DERİN SIR...

Özgür DENİZ - 07.12.2020

Çok uzun zamandır izhar etmek için beklediğim ama elan da izhar etmek istemediğim, yarınlara bırakmak istediğim velakin izhar etmek zorunda kaldığım küçük ama derin sırrımı ifşa etmek istiyorum. Ki, sadakat neymiş, fedakârlık ne demekmiş, feragat etmek nasıl olurmuş bilinsin. Çünkü bilmediğin bir şey hakkında yargıya varamaz, isabetli karar veremezsin ve bu bilinmezliğin içinde her şeyi yanlış yorumlar, yanlış sonuçlara ulaşırsın. Hatta tanıdığın kimseyi yanlış tanır ve yanlış tanıma üzerinden onun hayatını yorumlamaya tevessül edersin ve yorumladığın gibi de yargılamaya yeltenirsin, işte bunun sonu da ihanete ulaşır. İşbu sebeple, gerçekler bilinsin ki, bilinen yalanlar yok olsun ve taş gediğine konulsun, her şey yerli yerine otursun. Hem bu meyanda ruhumuzdan fışkıran kadim isyanların, derin acıların, kutsal öfkelerin, sessiz çığlıkların, mütemadi çırpınışların da gerçek saiki neymiş anlaşılsın. Zira yaşadığımız hayattan gına geldi. Ve birilerinin her şeyi istedikleri gibi tayin etmek istemeleri, her şeyi kendilerinin en doğru şekilde yaptıklarını iddia edip, başkalarının hep yanlış yaptıklarını söylemeleri yeter artık dedirtti. Sanki birileri her şeyi en iyi bilmekte, en doğru olanı yapmakta, en isabetli kararı vermekte ve sadakat abidesi olmakta, başkaları da her şeyi külliyen yanlış yapmakta ve hain olmaktadırlar. Oysa görünen köyün kılavuz istemediği, istemeyeceği apaçıktır. Ne gariptir ki, haini en bol olan ülkeyiz ama hala dimdik ayaktayız!!! Herkes hain ama her şey yerli yerinde, amansız bir paradoks yok mu burada? Belki de ihanetle aldatmaktır bunun adı. Herkes hain, bir tek sadık biziz, o vakit sizin limanınız burası denilmektedir, tabi yerseniz! O zaman sorarlar insana; madem öyle, insanlık ailesi niçin böyle? Bu gücü de, kudretlerinden, servetlerinden, şöhretlerinden almaktadırlar. Bugüne kadar hiçbir halta yaramamış, hiçbir yaraya merhem olmamış kudretlerinden, servetlerinden, şöhretlerinden. Bu ülkede vahşi, acımasız, namussuz, ahlaksız, zalim, örtülü kapitalist zihniyet egemendir maalesef ve bu gerçeklikten toplumun hiçbir haberi yoktur. Bu ülkede herkesin iki yüzü vardır ve herkes yalancıdır, herkes rol yapmaktadır ve rant peşindedir. Kutsal olguların ardında büyük vurgunlar vurulmakta, rantlar elde edilmektedir. Tüm bu gerçekleri, algılayabilecek, anlayabilecek, hissedebilecek yetiye de malik değildir bu toplum ve her şeyi dizayn ve tanzim eden, kaderleri tayin eden bu kirli, kanlı, karanlık zihniyettir. Bu zihniyetin elinde oyuncak olmayan kimse yoktur. Toplum uyuşturulmuştur, beynine ve ruhuna zerk edilen tahrip ve tahrif edilmiş maddi ve manevi olgularla. Olgular putlaşınca önlerinde eğilmekten başka çare yoktur ve öyle de olmaktadır. Sanki kudret, servet, şöhret bir araya gelince tüm yanlışlar doğru, tüm ihanetler sadakat oluveriyor birden. Hayır, böyle bir şey yok ve olamaz. Bilakis, bu ülkeye ve insanlara ne belalar geldiyse, bu topraklar ne kadar ihanet gördüyse, cennet gibi ülke cehennemi bir hal aldıysa, kendilerini kudretli, servetli, şöhretli