Dilde Kıyamet Alametleri

İsmail Hakkı CENGİZ - 04.12.2025

Türkçeyi kılıç gibi keskin kullanmaya çalışan nadir Türklerdendi. Anadilinde olağanüstü bir güzellik görüyor, onu düzgün ve kurallarına uygun kullanmaktan, güzel konuşanları dinlemekten, güzel yazanları okumaktan büyüleyici bir haz alıyordu.

Kendisi de bir haber sitesi yazarıydı. Anadilini doğru, güzel, akıcı yazmak, onda bir tutku halindeydi. Bunun için yazım kılavuzu, Türkçe sözlükler, deyimler sözlüğü hatta kocaman bir “Osmanlıca” sözlük daima elinin altındaydı. Ayrıca, güzel ve akıcı yazmak için en doğru başvuru kaynakları olarak sözlüklerden sonra Türk Edebiyatı’nın zirve yazar ve şairlerini görüyordu. Onların yazım şekillerine, ifade tarzlarına, imla kurallarını kullanımlarına son derece dikkat ediyor. Onların eserlerini sayfalar dolusu, satır satır defterlerine geçiriyordu.

Anadilini bozanlar, yamuk-yumuk konuşanlar, hoyratça yazanlar tüylerin, diken diken ediyor, yoz, sokak ağzı kulağını ve beynini tırmalıyor, bunlara asla tahammül edemiyordu.

Her sabah aynanın karşısında tıraşını olurken, “Bugün bakalım, hangi allame yazarlar, çok seyredilen televizyonlar, sosyal medyanın gülleri ne çamlar devirecek, Türkçenin kanına nasıl girecek?” diye endişeyle güne başlardı.

Türk ve Türkçe bambaşka bir yöne gidiyordu.

Balamir dil merdiveninde yukarı doğru tırmanmaya çabalarken, televizyonlar, gazeteler, sosyal medya ve bazı çok ünlü köşe yazarları aynı merdivenden aşağı doğru kayıyordu. Hem de elleri cebinde, ıslık çalarak.

O Türkçeyi her geçen gün biraz daha düzgün ve güzel kullanmaya çalışırken, basının, medyanın ve sosyal medyanın Türkçesi gittikçe bozuluyor hatta yozlaşıyordu. En çok seyredilen televizyon sunucu ve konuşmacıları, en çok satan gazetelerin tecrübeli, “duayen” yazarları feci yanlışlar yapıyordu. Bu yapılan yanlışların en zararlı, en tehlikeli tarafıysa, bunları doğru zanneden kitleler üzerindeki etkisiyle yanlış kullanımların ve dildeki yozlaşmanın hızla yayılmasıydı.

Meselâ, “terfi etmek”, en çok satan gazete yazarı Sedat Ergin’in ağzında, “terfi almak” şeklinde kullanılıyor, ergin yazı ve TV programlarında yanlışında ısrar ediyor,  bu yanlış kitlelere yayılıyordu. Yıllar sonra iş öyle bir hale geldi ki “terfi alma” yanlış kullanımı akademik yayınlara bile girdi. Balamir, bunun yanlış, doğrusunun “terfi etmek” olduğunu söylüyor ama kimse inanmıyordu.

-       Yani, koskoca Hürriyet yazarı yanlış, sen doğrusun öyle mi? diye bir de alay ediliyor, çevresi tarafından gülünç bulunuyordu.

Bunun gibi daha pek çok yanlış kullanım ve yoz sokak ağzı ekranlardan başta “aydınlar”, bütün halka, kurumlara, hanelere yayılıyor, yazı, konuşma, TV programları tahammül edilemez bir hale geliyordu

Ergenekon-Balyoz davaları dönemi… Subaylar, generaller yargılanıyor. Hürriyet yazarı Sedat Ergin, her akşam çok seyredilen televizyonlardan birinde konuk, neredeyse “bilirkişi” konumunda… Konu askerlik olunca tabii terfiler sürekli gündemde ve Ergin, sürekli

-       O terfi aldı.

-       Bu terfi alamadı.

-       Terfi alırlar, terfi alamazlar gibi bilgiler veriyor, yorumlar yapıyor.

O böyle konuştukça Balamir kahroluyor. Kulakları, beyni tırmalanıyordu. Ben mi yanlış biliyorum acaba diye tekrar tekrar Türkçe sözlüklere, yazım kılavuzlarına bakıyor. Hayır. Hepsi,

-       Terfi etmek, terfi etti, terfi edemedi şeklinde yazıyor.

Yazıyor, yazıyor ama onlara kim bakacak? Onlarla kim ilgilenecek.

