AYASOFYA...

Özgür DENİZ - 12.07.2020

Normal şartlarda her şeyin iki yüzü vardır değil mi? Yani bir fiziği, bir de metafiziği, bir teni, bir de tini. Normal bir akılla bunun aksini ifade etmek kabil midir? Değildir, çünkü gerçek budur. Masivaya dair her şey böyledir bu âlemde. Hani hep derler ya madalyonun iki yüzü vardır diye, o misal. Ve şeyleri asıl gösteren, şeylerin gerçek değerini ortaya çıkaran, görünenin içinde olan ama görünmeyendir yani şeylerin ruhudur yani şeylerin varlıklarını ayakta tutanıdır. Bunun da zıttı yönde söz etmek muhaldir. Zira gerçek budur. Çünkü ruhsuz bir şeyin gövdesinin pekte ehemmiyeti yoktur. Hayvanın içinde olan ama görmeyen velakin ona can veren, onun hareketinin muharriki olan şeyi aldığınız zaman hayvanın varlığından yani canlılığından söz edemezsiniz. Bir otomobilin motorunu çıkarında yürütünde görelim. Şerefsiz bir insanın varlığının hiçbir ehemmiyeti yoktur, şeref dediğimiz şey de işte o görünmeyen şeyin büyüklüğü neticesinde tezahür eden ama yine görünmeyen fakat hissedilen şeydir. Yahut bugün inşa edilmiş bir eserle, asırlar önce inşa edilmiş bir eser aynı kalibrede olamaz. Normal akıl bunu söyler, doğru mu? Aksini iddia eden buyursun izahını yapsın, bizde eyvallah edelim. Normal şartlarda muayyen maddelerin ve materyallerin bir araya gelmelerinin neticesinde tezahür etmiş bir yapıdır Ayasofya. Yani onu da bir insan eli yapmıştır ve o da bir toprak üzerinde yükselmektedir. Zevahire baktığınız zaman kuru duvarlardan müteşekkil bir yapı gibi görünür, hayatınız boyunca gördüğünüz diğer yapılar gibi, altı üstü bir beton yığını diyebilirsiniz yani. Ama tarihi boyutu vardır ve işte o tarihi boyut onun ruhu olduğuna işaret eder. Ve emin olun ki, içine girdiğiniz andan itibaren o tarihselliği sizi baştanbaşa sarar, çoook gerilere gidersiniz bir anda ve aklınıza neler gelir neler, isimler, fetihler, Fatih’le birlikte karşısında ona karşı savaşanlar, o kutsal mekâna girip çıkmışlar ve daha neler neler, deruni âleminizde duyumsarsınız bunu. Çünkü asırları kucaklamaktadır, nice badirelerden geçerek varlığını bugüne kadar ulaştırmıştır. Baştanbaşa tarih kokusu vardır her zerresinde. Tarihselliğini anlatacak değilim, herkes istediği yerde istediği gibi o yönünü tetkik edebilir. Kimlerin eli değmiştir ona, duvarlarına kimlerin teri, yaşı, kanı karışmıştır kim bilir. İşte bu asırlık tecrübedir ki, çağları görmüşlüktür ki, fetihlerin gözdesi olmuşluktur ki, onu ulvileştirmektedir, bir anıt misali yükseltmektedir. Evet, bir savaş neticesinde ele geçirilmiş, mülk edinilmiştir ama savaş, insanlık tarihinin bir gerçeğidir. Elbette savaşlar olmasın, insanlar ölmesin, çocuklar gülsün isteriz, velakin maalesef hayat isteklerimize göre yürümüyor. Yani bugün bir savaş olsa ve İstanbul ele geçirilmiş olsa Ayasofya’nın aynı şekilde kalmasının, kalabilir olmasının garantisini kim verebilir ya da aksini yapacak olanı durdurabilecek tek bir güç var mıdır yahut durdurmak isteyecek tek bir güç mevcut mudur, bilakis tüm güçler birleşip istedikleri yönde bir mahiyet mi kazandırırlar? Öyleyse böylesi bir durumu da makul karışılmak zorunda kalıyoruz. Ki, sen evine bir eşya alsan, o eşya da daha önceden birine ait olmuş olsa ve tüm insanlar o eşyayı gelip görseler ve spontane bir sahiplenme hissi doğsa ona karşı herkeste ve sonra deseler ki; bu eşya hepimizindir ve sen onu istediğin gibi