olarak görüp, kendilerinde her şeyi yapma salahiyetini görenler yüzünden gelmiştir. Oysa uhuvveti de, hürriyeti de, müsavatı da, muaveneti de yok edip, hayatı cehenneme çevirenler bunlardan başkası değillerdir. Her şeyi yerle yeksan eyleyip tüm mevcudiyeti inhitata götürenler bunlardan başkası değillerdir. Hayır, bunlar kim oluyorlar ki, kendilerini ne sanıyorlar ki, benim üzerimde karar mercii olabilme hakkını kendilerinde görüyorlar? Hangi zekâyla, kendilerinden ileri zekâları susturmaya ve kendilerine tabi kılmaya yelteniyorlar? Herkese ait olan topraklar üzerinde kendileri diledikleri gibi dem sürüyorlar ama birilerini hep yokluğa, acıya, sefalete, köleliğe, kulluğa mahkûm kılıyorlar? Kendileri istedikleri gibi konuşuyorlar, kararlar alıyorlar da, biz bir fikir beyan edince lanetli oluyoruz? Üç kuruşluk beyni olmayanlar, geri zekâlılar, bana kader çiziyorlar. Ki, özgür bir birey olarak fikir bile beyan edemiyoruz, üstelikte kendi mukadderatımız dahi söz konusu olsa bile. Sizler kimsiniz ki, benim ve benim gibilerin kaderlerini tayin etmek cüretinde bulunuyorsunuz? Kendilerini efendi olarak konumlandırıp bana köleliği, kulluğu seza görüyorlar. Kimdir bunlar? Ciğerleri beş para etmez, her daim efendilerinin arkalarında kuyruk sallamış, arkalarına aldıkları güçle yürümüş, her önüne gelenin önünde baş eğmiş, sadakat görüntüsünün ardında ihanetle palazlanmış, herkese ait olan devleti münhasıran kendilerinin görmüş ve devlet gücünü kendi güçleriymiş gibi insanlık üzerinde egemenlik kurma aracı bilmiş, toplum hazinesini kendi hazinleri gibi algılayıp dilediklerince istimal etmiş, zekâ düzeyleri sıfırın altında olan, hiçbir kabiliyete malik olmayan asalaklardırlar ve bizleri de kendilerinin önlerinde boyun eğmeye zorlamaktadırlar. Bizim hayatımızın tüm boyutları üzerinde kendilerini yegâne karar mercii olarak görüyorlar. Kimden alıyorlar bu hakkı? Oysa gerçek vatan hainleri bunlardan başkaları değillerdir. Ki, zaten hakikati izhar ettiğim vakit, kendimde, hain kim, sadık kim tayin etme salahiyetini de bulacağım. İşte biraz da bu yüzden derin sırrımı afişe etmek istiyorum. Hayatımın tapusu ve garantisi olan sırrımla toprağa gömülmek istemiyorum. Bilinmeyen yoktur ve hiçbir anlama da malik değildir ve bitevi birilerinin de hadlerini aşmasına zımnen yol vermektedir böylesi bir gizlilik. Çünkü senin kim olduğunu bilmezlerse, kendilerini hep çok yüksekte görenler çıkacaktır. Sen hain olarak bilinirken, birileri hain oldukları halde sadık olarak saygı göreceklerdir. Öyleyse bilinmelidir bilinmesi gereken ne varsa. Ve soyunmalıdır örtülerinden tüm gerçekler. Bu sebeple diyorum ki, birileri bilsinler ki bir şeyleri, hadlerini ve hudutlarını aşmasınlar. Bir şeyleri münhasıran kendilerinin muhafaza ettiklerini sanmasınlar. Bir şeylerin de yegâne sahibi olarak kendilerini görmesinler. Üstelikte karşılarında ki resme bakıp, kendilerinin gerçek suratlarını ve kimliklerini net bir şekilde görüp, çok iyi bellesinler. Artık hesapsız, umarsız, engelsiz olarak konuşmak istiyorum. Yüreğimi olduğu gibi dökmek