VAROLMAK İÇİN KAVGAYA ATILMALISIN...

Özgür DENİZ - 07.07.2019

Ey insançocukları! Ey kardeşlerim! Ey güzelinsanlar! Nasıl bir yaşama layık olduğunuzu siz bilirsiniz, siz bileceksiniz. Kader sizin kaderiniz, çizecek olanlar sizlersiniz. Varoluş kavganızı vereceksiniz ve ya varolmayı seçeceksiniz ya da asalak gibi yaşayıp, ölüp, yok olup gideceksiniz, üstelikte hiçbir insançocuğuna ait olmayan ama herkese ait olan yeryüzü topraklarında. Ya amansız kavga ya yokoluş! Çocuklarınızı düşünün, çocuklarınızın çocuklarını düşünün, tüm çocukları düşünün, onların yarınlarını düşünün, başka neyi düşünecektiniz? Layık olduğunuz şeyi başka birisi mi bilecek, kaderinizi gelip başkası mı çizecek yoksa, kim bilecek, kim çizecek, çocukları kim düşünecek? Çünkü layık olduğunuzu göreceksiniz, yaşayacaksınız. Ve çocuklarınız, onlara neyi bıraktıysanız onu bulacaklar, ya rahmet okuyacaklar ya da lanet. Ne sunduysanız o sunulacak size. Başka bir şey mi bekliyordunuz? Sunduğunuzu neyle sunduysanız aynıyla geri dönüşünü göreceksiniz. Herkes layık olduğu muameleyi görür. Ömrümüz sloganlarla geçti. Aç karnımızı sloganlarla doyurduk. Üzerimizi sloganlarla örttük. Sloganlar atacağız diye tatil yapamadık, yaşamak nedir bilemedik, aldatılmak nasıl olur anlayamadık. Sanata, bilime, akla ihtiyacımız olmadı hiçbir zaman, hiçbir şey üretmedik, çünkü sloganlarımız vardı bizim. Güzel güzel üretiyor, şehvetle haykırıyorduk! Nasıl olsa tüketeceğimiz şeyleri üretenler vardı! Nasıl olsa birbirine düşman olmaya hazır kardeşlerle doluydu bu topraklar. Kölelik demekte olsa, üretmeden tüketmek güzel şeydi!!! Nasıl olsa kardeşimiz düşmanımızdı ve kanını akıtmak helaldi bize!!! Temcit pilavı gibi önümüze sürüyle slogan konuldu, kulağımıza sürüyle slogan fısıldandı. Dilimize pelesenk ettik bu sloganları. Ki bu sloganlarla birbirimize düşman olduk, bu sloganları düşmanlaştırdığımız ve düşman olduğumuz kendi kardeşimizin suratına haykırdık sanki düşmana haykırır gibi. Ve katilleri olduğumuz kardeşlerimiz üzerinden ve katilimiz olan kardeşlerimiz üzerinden her birimize bir tarih yazıldı ve o tarih boynumuza kölelik zinciri gibi geçirildi. Aynı şeyler her devrin yegâne ayrıcalıklı özelliğidir! Çünkü biz her uyanış emaresi gösterdiğimizde, onlar her sıkıştıkları anda o tarihe ihtiyaç duyacaklardı ve bizleri yeniden uyutmaya çalışacaklardı, bir ninni gibi fısıldayacaklardı kulaklarımıza; o senin kardeşin değil düşmanın, ne çabuk unuttun sana yapılanları, onunla kardeş olman imkânsız! O zincirden bir türlü kurtulamadık. Tam kurtulduk diyeceğiz, kucaklaşacağız, kardeşçe