SADECE DÜŞÜNÜN...12...

Özgür DENİZ - 21.09.2020

Bir insantekini düşünün. Mutlak günahsız, mutlak hatasız, mutlak masum olarak doğuyor değil mi? Yani yaşayacağı dünyaya tertemiz geliyor. Toplumun en küçük nüvesi olan ailenin üyesi oluyor, dünya hakkında bilgi sahibi olan ve toplumla tanışıklık kesbetmiş bir yapının yani. Ama büyüdükçe toplum diye devasa bir canavarla birebir tanışıyor. Tedricen kirlenme başlıyor. Zira içinde bulunduğu toplumun yaşam serüvenine iştirak ediyor ve her adımda doğal gözlem yapıyor, etkileme ve etkilenme sürecine dâhil oluyor. Süreç içerisinde adeta bir canavara dönüşüyor. Şimdi böylesi bir durumu münhasıran insantekine izafe edebiliriz. Evet, insanteki kendisini koruyabilir belki ama bu hiçte kolay bir şey değildir. Çünkü insan bir can sahibidir ve her adımın da toplumun kuşatması altındadır, handiyse tüm hayatını belirleyen ögeler; toplumdan neşet eden olgulardır, normalardır, formlardır ve bitevi kendini bunlara göre ayarlamak zorundasındır. Duyguları, düşünceleri mündemiçtir insanteki varoluşu mucibince yani her boyutuyla etki altında kalmaya daha fazla açık olandır ve üzerinde ki etkiyi kuvvetli hissedendir. Keza ziyadesiyle acizdir, zayıftır, muhtaçtır topluma nazaran. Binaenaleyh, bir taraftan içinde bulunduğu toplumu etkilerken, diğer taraftan içinde bulunduğu toplum tarafından etkilenmektedir. Yani o bir toplum yaratımında etkin bir konumda iken, toplumda onu yaratmaktadır bir yerde. Tabi burada devasa yapısıyla toplum daha öne çıkmaktadır. Çünkü tüm mekanizmalar üzerinde egemen olan toplumun kendisidir ama insanteki bir çarkın tek dişlisi kadar bile belirleyici değildir. Yani etkisi olabildiğince zayıf kalırken, etkilenmesi oransal anlamda daha kuvvetlidir.  Peki, böylesi bir durumda, bizler, toplum, insantekinin hizmetinde olmalıdır mı diyeceğiz yoksa insanteki, kendisine bünyesinde yer açan, onu tedricen yaratan ve yaşamasına olanak sağlayan topluma kurban mı olmalıdır diyeceğiz? Elbette toplum ve onu tümel anlamda ifade eden yani en üst düzeyde hegomanik bir güç olarak karşımıza çıkan devlet dediğimiz şey insantekinin hizmetine amade olmalıdır, bilakis insanteki devlete kurban edilmemelidir. Burada şöyle bir detayda spontane tezahür etmektedir; bir insan, devlete, ki bir nevi çendan güvenliğini temin eden mekanizmaya kurban edilmiyorsa, başka hiçbir yapıya hiçbir koşulda ve şartta zaten kurban edilemez, edilmemelidir ama edilmekte istenmektedir. Ki, insanteki, zaten iktiza eden zamanda, koşulda ve şartta vatana kurban olmaktadır ve üstelikte bu kurban olma durumu gönüllülük esasına dayanmaktadır, bir de onu metazori kurban etmenin anlamı yoktur ve bu ahlaki ve adilde değildir, insani de.

 

Bu dünya, içine doğan her canın evi değil midir? Her can belki bir ev içine doğmaktadır ama doğduğu evde bir ev içinde değil midir ve birisi öznel bağlamda evi iken diğeri nesnel bağlamda evi değil midir? Doğal olarakta içine doğduğu ailedeki daha önce doğanlarla kardeş olduğu gibi doğduğu evin içinde olduğu ev olan dünya evinde doğanlarda kardeşi değil midir? Öyleyse herkes herkesi kardeş bilmeli değil midir? Kim kardeşine kötülük edebilir? Peki, nedir bu düşmanlık, nedendir? Herkese ait olan bir evi münhasıran kendininmiş gibi algılayıp, orada kafasına göre yasalar çıkarıp, insanlara doğdukları evi zindan etmenin kime ne faydası vardır? İnsanları nefes alamayacak hale getirmek kime ne fayda sağlayabilir acaba? Tüm insanlar kardeş oldukları bilinciyle kenetlenip birleşik güç olup yine kendi içlerinden çıkmış olan ama kendilerine ihanet yolunu intihap eylemiş bulunan ve zalimlikle varolma yolunu tercih eden kardeşlerine karşı aşılmaz bir barikat olmalı değil midirler? Hangi olgu, hangi değer zulmü hoşgörüyle karşılamamızı makul gördürtebilir bize? Biz zalime ne kadar dik başlı olacaksak, mazlum karşısında da başımızı o derece eğmeli değil miyiz? Herkesin hakkının olduğu bir evin arazisinde o hakkı hak bilip hak sahibine teslim etmeli değil midir ve tüm haklara çökmek isteyene geçit vermemeli değil midir? Niçin herkese ait olan bir evde, kula kulluk olsun ve kölelik hüküm sürsün? Orada ki her bir insanteki toprağında yaşadığı evin sahibidir ve kendi başına bir sultandır orada? Çünkü insanteki dünyanın sultanıdır. İnsanlık tarihi sürecinin büyük bölümünde zalimler atlarını sürmüşler insanlık toprağında dilediklerince. Mazlumların da sırtlarına yapışmışlar kan emici bir kene gibi. Ve kanları dökülmüş boyun eğmeyenlerin. Peki, niçin hep böyle sürüp gitsin, insanın kaderi midir bu? Geçen günler bizim değilmiş ama niçin gelecek günler bizim olmasın? Niçin hakkımızı bilip, bizden alanlardan istemeyelim? Niçin gülenler biraz beklemesinler de bizler gülenler olmayalım artık? Niçin halklar hür, insanlar bağımsız olmasınlar? Artık dünya zalimlerin değil insanların dünyası olmalı değil midir? Herkes verdiği emeğin, döktüğü terin ve yaşın karşılığını almalı değil midir? Herkes birbirini kardeş bilmeli ve birlikte eğlenip birlikte gülmeli değil midir? Böylesi günleri görmeli ve gördükten sonra ölmeli değil miyiz hepimiz? Niçin görmeden ölelim? Hangisini kader kılmalıyız kendimize?

Tarih: 21.09.2020 Okunma: 357

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?