istiyorum. Hiçbir şey bilinmezliklere mahkûm olmasın istiyorum. Bilineyim ki, konuşmalarımdan dolayı şerefsizce ve namussuzca yargılanmayayım. Alnıma kahpece damga vurmaya yeltenemesinler istiyorum. Bilakis, ne söylenirse yanlış algılanacak, anlaşılacak ve en kahpe damgaya maruz kalınacaktır. İçimde ne varsa olduğu gibi dökmek istiyorum. Ya bu toprakların gerçek efendisi ben olduğum halde köle muamelesi görüyorum. Böylesi bir müptezelliğe ve pespayeliği eyvallah edemiyorum. Birilerinin bendenizi dilediklerince tanımlamalarını istemiyorum. Çünkü böylesi bir şey kimsenin haddi de, hakkı da değildir ve olamaz da. Beni ancak ben bilirim ve tanımlarım, kimsenin üzerine vazife değildir böylesi bir şey. Birilerinin, köle ve kul olmadığımızı, kapıda yal bekleyen bir köpek olmayacağımızı, hayatımızı istedikleri gibi tanzim edemeyeceklerini idrak etmeleri iktiza ediyor artık. Olguların arkasına gizlenerek, bizlere çeki düzen vermeye tevessül edenlerden tiksiniyorum. Bizlere hayatı zindan ederlerken, kendilerinin istedikleri gibi konuşup, söyleyip, eyleyip, yaşayıp, dem sürmelerinden tiksiniyorum. Kendilerinin bizlerden hiçbir farkları yokken hatta olancasıyla eksiklikleri varken her konuda ve her mevzu da istedikleri gibi laf üretirlerken bizlere söz söylemeyi yasaklayanlardan tiksiniyorum. Benim hakkımı kendi hakkıymış gibi görüp üzerinde dilediği gibi tasarruf etme yetkisi görenlerden tiksiniyorum. Hiçbir ülküye, ideale adanmaları yokken, hiçbir rüya kuramazlarken, sanki büyük rüya sahipleriymiş ve ulvi ülküler peşinde koşuyorlarmış gibi arz-ı endam eyleyipte ve bizleri de kendilerine payanda kılıpta, arka tarafta malı hamuduyla götürenlerden tiksiniyorum. En kutsal olguları bile diledikleri gibi çiğneme hürriyetine kendilerini hak sahipleri olarak görüpte, bizlerin olguları yücelttiğimiz halde alçaltıyormuşuz gibi gösteripte bizlere had bildirenlerden tiksiniyorum. Merhametsizlerden, zalim insan müsveddelerinden tüm kalbimle, bilincimle, içtenliğimle, samimiyetimle, benliğimle iğreniyorum. Hakkı, kuvvetle ezen; fikri, silahla susturmaya yeltenen insan görünümlü mahlûklardan iğreniyorum. Hayır, mevzubahis olan sır da, öyle genele matuf bir sır değil, izhar edilince yeri yerinden oynatacak bir sır değil, münhasıran şahsımla ilgili ama sonsuz önemli bir sır. Çünkü birilerinin artık bir şeyleri bilmeleri ve insan olmaları gerekiyor. Filhakika bir hiç olduklarını, gerçekte ihanetin derin sularında yüzdüklerini fark etmeleri iktiza ediyor. Kendi topraklarımızda, kendi insanlarımızla kucaklaşamıyoruz, konuşamıyoruz, kardeşçe barış içinde yaşayamıyoruz. Ne biçim bir hayat lan bu? Yeter be, yazık günah be. Çekilin, def olun gidin lan bizim hayatımızdan. Rahat bırakın bizi. Babalarınızın çiftliğinde maraba değiliz biz. Kendi topraklarımızdayız. Kuvvetinizle, kudretinizle, şöhretinizle bizleri tutsak kılabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Sizler yüzünden başımız bir türlü beladan kurtulmuyor. Gölge etmeyin artık, başka bir talebimiz yoktur. Binaenaleyh, münhasıran gerçekleri olduğu gibi söyleyebilme