BÜYÜK YANILGI VE KARANLIĞIN KUYUSU...12...

Özgür DENİZ - 27.05.2019

Çoğalan her şey, mutlaka bozulmanın yolunu açar. Çünkü şeyler çoğaldıkça karmaşıklaşır, karmaşık hal alınca, kafaları karıştırır ve insanı kilitler. İnsan o karmaşa içinde yani güzel ile çirkinin, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hakikat ile yalanın karışması durumunda neyi seçeceğini bilemez ve nefsine en hoş geleni seçer. Nefse hoş gelen de haddizatında boş olandır. Çünkü nefse ağır gelen kolay kolay tercih edilmez. Bu durumda insanın bozulmasını intaç eder. Bugün ilim çoğaldığı için insan sözü kaybetmiş ve laf kalabalığında boğulmuştur. Din çoğaldığı için, gerçek din yitmiştir. Teknoloji çoğaldığı için cazip hale gelmiş ve insanları esir almıştır. Yalan çoğaldığı için, her türlü kutsallık bile yalanın kurbanı olduğu için hakikat ölüme terkedilmiştir. Çoğalan her şey mahvolmayı çabuklaştırmış, bireysel ve toplumsal bilincin kaybına sebep olmuştur. Çünkü çoğalmak, muhtevanın, niteliğin, kalitenin ve değerin katili olmuştur. Nihayetinde çoğlan her şey, insanı kör, sağır, topal kılmış ve sakat bir insan üretmiştir. Çoğalmak insanın çoğalmasına da yol açmıştır ve bir insan da bin insanın doğmasının müsebbibi olmuştur. İnsanlar her girdikleri mekânın kalıbına bürünmüşler ve her mekanda bin surata, her surata bin yalana dönüşmüşlerdir. Gerçek insanın yitimi de böyle olmuştur. Hatta insanın bir anlık bile yalnız başına kalıp kafasını dinlemesini de imkânsız kılmıştır bu durum. Çoğalmak haddizatında karanlığın göklerimizi kaplamasını da tevlit etmiştir. Bu yüzden emperyalizm her şeyi çoğaltmak için çırpınır durur. Çünkü çoğalan şey alıcının da çoğalması demektir. Öyleyse çoğalmak kazanmak demektir. Çoğalmak aynı zamanda kalitenin düşmesinin ve ucuzlamanın yolunun da açılması demektir. Dahası çoğalmak parçalanmakta demektir. İstendik insan tipinin daha kolay ve ucuz yoldan, daha çabuk şekilde üretilmesi demektir. Bugün bir mesleği edinmiş insanların çoğalması, o meslekte kaliteli olanların değerini düşürür ve değeri düşen meslek sahibi ağır işlerde ucuz ücretle hizmet etmek zorunda kalır. İşte faşist emperyalizm de bunu çok iyi kullanmaktadır. Büyük beyinleri kendisine çekmekte ama onları kendi hedefleri için handiyse bedavaya kullanmaktadır ve o insanlarda buna mecbur kalmaktadır, zira kendilerinden olanlar çokturlar. Bugün dünyada her şey bir ticaret ve kazanma aracı olduğu için çoğalması nefisleri okşamaktadır ama zamanı gelince bir bumerang gibi dönüp yine hoşnut olan nefisleri vurmaktadır. İnsan azaldığı kadar mutludur ve güçlüdür hatta özgürdür! 

 

