıldığının aksine parasızlık değil, haksızlıktır. Yoksulluğun üleşildiği yerde herkes açlığa katlanabilir.

Adalet, ekmekten bile kutsal bir taleptir.

Dün, meslektaşımız Mustafa Balbay, tutukluluğunda 365 günü doldurdu. Yani son 1 yılı cezaevinde geçirdi.

Haklı olarak soruyor:

‘Neden ben içerdeyim de, kışkırttığım iddia edilen darbeyi yapacak olanlar dışarıda?’

Mahkeme tınmıyor.

Dün, ‘Balyoz operasyonu-Suga’ soruşturmasına bakan mahkemenin, gözaltındaki muvazzaf subayların tahliye talebini ret kararı geçti elime... Mahkeme Başkanı, karara muhalif kalmış. Diyor ki:

’Şüphelilerin kaçma şüphesi yok. Delil karatma olanakları yok. İkametleri belli. Faal kamu görevi yapıyorlar. Ve bazı şüphelilerin daha ağır konumda olmalarına rağmen savcılıkça serbest bırakılmış olması göz önüne alınarak şüphelilerin tahliyesi görüşündeyim.’

Mahkeme Başkanı, kuvvet komutanlarını kastediyor:

’Üstler daha ağır suçlandıkları halde, salıverildi. Altları da tutuksuz yargılamalıyız’ demek istiyor. Ama diğer iki yargıç tutuklulukta ısrar ediyor. İlginç değil mi?”

*                                    *                      *

 

İktidarın yayın organı gibi bir gazete olan Yenişafak’ta, Kürşat Bumin adlı, vicdanın ve sağduyu’nun sesi bir yazar var. 07.03.2010 tarihli yazısında “GİZLİ TANIK” ifadelerini irdeliyor ve şu çıkarımı yapıyor:

“Özel yetkili ağır ceza mahkemesi savcıları bu ifadelere ilişkin ne düşünür bilemeyiz. Ama bana soracak olursanız, günlerdir gazetelerde yer alan bu ve benzer ‘gizli tanık’ ifadeleri ile fazla bir yol alınamaz. Ne ‘hükümet düşürülebilir’ ne de Gülen cemaatine zarar verilebilir...

Unutmayalım ki her şeyden önce sağduyumuza mukayyet olmak zorundayız.”

*                                    *                      *

 

28 Şubat’ın yıldönümünde, pek çok çelişkiye dikkat çeken Umur Talu, Habertürk’teki 28.02.2010 tarihli “NE AĞASINIZ; NE PAŞA” başlıklı yazısıyla vicdanlara ve aklıselime sesleniyor:

“Şimdi bir 28  Şubat zamanı: Bir yanıyla ‘demokrasi, özgürlük, hukuk... Sanatçı bir adım öne çıksın, cesur olsun, söylenmeyeni söylesin’ çağrısı yapan Başbakan, bir yanıyla Tekel işçisine bugün için tehdit salmış, medya patronlarına 26 Şubat muhtırası buyuruyor: 
Yazarın maaşını sen veriyorsun, gerekirse kov!’

Demokratın cırtı buraya kadar! Fermuarı çekersin, bir yerde sıkışır!

Elimi koyarım şakağıma, bakarım manzaraya:

‘Başbakan’a darbe tasavvuru’ gerekçesiyle tutuklu ‘cumhuriyetçiler’in hazırladığı söylenen ‘tutuklanacak’ listesinde adım var. Kendimi listeden dışarı atıp az nefes alacağım; ‘demokrat Başbakan’ bağırıyor: ‘Kovun, kovun!’

İnsan başbakan da olsa, gergin de olsa; az insaf, izanın tam gerektiği anda: Baskıcı 28 Şubat yıldönümü, darbe iddiasıyla tutuklama zamanı!.. Onlara dönüşüyor! Yargıyı da her şeyi de baskı diliyle gölgeliyor! 28 Şubatçının tutuklandığı 28 Şubat’ta bir nevi 28 Şubat oluyor!

Genelkurmay veya hükümetler sinyaliyle, yazar, muhabir kazınan “ananevi rezalet” hali bu. Başbakan’a veya Genelkurmay başkanlarına en hafif, hem cumhuriyetçi, hem demokrat söz belki şu:

Sizin de maaşınızı millet veriyor! Milletin efendisi değil, hizmetkârısınız! Ne ağasınız, ne paşa, tamam mı!”