gücünü kendimde bulmak için derin sırrımı izhar etmek istiyorum. Çünkü toprağa gömülen sırrın, toprak üstünde kalanlara derin bir ihanet olduğuna ve o insanların ruhlarında telafisi imkânsız yaralar oluşturacağına inanıyorum. Binaenaleyh, ‘’sırlarıyla gitti’’ sözünden hazzetmiyorum, gidenden de iğreniyorum. Elbette benimkisi böylesi bir mahiyete haiz değil ama olsun. Binaenaleyh tüm toplumu ilgilendiren sırlarla yok olup gitmenin kesinlikle o topluma ihanet olduğuna inanıyorum. Çünkü geride virane bırakıyorsunuz. Ve o virane de yaşayanların hayatlarına kastetmiş oluyorsunuz zımnen. Zira giden gitmiş olsa da, geride kalan o sırlarla yaşamaya devam eden insanların yaşamak sevinçleri zehirlenmeye devam ediyor. Çünkü o sırlar, geride kalan hayatları tanzim etmeye ve kaderleri tayin etmeye devam ediyorlar. Oysa o sırlarla gidenler, gittikleri sırların karanlığında boğulacaklardır and olsun. Niye izhar etmiyorsun, nasıl olsa gidiyorsun, bari toplum gerçekleri bilsin de uyansın ve görsün neyin ne olduğunu ve kurtulsun prangalarından, amansız cendereden, tanısın namussuz ve şerefsiz kimmiş. Bundan daha büyük bir ihanet olur mu? Sırlarla tedvir edilen bir toplum ve sırlarla gömülen insanlar olduk be, ne onursuzca bir şeydir bu. Bugün yazacaklarım; bugüne kadar ki yazıklarımın, elan yazıyor olduklarımın, gelecekte yazacaklarımın, derin acılarımın, kutsal öfkelerimin, sönmeyen intikam ateşimin, amansız isyanlarımın, sessiz çığlıklarımın, mütemadi çırpınışlarımın, ruhumu yakıp kavuran ince sızılarımın mutlak ve muhakkak nedeni olmakla birlikte, layemut garantisidir. Bundan sonra tek bir kimsenin bile, konumu, makamı, mevkii, kudreti, serveti ne olursa olsun karşıma çıkamayacağının ilanıdır, tapusudur. Kimse kusura bakmasın, bendenizden daha sadık olamazlar ama belki haindirler. Artık kimse karşıma geçipte bana Atatürkçülük martavalı, İslamcılık martavalı, Milliyetçilik martavalı okumaya ve bu olguların dersini de vermeye yeltenmesin ve haddini aşmasın. Hadlerini aşacaklara işte şimdiden hadlerini bildiriyorum ve sert, katı, mutlak ve muhakkak gerçekleri suratlarına çarpıyorum. Ne Atatürk’ü, ne İslam’ı, ne Milliyetçiliği birilerinden öğrenecek değilim ve ne de birilerinin Atatürkçülüğünü, İslamcılığını, Milliyetçiliğini ittihaz etmek gibi mecburiyetim vardır. Ki, İslamcılığınız, Milliyetçiliğiniz, Atatürkçülüğünüz bugüne kadar hangi mutluluğu, barışı, kardeşliği, eşitliği, dayanışmayı, huzuru getirdi bu topraklara ve ne verdi bu insanlara? Hadi söyleyin, utanmayın, bilelim, öğrenelim, takdir edip sitayişe boğalım sizleri. Ama yok, hepsinin sonucu koskoca bir hiç. Ne Mustafa Kemal Atatürk, ne İslam, ne de Türklük tek başlarına bir anlam ifade ederler. Onları olaylaştıranlardadır asıl görev ve iş. Bu olgulara malikseniz, hadi gösterin o olgularla neler vaat ettiğinizi ve neler verdiğinizi. Hayır, gösterecek hiçbir şeyiniz yoktur. Bilakis, neyimiz var, neyimiz yok hepsini bu olgularla çaldınız, aldınız ve bizleri de perişan ettiniz. Cennet gibi ülkeyi cehenneme çevirdiniz. İnsanları diri ölülüğe mahkûm eylediniz. Bugün