Biz biliyoruz ki, inandığımız gibi yaşamıyoruz ve yaşayamayacağız yani sahtekârca yaşayacağımız çok aşikâr, ne kadar kendimizi kandırsak bile gerçeği çok iyi biliyoruz. Bu sebeple de yaşamımızla insanları etkilememiz, insanların gönüllerine hükmetmemiz ve insanlara düşüncelerimizi kabul ettirmemiz kabil olmayacaktır, öyleyse ne yapmalıyız? Düşünüyoruz, taşınıyoruz ve cevap bulundu; cebren ve hile ile dikte etmek. Düşüncemiz, muhatap aldığımız kişilerce kabul edilmediği takdirde de bir şekilde itham etmeye ve tecziye etmeye yöneliyoruz. Damgamız hazırdır ve korkutucudur. Üstelik böyle bir haksızlık yaptığımız halde düşüncemizin tolere edilmesini bekliyoruz yani kabul ettirmeye çalışırken bile gerçekte kabul edilmesini istemiyor gibiyiz. Zira aklı olan medeni insanlara galebe çalmak asla zor yoluyla değil, gönüle hükmetme yoluyla kabil-i mümkündür. Bilakis, insanların daha da düşmanlaşmasına yol açarız. Çünkü kendi düşüncemizi yegâne doğru kabul ediyoruz ve kabul etmesini istediklerimizin de bizi değil düşüncemizi kabul etmelerini bekliyoruz ve düşüncemizi en doğru olarak gördüğümüz içinde kati bir kabul bekliyoruz. Oysa böyle bir şey ne insanidir, ne ahlakidir, ne de adildir hatta gerçekte tiksinçtir. Eğer düşüncene inanıyorsan, kendine güveniyorsan ve gönüllere iletmek istiyorsan namusluca yaşamaktan başka yol yoktur. Senin tüm kalbinle inanmadığın düşüncene (ki, inansan yaşardın) ben niçin inanayım ve senin yaşamadığını niçin ben yaşayayım? Belki ben kendi inandığım düşüncemi, senin inanıyor görünüpte yaşamınla inanmadığın çok belli olan düşüncenden daha iyi yaşıyorum. Kendi yaşamadığını yaşatmaya yeltenmek ne kadar insani bir eylemdir? Biz düşüncemizin kaliteli olduğunu düşünerek, kendimizin de kaliteli olduğumuzu varsayıyoruz. Karşımızdakinin de düşüncesini yanlış ve kalitesiz gördüğümüz için, düşünceyi hayatlaştıran doğru yaşasa bile reddediyoruz ve tahkir etmekte tereddüt etmiyoruz. Buradan şu sonuç çıkıyor, senin düşüncen kaliteli hayatın kalitesiz; onun düşüncesi kalitesiz hayatı kaliteli; peki hangisi takdire şayandır? Burada paradoks var gibidir, ki vardır da, ama üzerinde düşünülmesi iktiza eden çok derin bir mevzudur. Tıpkı bir dinimiz olduğu için ahlaka ihtiyacımız yokmuş gibi absürt bir algıya ne kadar da benziyor bu tavır. Ne kadar alıkça ve bönce bir algılayış değil mi? Zaten böyle düşündüğümüz için kendimizi temiz, haklı ve kötüde olsak iyi buluyoruz. Bir vakit namaz kılmak, bir günlük kötülüğümüzü, pisliğimizi siler sanıyoruz. Karşımızdaki insanlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığımızı ise hiç düşünmüyoruz. ‘’Güzel ve tatlı yalanların bize faydası olmaz ama sert ve acı gerçekler bize ilaç olabilirler’’ der Aliya. Kesinlikle doğrudur. Bu yüzden gerçekler bizi ne kadar üzerlerse üzsünler, acıtırlarsa acıtsınlar, kırarlarsa kırsınlar gerçeklere tahammül etmesini bilmek zorundayız. Tahammül etmezsek, tahammül etmek zorunda kalırız!

 

Bizler namuslu ve dürüst insanlar değiliz! Hem kötülüğü terviç ederiz hem de nedir bu kadar kötülük deriz. Oysa kendi ellerimizle kötülüğü yayarız ama bir de tutar yaydığımız kötülük hayatımızı kaplayınca şikâyet ederiz. İyiyi ve iyiliği ekarte etmek ne demektir ve tabii sonucu ne olabilir? Bunun tam adı nedir herkes kendi söylesin. Değerlerin değerini bilmeyiz ve değersizlik hayata egemen olunca da bağırır çağırırız. Bağırıp çağırmaya gerek yok, sahtekârca ve riyakârca bir şeyler yapmak uğruna çırpınıyormuş görüntüsü vermenin âlemi yok, yapılacak şey çok basit; değerin değerini bilmek ve hayatı değerli kılmak. İyiyi bilmek, iyiliği yaymak ve kötüyü iyilikle iyileştirmek. Bunun yolu da belli; değerler temelinde iyilik dolu bir yaşam kurmak ve o yaşamı yeniden değerlerle süslemek, iyiliklerle devamını sağlamak. Niye bir şeyi iyi yapmak zor gelir insana? Kendisinde iyilikten eser yoksa zor gelir. Çünkü iyi kötü olmaz ama biz isteriz ki, iyi iyi olsun ama kötülükte yapabilecek tıynete sahip olsun yani yeri geldiğinde kötü olabilsin. Çünkü dünyaya ulaşmanın başka yolu yoktur!!! Dünyaya ulaşmak isteriz ama iyilik yolunda giderken bunu mümkün kılamayız, öyleyse içi kötülük dolu iyileri ararız. Bu nasıl bir şeydir? Garip bir şeydir işte! Bizim seciyemizi ifşa eden tiksindirici bir eylemdir. İnsan, insanlık, hayat ve dünya böyle bozuldu, çürüdü ve koktu işte. Önce bozarız, sonra sanki bozan biz değilmişiz gibi, gürültü çıkararak yeniden yapmaya çalışırız ama yapamayız, yapıyormuş gibi görünürken haddizatında yine bozmaktayızdır ve filhakika bunu da çok iyi bilmekteyizdir velakin bilmiyormuşuz gibi görünmeyi tercih ederiz, bilakis lanetleneceğimizi çok iyi biliriz. Öyle ya, insan cahil nasılsa; neyin nasıl olduğunu, işlerin nasıl döndüğünü nereden bilsin, hangi bilinçle fark ve idrak etsin? Ama eder, fakat siz bilmezsiniz!