konuşacağız, birleşik güçlere karşı birleşip büyük bir güç olacağız, belki de aydınlığa giden yolu birlikte bulacağız; tam o anda zincirin ağırlığını hissettik ve vazgeçtik güzel şeylerden. Birleşik kavga vermektense ve görkemli zafere ermektense, tek kavgalarda vurulduk, yıkıldık, kurbanlar olduk! Papağan gibi, ne söylenirse onu tekrar ettik. Ne çalınırsa onu dinledik. Önümüze ne konursa onu yedik. Kardeşlerimizle oturup konuşamadık, birlikte sorup sorgulayamadık. Birlikte sorunları tespit edip çözümler üretemedik. Çünkü konuşmak yasaktı, düşünmek yasaktı, fikir üretmek yasaktı, yasak olmadığı devir olmadı ki! Bu yüzden de birbirimize ayrı düştük ve düştüğümüz yerlerde birer birer ezildik, sömürüldük, aldatıldık ve yaşamadık hiçbir zaman. Öylece izledik kardeşimizin nasıl sömürüldüğünü, ezildiğini, ta ki bir gün o da bizi izleyecekti! Böylece yaşadık geldik, aynıyla yaşayıp gidiyoruz. Yaşamayı yadırgadıkta yaşamamayı kanıksadık handiyse. Düşünmedik, sormadık, sorgulamadık, münhasıran itaat ettik. Hiçbir zaman irademizi, ihtiyarımızı, aklımızı kullanamadık, ki kullanmakta istemedik, belki de yoktular hiçbiri, hiçbir zaman olmadılar! Biz yaşamak istiyoruz diyemedik, dediysekte; git bir tane slogan at dendik. Hamasetle doğduk, büyüdük, yaşıyoruz, öleceğiz ve tek bir cümleyle olsa bile; biz bu topraklarda doğduk, bu topraklarda güneşin doğuşuna ve batışına tanıklık ettik, birlikte çalıştık ürettik ve birlikte tükettik, kardeşçe kucaklaştık ve bu topraklarda gerçekten insan gibi yaşadık diyemeyeceğiz. Çünkü toprak bizimdi ama yaşayanlar biz değildik! Aldandık, aldattık, aldatıldık! Güçlülerin suçsuz, günahsız; güçsüzlerinse suçlu ve günahkâr olduğunu göremedik!!! Güçsüzleri hem suçlu ilan ettik hem de acıdık onlara, oysa acınacak olanlar acıyanlardı haddizatında ama anlayamadık, anladığımızda hep geciktiğimizi görecektik, velakin son pişmanlık fayda etmeyecekti, nedamet gözyaşları anlamsız kalacaktı. Tarih boyunca güçsüzler hep suçluydular zaten! Onların ellerinden haklarını aldık ve aldığımız hakları gram gram bahşettik ve kendi haklarını kendilerine bahşettiğimiz için övgü bekledik, yüceltilmek istedik. Yaşamak için savaşmaktan başka yol olmadığını bilemedik. Bizleri hep malayani ile iştigal ettirdiler. Kendileri de malayani ile iştigal ettiler. Kardeşim biz yaşamak istiyoruz, biz kendi topraklarımızın güzelliklerinden özgürce ve istediğimiz gibi istifade etmek istiyoruz dedikçe, önümüze sürüyle lüzumsuzluklar sürüldü ve biz onlarla oyalanırken birileri bizim kendi vatanımızda yaşamadıklarımızı, yaşayamadıklarımızı, yaşatılmadığımız