İHTİLAL BAŞARILAMADIKTAN SONRA

Neslihan KORUTÜRK - 02.08.2009

Bu dünyada herkese yer var.


 

Çin kağanı Tay-tsung düşünceli idi. Birkaç gündür kendisinde bir başkalık, anlaşılmaz bir değişiklik seziyordu. İlk önce bunun ne olduğunu anlamadan içinde bir rahatsızlık duymuş, sonra düşüne düşüne rahatsızlığın nereden geldiğini bulmuştu: Korkuyordu. Hele gün battıktan sonra her karaltı, her gölge onu ürkütüyor, şu uğursuz ihtilalcilerden biri karanlıklar içinden çıkarak kendisine doğru yay gerip ok fırlatacak sanıyordu. O, ihtilalcilerden birçoğunun başkentte gizlenmiş olduğuna inanıyordu. Çünkü bunlardan ancak 38 tanesinin cesedi bulunmuş, Vey ırmağından da üçünün ölüsü çıkarılmıştı. Bu kadar büyük bir gürültünün 41 kişiyle yapıldığına, Çin kağanı olarak inanamazdı. Bu ihtilalciler ne kadar gözü pek, çılgın herifler olurlarsa olsunlar, 300’den çok Çin askerini öldürmek ve koca bir şehre bu kadar korku salabilmek için herhalde birkaç yüz kişi olmalıydılar.

 

Üç gündür bütün Siganfu ve yörelerinin altı üstüne getirildiği, birçokları yargılanıp idam edildiği, birçoğuna işkenceler yapıldığı halde gizlenmiş olan ihtilalcilerden kimse ele geçirilememişti. Acaba bunları kendi tahtına göz diken kumandanlarından birisi mi saklıyordu? Öyle ise sarayın içinde fırsat kollamaları da akla gelebilirdi.

 

İşte Çin kağanı bunları düşünerek sıkılıyor, heyecanlanıyordu. Aldığı raporlara göre geceleyin birçok yerde ihtilalciler gözükmüştü. Fakat bütün sıkı aramalara rağmen kimse ele geçmiyordu. Herifler herhalde geceleyin iş görmesini seviyorlardı. Sarayı geceleyin bastıkları gibi şehirde de geceleyin ortaya çıkıyorlar, fakat gündüz olunca silinip kayboluyorlardı. Ama niçin şimdiye kadar bir teki ele geçmemişti?

 

Siganfu halkı ihtilalcilerin korkusundan geceleyin sokağa çıkamaz olmuştu. Şehrin ucunda oturan bir Çinli, bir gece Vey ırmağı kıyısından dönerken bunlardan birçoğunun atlarıyla birlikte ırmağı yüzerek geçtiğini görmüş, bir başkası da Siganfu’nun içinde çok iri ve tam pusatlı bir yığın adamın karanlık arasında hızla yürüdüklerini görerek çığlıklarla kaçmıştı. İhtilalciler bu ikisine de hiçbir şey yapmamışlar, fakat yaşlı bir kadını öldürmüşlerdi. Geceleyin komşusundan biraz pirinç alan bu kadın, kapıdan çıktıktan sonra “ihtilalciler” diye bağırarak yığılmış, kapıyı tekrar açan komşular zavallının ölüsünü bulmuşlardı. Üzerinde ok ve kılıç yarası yoktu. Karşısında korkunç haydutları gören kadıncağızın korkudan öldüğü anlaşılıyordu.

 

Bugün ihtiyar bir kadını korkutarak öldürenlerin yarın yeniden saraya saldırmayacakları nereden belliydi?

 

Çin kağanı bunları düşünerek tedbirler almış, saray çerisini çoğaltmış, nöbet işlerini düzene koymuş, geceleri dışarıda gezmek âdetini bir yana bırakmıştı. Bütün bunlara rağmen içi rahat değildi. Öldürülen ve başı kesilen Kür Şad’ın bile öldüğünden emin olamıyordu. Kür Şad’ın kızını idam ettirmiş fakat konçuyu ile oğlunu bulduramamıştı.

 

Bir yandan da nâzırların verdiği raporlar ve raporlardaki teklifler dolayısıyla aklının büsbütün karıştığını hissediyor, öfkeleniyor, saçmasapan şeyler düşünüyordu. Bütün bu düğümleri çözmek için bugün sarayda bir toplantı yapılacaktı. Tay-tsung bütün ümitlerini bu toplantıya bağlamıştı.

 

*   *   *

 

Siganfu sarayının büyük bir odasında toplantı heyecanlı bir hava içinde açıldı. Nâzırlar, Çin kağanının karşısında sinirlerine hâkim olabilmek için kendilerini sıkıyorlardı. Kağan, Kür Şad ihtilalinden sonraki durumunu anlatarak başkentteki rahatsızlığın önüne nasıl geçilebileceğini bunun için yapılması gereken işlerin neler olduğunu sordu. İşin aslına bakılırsa kendisi de onlardan daha az heyecanlı değildi. İlk sözü Vey-çing aldı. Koyu bir Türk düşmanı olan bu adamın Türklere karşı duyduğu kin Kür Şad ihtilalinden sonra büsbütün artmış, Türklerin yok edilmesini kendine ülkü edinmişti. Düşüncelerini büyük bir konuşkanlıkla anlatarak Türklerin tehlikeli ejderler olduğunu, günün birinde Çin’in batmasına zemin hazırlamaktansa şimdiden bir çare düşünmek lâzım geldiğini söyledi. Çareyi de soğukkanlılıkla bildirdi: Çin’deki bütün Türkleri öldürmek…

 

İşi gücü Vey-çing’e karşı gelmek, onunla tartışmak olan Ven-ye-po bu düşünceye hemen itiraz etti. O, Türkleri, Çinlileştirmenin devlet için daha faydalı olacağını ileri sürüyor, bu milletin kabiliyetlerinden faydalanmanın Çin’e getireceği menfaatleri sayıp döküyordu.

