İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...4...

Özgür DENİZ - 11.12.2020

Hiçbir devirde, hiçbir zamanda doğruya doğru, yanlışa yanlış demiyoruz. Diyemediğimiz durumlar var mıdır? Elbette vardır ama o durumlar müstesnadır. Misal; şimdi herkesin de bildiği büyük ahlaksızlıklar ve soygunlar vardır ama onları söylemeye ne yürek ne de dil gerektir, münhasıran güç gerektir. İşte bu durumlardan söz ediyoruz. Ha onları da söylersin ama gücün olması gerekir. Ama bizim mevzuya dâhil ettiğimiz yön şurasıdır; zamanında söyleyebilme gücü olupta yani yanlışa yanlış deme gücü olupta söylemeyen, demeyen namussuzların durumudur. Olguların gerçek mahiyetlerini merak etmek diye bir derdimiz zaten yok. Olayları da kendi çıkarlarımıza ve kendi tarafımızda duranların kazanıp kazanmayacaklarına göre yorumluyoruz (((mühim olan ise insanın, insanlığımızın, insanlığın kazanmasıdır))). Ama böyle yapınca bitevi kaybediyoruz. Devre göre yapılan her şeyde, zevahire odaklanıp olan biten her şeyde bir hikmet arıyoruz. Oysa olguları olaylaştıranların insan olduklarını bildiğimiz halde yani her bir olguyu olaylaştıranın bizatihi insan dediğimiz varlık olduğu halde. Böylece hakikatin ve ulvi değerlerin canına okuyoruz. Kaybeden de kendimiz oluyoruz. Niçin? Aşağılık bir dünya umuru için. Değer mi? Değmez ama güya değdirmeye çalışıyoruz beyhude yere. Zamanın, devrin, günlerin, insanların kölesi oluyoruz bile isteye. Niye böyleyiz? Çünkü insan değiliz, insan gibi görünüyoruz. Bilmem biri şu kimliğe sahipmişte, işte daha çok yapacağı işler varmışta, eleştirmek yanlışmışta, yaptığı her türlü pisliği sineye çekmem gerekiyormuş da. Hadi ordan pezevenk. Kimin pislik yapma hürriyeti varmışta haberimiz yokmuş, o hürriyeti kim vermiş, kime vermiş, niçin ve nasıl vermiş? Oysa bizim yapmamız gereken şey; tüm zamanlarda hakikate dokunmak ve karanlığın perdesini hakikat darbeleriyle yırtıp atmaktır. Yani insan olmaya çalışmaktır. Bilakis nasıl insan olabiliriz? Hakikatin tutsak olduğu yerde biz nasıl insanız diye ortaya çıkabiliriz ve kimi inandırabiliriz böylesi büyük bir yalana? Böylesi bir durumda da, en ağır tenkitleri ilk evvelde yönelteceğimiz yer kendimiziz yani insandır. Başkalarını değiştirebilme şansımızın, ihtimalimizin, imkânımızın olabildiğince güç olduğunun farkında olunarak yola çıkılması icap etmez mi? Kendimizi değiştirmeden başkalarını nasıl değiştirebiliriz? Öyleyse, her zamanda ve her zeminde, her şartta ve her koşulda olması icap eden en isabetli bir metodu da düstur edinmemiz iktiza ettiği gün gibi aşikâr değil midir ve önerimizde bundan başka bir yol, metot olabilir mi? Binaenaleyh, öz-eleştiri her zamanda, devirde, dönemde elzem olan ve hayati ihtiyacımız olarak orada öylece duran bir durumdur. Aksi durumda kendimizi hep doğru olarak göreceğiz, yanlışlarımızı kabule yanaşmayacağız ve her şeyde bir hikmet arayıp duracağız, nihayetinde de gayr-i insani bir yaşama kendi ellerimizle mahkûm ve layık olacağız. Sonra da insan görünmekle insan olduğumuzu sanacağız.

Tarih: 11.12.2020 Okunma: 310

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?