insanlar yaşıyorlar ama ölü gibidirler, ruhsuz varlıklar gibi dolaşıyorlar viran olmuş ruy-i zemin üzerinde. Burası kimsenin babasının çiftliği değildir, herkes haddini bilecek, kimsenin de bendenizden üstünlüğü yoktur, öyleyse benim üzerimde ‘’Demokles’in Kılıcı’’ olma salahiyetine de malik değildir. Bıktık artık ya, cennet gibi ülkede cehennemi yaşamaktan, benzerlerimizle insanca konuşamamaktan, yersiz düşmanlıklardan. Öğrenmek isteyen varsa da layığınca öğretilir mezkûr olgular, buyursunlar gelsinler. Hatta bilmediklerinizi de öğretiriz hamdolsun. Şimdi gelelim sadede; bir zamanlar büyük rüyalar kuruyorduk, ulvi ülkülere adanmıştık, öyle kutsamıştık ki nice olguları o uğruda can vermeye hazırdık. Laf olsun diye söylemiyorum, tüm kalbimle, bilincimle, içtenliğimle, samimiyetimle, ciddiyetimle, benliğimle söylüyorum. Sözümüz ne idiyse, eylemimiz de oydu. Dilimiz ne söylüyorsa, ayaklarımız da o yöne gidiyordu. Mutlak ve muhakkak olan saf hakikati söylüyorum. En küçük bir değere mugayir hareket etmenin, hem kendimize, hem topluma, hem de insanlığa büyük ihanet olduğunu varsayıyorduk. Masum, saf, tertemiz Anadolu çocuğuyduk. Kitabımızda ihanet yazmazdı, ihanet eden de mutlaka bedelini en ağır şekilde öderdi, ödemeliydi. Çünkü ihanet, yoklukla varlık arasında ince bir çizgiydi. Ne vatana, ne millete, ne devlete ne de dosta ihanet olamazdı bizde ve ihanet yazmazdı kitabımızda, böylesi bir şey insanlığa mugayirdi, derin ahlaksızlıktı, şahsiyetsizlik, karaktersizlik, haysiyetsizlikti, şerefsizlikti. Ve böylesi bir duruma düşmek bize sonsuz uzak olan şeydi. Böyleysen yoktun, varsan da yoktun ama bizim kavgamız varlık kavgasıydı. Bugüne kadar nice dostlarım oldu, her cephenin en ılımlısından en radikaline dek dostluklar kurdum ve hiçbirisi de çıkıp kendilerine tek bir yanlış yaptığımı, ihanet ettiğimi söyleyemezler hamdolsun. Ne devlete yanlışımız oldu, ne millete kem söz ettik, ne de vatana göz dikene eyvallah dedik. İşte böyle yaşadık. Bildiğini içine gömemezdin, gömdüğün vakit uyuyamazdın, ihanet sayardın bunu hakikate. Yekpare insanlığı bataklığa atmak, çamura bulamak ve diri diri yokluğa mahkûm etmekti böylesi bir şey. Mevcudiyetimizin supabı devleti, kudretimizin supabı milleti, bağımsızlığımızın supabı vatanı vartanın kenarına bırakıp kaçmaktı ihanet etmek. Bu bize yakışmazdı. İçimiz almazdı, sindiremezdik, kusardık. Sindirmeye çalışsak bile sinmezdi. Bu farklı bir duygudur, idrak etmek için anlamak ve hissetmek iktiza eder. Binaenaleyh ne hainlik teklif edilebilirdi, ne de ihanet zincirini geçirirdik boynumuza. İhanet ölümlerden ölüm beğenmekti, diri diri mezara gömülmekti. Hakikati bilipte söyleyememek, yazamamak cehennem ateşinde yanmaktan farksızdı. İşte böylesi bir zamanda, birileri sizi biliyordur, tanıyordur, öğrenmiştir ve gelir ihanet teklif eder, bunu dümdüz yapmaz, kıyıdan, kenardan dolaşır durur, söyleyeceğini bir türlü söyleyemez, önce geleceği anlatır size, görkemli geleceği, parlak ışıklarla dolu bir hayatı anlatır, sizi ısındırır iyice, hoşlantı hissetmenizi sağlar ve sonra son darbeyi