şeyleri geldiler yaşadılar gittiler, geliyorlar yaşıyorlar gidiyorlar. Sense bir böcek gibi eziliyorsun onların ayakları altında ama bir Türk dünyaya bedeldir dendi mi derin bir uykuya dalıyorsun, göğsün kabarıyor, sokaklara çıkıyorsun aynı şeyleri terennüm ediyorsun. Fakat Türk olarak kendi topraklarında tesis edilmiş otellerde tatil yapamıyorsun yapıyorsan da canın çıkıyor eziyet görerek yapıyorsun. Çünkü paranın hiçbir kıymeti yok. Elin insanı seni parasıyla eziyor ve sen süklüm püklüm oluyor, boynunu büküp bakıyorsun. Susup geri dönüyorsun. Ve demiyorsun ki; kardeşim bana oyun oynama artık ve beni de oyunla meşgul etme. Bırak artık şu ahmakça işleri, oturun konuşun tartışın büyük işler yapmak için çalışın ve benim yaşamamı sağlayın, sizin işiniz bize güzel bir yaşam sağlamaktır. Çelik çomak oynamak değil. Artık bana nutuk çekme, slogan üretme. Git yaşamak üret ve ürettiğin yaşamı sun bana demiyoruz. Kimsiniz siz kardeşim, işiniz ne sizin, devletin kaynaklarından istediğiniz kadar alıp, istediğiniz yaşamı yaşayıp, sıra bize gelince bizi mal yerine koyup çelik çomakla avutmak mıdır diye soramıyoruz. Sizin köleniz değiliz ve asla olmayacağız, gerekirse siz bize kölelik edeceksiniz diyemiyoruz, demek hakkımız olduğu halde. Hesap sormadıkça da eziliyoruz. Çünkü insan gibi görülmüyoruz, ki kendimizi de insan gibi görmüyoruz. Değiştirileceğimize ve değiştirilirken aydınlatılacağımıza kullanılıyoruz. Kullanılmak için cehaletin karanlığına terk ediliyoruz. Güçsüzleştiriliyor, zayıflatılıyor, haklarımızdan mahrum bırakılıyor, sömürülüyoruz. Ekmeğimiz elimizden alınıyor. Elimizden alınan ekmeğimiz gramla geri veriliyor ve bizden de minnet bekleniyor. Kardeşim sizin kirli politikalarınıza, sizin aşağılık çıkarlarınıza ihtiyacımız yok bizim ve alette olamayız, bizim yaşamaya ihtiyacımız var ve yaşamak hakkımızı istiyoruz diye haykırmalıyız artık. Bizim düşmanlığa değil, kavgaya değil, oyuna değil, bizim kardeşçe kucaklaşmaya ve birlikte üretmeye, ürettiklerimizi birlikte tüketmeye, bu topraklarda doğan güneşi birlikte seyretmeye, birbirimizi sevmeye, ekmeğimiz birlikte bölüşmeye ihtiyacımız var diye haykırmalıyız. Biz haykırmadıkça, başkaları kendinde cesaret buluyor, oysa o cesaret olması gereken yerde, hak edenlerde, yani bizde olmalıdır. Aldandık, aldanıyoruz, aldatıyoruz, aldatıldık. Ve birgün gerçek göründüğünde mal mal bakacağız. Güçlüler hep suçsuzdur, güçsüzler suçlu doğmuştur!!! Yaşamak için savaş ey insan! Ya amansız kavga, ya yokoluş! Unutma; sana verilmeyecek, sen isteyeceksin hakkın olanı ve gerekirse söke söke alacaksın!

