AÇIK MEKTUP...35...

Özgür DENİZ - 15.09.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Uzun bir zamandan sonra geldik sona, son şarkımızı söylemeye ramak kaldı. Epeydir kendi şarkımı söylemeye ve yazmaya çalışıyorum. Şarkımı da yıldızların altında tamamlamaya gayret ediyorum. Gökyüzü çok güzel, yıldızlar beni benden alıyorlar. Hafif esinti var. Tabiat rayihalarını sunmakta çok cömert. Şarkıyı tamamlamak için birebir, tamamlayabilir miyim kim bilir? Faniliğin hüznü sarmış tüm gövdemi. Geldim, gidiyorum! Bu geliş gidiş arasında ki kısacık zaman diliminde kendi kendimle konuşarak, kendi şarkımı kendi kendime terennüm ederek çekip gideyim istemedim. Büyük insanlığın bir üyesi olarak böyle bir şeyin vebalini ödeyemeyeceğimi düşündüm, vebalden çok korkarım, çünkü zulüm dolu bir dünyada mazlum bir insanın yüreğinden fışkırıp göklere yükselen dualar ürpertir beni, zira acıyla, hüzünle yükselen o duaların yere nasıl düşeceklerini bilemem. Çünkü o duaların önünde hiçbir perdenin olmadığını bilirim. Bu yüzdende vebalden çok korkarım. Herhangi bir insanın dış dünyada bana gülmesi önem arz etmez bendeniz için, o insanın gecenin yarısında bendenizi nasıl düşündüğüdür önemli olan. Dışarıda bendenizden çekinebilir, korkabilir ve bendeniz de onu dizginlediğimi sanabilirim ama o insanın yalnız, sessiz ve ıssız dünyasında benim hakkımda ne düşündüğünü asla bilemem. Binaenaleyh, niçin insansam, insan olarak o şey için yaşarım. İnsan olmaklığımın bir gereği ve sorumluluğu olarak telakki ederim bunu. Tam bağımsız ve özgürlük sevdalısı biri olduğum içinde şarkımı istediğim gibi söyleme çabasında oldum her daim. Çünkü duygularım ve düşüncelerim hep kalbimden ve aklımdan doğdular. Aklımın ve kalbimin bağlandığı bir yer de olmadı. Hep hiçbir kimse oldum ve hiçbir yerde olamadım! Nedense bu âlemde bir yerlere bağlanmaya gereksinim duymadım, bağlanabileceğim bir yer de bulamadım. Bulsaydım bağlanır mıydım, onu da bilmiyorum. Hayatta, ne gösterir bilinmez, bu yüzden de insançocuğu hiçbir zaman ne olduğunu bilmemeli, ne olacağını düşünmeli. Özgürlüğü çok seviyorum. Tutsaklık bendenizin ruhuma çok ağır geliyor. Çünkü insan olduğumu, varolduğumu hissediyorum özgürlüğün kokusuyla! Her şey ama her şey ayan beyan kalbimden dilime, dilimden âleme döküldü mü? Elbette böyle bir şey dünya realitesine göre kabil-i mümkün değil. Keşke mümkün olsa ama olmuyor ve işte bunu da hiçbir zaman anlayamadım, böyle bir anda da hep bir şeylerden kaygı duydum, sorular aklımın göklerinden yağmur gibi yağdılar ve mütemadiyen sorguladım durdum. Bitemeyen arayışlar içinde oldum. Çok umutsuz kaldığım anlarda oldu, umudun ipek bir yorgan gibi bendenizi sarıp sarmaladığı ve hiç bırakmadığı anlarda. Bu noktayı hiçbir zaman anlayamadım! Niye böyledir ki? İnsan niçin içini olduğu gibi dökemez? Aslında nice filozoflarda bunun cevabını kısmen bulmuştum ama yine de ikna olmamıştım. Bir ömür sorularla, sorgularla tükendi gitti. Çok şey kaybettim bu hayatta ama kazandığım şeyler de oldu. Nice yanlışlarımı gördüm, büyük doğrulara ulaştım. Nice yüzlerin pir-ü pak görünürken aslında nasılda kapkara olduğunu anladım. İnsanlığın hazin hikâyesine şahit