-       Ülkenin en büyük gazetesinin, en kıdemli yazarı söylüyorsa, hele hele ısrarla, her akşam söylüyorsa, sütununda tekrarlıyorsa, şüpheye mahal var mı? Hiç sorgulamadan doğru kabul eden milyonların dili değişti. Yozlaştı.

Balamir, üç-beş yüz okurunun takip ettiği haber sitelerinde, bloglarda, sosyal medyada Ergin’i eleştiren, tamlamanın doğrusunun, “terfi almak” değil, “terfi etmek” olduğunu anlatan bir yazı yayımladı. Terfi meselesini yakından bilen asker ve polis okurlarından destek geldi ama büyük çoğunluk şüpheyle yaklaştı!

“Ne yani?” diyorlardı;

-       Koskoca Hürriyet yazarı yanlış da sen mi doğrusun?

 *   *   *

Bir süre sonra sosyal medyada şu tür paylaşımlar yaygınlaştı:

-       Bugün terfi aldım arkadaşlar!

-       Kanka terfi almak çok zor yaa.

-       Hocam terfi almanın püf noktaları nedir?

Balamir’in yüreğine bir bıçak saplandı.

O bıçak “değil mi”nin “diilmi”ye dönüşmesi,

-       Tabi ki de…

-       Hele ki...

-       Eğer ki…

-       Elbette ki…

-       Geldik ki…

-       Aldık ki…

-       Maalesef ki …

-       Yaparaktan, ederekten, tekrardan gibi feci yanlış ve yaygın kullanımlarla daha da derine girdi.

Balamir ağlıyor muydu, yoksa akan Türkçenin gözyaşları mıydı, kimse tam emin olamadı.

Balamir çevresine durumu anlattı.

-       Doğrusu terfi etmek, dedi sakin bir sesle.

Cevap hep aynıydı:

-       Yani şimdi… Koskoca yazar yanlış biliyor, sen mi doğru biliyorsun?”

Sadece “koskoca” kelimesinin bile böyle bir tartışmaya alet edilmesine ayrıca içerledi. Sanki yanlış bilgi bir büyüklüğün, şöhretin hakkıydı.

Zamanla Balamir istemeden Dil Polisi oldu. Yanlış duyduğu her cümlede sirenleri çalıyordu:

-       Hazirandan eylüle kadar olan süreçte…

-       Süreçte değil sürede.

-       Şöyle bir atmosfer oluştu…

-       Atmosfer değil, hava! Niye Fransız havası katıyorsun cümleye?

-       Size cevap verebilmemiz adına telefonun numaranızı verir misin?

-       Adına değil, için. Size cevap verebilmemiz için telefon numaranızı verir misiniz?

En yakınları bile bıkmıştı:

-       Yahu Balamir, insanları düzeltmezsen ölür müsün?”

Balamir cevap verdi:

-       Düzeltmezsem ben ölüyorum, benim ölmem bir şey değil, Türkçe ölüyor!

Bu cevaptan sonra çevresi sessizliğe büründü.

  *   *   *

Sosyal medya dili öyle çığırından çıkmıştı ki artık herkes kendi Türkçesinin kendine göre en doğru olduğuna inanıyordu.

Noktalama işaretleri emekliye ayrılmış, öte yandan, bağlaçların önüne veya arkasına virgül koyma moda olmuş,

Devrik cümleler yağmur gibi yağmış,

“Bilmiyorum” yerine “bildiğimi sanmıyorum ama kesin böyledir”ler türemişti.

2022 yılında, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyoloji Bölümüne kaydolmuştu. Bir akşam, internet aracılığıyla yapılan canlı ders esnasında, soru-cevap çalışması yapılıyordu. Doktor unvanlı kadın hoca soruyu sordu. Cevap tercihleri arasında, A şıkkında,

-       Terfi almak istiyorum, şeklinde bir seçenek vardı!

Balamir onu görünce gözlerine inanamadı, moral olarak çöktü.

-       Demek artık üniversite kalesi bile düştü, diye mırıldandı.

Bunu düzeltmek için defalarca başvuruda bulundu. Balamir’i anlamak, dinlemek bile istemiyorlardı. Kimse sorumluluk almıyor, boyuna topu taca atıyorlardı.

Bir gün, uzun süredir görmediği, kırk yaşlarındaki bir yakınıyla çay içiyorlardı. Sohbet esnasında yakını;

            -  Geçen ay terfi aldım, dedi.