indirir. Size teklif edeceğini açıkça izhar eder artık. Masum, tertemiz, saf biri olduğunuz için, böyle bir şeyi teklif etmesi, teklif edenin umurunda olmaz, yani böylesi bir şeyin teklif edildiğini sizin bilmeniz pek bir önem arz etmez. Bu yüzden teklifi tensip ve tasvip etmemeniz bir şeyi değiştirmez, etmediğiniz vakit, teklif sahibi çeker gider. Ve öyle de oldu, geldiler ve gittiler! İşte bizim insanlığımız, haysiyetimiz, şahsiyetimiz, karakterimiz, şerefimiz, vatan sevdamız, milliyet perverliğimiz, devlete sadakatimiz böyle bir şeydi. Ömrümüzü bu değerleri yaşamaya ve yaşatmaya adamıştık en saf halimizle. Bilmiyorum belki o günler için böylesi bir duruş kendi küçük dünyanda kendi karşında bir efsane olmaktı ama bugünleri bilemezdik. Senin uğruna tüm mevcudiyetini feda ettiğin olgular bir gün gelip senin tüm mevcudiyetini mahvedecekti nereden bilirsin gözlerin kapalıyken, gözlerinin açılması gerekiyormuş demek ki, senin bile gerçek diye bildiğini sandığın gerçeklerin çok başka şeyleri örten yalanlar olduğunu. Şimdi birileri kalkıpta bana Atatürkçülük, Milliyetçilik, İslamcılık martavalı okumasın. Biz o gün ihanet edeydik, bugün çok başka yerlerde, çok başka hayatlar yaşıyor olacaktık ama ruhumuz ve beynimiz ne tensip edebildi ne de tasvip ihaneti ve biz de olduğumuz gibi yaşayarak geldik bugünlere. Onların Atatürkçülüğünü de, İslamcılığını da, Milliyetçiliğini de milyon kere satın alır, yere çalarız hamdolsun. Şimdi o gün o teklifi tolere etmiş olaydık bugün birilerinin yaşadığı görkemli hayatı bizde yaşıyor olurduk. Ama biz sadakat yolunu seçtik. Nice dar geçitlerden geçtik, mutluluğu geride bıraktıkta bir ömür acıları biçtik. Bu yüzden de o hayatlardan vazgeçtik. Nelerden feragat ettiğimizi ihsas edebilen çıkar mı? İşte bizim Atatürkçülüğümüz de, İslamcılığımız da, Milliyetçiliğimiz de böyleydi. O masum, saf, tertemiz Anadolu evladı olma halimizle böylesi bir tercihte bulunmuştuk o zamanlar. Çünkü yüreğimiz tertemizdi, pir-ü paktı, zerre kire bulanmamıştı, beynimiz kararmamıştı. Şimdi kimse kalkıpta bize bir şeylerin edebiyatını yapmasın, martaval okumasın, o şerefsiz suratlarına tükürmekten hicap duymam ve bunu şerefle yaparım. Başka hayatlar uğruna hayatından vazgeçmiş insanız biz. Üstelikte uğruna köpekleşilen, alçalmanın tolere edildiği, şereften vazgeçildiği, namusun çiğnendiği nice dünya nimetleri önüne serildiği halde vazgeçmiş insanız. Şimdi inandığım, güvendiğim, sevdiğim insan sayısı parmakla sayılacak kadar az. Bunu hayat verdi bana. Çok yoruldum, yıprandım. Handiyse tanımadığım hiçbir yapı, tek bir insan, tek bir klik kalmadı ama hiçbirine de ihanet etmedim. Hepsinin karşısında tek bir kimliğim vardı; insan.  