İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...138...

Özgür DENİZ - 11.05.2021

Nietzsche’nin deyimiyle; vicdanlı ve dürüst olmak küçük hesaplar peşinde koşmaktan iyidir ve daha onurlu olandır. Küçük hesaplar büyük görünen küçük nimetlere ulaştırabilir, kavuşturabilir seni ama vicdanlı ve dürüst olmak insan yapar. Peki, şimdi soruyorum; insanlık mı, dünyanın muvakkat nimetleri mi? Tercihimizi buna göre yapmak zorundayız. Biz küçük hesaplar peşinde koşamayız, buna değerli vakitlerimizi hasredemeyiz, böyle bir lüksümüz olamaz. Birimiz hepimiz içiniz, hepimiz birimiz içiniz. Birbirimiz üzerinde hegomanik güç oluşturmak derdimiz olamaz bizim ve böyle bir idealin peşinden sürüklenemeyiz komprador burjuvazi gibi. Sömürenlerin melun konsorsiyumu muvacehesinde emeğin birleşik gücünden mütevellit zorundan başka kullanabileceği hangi kozu vardır ki de kullanmamaktadır ya da kullanmaktan hazer etmektedir yoksa zincirlerinden kurtulacağı için korkmakta mıdır? Zincirlerinden başka kaybedeceği neyi vardır da, var olanı kaybetmekten korkmaktadır? Biz ya asla hâkim olamayacağız ya da birimiz diğerimiz üzerinde hâkim güç olmaya çalışırken yok olup gideceğiz hep birlikte. Bizleri birbirimize karşı bir silah gibi kullanıyorlar ve bizde ellerinde uslu çocuklar gibi duruyoruz, bizimle bizi vursunlar diye. Öyleyse niçin bağırıyoruz, niçin hak davası güdüyoruz? Eğer ki birbirimizi yiyeceksek, birbirimize karşı savaşım vereceksek, kendi düşüncemizi egemen kılmak için hayatlarımızı heba edeceksek, mütemadi küçük hesaplar içinde olacaksak, birimiz kazanırken diğerimiz kaybedecekse nerede kalır o zaman emeğin görkemli zaferi yahut nasıl kabil olabilir? Lütfen biraz akıl ve ince zekâ. Bizim kavgamızdan bizi sömürenler kazanmaktadırlar, niçin buna müsaade ediyoruz ya da bu oyuna geliyoruz? Bizim verdiğimiz ama bizim kazanamayacağımız savaşı hangi mantıkla izah edebiliriz? Bu sekterlikten, dar kafalılıktan, kör inançtan ve aptallıktan başka nedir? Lütfen artık aklımızı başımıza alalım, ellerimizi vicdanlarımızın tam üstüne koyalım ve gerçekleri görüp ona göre tavır alalım. Nasıl olurda bize kurulan tezgâhları göremeyiz, nasıl olurda bu kadar kolay düşeriz tuzağa? Hayır, neyimiz var ki de kaybedince yok olalım? Biz birbirimizle varız ve ancak birbirimizin yokluğuyla yok oluruz. Öyleyse birleşmeli ve birleşik gücümüzle bizi sömürenlerin karşısında demirden duvar gibi durmalıyız ama sel olup aktığımızda da tüm duvarları yıkıp geçmeliyiz.

 

EKSTRA NOT:

 