 

Ey insançocukları, ey kardeşlerim, ey güzelinsanlar! Bizim, içine saplanıp kaldığımız, bir türlü içinden çıkamadığımız ve bize hep kaybettiren, kaybettirmekte olan ve anlamaz akıllanmazsak, uyanıp ayağa kalkmazsak, korkuyu bırakıp daha fazla cesaretli olmazsak, suskunluğa gömüleceğimize olanca kuvvetimizle haykırmazsak, cehaletin ürettiği karanlıktan çıkıp aklın üreteceği aydınlığa erişip işletilen melun tezgâhı bozmazsak ve bir kez de olsa olayların bizim görmemizin istenmediği arka yüzüne bakmayı denemezsek ilanihaye kaybettirecek olan malum meşum gün Kara Eylül ve ardı sıra gelen süreçler kasten kurgulandı ve sistematik bir şekilde uygulandı, uygulanıyor da. O tarihin hafızalardan silinmemesi, her an karşımıza çıkarılması ve mütemadi olarak o kanaldan uyutulmamız içinde her taraftan nice kurbanlar verildi. Acı ruhlara gömüldü! Olay tabir caizse kan davasına dönüştürülerek ebedileştirildi yani zımnen ebedi sömürünün yolu açıldı. Bir ordan bir burdan giyotine gönderildi taptaze başlar. Gencecik, idealist, kendi özlerinde samimi, kavgaya atılırken dürüst vatan evlatları aldatılarak kullanıldı, birbirilerine düşman edildi, biri diğerine vurduruldu ve nihayet birer birer darağaçlarına gönderildiler. Darağaçlarında nice canların sehpaları devrildi, gövdeler yere yığıldı. O çocuklar niye birbirlerini dinleyemediler, niçin oturup konuşamadılar, niçin hiç umursamadan birbirlerine kurşun sıktılar? Nasıl oldu tüm bunlar, kim yaptı, nasıl yaptı, kimler eliyle yaptı, niçin yaptı, kim adına yaptı hiç düşündük mü? Düşünmedik, düşünmeyiz, düşünmeyeceğiz. Sanki aynı şeyleri yaşamak ister gibiyiz. Çünkü taş kafalılarız bizler. Onların konuşması engellendi, diyalog kurmaları istenmedi, monoloğa mahkûm edildiler, şimdi onların ölümleri önümüze sürülerek bizlerin konuşmamız engelleniyor ve yine diyalog yerine monoloğa mahkûm ediliyoruz, ruhlarımıza gömülen acılar bitevi nüksettiriliyor bilinçli ve farkında olarak. Peki, niçin oldu bunlar ve niye böyle oldu hiç sorduk mu ya da bu açıdan hiç baktık mı olaya? Haddizatında bilinmeyen bir şeyde yok ama söylenmeyen çok şey var! Nice nutuklar atıldı, sloganlar üretildi, marşlar yazıldı masum ölümler üzerinden; hepsi de duygusaldılar, direkt ruha hitap ediyorlardı, çünkü akıllar durmalı, ruhlar etki altına alınmalıydılar. Zira gün gelecek duygular şahlandırılacak, hedefler şaşırtılacak ve kuvvet devşirilip rantlar çoğaltılacaktı. Filhakika tüm bu alçakça şeyler yapılarak bir miras bırakılıyordu geleceğe. Bir nevi gelecek ipotek altına alınıyordu. Her kitleye bir tarih yapılıyor, o tarihi hatırlamaları isteniyor, o tarihe sımsıkı sarılmaları ve asla kendilerine düşman olarak gösterilen masum kardeşleriyle bir araya gelmemeleri isteniyordu, bekleniyordu. Başarıldı mı? Kesinlikle başarıldı. Çünkü bir tarihimiz var ve bize birbirimizle konuşmamamız gerektiğini fısıldıyor ve biz konuşmuyoruz. Çünkü konuşacağımız kardeşimiz suçludur, ağabeylerimizi vuranların mirasçısıdır!!! Oysa biz geçmişe değil geleceğe bakmalıydık, geçmişten ders almalıydık, daha güzel ve aydınlık bir geleceği kurgulamalıydık, birlik olmalıydık, kuvvet bulmalıydık, birlikte hareket ederek bizi sömürenlerin karşılarında bir duvar gibi