Başlamir’in canı fena halde sıkıldı, göğsü sıkıştı. Şaşkınlık, öfke ve hüzünle yakınının gözlerinin içine baktı, kara mizah damarı kabardı;

-       Kaça aldın? 250 gram da bana alır mısın?

Yakını şaşkınlıkla bakakaldı. O günden sonra bir daha buluşmak istemedi.

Balamir, Türkçenin geldiği noktayı tahammül edilmez buluyor fakat bu durumdan, kendisinden başka şikayetçi yokmuş gibi görünüyordu. Yozlaşmayı sanki kimse fark etmiyor, herkes halinden memnundu gibiydi.

Tahammül edemediği yanlışları düzeltmeye kalkınca, başta en yakınları, Balamir, çevresi için tahammül edilemez, huysuz, ukala birine dönüşüyor, Balamir’in çevresi boşalıyordu. Bir toplantıya, buluşmaya, etkinliğe onun da katılacağı biliniyorsa, arkadaşları “ne konuşacaksanız, Balamir gelmeden konuşun, sonra her kelimeyi düzeltiyor” diye birbirini uyarıyordu.

Balamir, televizyonu açmaya korkuyordu. Haberleri, haber programlarını, dizileri izlemeyi çoktan bırakmıştı. Ekonomi haberlerini, televizyonun sesini kesip, sadece rakamlara bakarak seyrediyordu. Spor programlarını, maçları da ancak kanalın sesi kısılmış olarak seyredebiliyordu. Dildeki yozlaşma her alandaydı. Sunucuların, muhabirlerin, uzmanların dili tahammül edilemez derecede bozulmuştu.

Sosyal medya ünlülerine gelince…

Onların cümle yapıları öyle tuhaftı ki Balamir, bazen “Dilbilgisi açısından değil, fizik kuralları açısından da yanlış,” diyordu.

 *   *   *

 

Dilde örnek ve ölçüt aldığı kişiler vardı:

Eski ustalar, Türkçenin büyüleyici güzelliğin, ortaya koyan, okurken büyülendiği, onu büyülü âlemlere götüren, Türkçenin güzelliğine sevdalandıran yazarlar, şairler

O üstatların eserlerini eline alınca içi huzurla dolar, bütün vücudu zevkle ürperir, zihninin ruhunun bayram ettiğini hissederdi.

Balamir derinden bir iç geçirdi:

“Ustaların cümleleri şelale gibi akıyor…

Zamanenin cümleleri bozuk musluk gibi tıp tıp damlarken insanın sinirlerini bozuyor. Bozuk musluğu kapatmaya kalkınca, daha fazla bozulurcasına, sinir bozucu damlalar sel oluyor. Boğuyor.”

Bu gözlemlerle geçen yıllar sonunda, Balamir bir gün aynaya uzun uzun baktı ve kendi kendine şöyle dedi:

“Sanırım…

Ben…

Bu ülkede…

Türkçeye en saygılı…

Onun değerini en iyi bilen…

Türkçeyi en doğru kullanan kişiyim.”

Ayna şaşırdı, isyan etti. Birdenbire buğulandı:

“Hadi canım sen de!” diye bağırdı.

Ama Balamir emindi.

Yanlış, bozuk kullanımların ve dildeki yozlaşmanın yaygınlığı onda aşırı bir duyarlılık yaratmış, her konuşmaya, okuduğu her yazıya karşı pür dikkat kesilmişti.

Etrafındakiler onun bu hâline dikkat kesilmişti:

“Aman deyim, yanında konuşurken yanlış bir kelime söyleyeyim demeyin; adam hemen kararıyor.”

Balamir biraz düşününce kendine hak da verdi.

“Türkçeye benim kadar hassasiyet gösteren, saygılı davranan, onun büyüleyici güzelliğini de duyarsız ellerde, ağızlarda yozlaştırıldığını da fark eden yok,” diye geçirdi içinden.

 x   x   x

İLGİLİ YAZILAR

Büyüleyen TÜRKÇEYİ Yozlaştırma, Fakirleştirme Girişimleri

 Büyüleyen TÜRKÇE ve TÜRKİYE’nin Büyüleyici İstikbali

 ‘Süreç’ ‘Adına’ ‘TERFİ Aldık’ ‘İzliyor Olacağız’ da ‘Lüksümüz Yok'

 Güzel TÜRKÇEMİZİ Yozlaştıran Amansız Bir SÜREÇ!

 x   x   x

TAVSİYE, Video

BÜYÜLEYEN TÜRKÇE-YOZLAŞTIRILAN TÜRKÇE  - YouTube

 [email protected]

Tarih: 04.12.2025 Okunma: 5

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?