İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...123...

Özgür DENİZ - 22.04.2021

Herkes yazıyor, yazıyor, yazıyor ama kimse ne yazdığını, niçin yazdığını, kim için yazdığını, yazdıklarıyla şeylere zarar mı verdiğini yoksa fayda mı sağladığını bilmiyor. Tıpkı ağzı olan herkesin konuştuğu gibi, önüne klavyeyi koyan herkeste yazıyor ama ne konuşanlar kendi kalpleriyle konuşuyorlar, ne de yazanlar kendi kafalarıyla yazıyorlar, kalplerde, kafalarda hep başkasına ait, sadece eller ve diller kendilerine ait, ama sonuçta bunlar bile kendilerine ait olmuyor işte manipüle edildikleri için. Binaenaleyh kulaklarına fısıldananları yazıyorlar, konuşuyorlar. Bilinçsizce yazıyor ve konuşuyor yani herkes. Önüne klavyeyi koyan aklına ne gelirse yazıya döküyor. Ağzına mikrofon konulan aklına ne gelirse konuşuyor. Ya da gayet bilinçli yazıyor ve konuşuyorlar ama yine bilinçsizlik içerisinde. Çünkü söylerken bile hiçbir şey söylememek var ama söylemiyor gibi olup çok şey söylemekte var. Biz söylüyormuş gibi görünen ama söylemeyenleriz. Yumruk gibi söz ortaya koyamayanlarız. Sizleri şerefimle temin ederim, bu çok derin bir mevzudur, büyük bir operasyondur. Bugün hiçbir kimse beynindekini ve gönlündekini yazmıyor, yazamıyor; kalbindekini konuşmuyor, konuşamıyor. Çünkü önemli gördüğümüz herkes, bulunduğu yerde konuşlandırılmış ve koşullandırılmış kişilerdir. Yahut kalbini ve beynini dünya bazında büyük meblağlara satıyorlar. Münhasıran görünmeyen dünyalardan gelen talimatları ifa etmektedirler yani özgür gibi görünürler ama asla özgür değillerdir. Oysa mühim olan yazmak, söylemek değildir, gerçekten yaraya merhem olacak, çözüm olacak, tedaviye müzahir olacak şeyler ortaya koymaktır. Böyle bir şey yoksa ortada, git o zaman milyonlarca sayfa yaz, gece gündüz mütemadi konuş ne anlamı olur? Bu da ters yönden farklı bir alıklıktır, bönlüktür, ahmaklıktır. Böylesi bir şeyin bilgiçlik taslamaktan ya da bir şeyler bildiğini gösteriyor olmaktan başka hiçbir anlamı olamaz. Mesela, çok yazıyoruz ve konuşuyoruz ya yani güya biliyoruz ya ama buna nazaran çok öngörüsüz insanlarız, toplumuz. Öngörüsüz bir toplumuz, şöyle ki; bugünkü olayların yarınlarda hangi olayları tetikleyebilirliğini öngöremiyoruz ve umarsızca hareket ediyoruz ve bunu da tek bir kimse çıkıp söylemiyor, söyleyemiyor, ama baksanız öyle kallavi sözler ediyor, öyle yazılar döşüyor ki, sanırsınız gerçekten bir şeyler yazıyor, söylüyor ama yazıp, söylediği ne varsa maalesef kof. Bugün sizin işinize yarayan, fayda sağlayan, çıkarlarınızı koruyan bir şey yarın bağlı olduğunuz köke öyle bir darbe vurur ki, bir daha türemeniz imkânsız olur. Biz nereye darbe vurduğumuzu bilmeden köklerimizi darbeliyoruz. Köklerimizi düşünmeden umarsızca hareket ediyoruz, konuşuyoruz, yazıyoruz ama bir gün gelip bugün yaptıklarımız o kökleri yerlerinden söküp yok edecektir. Köksüz var olabilecek misiniz? O zaman köklere kıymayalım! ‘’Ortada bir suç varsa, o suçun olduğu zamanda o suça karşı sessiz ve tepkisiz kalanlar da o suçun ortağı olurlar yani suç ortağı olurlar ve o suçu işleyenlerle birlikte kendileri de o suçu işlemiş sayılırlar” diyor Dostoyevski ve sonsuz doğru diyor. Kimse bir gün geldiğinde, her şey değiştiğinde ve tersine döndüğünde, çünkü bu dünya bitevi dönen bir dünyadır, kendisini masum olarak sunamaz ve gönüllerde affedilmeyi dileyemez, birlikte işlenen suçlardan dolayı. Mesela; şöyle maziyi gözünüzde bi canlandırın, niceleri, A gurubundan, B gurubundan, C gurubundan D gurubundan ve daha başka ne guruplardan olanlar bulundukları yerlerde miadları dolup oraları tek ettikten sonra oralarda bulunurlarken ve işleri gıcırken, istedikleri gibi döndürürlerken çarklarını, oralardan ayrıldıklarında, oralarda bulunanlarla birlikte işledikleri suçlardan kurtulmaya çalışıyorlar, üzerinden çok zaman geçtikten sonra ve gönüllere iltica ediyorlar, o gün yanlış yaptık diye ve na gariptir ki bunlar istedikleri gurupta da yer bulabiliyorlar. Bu gerçeklik her devir için geçerli bir durumdur. Bu yüzden bir yanlış yapılıyorsa yapıldığı an karşısında durabilmektir insanlık. Hani Martin Luther King diyordu ya; ‘’an gelir sessizlik ihanet olur’’ diye işte o misal. Çünkü konuşmanız gerekiyorsa ve siz sessiz kalmayı tercih edip susuyorsanız, işte o zaman hem kendinize hem de insanlığa ihanet etmiş oluyorsunuz. Yahut Halil Cibran demişti değil mi; ‘’suçluyu yargılayıp tecziye etmeden önce onu suça sevk edenin yüreğine bakmak gerekir’’ diye? Keşke hayatımızı hakikatler temelinde yürütebilsek. Gözlerimiz ve kalplerimiz dahi akıllarımız hep açık olsa, canlı olsa, işlevleri neyse onu layıkıyla ifa edebilseler. Zira biliyoruz ki; ruy-i zeminde ki zalimlerin zalim düzenlerinin kanlı, kirli ve karanlık çarkları cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner. İşte böyle insan onurunu kaybetti mi kaybetmediği hiçbir şeyi kalmaz, bu yüzden onurumuza dönemlere göre göre değil, her dönemde hesapsız, umarsız, behemehâl sahip çıkmak zorundayız. Çünkü onuru olmayanın görüntüsü olsa bile, kendisi gerçekte yoktur.

Tarih: 22.04.2021 Okunma: 351

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?