durmalıydık ve bizi bize vurduranlardan hesap sormalıydık. Aldatmanın ve kazanmanın yapı taşları döşeniyordu zımnen. Siz uyuyordunuz, düşman uyanıktı. Siz önünüze konulanı yerken, düşman yeni yemekler hazırlıyordu; azıcık ballandırılmış zehirli yemekler. Siz o tarihe bağlanacaktınız (ki, bu bağlılık hep duygusal olacaktı, çünkü o tarih düşünmenizi, sormanızı ve sorgulamanızı yasaklayacaktı, zira böyle yaparsanız ihanet ediyormuşsunuz gibi hissetmenizi sağlayacaktı) o kara günlerin karanlığından hiç çıkamayacaktınız, birbirinize düşman olacaktınız, kardeşçe bir araya gelip hemhal olup dertleşemeyecektiniz, asla bir olup gerçek düşmana karşı savaşamayacaktınız, birbirinizi öldürecektiniz ama bu arada birilerinin rantı büyüyecekti. Siz küçüldükçe onlar büyüyecektiler. Küçüldünüz ve büyüdüler. Siz öldürdükçe ve öldükçe onlar yaşayacaklardı. Öldürdünüz, öldünüz ve yaşadılar. Siz birer birer azaldıkça, onlar biner biner çoğalacaklardı. Azaldınız ve çoğaldılar. Siz kaybettikçe onlar daha çok kazanacaklardı. Kaybettiniz ve kazandılar. Sizler ayrı olacaktınız, onlarsa birlik ve öyle de oldu, sizler ayrı yerlere düştünüz, onlar aynı yerde buluştular, birleştiler, birleşik güç oldular ve sizi güçten düşürüp, birbirinizden ayırıp birer birer ezdiler, sömürdüler. Oysa küçücük bir soru ve sorgulama ile siz kazanabilirdiniz ve onlar sonsuza kadar kaybedebilirlerdi. Böylece görkemli bir geleceğin yapı taşlarını birlikte döşeyebilirdiniz. Onlar kurban oldular, peki bizim de kurbanlar mı olmamız gerekiyor, kim bu tuzağı kuruyor bize diye soramıyoruz. Söylesenize niye öldürdüler, niye öldüler? Niye öldürelim, niye ölelim? Ha kavga vermeyelim mi? Hayır, asla ve kata böyle bir şey demiyorum ama kavgamızı namusluca verelim, birlikte verelim ve birlikte kazanalım. Ölmeyelim, yaşayalım, yaşatalım. Mirasları üzerine, onlar ölürken bir şekilde yaşamayı kotarmış itler çöksünler ve it gibi yaşasınlar ama yaşarken de yeni kurbanlar bulsunlar diye mi öldürdüler ve öldüler? Bizler, onları öldürenler yaşasınlar diye mi öldüreceğiz, öleceğiz? Bizler şunu hiçbir zaman idrak edemedik; bizim komünist bir dünyaya ihtiyacımız yoktu, bizim faşist bir dünyaya ihtiyacımız yoktu, bizim islamcı bir dünyaya ihtiyacımız yoktu, bizim milliyetçi bir dünyaya ihtiyacımız yoktu, bizim cemaatçi bir dünyaya ihtiyacımız yoktu ama varmış gibi gösterdiler bize ve inandırdılar da buna. İdeolojimiz hâkim olsa ama adalet olmasa neye yarardı, iyi mi olurdu, mutlu olur muyduk? Bizim ideolojimiz hâkim oldu diyelim ama adalet yok, düşmanım adaletsizlik içinde yaşıyor diye sevinç mi duyardım ya da kendim nolacaktım yani bizim için adalet tali bir şey midir ya da bizler gerçekten mal mıyız? Şahsım adına söylüyorum, bir ideolojim olsa, egemen ideoloji olmuş olsa ama adalet olmasa ya da bana adil davransa fakat düşmanıma zulmetse (ki yegâne düşmanım vahşi emperyalizm, şerefsiz emperyalistler ve aşağılık, alçak uşaklarıdır), ideolojim egemen diye asla ve kata mutlu olmazdım hatta yerin dibine batsın böyle ideoloji derdim. Çünkü bendenizin ideolojim egemen olsun diye bir derdim yok ki, zira ulaşmak istediğim aşağılık çıkarlarım yok ki ve münhasıran çıkarlarıma kavuşayım diye de ideolojim egemen olsun