Ve tek bir gayem vardı; tam bağımsız ve özgür bir birey olmak ve vahşi kapitalizme son darbeyi vurmak. Münhasıran tanımak bilmek, hakikate ermek için tanıdım, bildim, her şeyi, herkesi. Birbirinin başarısıyla gurur duymayan, birbirini sevmeyen, birbirinin kuyusunu kazan insanların içinde yaşamak acı veriyor artık. Cennet gibi bir ülkede cehennem ateşinde kavrulmak nasıl bir ıstıraptır anlayabiliyor musunuz? Hayatım, devlet denilen mekanizmaya hükmeden ama görünmeyen egemenleri, politik şeytanları, âlim görünümlü malumatfuruşları, şeyh denilen şaklabanları, cemaat denilen ne idükleri muamma olan yapıları ikaz etmekle geçti. Bunu da cümle âlem biliyor zaten, çünkü açıkça uyardım hepsini. Çünkü biliyordum ki, bir ülkede amirler ve âlimler bozuk olursa toplum bozuk olur, düzgün olursa toplum düzgün olurdu. Ama ne amirler düzgündü ne de âlimler, bu yüzden toplumda hastaydı. Aksi olsaydı, cennet cehennem olmazdı. Kardeş düşman bilinmezdi, görülmezdi, hürriyet yok olup tutsaklık egemen olmazdı. Ama dinlenilmedi, anlaşılmadı, bilenen ne ise o yapılmaya devam edildi ve geldik bugünlere. Elan da aynı düzen hüküm sürmektedir hem de katmerli şekilde. Yaşamak sevincimiz hep kursağımızda kalmıştır. Hep duvarlar ardında birbirine hasret kalarak yaşayan insanlar olduk. Bize acımadılar, merhamet etmediler, insafları olmadı hiç. Oysa bizi bizden ayıran duvarları toz edebilir, birbirimize ellerimizi uzatabilir, kalpten kalbe ulaşan sevgi ırmakları akıtabilir, çiçekli bahçelerde en güzel baharları yaşayabilirdik. Hayatımız, başka hayatlar için feda edilmiştir. Nedamet mi duyuyorum? Hayır, asla, ama derin hüzünlerin ve acıların sahibiyim. Düş kırıklığı yaşamış, hem de dibine kadar yaşamış bir insanım bugünden düne baktığım ve geçip geldiğim hayat yolunu düşündüğüm vakit. Elbette tüm bunları kendimi anlatmak için yazmadım, münhasıran gerçekler bilinsin ve kimse karşımıza geçipte bize insanlık taslamasın, olguların edebiyatını yapmasın diye yazdım. Zaten kimsenin kendisini anlatmasına gerek yoktur, mühim olan başkalarının nasıl bildiğidir ve bizi de bilen bilir zaten. Bendeniz sizlere kendimi ifade edeyim de, sizler yine de başkalarından da dinleyin, kimden isterseniz. İster muhtelif mekanizmalardan, ister bir Komünistten, ister bir İslamcıdan, ister bir Milliyetçiden, ister bir Kemalistten, ister bir Cemaatçiden. Hiçbirisinin karşısında da onlara göre konumlandırmadım kendimi, her daim emperyalizm ve emperyalist düşmanı, tam bağımsızlıkçı, özgür bir birey olarak konumlandırdım hamdolsun. Çünkü aldatmanın ihanet demek olduğunu çok iyi bilirim. Hayatımdan vazgeçtim başka hayatlar için, şimdi kendi hayatıma merhaba demek istiyorum ama nasıl diyeceğimi de bilemiyorum, zira öyle alışmışım ki yaşadığım hayata. Her şeyimizi verdik, hiçbir şey olmadı aldığımız. Ruhumda ki sızıyı ve acıyı tarif etmeye kifayet edecek bir gücüm yok maalesef. Aslanın olmadığı yerde çakallar aslanlık yapmaya yelteniyorlar ya, en ağırı da o işte. Elbet birgün, tüm acılarımızı dindirecek olan, tüm defterlerin açılacağı ve hesapların görüleceği, borçların noksansız ödeneceği hesap vakti gelecektir her nerede gelirse, gelecekse. Bakalım yüzler ne görecektir o gün, neye gülecektir, yürekler nasıl teskin olacaktır göreceğiz! Elbet defterler açılacak, hesaplar görülecek, borçlar ödenecek, ağlayan yüzler gülecektir. Yaşasın BÜYÜK İNSANLIK DEVRİMİ!

Tarih: 07.12.2020 Okunma: 309

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?