İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...36...

Özgür DENİZ - 21.03.2022

İnsan kompleks bir mevcudiyet, bir damla kanla hayat bulan ama benliğinde bin kaygıyı barındıran bir varlık. Kendine yabancı ve yabancı düşmüş, düştüğü toprağa. Tanış olmaya geldiği dünyada yabancılaşmış her şeye ya da yabancıyken her şeye, tanış olmayı becerememiş her şeyle. Filhakika yabancı kalmayı da becerememiş. Gitmiş faşist kapitalist şeytanın kucağına oturmuş, oturduğuyla kalmış ve sürekli oyun oynaşta olmuş gözü. Ne olguları anlayabilmiş ne de olayları çözümlemeyi becerebilmiş. Anlamadığı ne varsa anladığını sanmış ve anlıyormuş gibi konuşmuş bitevi ama bir de bakmış ki anlamıyor hiçbir şeyden ama anlamadığını da belli etmemiş bu sefer ve böylece bataklığın dibine gömülmüş, gömmüşte kendisiyle birlikte her şeyi. Bu yüzden de ömrü aldanmakla geçmiş. Bir gram beyni olmayan faşist kapitalist şeytanın tuzaklarına düşmüş bitevi ve korkmuş onun kof ve absürt tehditlerinden. Mütemadi yürek sancısı çeken bir varlık, insan denilen. Din onun iççekişlerini dindiren bir ilaç tabir caizse. Haddizatında uyanmasına vesile olabilir ama o, dinle afyonlanmayı tercih etmiş bir zavallı. Önüne din konulmuş ve alınmış her şeyi, dinle alınınca her şeyi sessiz kalmış anlamadığı için dini de. Milliyetiyle aldatılmış, diniyle aldatılmış, aldatıldığını da bir türlü fark etmemiş, çünkü cehaletle örülmüş her tarafı. Efendiler afyon zerk etmişler sürekli kendisine ve uyuşmaktan hoşnut olmuş kendisi de ve böylece sürmüş bu çarpık ilişki. Varoluşunun bir kanadı gibi din ama tek kanatla uçulmayacağını bilmekten de aciz. Düştüğü yerde ruhunun teskin edilmesi gerektiği gibi bedeninin de teskin edilmesi icap ediyor. Velakin bitevi ruhuna matuf retorikler ortaya koyduğumuz halde bedenine matuf retorikleri ıskalıyoruz. Evet, o sapıtmaya mütemayil bir varlık ama aynı zamanda maişetini temin etme ve bu minvalde gereksinimlerini karşılamak isteyen de bir varlık. Velâkin hiçbir gereksinimini de karşılayamamış bir varlık, çünkü karşılamaktan mahrum kalmış, zira elindeki de kendisinden alınmış, kendisi de alınmasına seyirci kalmış. Binaenaleyh, ruhunu nasıl dikkate alıyorsak bedenini de dikkate almak bir o kadar mübremdir bu varlığın. İnsan, üzerinde yaşadığı topraklarda yine benzerlerince muhasara altında bulunan ve acımasızca sömürülen bir varlık. Şimdi ruhunu dikkate aldığımız ve o yönüyle iyileştirmeye çalıştığımız insanın bu yönünü sarf-ı nazar edebilir miyiz? İliklerine değin merhametsizce sömürülen yani teri, yaşı, kanı emilen ve emeği gasp edilen insanı nasıl iyileştirebiliriz? Her şeyi meta derekesine indirgeyen faşist kapitalist şeytani düzeni görmezlikten gelebilir miyiz? Ruhunu harap eden etkenleri gördüğümüz halde, bedenini harap eden etkenleri yok sayabilir miyiz? Bugün para dediğimiz nesne, kendisini kullanması gereken insanı kullanmaktadır ve ta ki kendisiyle ihtiyaçlarını satın alması gereken insanı satın alıyor. Ki, haddizatında kendisi kendisini satıyor yani bu kadar alçaklaşabiliyor. Ne gariptir ki, alçak deyince de kızıyor. İyi ki bir seviyesi olan alçaklıkla tavsif ediyoruz yoksa çukur da