istemem. Benim derdim tüm insanlığın gülmesidir, münhasıran bendenizin gülmem değildir. Tüm insanlık ağlarken bendeniz nasıl gülebilirim, gülüyorsam nasıl insan olabilirim? Bizim, ideolojilerimizin egemen olduğu dünyaya ihtiyacımız yoktu. Ama bizim adalete ihtiyacımız vardı. Bizim ahlaka ihtiyacımız vardı. Bizim onurlu bir şekilde yaşamaya, hürriyete ve bağımsızlığa ihtiyacımız vardı. Bizim insanlığa ihtiyacımız vardı. Bunu da kimin getirdiği önemli değildi, yeter ki getirsindi. İdeolojimiz hâkim olmayabilirdi ama biz bunların hâkim olması adına hep birlikte amansız bir kavga verebilirdik. İdeolojik kavgalarda ayrılırken ve birer birer ezilirken, yüce erdemler adına birlikte kavga verebilirdik ve birimiz değil hepimiz kazanırdık. Adalet, ahlak, hürriyet varsa ve insanca yaşıyorsam bana ne ideolojiden, bana ne şundan bundan? Öyle değil mi? Öyle değilse sürüm sürüm sürünmeye devam ederiz. Bizim sevgiye, bilgiye, kardeşliğe, barışa, ekmeğe ihtiyacımız vardı. Bizim terimizin, yaşımızın, kanımızın, emeğimizin karşılığını bihakkın almaya ihtiyacımız vardı. Bizim yaşamak sevincini duyumsayarak insanca yaşamaya ihtiyacımız vardı. Bizim vahşi emperyalizmin kökünü kurutmak, zalim ve acımasız kompradorları topraklarımızdan sürmek için insanlık değerleri ekseninde insanca savaşmaya ihtiyacımız vardı. Peki, bizler gerçekten böyle mi düşünüyoruz, bu minvalde bir hayat mı yaşıyoruz? Hayır, derdimiz, işimiz gücümüz ideolojilerimizi egemen kılmak ama nasıl olursa olsun egemen kılmak. Ne kadar sefil bir telakki ve ne kadar sığ bir düşünce değil mi? Birbirimizle konuşmayı bir becerebilsek şayet, kucaklaşmanın ve birlikte savaşmanın da yolu açılacak ama beceremiyoruz kardeşlerim. Biriyle oturuyorsunuz, ne işin vardı o faşistle oluyor; yine bir diğeriyle oturuyorsunuz, ne işin vardı o komünistle oluyor; bir ötekiyle oturuyorsunuz ne işiniz vardı o İslamcıyla oluyor. Oysa bana ne, sana ne, bendeniz insanım kardeşim ve tüm insan kardeşlerimle oturabilirim, konuşabilirim, ortak akılda buluşmak adına müzakere edebilirim. Bendenizi kendin gibi sanma. Sen ahmaksan bendeniz de ahmak olmak zorunda değilim. Hem sana ne, sen kimsin ki benim hayatıma müdahil olmaya yelteniyorsun. Bendeniz senin gibi sekter, yobaz, bağnaz, sefil olmak zorunda mıyım? İstediğim insanla, istediğim gibi konuşurum, yeter ki iletişim kurabilecek kabiliyete malik olan biri olsun. Niye birilerinin tezgâhına geleyim, kirli oyunlarının kurbanı olayım. Çünkü ben ayrıldıkça, kardeşime düşman oldukça onlar kazanacaklar, niye kazandırayım düşmanlarıma? Uyanın ve görün kardeşlerim! Şu politikacıya bakın nasılda aldatıyor. Şu şeyhe bakın nasılda uyutuyor. Şu kompradora bakın nasılda çalıyor. Şu gazeteciye bakın nasılda yalan söylüyor. Niye bu düzenbazların kurbanı olayım, niye bunlara inanırken kardeşimi yalnız bırakayım, kardeşimle bir olup bunların düzenlerini bozacağıma ve yerine büyük insanlık düzenini kuracağıma? Duvarlar yıkılmak içindir ve insanlığın birleşik gücü emperyalizmin yükselttiği duvarları bir gün mutlak yıkacak toz edecektir ve tüm insanlık birlikte gülecektir. Ya amansız kavga ya yokoluş!

Tarih: 07.07.2019 Okunma: 707

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?