ÇÜRÜYÜŞ...3...

Özgür DENİZ - 16.12.2019

Anı yaşayan, ana mahkûm olan, hiçbir değer ve ideal taşımayan insan için artık ne dün, ne bugün, ne de yarın önem taşımaktadır. O sadece akşamdan sabaha çıkabilmek, sabahtan akşama ulaşabilmek ve karnı doyduysa yan gelip yatabilmek düşüncesindedir. Yaşıyorsa karlı saymaktadır kendisini. Tüm insanlık ölse bile umurunda değildir, kendisi yaşıyorsa, insanlığın ölmesinin ne önemi olabilir ki? Ölen, ölmesi gerektiği için ölüyordur ve kaderdir! Sebebi ise düşünülmeye değmeyecek kadar tali bir meseledir. Bu yüzden de gidişata ayak uydurmaya, adımlarını ona göre atmaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapmamaktadır. Kendisini mahrum hisseden insan, mahrum kaldıklarına erişebilmek için hayatta kalmak mücadelesi vermekten başka hiçbir şey düşünmemektedir. Nelerden mahrum olduğunu, niye mahrum olduğunu sorgulamaktan da korkmaktadır ama. Bir şeyin niye olduğu, olan şeye kimin sebep olduğu onu hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Çünkü o münhasıran hayatta kalmak ve hayatta olduğu her anın tadını çıkarmak için burada olduğuna inanmıştır. İnsanların nasıl yaşadığı, hangi şartlarda yaşadığı, hangi acılara duçar kaldığı, acılar karşısında nasıl naçar kaldığı umurunda bile değildir. Çürüyen insan düşünmez, hissetmez, anlamaz, öfkelenmez, isyan etmez. O sadece susar! İnsanın olmadığı yerde susku vardır çünkü. Her şey kadere hamledilir ve sorumluluktan kurtulunduğu sanılır. Kim neredeyse, ne haldeyse hak ettiği için oradadır, öyledir. Koşulların gücüne boyun eğiştir bunun adı. Yorumlamaktan zevk alırız ama değişmekten, değiştirmekten korkarız. Fakat bilmeyiz ki söz eyleme dönüşmedikçe hiçbir şey ifade etmez ve hayat özü itibariyle sözden öte eylemdir. Çünkü insanı da, dünyayı da, koşulları da değiştiren şey eylemin ta kendisidir. Varolmanın tohumu da eylemdir. Bugün insanlar ölüme terkedilmişse, ölümlerden zere hicap duyulmuyorsa, her şey kadere hamlediliyorsa, ölümleri bile ranta çevirmenin derdindeyse ve kenara çekilip izliyorsa insan olan biten her şeyi ve sızlayan bir yürekten mahrumsa, çürümenin en bariz göstergesidir bu.

 

Yanılgıların tutsağı olmak, her söylenene ve gösterilene inanmak, benden diye önüne gelene aldanmak, yalanı hakikate tercih etmek, madde peşinde koşturmak ve ömrünü kandırılmış biri olarak tamamlamak; maalesef, insanların yaşamı böylesi bir kıskaçta geçip gidiyor. Gerçeği ne söyleyen var ne de inanan var gerçeğe. Ki, gerçekten, dehşetli derecede korkuluyor. Bu yüzden de tüm canlılar içinde, münhasıran insan, sürekli tiksinti uyandıran biri olarak ön plana çıkıyor. Çünkü her şey insanda başlıyor ve insanda bitiyor, zira insan varlık âleminde tüm şeyler muvacehesinde özne konumundadır. Bugün çürüme devasa boyuttadır ve her taraftadır. Hem de tiksindirici derecede bir çürüme vardır. Ahlak sıfırlanmıştır, değerler değersizleşmiştir, hakikat ölmüştür, nihayet insan düşmüştür. Her şeyin yerle yeksan olması ve yeniden yaratılması gerekiyor ki düze çıkmak belki kabil olabilsin. Bugün İslamcılar çürümüştür, Kemalistler çürümüştür, Milliyetçiler çürümüştür, Solcular çürümüştür, cemaatler çürümüştür. Her türlü olgu ve değer, insanı sömürmek uğrunda namussuzca kullanılmakta ve suiistimal edilmektedir. Çünkü hepsi gerçeklerden korkmaktadırlar. Hepsi kendi kitlelerini aldatmaktadırlar, münhasıran dünya menfaatleri ve nimetleri uğruna hayâsızca aldatmaktan zerre imtina etmemektedirler. Saf ve berrak hakikati hiçbir endişe taşımadan, hiçbir sorun yaşamadan olabildiğince doğallıkla ifade edebilen yoktur. İfade edenlere ise cehennem yaşatılacağı malum olduğu için hakikat adeta fanus içerisinde boğulmaktadır. Hatta kendilerinden biri olsa bile birisi ve yine kendilerine ait bir hakikati ortaya koyacak olsa acımasızca mahkûm etmektedirler yani hepsi kendi evlatlarını yemekten imtina etmemektedirler. Ki, kitlelerinde bu tür yaşama hiçte itirazları olmamaktadır. Başkalarının söyledikleri hakikatlere, kendilerinden olanların söyledikleri yalanları tercih edebilmektedirler, sırf yalan söyleyen kendilerinden diye. Hepsi kurgulanmış insan istemektedirler, insanlarda kurgulanmayı tolere edebilmektedirler. Zira sürüp gelen ve sürüp giden düzene uyum sağlamışlar, alışmışlardır. Değişimden ödleri patlamaktadır. Sürekli konuşmaktadırlar ama değiştirmeye gelince itiraz sesleri yükselmektedir. Çünkü herkes yerinden memnundur, memnun değilmiş gibi görünmektedir, konuşmaktadır ama bunu münhasıran peşlerinde ki kitleleri uyutmak için yaptıkları gayet aşikârdır. Oturup konuşmaktan, gerçekleri tüm boyutlarıyla saygı çerçevesinde korkusuzca tartışmaktan, canlarını acıtsa da bildikleri doğruların yalan çıkmasından kaçmaktadırlar. Çünkü kendilerini bile bilmemektedirler ama bildiklerini sanmaktadırlar.

Tarih: 16.12.2019 Okunma: 351

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?