Bu dünyada
herkese yer var.
Hükümet
kanadı, son zamanlarda, çok önemli bir takım şeyler yapıyormuş izlenimi
veriyor. “Yapılan şeyler” dünyaya, çok ehemmiyetliymiş gibi sunulduğu için çok
da tartışılıyor, elbette. İş o kadar mühim ki, o kadar netameli ki, hükümetin
başı “bu işin bedeli neyse ödemeye
hazırız” diyor.
Tabii
insanın aklına sorular üşüşüyor: Bir kere, neden
sana zararı olabilecek, bedel ödetecek bir işe girişiyorsun?
Öte
yandan, giriştiğin iş iyi bir şeyse, güzel bir şeyler yapıyorsan, neden onun
bedeli olsun? Yapılan iş yararlı bir
şeyse, orada “bedel”den değil, ödülden söz etmek gerekmez mi?
* * *
Yoksa
haddizatında, yapılan veya yapılmaya çalışılan şeyler, daha önceki bir
alışverişin, bir borcun faturasını ödemek mi? Bugün yapılan, yapmaya mecbur edilen
şeyler, atılan adımlar zaten doğrudan
doğruya ödenen bir bedel mi?
* * *
Ortalama
olarak 5 yılda 2 sefer seçime gidiyoruz: Birinde yerel yönetimleri, diğerinde
merkezî yönetimi belirliyoruz! Daha doğrusu belirlediğimizi sanıyoruz. Ona
inanıyoruz. Koltukta oturanları kendimizin seçtiğini vehmediyoruz.
Zannediyoruz
ki, verdiğimiz 1 oyla başbakanı, bakanları, belediye başkanlarını işbaşına biz
getiriyoruz. Filhakika, bunlar sandığa attığımız oylar sayesinde söz konusu
makamları işgal ediyorlar.
Fakat oylarımızı partilere yönlendiren
etkenleri kim belirliyor?
Hangimiz,
hiçbir etki altında kalmadan, tamamıyla hür irademle reyimi kullanıyorum,
diyebilir ki?
Öyle
diyen, öyle olduğunu zannedendir.
* * *
İç
ve dış odaklar ki, adını da koyalım; ABD,
AB, sermaye ve medya ülkede öyle bir hava yaratırlar, öyle rüzgârlar
estirirler, seçmeni öyle bir yönlendirirler ki; gider hepimiz onların işaret
ettikleri parti ve adaylara oylarımızı veririz. “Hepimiz” teriminin altını çiziyorum. Evet, hepimiz! Elbette
istisnalar kaideyi bozmaz. Zaten istisnaların da iktidar belirleyici etkisi ve
gücü olmaz.
* * *
Milleti
bir istikamete yönlendirenler, tabii ki işin sonunda kendi çıkarlarının
gerçekleşmesi için bunu yaparlar. Övdükleri parti ve onun başkanının kara
kaşı-kara gözü için değil! Nitekim seçtirdikleri iktidardan da sırası geldikçe
alacaklarını bir bir tahsil ederler.
Elbette
güç odaklarının estirdikleri rüzgârlarla işbaşına gelenler yine onların gücüyle
iktidarlarını sürdürebilirler. Böyle iktidarların güç odaklarına “hayır”
diyebilecek takatleri olamaz.
Anlaşılıyor
ki; dış odaklar 7 senelik iktidara verdikleri desteğin bedelini “açılım” adı
altında talep ediyorlar.
Yoksa
iktidar kendine ve ülkeye bedel ödetecek
bir “açılım”ın altına neden kendi arzusuyla girsin ki?
Bu
tahlillere karşılık, Başbakan’ın, inandırıcı bir cevap
vermek yerine, Cuma namazı sonrasında terbiyesini bozması da hakikati değiştirmez. Tam tersine; "öfkeyle bağırması",
kendisinin Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanına dediği gibi “suçluluk psikolojisi içinde” olduğunun göstergesi olarak kabul
edilir.
Arşiv