diyebilirdik. Şayet kabil olsa soluduğumuz havayı bile parayla trampa eder hale geleceğiz. Her şeyi tersyüz eden, her şeyin aslını bozan şeytani düzeni ne yapacağız o vakit? İnsan aynı zamanda isyan eden bir varlıktır. Ya bizi bizden çalan düzeni, bedenimizle birlikte ruhumuzu da harap eden faşist kapitalist şeytani düzeni kanıksayıp onunla yaşayacağız ya da bu kahpe ve lanet düzeni insanlaştıracağız. Bunun içinde bu düzene hayır demekten ve yerle yeksan eylemekten başka çaremiz yoktur. Fiiliyatta belki isyan edemeyiz velâkin çendan zihinlerimizde bu isyanı başlatabiliriz. Elbet bir gün zihinde başlayan isyan yeryüzüne düşecektir. Bu konuda din, önümüzde, bizi geriye iten bir handikap değil bizi buna teşvik eden muharrik olmalıdır. Ama ne acıdır ki, birileri çok sistematik olarak dini önümüze handikap olarak çıkarıyor ve dinle bizi uyuşturuyor hatta zımnen korkutuyor. Oysa din, mezkur olaylara karşı isyanın odak noktası olarak varolmuştur. Bizler bu paradoksun farkında olup gereğini yapmamız gerekirken, böyle bir şey yokmuş gibi davranıyoruz ve dinle uyutulmayı adeta tolere ediyoruz. Oysa buradaki din de dinin kendisi değildir. Bizatihi küresel faşist kapitalist şeytani düzenin efendilerince din diye önümüze konulmuş hurafe ve bidatlerdir. Münhasıran onların düzenlerine karşı göstereceğimiz direncimizi ve mukavemetimizi kırmaktır maksat. Yeryüzü topraklarında yekpare insanlığın, güçlerini birleştirip, birleşik güçleriyle küresel faşist kapitalist şeytani düzenin önünde aşılmaz bir barikat olmasını bir şekilde tesirsiz kılıyorlar, insanlık bunun idrakinde olmak zorundadır. Tarihsel süreçte bizleri bu şekilde narkozlamışlar ve bizlerde bize öğretildiği gibi öğrenmişiz her şeyi ve öğrendiklerimizi din bellemişiz. Oysa bugün din diye yaşadığımız yahut bize dikte edilen şeylerin dinle zerre miskal ilintisi yoktur. Din diye yaşanılan şey paranın hadimi olmuş ve paraya hizmet eden bir şeydir. Sormak gerekir ki; nasıl oluyor da ters istikamette varolan bir din, mevcut istikamette var kılınmaktadır? Ama böylesi bir ihaneti beceren efendiler bunun da yolunu bulmuşlar ve aklımıza ipotek koymuşlar. Ve zaman için de bir zenginleşme ve yoksullaştırma aracı olmuş din. Din bugün faşist kapitalist şeytani kompradorları ve bunların kahpe ve kirli düzenlerini yaşatmak için vardır ne hazindir ki. Dini bilmeyenler din bu değildir diye karşıma çıkmasın sakın, yemin ediyorum perişan ederim, zırcahilliğinizi apaçık ortaya koyarım ve rezil rüsva olursunuz. Mülkün münhasıran bir kaç kişiye ait devlet ve zorbalık aracı olmasına hayır diyen din, böylece adeta mülkün bir kaç kişinin inhisarına alınması ve bunun da insanlara benimsetilmesi yolunda kuvvetli bir araç derekesine indirgenmiştir. Artık bu çelişkileri görmek ve gidermek için gerekeni yapmak zorundadır insan. Ve isyanını haklı temellere oturtmalıdır. Böylece isyanının önüne konulacak barikatları behemehâl aşmak, yarıp geçmek, yerle yeksan etmek için haklı sebepleri olmalıdır. İnsanları dinleri ve milliyetleri ile değerlendirmeyin, münhasıran eylemlerine bakın, göreceksiniz aydınlanacaksınız, gerçeği göreceksiniz ve onurlu yaşama ilk adımı atacaksınız.

