GÖNÜL EVİNİN MİMARLARI...

Özgür DENİZ - 24.11.2019

‘’Üstümde yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası’’ diyor ya hani İmmanuel Kant, öğretmenin diline de şöyle çevirebiliriz bunu; ‘’karşımda talebelerim, kalp toprağımda sevgi çiçeğim, beyin göklerimde bilgi güneşim.’’ Zaten öğretmenin, talebelerinden, sevgisinden ve bilgisinden başka neyi vardır ki? Sevgisiyle yeniden yaratan, bilgisiyle cehalet denilen devasa ejderhayı öldürerek karanlığın kara bulutlarını dağıtıp aydınlığı getiren bir vâristir o; peygamberlerin vârisi. İlk evvelde, kendisi, hakikat ırmağından beslenen, sonra, özümsediği hakikati hayatlaştıran, daha sonrada talibini yani talebesini hakikatle besleyendir. Bidayette kendisi talip olup talim eden, nihayetinde de talip olanlara talim ettiren, onları eğitip terbiye edendir öğretmen. Hülasa; can evinin gerçek ve hakiki mimarlarıdırlar, sanatkârlarıdırlar. Arayan, bulan, duyuran, aydınlatan ve yaşatmaya adanandır o. Kutsal bilginin ateşini çağlardan çağlara ve nesillerden nesillere taşıyan, cehaletin dondurduğu beyinleri, nefretin dondurduğu kalpleri ısıtan, dirilten ve uyandıran canlı birer meşaledirler. Karanlık zamanların aydınlık savaşçılarıdırlar onlar. Ne kadar da öğretmen vasfıyla tavsif edilse de kendisi, öz mahiyeti mucibince kelimenin tam manasıyla bir muallimdir o. Ve muallimdir ki, talibini talim ettirendir, kalp ve kafa yönünde öğretendir, eğitendir, terbiye edendir. Karşısında, onun ilmine ve sevgisine talip olan biri vardır; talebe. İkisi; yol ve yolcu gibidirler, gök ve toprak gibidirler, ruh ve beden gibidirler. Talebe, arayandır; muallim, bulduğunu, arayana iletendir. Çünkü muallim, filhakika bir madenci titizliğiyle ilim toprağına kazma sallayan insandır. Tabir caizse, talebe topraktır, öğretmen yağmur ve yağmurun toprağa düşmesiyle toprak dirilecek, uyanacak, mümbit hale gelecektir. O, talebe ile ilim arasında bir köprüdür. Öğretmenler gerçek anlamda birer katalizördürler. Gönül toprağına hakikat mayasını atarak, diri bir ruhun teşekkülüne zemin hazırlayan ve sağlam bir gövdenin ortaya çıkmasını sağlayan hakiki ruh sanatkârları ve insanlık mimarlarıdırlar. Napolyon ne güzel söylemiş; ‘’babam beni gökten yere indirdi, öğretmenim beni yerden göğe yükseltti.’’ Keşke öğretmenleri de yerden göğe yükseltenler olabilse şu ruy-i zeminde!

 