 

BÜYÜKLERDEN KADİM NASİHATLER

 

HAZRETİ EBUBEKİR DİYOR Kİ:

 

-Herhangi bir yericinin yermesinden korkarak hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur.

 

-Kendini beğenmişlikten sakının. Topraktan yaratılmış ve yine toprağa dönecek olan, sonra da haşeratın azığı olacak bir kimse neyle gururlanabilir ki?

 

-Mazlumun bedduasından sakının ve kendinizi ölüme hazırlayın.

 

-Müslümanların işlerini deruhte ederken ellerini kanlarından, mideni mallarından uzak tut, haysiyetini kırma. Güç ve kuvvet ancak Allah’ın elindedir.

 

-Gizli ve aleni tüm davranışlarında Allah’tan kork. Çünkü O seni ve yaptıklarını görür.

 

HAZRETİ ÖMER DİYOR Kİ:

 

-Müslümanları dövmeyiniz ki zillete düçar olmasınlar. Onları haksız yere methetmeyiniz ki şımarmasınlar. Kapılarınızı yüzlerine kapatmayınız ki kuvvetliler zayıfları ezmesin. Kendinizi Müslümanlardan üstün görmeyiniz ki zulme düçar olmasınlar.

 

-Bana hatalarımı gösteren adamdan Allah razı olsun.

 

-Günah işlemekten vaz geçmek tövbe ile uğraşmaktan daha kolaydır.

 

-Şunu iyi biliniz ki bir zalime karşı hakkı haykırmak, kişinin ölümünü yaklaştırmayacağı gibi rızkına da engel olmaz.

 

-Allah’tan korkanın öfkesi kabarmaz.

 

HAZRETİ OSMAN DİYOR Kİ:

 

-Ey insanlar,  kimsenin görmediği, vakıf olmadığı işlerinizde Allah’a muhalefetten sakınınız.

 

-Ey Âdemoğlu! Bilmiş ol ki ruhunu almakla vazifeli olan melek seni bırakmaz, ecelin geldiğinde seni bırakıp da başkasına gitmez. Sanki başkasını bırakıp da sana gelecekmiş gibi ölüme hazır ol. Gafil olma çünkü sen unutulmuş değilsin.

 

HAZRETİ ALİ DİYOR Kİ:

 

-Elbiseniz eski de olsa kalpleriniz yeni ve temiz olsun.

 

-Allah’ın kullarına zulmedenin ibadullah tarafından davacısı Allah’tır. Allah da bir kimsenin hasmı oldu mu o kimsenin tutunabileceği tüm hüccetler batıldır.

 

-Tebaaya karşı kalbini merhamet, muhabbet, güzel muamele ile doldur. Sakın onlara karşı ganimet yiyici bir arslan kesilme.

 

-Sakın hiçbir affından dolayı pişman olma. Bir de sakın “Ben kudret sahibiyim, emrederim, itaat ederler” deme.  Çünkü bu kalbe fesat, dine zaaf verir. İnsanı mağrur eder, gurur da insanı helake götürür.

 

-Haiz olduğun kudret sende azamet ve tekebbür hâsıl ederse, üzerindeki Allah’ın kudretini düşün. Sakın Allah ile azamet yarışına kalkışma.

 

-Sana müşavir olacakların en kötüsü senden evvel şerlilerle beraber olan, onların suçlarına ortaklık eden kimselerdir.

 

-Sakın yüzüne karşı medh edilmeyi isteme.

 

-Hiddetine, gazabına, eline, diline hâkim ol.

 

KUTADGU BİLİG’DEN:

 

-İnsan gönlünü çıkarıp avucuna koyarak başkaları önünde mahcup olmadan dolaşabilmelidir.

Tarih: 27.05.2019 Okunma: 674

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?