 

Li-pe-lo ikisi arasında bir tez müdafaa ediyor, Yen-se-ku da onu destekliyordu.

 

Çin kağanı bugün çok iradesizdi. Hangi nâzır konuşursa onun tesirinde kalıyor, böylelikle durmaksızın fikir değiştiriyordu.

 

Nihayet, uzun tartışmalardan sonra bir sonuca varılabildi: Atılganlıkları ve korkusuzlukları dolayısıyla Çin’in içinde kalmaları tehlikeli görülen Türkler yeniden eski yurtlarına gönderileceklerdi. Bu karar Vey-çing’i yıldırımla çarpılmış gibi sarsmıştı. Son defa söz alarak:

 

“Bu kararla Kür Şad’a karşı yenilmiş olduğumuzu kabul ediyoruz; onun istediği de bundan başka bir şey değildi” dedi.

 

Fakat Çin kağanı ve öteki nâzırlar öyle bir kâbus içindeydiler ki bu kâbusun bastırıcı tesirinden kurtulmak için yenilmiş olmayı kabul etmekten utanmıyorlardı.

 

Şimdi sıra bu kararın nasıl tatbik edileceğine gelmişti. Türkeli Sırtarduşlar’ın hâkimiyeti altına girmişti. Çin’deki yüz bin Türk bunlarla başa çıkamazdı. Çünkü çoğu kadın ve çocuktu. Çin kağanı bu mesele hakkında parlak düşüncelere sahipti:

 

“Sırtarduşlar da Türk olduğu için böylece Türkleri ikiye ayırmış olacak, birini veya ötekini destekleyerek denge kuracağız. Böylelikle hem onları birbirine kırdıracağız, hem de kuzey sınırlarımızın güvenliğini sağlamış olacağız” dedi.

 

Bu dâhice düşünce nâzırlara saygıyla baş eğdirdi. Hiçbiri itiraz etmedi. Kağan çoktandır kaybettiği neşesini yeniden bulmuş gibiydi. Nâzırlara sordu:

 

“Bu Türklerin başına geçirmek üzere kimi sağlık verirsiniz?...”

 

Bozkurt ailesinin bütün teginleri akıllarından geçer ve hiçbiri beğenilmezken kağan yeniden söze başladı.

 

“Sırba Tegin hakkında ne düşünüyorsunuz?”

 

Bu soru Vey-çing’in yüzünde bir buruşukluk yaptı ve gözlerinden garip bir ışık geçti:

 

“Çok korkunç yüzlü ve vahşi bakışlı bir adam” diye mırıldandı. Tay-tsung gülümsedi:

 

“Bu korkun yüz göğün bize en büyük iyiliğidir” dedi. Sonra, bu sözlerden bir şey anlamayarak birbirine bakan nâzırların merakını şöylece giderdi:

 

“Hepsi aydınlık yüzlü ve yakışıklı adamlar olan Bozkurt ailesi teginleri bu korkunç yüzlü çirkin adamı kendi soylarından saymıyorlar. Batı Türklerinden olduğu için de soyunu iyice inceleyemiyor ve ondan şüphe ediyorlar. Hakkında türlü türlü söylentiler var. Bir söylentiye göre anası, ölü doğan çocuğunun yerine bu kim olduğu belirsiz çocuğu alarak büyütmüş… Böylece Gök Türklerin başına Sırba Tegin’i geçirmek öteki teginlerin hoşnutsuzluğunu kabartarak ayrılık tohumları saçmak olacaktır. Bu ayrılığı körüklemek için Bozkurt soyundan iki tegini Sırba’nın buyruğuna vereceğim. Sırba bize en sadık tegindir ve Gök Türkler tarafından sevilmediği için de sadık kalmaya mecburdur. Kendisine kağanlık verirsek herhalde Gök Türkleri Çin menfaatlerine uygun şekilde idare eder.”

 

*   *   *

 

Birkaç gün sonra Sırba Kağan, yanında yüz bin Türk olduğu halde Çin duvarlarının dışına çıkıyor, bu çıkış bütün Çin’de, hele Siganfu’da bayram gibi içten içe kutlanıyordu. Artık geceleyin sokağa çıkabilecekler, karşılarında ölüm zebanileri görmeyeceklerdi. Tay-tsung hayatından pek memnundu. Bundan sonra sarayın basılması tehlikesi kalmıyordu. Rahat uyumak bahtiyarlığına erişecek demekti. Hele düşünde bu uğursuz haramiler başbuğu Kür Şad kesik başıyla karşısına dikilmeyecek, ona dirliğini zehir etmeyecekti.

 

Bu gidişten yalnız Vey-çing hoşlanmamıştı. Sarayda Ven-ye-po ile karşılaştığı zaman:

 

“Kırk eşkiyanın ölüsü kırk milyonluk koca devleti yendi” dedi ve gülerek tamaladı:

 

“Hayaletlerden korkmanız sayesinde…”

 

 

---------------------------------------

 

Bozkurtlar Diriliyor, ATSIZ, Türkiye Yayınevi, 1971, 3-7’nci sayfalar…

 

 

Arşiv

Tarih: 02.08.2009 Okunma: 849

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?