Sokrates’in dediği gibi, ‘’şu dünyada eserlerine paha biçilemeyen ve eserleri ya hep ya da hiç olan’’ yegâne insanlardır öğretmenler. Bir insanın olduğu gibi, bir milletin kader programını da etkileyen aktörlerdir. Zira bir millet terakki mi kaydetmiştir ya da tedenniye mi maruz kalmıştır, muhakkak öğretmenlerine bakmak gerekmektedir. Çünkü öğretmenlerini yücelten bir millet mutlaka yükselecek, öğretmenlerini alçaltan bir millet mutlaka düşecektir.  Zira terakkinin de, tedenninin de tek bir itici gücü ve sebebi vardır; öğretmenler. Hiçbir şartta ve koşulda zinhar ihmal edilmemeleri iktiza eden insanlardır onlar. Ama maalesef acı ve derin bir ihmalkârlığın da kurbanlarıdırlar. Onların ihmal edilmeleri demek, milletin imhası demek olacağından, bu meselede olabildiğince hassasiyetle hareket etmek icap etmektedir diyeceğiz ve de diyoruz ama hep söylem de kaldığı gibi yine ve daima söylemde kalmaya mahkûm olacaktır. Tazecik dimağlara, eşsiz bir bahçıvan marifetiyle zerk ettiği ilim ve bilimle ve dahi tertemiz kalplere nakşettiği kutsal ahlak yasalarıyla insanlık ailesinin kader programına emsali olmayan katkıyı sunan tevazu abidesi, kadirşinas, vefakâr ve çilekeş fikir işçileridirler öğretmenler. Bilgiyle yüklü kafalarından ve sevgiyle yıkanmış kalplerinden başka feragat edecekleri, fedakârlıkta bulunacakları, devamlı olarak harcayacakları hiçbir hazineleri yoktur onların. Bunun değerini ölçebilecek herhangi bir alet bulmakta imkânsızın imkânsızıdır. İnsanlığın kazandığı ve kazanacağı, sonucu daha başlangıcında belli olan zaferlerde en büyük payın sahibi olanlar, İstiklal Marşı’mızın ölümsüz Şairi Mehmet Akif Ersoy’un muhteşem tanımlamasıyla ‘’İrfan Ordularının’’ asil neferleri olan öğretmenlerdir. Onlardır ki, Medine’den medeniyetin doğumuna yol verenlerdir. Onların yokluğu Medine’nin de yokluğudur, Medinesiz medeniyet ise kabil-i mümkün değildir. Büyük rüyalar, deli sevdalar, kutsal davalar peşinde fasılasız koşan, kalplerinde ki imanla coşan, beyinlerinde ki bilgiyle karanlığı yara yara aydınlığa ulaşan, aynı zamanda hayat denizinin tam ortasında azgın dalgalarla boğuşan yorgun ama rotasını kaybetmeyen bir vapur gibidir öğretmen. Çünkü o kaybolduğu vakit, arkasında bir insanlık kaybolacaktır. Büyük fikir devi üstat Nurettin Topçu’nun sarih ve beliğ ifadesiyle; ‘’muallimler, hiçbir şartta ve koşulda, amirlerinin baremli hadimleri değildirler. Onların hür ruhları fanusların boğuculuğunda tutsak kılınamaz.’’ Onlardır ki; ulvi aşkların tohumu, büyük insanlığın öncüsü, kör cehaletin yegâne ilacıdırlar. İflah etmeyen düşmanlık ateşini söndürenler, kardeşlik köprülerini tesis edenler, muhabbeti çiçeklendirenler ve kendilerini münhasıran topraklarına, insanlarına ve insanlığa adayanlar yine onlardırlar. Kökleri ayakta tutan, kökler ile bağları muhkem hale getiren ve kökleri mazide bulunan atidirler öğretmenler. Kutsal bir mesleğin müntesipleri ve mümessilleridirler. Yüce Mevla’nın ‘’Rab’’ ism-i celilinin tecellisi olan, künhü Hz. Muhammed’e (sav) istinat eden bir meslektir öğretmenlik mesleği. Bu sebeple, her öğretmen, filhakika bir insanlık devrimcisidir. Çünkü karanlığın egemenliğini yok edip insanlığı aydınlığa çıkaranlar ve çıkaracak olanlardır öğretmenler. Öğretmen, insanlığın bitmeyen şarkısıdır. Tüm cihan onu dinler, diller onu söyler, düşen insanlık onunla kalkar, çoraklaşan kafalar onunla mümbit hale gelir, kuruyan gönüller onula şenlenir, cehaletin zincirleri onunla kırılır, ölü ruhlar onunla dirilir ve o varoldukça varolur insanlık. Öğretmenlerdir ki; bilinmezlikler onlarla keşfedilir, karanlıklar onlarla aydınlanır, insanlık ırmağı onlarla coşar, milletler onlarla sevinir, ülkeler onlarla payidar olur. Elbette şu dünyada en büyük saygıyı hak edenler onlardır, ne kadar da hak ettikleri saygıdan sonsuz uzaklarda yaşasalar da. Ama hiçbir şey söylendiği gibi de değildir, olmamaktadır, badema da olacak gibi görünmemektedir. Bu sebeple, onların emrine her türlü hizmet behemehâl önkoşulsuz bir şekilde sunulmalıdır. Onlarda kendilerini sürekli olarak yenilemeli ve yeniçağlara, yeni nesillere hazır hale gelmelidirler.