kullanamazsın, ne dersiniz böylesi bir durumda, nasıl aldığınız aklınıza gelir mi ya da ben aldım bunu kardeşim ve bu artık benim ve benim evimde yani evimde bulunan ve evime benim getirdiğim şeyi nasıl olurda kullanmamın önüne barikat koyabilirsiniz, hem evimde olacak hem de ona el süremeyeceğim, böylesi bir şey kabil midir diye itiraz etmez misiniz? O zaman burasının benim evim olmasının, o eşyanın benim tarafımdan alınmış olmasının ve benim evimde bulunmuş olmasının ne anlamı kalır diye sormaz mısınız? Mantık kaideleri usulüne göre çözümleme yapalım ve rasyonaliteye göre düşünelim lütfen. Yani Osmanlı padişahı olan Fatih Sultan Mehmet almış, tamam bir fetih neticesinde, bir savaş sonunda almış ama almış, böylesi bir şey tarihte ne ilktir ne de son olmuştur. Ve üstelikte o fethe önderlik edenin, o fethin tahakkukuna tanıklık edenin, o fethe kurbanlar vermiş olanın vasiyeti vardır. Şimdi Fatih Sultan Mehmet bir Osmanlı padişahıdır doğru mu? Yani bu milletin tarihinin bir ismidir, bu milletin ecdadıdır. Doğru mu? Osmanlı’yı da, yönetenlerini de, halkını da tenkit edebilirsiniz velakin gerçeklik bambaşka bir şeydir. Ki, tenkitler bile o gerçeklikler bağlamında yapılabilir ancak. Öyle değil mi? Karşınızda bir şey olması gerekir ki, o şeye karşı bir şey söyleyebilesiniz. Şimdi Osmanlı bu toprakların mazisidir, Fatih Sultan Mehmet bu mazinin çok önemli bir şahsiyetidir, Ayasofya’da o mazinin çok önemli bir sembolüdür. Osmanlı’dan kalan bu topraklarda yine o tarihin çocukları yaşamaktadır, Fatih Sultan Mehmet’te vasiyetini bu topraklarda yaşayanlardan başkasına yapmamıştır herhalde değil mi? Ayasofya da bu topraklardadır ve bu topraklara aittir değil mi? Konjonktüre göre, haklı sebeplerle, muayyen konumlandırmalara maruz kalmıştır ister istemez. Ama bu demek değildir ki, her zaman aynı konumda kalmaya mahkûm olacaktır. Ki, önceki konumda konumlandıranlarda kuvvetle muhtemel bugün olsaydılar yine ilk konumuna döndürmekte tereddüt etmezlerdi. Yani, kimseyi yaptığı şeyle itham edemeyiz, farklı bir şekilde tanımlayamayız. Hayır, böylesi bir şey eşyanın tabiatına mugayirdir ama onun ruhunu incitecek şekilde onu kullanmakta tarihi sorumluluğa mugayir bir eylemdir. Yani Ayasofya, bir şal değildir her şeyi örten yahut başka şeylerin görünmemesine vesile kılınacak. Bu Ayasofya’nın ruhuna ihanet olur. Olan şey çok normal bir şeydir ve çoooktan olması gereken bir şeydi de. Yani olağanüstü bir durum mevzubahis değildir. Binaenaleyh herkesin olabildiğince hassasiyetli, hissiyatlı, şahsiyetli ve mesuliyetli olması iktiza etmektedir. Çünkü insanlar gibi, nesnelerinde değeri düşer. Öyleyse ne kendimizin ne de nesnelerin değerini düşürmeyelim, her şeyi yerine göre değerlendirelim ve her şeye yerine göre davranalım. Çünkü taş yerinde ağırdır diye bir söz vardır. Ağırlığı olmayanın anlamı da, kıymeti de kalmaz. Ağırlığını düşürdüğümüz her şeyin ağırlığının altında kalırız. Bir şeyleri bizi kaldıracak şeyler olarak görmek sonsuz yanlıştır. Mahiyet olarak aynı şeylerin filhakika birbirilerinden farkının olmadığı da gerçektir, kalıp olarak farklılık ayrıdır, bir düne biri bugüne aittir münhasıran ve düne ait olan elbette farklı olacaktır.

 

Hoş geldin kadim Ayasofya! Selam olsun aziz ve kadim ruhuna. Hissediyorum, neler hissettiğini.

Tarih: 12.07.2020 Okunma: 374

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?