*                          *                      *

 

UYSA DA UYMASA DA

 

KURNAZ ADAM PİYASADA

Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner –yaptığı İsmailağa ve Gülen Cemaati soruşturmaları ardından- Erzurum Özel Yetkili Savcısı tarafından gözaltına alınıp, yine Özel Yetkili Mahkeme’ce (bu mahkemeler DGM’dir) tutuklandı. Eğer bir başsavcı böyle apar topar içeri tıkılıyorsa vay nüfus kâğıdı olan (garip) vatandaşın haline(!). Bu olayla İsmailağa Cemaatinin de telefon dinlemelerinden Bakan’lara emirvari hükmettiklerini ve en yağlı ihaleleri alabildiklerini öüreniyoruz.

Cemaatlerin artık tıpkı mafya gibi birer sermaye şebekeleri olduğunu görmemiz gerekir.

Ülkemizde -AB’ye gireceğiz haykırmalarına karşın- esas amacın İslâmî faşist bir diktatörlüğün kurulması olduğunu düşünüyorum.

İslâm asla faşist değildir. Buradaki kullanım, İslâmın kullanılarak uyanık dincilerin iktidarı ele geçirme anlamındadır.

Faşizme, militarizme, JİTEM’e, derin devlete, Ergenekon’a karşı çıkmak ayrı bir şeydir (mutlaka karşı çıkılmalıdır!) amaAKP’nin kuyrukçusu olmak ayrı bir şeydir.

AKP’nin takiyyeci sahte tavırlarına aldanmadan, Kürtler dâhil, kimseye vereceği iyi bir AK günün olmadığını olmadığını görmek gerekir.

Artık 1500 civarında kadrosu gözaltına alınıp bir kısmı tutuklanan BDP’nin AKP kuyrukçuluğundan kurtulması lâzım. Eğer İslâmî faşist bir diktatörlük kurulursa aslında bu Ab ve ABD’yi hiç ilgilendirmemektedir! Tayip Erdoğan veya Bülent Arınç nesebinden (iktidarından) bin yıllar geçse de kurtulunamayacağını bilmek gereklidir.

Hazreti Muhammed’in şahsındaki İslâmiyet kesinlikle burada söz konusu değildir. İslâmiyete dahi ihanet olarak değerlendirilebilen bir kurnaz adam’ın yeryüzü devletinden (gölgesi) söz ediyorum.

Kurnaz adam artık Firavun ya da Nemrut gibi bizzat tanrı olmak fikri yerine, Tanrı elçiliği gölgesi yaparak ticaret ve siyaset yapmak istemektedir.

Ülkemizdeki (Amerikancı) İslâmcı politikacılar, devletin ticarî tekel veya para iktidarında sürekli oturmak istiyorlar.

Kavga bu paraların paylaşımından dolayı çıkmaktadır.

Bugünkü olan anlaşmazlık da budur! Bu anlaşmazlık demokrasi mücadelesi değildir. Keşke olsaydı: Biz de bin takla atardık o zaman.

Oğlu 12-14 yaşlarında internet üzerinden ticarete atılan bir cumhurbaşkanımız var! Bu nasıl İslâmî bir ahlâktır ki onaylanabiliyor? İslâm’da ticaret kutsanmıştır” diyeniniz olabilir.

Peygamber de ticaret yaptı, helaldir diyebilirsiniz! Ama ben de milyonlarca insanın aç olduğu bir ülkede (resmî rakamlar 17 milyon diyor, çok daha fazladır aslında!), 40 yaşındaki insanların işsiz olduğu bir ülkede, bir çocuğun, babasının makamını ve siyasî gücünü kullanarak milyoner olması da günahtır, diyebilirim. “Siz Peygamber misiniz? Diye de sorabilirim.

Ahlâkı ticarete ve paraya dönüştüren bir İslâm’la Allah’ın diniyle oynamak çok kurnazca bir şey olmalı!

 Ne mutlu kurnaz adamlara! Ve ne yazık emek, demokrasi ve insan hakkı mücadelesi vermeyen aldatılmış insanlara!

Bülent TEKİN, Gırgır, Sayı 9  

 

Arşiv

Tarih: 08.04.2010 Okunma: 841

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?