 

Son tahlilde; cesaretin, aydınlığın, necatın ve payidarlığın garantörüdürler öğretmenler. Çünkü öğretmensiz bir dünya karanlığa mahkûm olmuş bir dünyadır. Öğretmensiz bir millet cehaletin pençesinde kıvranmaya, öğretmensiz nesiller pusulasız kalmaya mahkûmdurlar. Öğretmenler, insanlığın ve dünyanın ışığıdırlar! Onlar yanarsa insanlıkta yanacak, onlar yaşarsa insanlıkta yaşayacaktır. Onlar, yakacak değil yanacak ve yanarak aydınlatacak nesillerin mimarlarıdırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz sözüyle sözlerimizi ikmal edelim: ‘’Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.’’

 

NOT: 1: Burada öğretmenlere matuf bir özeleştiri yapmakta hakkımızdır, tıpkı öğretmenlere hak ettikleri saygın ve onurlu yaşamı sunmayanları haklı bir şekilde tenkit ettiğimiz gibi. Ne derece hak ettikleri saygın ve insanlık onuruna yaraşır yaşamı sonuna kadar istemeye hakları varsa ve istiyorlarsa öğretmenler, kendilerinden bilgi bekleyen çocuklarına da hakları olan bilgiyi eksiksiz, kusursuz ve bihakkın vermek zorundadırlar. Eğer ki bir öğretmen, aldığı ücreti kuruşu kuruşuna hesaplıyorsa, alacağını kuruşu kuruşuna bilipte ne verdiğini, vereceğini bilmiyorsa, vereceğinin hesabını yapmıyorsa, verdiğini de kelimesi kelimesine vermiyorsa o öğretmen haysiyetten, şereften, onurdan, namustan, ahlaktan, vicdandan ve merhametten yoksun bir zavallıdır, öğretmen olmaya da seza bir varlık değildir. Kimse kusura bakmasın nesnel temellerde, adaletin icap ettiğince yargılama, sorgulama, hesap sorma yapmak zorundayız. Bu sebeple de iki tarafa matuf sözlerimizi söylemek iktiza etmektedir. Bilakis adaletin gereğini ifa etmemiş olurduk. Çünkü istiyorsak vermek zorundayız! Kuşkusuz, burada, biz münhasıran hakkını vermeyenlere matuf konuştuk. Verenlere söyleyecek sözümüz yoktur elbette ve onların da hak ettikleri yaşamı istemeye hakları vardır sonuna kadar.

 

NOT: 2: Bu meyanda kutlanacak bir günümüz olduğunu tüm kalbimle bilincimle düşünmüyorum. Böyle düşünmenin de özgürlüğüm olduğunu düşünüyorum. Çünkü bile bile kendini avutmak kendi kendine ihanet etmektir. Hakikat ne ise odur! Yoksa yoktur, varsa vardır. Yoksa var, varsa yok diyecek halimizde yoktur. Çünkü hamdolsun hissedecek kalbimiz, anlayacak kafamız vardır ve adil olmak en önemli mümeyyiz vasfımızdır. Haddizatında fazla söze hacet yok, zira görünmeyen bir şey yok. Defaatle de öğretmenlerin dünyasıyla ilgili yazdık, söyledik zaten. Lafa değil eyleme bakıyorum!  

Tarih: 24.11.2019 Okunma: 428

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?