BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...23...

Özgür DENİZ - 19.06.2019

İnsançocukları olarak inandığımızı söylüyoruz ama inandığımızı söylediğimiz Yaradan’a karşı sahtekârız. Hem her vakit ancak Yaradan’dan yardım dilediğimizi, O’na güvenip dayandığımızı, O’ndan başkasından istimdat beklemediğimizi, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, rızkı ancak O’nun verdiğini, rızk kapılarını ancak O’nun açıp kapattığını ikrar ederiz hem de ele geçirdiğimiz dünya menfaatini kaybedersek perişan olacağımızı, her şeyimizin elden gideceğini, değerlerimizi kaybedeceğimizi, rızk kapılarının bize kapanacağını söyleriz. Ve kaybetmemek için yapmadığımız şey kalmaz. Tabir caizse imtihan olgusunu zımnen inkâr ederiz, kabul ediyormuş gibi görünürüz ama kabul ettiğimize dair tek bir eylemde bulunmayız, maddi ya da manevi. Haddizatında inanmadığımızı, iman etmediğimizi ikrardan başka bir şey değildir bu ve kendimizi kandırmaktayızdır söylediğimiz şeyleri ifade ederken ama yine de samimi olduğumuzu düşünürüz. Sümme haşa Yaradan’ı kandırdığımızı zannederiz, oysa kendi kendimizi kandırmaktayızdır, bırakalım Yaradan’ı kandırmayı, kandırabildiğimiz akıl sahibi tek bir yaratılmış bile yoktur. Ve menfaatlerimizi kaybetmemek adına yapmayacağımız şey kalmaz yani öz itibariyle imtihan edilmeyi reddederiz. Hem her şey elimizde iken hiçbir şey yapmayız hem de kaybedeceğimiz korkusuyla feveran ederiz. Hani Yaradan bizi mallarımızla, canlarımızla, evlatlarımızla imtihan ediyordu, eksilterek, çoğaltarak bizi sınıyordu, ne oldu da böyle bir iddiayı eylemlerimizle yalanlar olduk? Lafa gelince hakikat budur ama eylemlerimiz hakikate inanmadığımızı, çendan yürekten inanmadığımızı yani tahkiki imana sahip olmadığımızı ikrardan başka bir şey değildir. Eğer başka bir şey ise şayet, buyun o başka şey her ne ise bizde bilelim. Hem ahiret bağlamında hem de dünya bağlamında maalesef samimiyetten sonsuzcasına uzağız. Karanlıkta yaşıyoruz ama aydınlıkta olduğumuzu sanıyoruz. Hakikati sarahaten ortaya koyup, giriftlikleri giderip her şeyi sadeleştirdiğimizde gerçek yüzümüzde tezahür etmektedir. Menfaatlerimiz gidince, rızkımız eksilince, değerlerimiz çürüyünce, sanki Yaradan yokmuşta nusretsiz kalacakmışız gibi gürültü yaparız ve işte o an gerçek yüzümüz ayan beyan aşikâr olur. Ne zaman ata dinini bırakıpta Yaradan’ın dinine dönüş yapacağız ve karanlıkları yarıp aydınlığa çıkacağız?

 

İnsançocukları olarak reel dünya hayatında yanlış yapan her kim ve kimden olursa olsun yekpare olarak mukavemet etmedikçe ezilenler ve sömürülenler olarak asla ve kata kazanmamız kabil değildir. Eğer dinsiz isek ve dinsiz birinden dindar birine haksızlık yönelimi varsa ve biz susarsak, keza dindar isek ve dindar birinden dinsiz birine haksızlık yönelimi varsa ve biz susarsak, bir gün gelip tarih konuşmaktadır ve tarihi susturmak imkânı kalmamaktadır ve biz hep böyle kaybetmekteyizdir. Şöyle birazcık akledin ve vicdan yapın, tespitimde asla yanılmadığımı sarahaten müşahede edeceksiniz, tabi nesnel olarak olguları çözümlüyor, olayları tetkik ediyorsanız. Yani ben sen ve benden senden ahmaklığı neticesinde kazananlar bizleri aldatanlar olmaktadırlar ama biz hep kaybetmekteyizdir. Bu adlandırmayı muhtelif tanımlamalarla da yapabilirsiniz, illa dinsiz dindar olarak değil ve bu tanımlamayı da olağan, doğal bir tanımlama olarak ittihaz eyleyiniz yani halk diliyle genel geçer bir önkbullenme şeklinde. Yoksa reel dünya bağlamında indi mülahazama göre insanlık kriterine göre değerlendirme yapmaktayım. İnanan, inanmayan değil insan olan, olmayan vardır (çok derin bir mevzudur, mutlaka açılımlı yazısını yazacam inşaAllah). Zira dünya bağlamında eylemler daha ön plandadır ve kullar arası ilişkiyi eylemler tayin etmektedir. İnsanların yüreklerine, yüreklerinde ki inanca bakarak onlara güvenmiyorum, onların eylemleri güvenilir ya da güvenilmez olduklarını izhar ediyor ve bendeniz de ona göre tavrımı tayin ediyorum. Eğer haksızlık kimden kime yönelik olursa olsun haksızlığa hep birlikte mukavemet edersek, haksızlığa cüret edebilecek tek bir kişinin kalmadığını sarih bir şekilde müşahede edeceksiniz, sizi şerefimle temin ederim. O zaman da bir taraf değil her taraf kazanacaktır. Çünkü haksızlık yapan şunu görecektir; haksızlık yaptığımda benden olan bile beni tanımamaktadır, öyleyse böyle bir haksızlığa meyledemem, bilakis kaybederim. Ki böyle yaparak onurumuza da sahip çıkmış ve onurlu yaşamak hakkını elde etmiş olacağız. Halkların kazanmasını sağlayacak onurlu duruşta bunu iktiza eder. Ki şu dünya hayatında kendimizi değiştirmemizin gerçek ve doğru yolu da buradan geçecektir. Zira biz layık olduğumuz muameleye tabi tutuluruz. Kendimizden olanın yanlışını bir türlü görmüyoruz ve gün geliyor kaybediyoruz ama kaybeden münhasıran karşı taraf olmuyor, hep birlikte kaybediyoruz, fakat bunu bir türlü idrak edemiyoruz. Çünkü idrak etmememiz için akıllarımız ve vicdanlarımız dumura uğratılıyor. Oysa mesele senden olan benden olan meselesi değildir, insan haysiyeti meselesidir ve insan haysiyetini, onurunu çiğneyen her kimse çiğnenmeye layıktır. Bizler münhasıran insanlık değerlerine ve Yaradan’a karşı sorumluyuz ve sorumsuzluk yapanlardan hesap sorma mevkiindeyiz ve sorumluluğumuzun muktezasını namusluca yapmak gibi bir ödevimiz var bizim. Sustuğumuz zaman kazanacağımızı ve kurtulacağımızı düşünüyoruz, oysa bozulma bir yerden başladığı zaman gün gelir her yeri sarar ve bizi de boğar. Şimdi bir kez daha tefekkür edelim ve sorgulama yapalım; aydınlıkta mıyız yoksa karanlıkta mı?

Tarih: 19.06.2019 Okunma: 706

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?