Tarih dizileri türedikçe türüyor. Adalette orada, ahlakta orada, din de orada, iman da orada, vatan da orada, milliyetçilikte orada, devlette orada, her şey orada anlayacağınız, orada yok yok. Geçin karşısına televizyonun, saatlerce izleyin, aklınız donsun, ruhunuz sarhoş olsun, heyecanınız coşsun, çıkın sokağa saldırın düşmana, hap yutulsun, hayat unutulsun, gerçekler görünmez olsun. Hayatta ne yoksa hepsi orada, orda ne varsa hayatta zerresi yok. Ve bu çok irrite ediyor insanı. İsyanla doluyor ruhun baştanbaşa, aklın dumura uğruyor. Çünkü nasıl aldatıldığını hissediyorsun salise, salise. Bize olgular nerede lazım? Bize din, devlet, vatan, millet nerede lazım? Diziler de mi yoksa hayatta mı? Peygamber gelip girse hayatlarımıza, O’nu evimizin içine mi alacaz yoksa dizi setlerine mi gönderecez, ümmetinin durumunu temaşa eylemesi için? Tabi cevap sizde, karar da size. Çünkü hem artiste, hem medyaya, hem politikacıya, hem mafyaya, hem köşe başlarını tutmuş burjuva uşaklarına yarıyor bu diziler, hepsi birden kazanıyor, medya büyük servetler elde edip gücüne güç katıyor ve toplum mühendisliği hayaline kavuşuyor, artist istediği hayatı yaşayacak paraya kavuşuyor zira benim paralarım onların ceplerine akıyor yüz biner yüz biner, mafya başı boş kalmış gençleri daha kolay avlıyor, köşe kadıları kutsal olgularla daha iyi manipülasyon yapabiliyor, kompradorlar servetlerine servet ekliyorlar, politikacı da alması gerekene kavuşuyor ve aldığıyla o da güç devşirip kasasına ve masasına ulaşıyor. Halk ne yaparsa yapsın kimin umurunda, ister sürünsün, isterse geberip gitsin kime ne? Vallahi de, billahi de, tallahi de zerre miskal umurlarında değilsiniz. Din sizi uyutmasın, kimlik sizi uyutmasın, tarih sizi uyutmasın. Ama sizi uyutmak için kullanılan birer afyon gibi kullanılmaktadırlar. Bu olgular niçin uyuşturucu bir hap görevi görüyor bizde anlamıyorum. Kardeşim bırakın tarihi, dini, milliyeti, vatanı ya, bunların hepsi yerlerinde duruyorlar ve sonsuza dek duracaklar da, alıp giden, kaçıran, yok eden yok, buna gücü yetecek olan da yok. Ama sizleri bu olgularla aldatıyorlar, uyuşturuyorlar, uyutuyorlar. Oh ne güzel ya, öyle bir din sunuluyor ki, ulan diyorsun şu diziden fırlayıp gelseler de bi de hayatın içinde yaşasalar aynı şekilde diyorsun. Keza öyle bir devletçiler ki, vatana öyle sadıklar ve âşıklar ki, millet deyince akan sular bile öyle bir duruyor ki, bi hayata bakıyorsun, bi de karşına, ulan diyorsun nasıl iştir bu? Ki, gerçi daha derinden bakarsanız olguların oralarda sunuluş şeklide netameli ama mevzumuz bu değil. Ya biz hayatta değiliz ya da hayat böyle değil veyahut karşımızdaki olan biten her şey yalan. Tabi verilen hapı yutuyorsun ve o din, tarih, kimlik hamasetiyle uyuyorsun! Tamam diyelim ki o dizileri izliyorum hatta derin bir coşkuyla izliyorum diyeyim, o dizileri izlemek uyumamı ve gözlerimi her şeye kapatmamı gerektirmez ki, o diziyi izlemem birilerine sorgusuz sualsiz tapmamı iktiza etmez ki, sonra da hem diziyi izliyor hem de uyanık kalıyor diyerekte suçlanamam ki. Ki, dahası maalesef güya tarihi altyapıda hazırlanan ve tarihi anlatan o diziler tarihin münhasıran yekpare olarak taht kavgalarından ibaret olduğu, o devirlerin de münhasıran kişisel hırsların ve çıkarların egemen olduğu zamanlarmış izlenimi vermiyor mu? Hatta sultanın karısı hain, sultanın kardeşi hain, sultanın veziri hain, sultan da basiretsiz çoğu zaman, ulan diyorsun biz böyle mi tarihe hükmettik, tarihe damga vurduk, bu mu övündüğümüz tarih ve ecdat diyorsun, çok şeyden şüphe etmeye başlıyorsun, hatta dizinin haddizatında tarihe ve ecdada bir tuzak olduğunu bile düşünmeye başlıyorsun. Zira malumdur ki; bendeniz ekstra SEPTİK birisiyim. Bendeniz başka bir şey görmüyorum, ya siz ne görüyorsunuz, izliyorsanız tabi? Tarih diyorsan, Türk’sen, Müslüman’san, sanki uyuşturulmak, uyutulmak ve duymamak, görmemek, bilememek zorundaymışsın gibi hissetmeni sağlıyorlar. Ne münasebet ya, tarihimi de bilirim, Türk’te olurum, Müslüman da olurum ama kötülükleri de, haksızlıkları da, yanlışları da duyarım, görürüm, bilirim ve sonsuz hayır derim. İşte bizim yanıldığımız en önemli nirengi noktası burasıdır. Kötülük yapan Türküm diyorsa ve ideolojik olarak Milliyetçiyse, keza Müslümanım diyorsa ve ideolojik olarak İslamcıysa ve sen de aynıysan hiçbir şey yokmuş, olmamış gibi farz edeceksin. Zımnen bunu istiyorlar, böyle davranmamı bekliyorlar. Ama akıl ve vicdan ise tam aksini söylüyor. Eyvallah mı edecem, tamam mı diyecem, harikasınız aynen öyle düşünüyorum mu diyecem? Ne münasebet ya, ben, kul, köle, uşak mıyım? Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diyen kimdi? Ben miyim? Peygamber ya Peygamber, hani sonsuz sevdalı olduğunuz en yüce insan, Allah’ın elçisi, resulü, ümmetin yegâne önderi. Şimdi bu söze muhalif olmamı mı istiyorsunuz? Keza Allah demiyor muydu; emrolunduğun gibi dosdoğru ol diye, gönderdiği peygambere? Bir onurum var benim ve bir Türk olarak, bir Müslüman olarak benim de insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak hakkım var. Öyle kimlikle, dinle uyuşturulacak, uyutulacak kadar zavallı, rezil, sefil biri mi sandınız beni? Siz istediğiniz gibi keyif süreceksiniz diye, sizin için niçin keyfimden olayım? Niçin göz göre göre, bile isteye haklarımdan feragat edeyim? Biraz da sizler fedakârlık yapsanız ve feragatte bulunsanız olmaz mı? Ne yani siz insan gibi yaşamaya sezasınız da, biz hayvan gibi başı önünde sürünmeye mi sezayız? Niye uyumayı bu kadar seviyoruz? Nasıl göremiyoruz, tepelerdeki tepişmeleri ve altta kaldığımızı ve canımızın çıkmakta olduğunu? Etinden, yününden, sütünden, derisinden fasılasız faydalanılacak ve artık işe yaramaz hale geldiğinde kendi haline bırakılıverecek sığırlar sürüsü müyüz biz? Sanki öyleyiz gibime geliyor! Bilakis böyle olmazdık, olana da kör, sağır, dilsiz, hissiz, düşüncesiz kalmazdık. 

Tarih: 11.05.2021 Okunma: 319

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?