 

EKSTRA:

 

Niye çekiniyoruz, niye geri duruyoruz, oysa mutlu olmalıyız, memnun olmalıyız, gururla ve onurla söylemeliyiz. Bu ülkeyi İslamcısıyla, Milliyetçisiyle, yerlisiyle, millisiyle sağcılar yönetiyorlar. Muayyen bir dönemden bugüne kadar da hep sağcılar yönettiler. İslamcı ve Milliyetçi olmaktan gurur duyanlar, bunu her ortamda dile getirenler niye böylesi bir gerçekten kopuklar, oysa büyük bir zevkle, hazla, övgüyle söylemeliler, imtina edecek bir şey yok ki. Bakınız köprüler yapılıyor, on iki yıllığına veriliyor, günlük kırk beş bin yolcu garantili hem de, ne güzel değil mi? Ayrıca hem de mutlak egemen olarak, mutlak iktidar olarak varlar, etkinler, hâkimler, egemenler. Yani tek bir İslamcı, Milliyetçi çıkıp söyleyebilir mi bu ülkeyi İslamcıların ve Milliyetçilerin yönetmediğini? Herhalde Kemalistler ve Solcular yönetiyorlar diyecek değillerdir değil mi? Bundan onur duyulması lazım oysa, söylemekten imtina etmek yerine kıvançla söylemek lazım, ne güzel işte bu ülkeyi İslamcılar, Milliyetçiler yönetiyorlar diye. Her şeyi onlar belirliyorlar diye sevinmek lazım. Hayır, yani böylesi bir gerçeği niye saklayalım ki? Gerçek saklanır mı hemi? Şu an bu ülkeyi İslamcılar ve Milliyetçiler konsorsiyumu yönetmiyor mu, ikisi de mutlak etkin ve egemen olarak, ikisi de uçan kuştan bilgi sahibi olarak, ikisi de ülkenin tüm hücrelerine hâkim olarak. Bu inkârı imkânsız bir gerçekken nasıl inkâr edilebilecek ve hem niçin inkâr edilecek, mutlu olalım, sevinelim, gurur duyalım yani. Ekonomi bunlardan soruluyor, sağlık bunlardan soruluyor, eğitim bunlardan soruluyor ve her şey bunlardan soruluyor. Tepeden tırnağa her şeye, her yere hâkimler, mutlak belirleyiciler hayatın her boyutunda. Bunun böyle olduğunu da çocuğundan yaşlısına herkes bilmelidir, bilmelerinde sakınca yoktur, hatta bilmek zorundadır ve bu mutlak egemen olunan, uçan kuştan haberdar olunan devr-i iktidarı asla ve kata unutmamalıdırlar, hafızalarından asla ve kata silmemelidirler. Her ne pahasına olursa olsun bu gerçeklik asla ve kata unutulmamalıdır. Öyle ya bir gün gelip gururla anlatabilmeliler yaptıkları her şeyi. Hem yirmi yıldır hatta yirmi iki yıldır yönetiyorlar, ne güzel değil mi, bir nesil böyle büyüdü, bunu inkâr etmek yerine kabullenmek gerekir dahası nesilden nesile aktarmak gerekir hem de övüne övüne, gururla, kıvançla yapılan her şeyi küçücük bir nokta bırakmamacasına anlatmak gerekir. Gençler bu gerçeği aldıkları her nefeste hatırlamalılar. Bunu bilmemezlikten gelmek yerine bilakis bilmek ve bununla gurur duymak gerekir öyle değil mi? Hatta Milliyetçilerin daha etkin ve egemen oldukları bile söylenebilir hatta ve hatta söylenebilir değil, kesinlikle öyledir. Ne var bunda kötü bir şey mi ki? Ama inkâr edilse bile, herkesin ama herkesin bunun böyle olduğunu, inkâr edilemeyecek kadar böyle olduğunu, mutlak kesinlikte ve netlikte böyle olduğunu bilmesi gerekir. İnkâr edilse bile inanmamanın mallık olacağı bilinerek inanmak gerekir. Bu gerçekliği inkâr etmek mallıktır zira. Çünkü ben mal değilim, gözlerim görüyor, aklım çalışıyor, kalbim hissediyor. Şeksiz ve şüphesiz olarak, mutlak gerçeklik olarak, inkârı imkânsız bir olgu olarak bu böyledir, gerisi yalandır, hikâyedir. Utanılacak bir şey yoktur. Utanılacak bir şey mi vardır yoksa? Bu yüzden bu ülkeyi yirmi iki yıldır İslamcıların ve Milliyetçilerin konsorsiyumu yönetmiştir, yönetmektedir, tabi Milliyetçilerin daha etkin oldukları halde. Bu etkin olmayı da Milliyetçiler inkâr edemezler hatta niye inkâr etsinler ki değil mi, gurur duymalılar. Bunu kimse benden unutmamı bekleyemez ve isteyemez. Son nefesime kadar unutursam, insanlığıma ihanet etmiş olurum. Unutmam, unutturmam, unutturamam. Niye güzel şeyler unutulsun ki, öyle değil mi ya? Yoksa güzel olmadığını mı düşünüyorsunuz? Özellikle siz sevgili gençler! Hafızalarınızın en dip derinliklerine kazıyın bu saf, berrak, net, mutlak, muhakkak gerçeği, gerçekliği ve hiçbir zaman unutmayın, unutturmayın. Unutmak tükenmektir çünkü! Unutursanız da yazıklar olsun. Her zaman, her yerde, her şartta ve koşulda, bir şey söyleyeceğinizde, bir şey yapacağınızda aklınıza gelsin hemen bu gerçeklik.

Tarih: 21.03.2022 Okunma: 195

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?