oldum her dem. Nice zamanlar insanlığımdan utandım. Ezilenlerin yanında olmaktan hiçbir zaman vazgeçmedim. Ne aldandım ne de aldattım. Çok satıldım ama asla satmadım. Hep ilkelerim oldu. Hayat öyle yordu ki, bazen kavgaya bile mecalim olmuyor. Eskisi gibi çok şeye sabredemiyorum. Susamıyorum, eskiden sustuğum gibi misal. İnsanları kırar mıyım acaba diye hep kendimi parçaladım ama insanlar beni paramparça etmekten asla tereddüt etmediler. Adeta ruhumu öldürdüler ama direndim, ölmedim. Ruhumda sakladığım yaralarım var sadece. Yaralarımda iyileşsinler istemiyorum artık. Birazda yarlarım ayakta tutuyor sanki bendenizi. İstemesem ruhumu esir alan yaralarım olmazdı, çünkü ruhumda yara açacak olanlar yanımda bulunamazdı. Düştüler kaldırdım, ezildiler haykırdım, ağladılar gözyaşlarını sildim, gündüzümde acım gecemde sancım oldular ama düşürdüler, ezdiler, gözyaşlarım hiç kurumadı, varlığım umursanmadı bile. Belki de hayat böyle bir şeydir kim bilir! Şarkımı söylerken ve yazarken, Hz. Hüseyin misali, tüm insanlığın gözleri önünde tüm kötülüklere, insanlığa yönelmiş zulümlere matuf isyanımı belli edeyim ki, geriden gelenlerde kötülüklere boyun eğmesin istedim. Görmesem de, bilmesem de, duymasam da, belki sessizliğin kalbinden karanlığı yara yara toprağın derinliklerine iner ve hissederim yer altından, yerin üstünde yükselen isyan çığlıklarını ve aydınlanır karanlığım. Bilmiyorum, niye böyleyim ve neden böyle yapıyorum? Bu hayata hiçbir zaman anlam veremedim. İnsançocuklarının, kahir ekseriyetle, aklın ışığında yürüdüklerini hiç göremedim. Ölü ruhlar, zaten hissedemezler! Derin iç çekişleriyle, zorlu nefes alış verişleriyle küçük bir dünya inşa ettim kendime. Artık kapılarım hep açık kalamıyor, her gelen de açamıyor. Kimsenin mutluluğunu çalmadım şu fani hayatta. Kimsenin vebalini aldığımı da düşünmüyorum. Şarkılarımı da bu yüzden özgürce terennüm ediyorum. Şarkılar susar mı? Yürek susturulursa, belki şarkılar da susar. Çünkü kaynağı varoldukça, ırmak asla kurumaz!

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Geldik sona, son şarkımız. Belki de en son şarkımız… Her şarkı biter ve bazen unutulmayan, bazen de zehir gibi acı bir tat bırakır dudaklarda. Tıpkı hayat gibi! Ama susmaz şarkılar, susturulamaz, ta ki ruh bedeni terk edene dek. Bazı şarkılar yüreklerde yuva yapar, bazıları dillerde mırıldanmak bile istenmez. Bizim şarkımızın nasıl bir tat bıraktığını ve yüreklerde yuva mı yapmıştır yoksa dillerde mırıldanmak bile istenmez mi bilemiyorum. Umarım şarkımız yüreklerde makes bulmuştur ve hoş bir tat bırakmıştır. Yorulduk ve yorduk, hoşgörüle. Bir an iyi ki ölüm var diyorum, çünkü ölüm bazen bir umut çiçeği gibi, bazen de bir bahar yeli gibi insanlık toprağına hayat veriyor. Pisliği temizliyor, yüreğin yangınlarını söndürüyor, bedenin acılarını dindiriyor ve amansız hesap vaktini hatırlatıyor. Hesap vakti sözünü çok seviyorum, çünkü o gün gerçek adalet tecelli edecektir. Geçelim ve soralım! Bu dünya fani mi? İnsan fani mi? Mal, mülk, makam, servet, şöhret, kuvvet fani mi? Hissederek, samimiyetle, ciddiyetle, anlamış olarak, dürüstçe, namusluca ve tüm benliğimizle cevap vermemiz iktiza eder tüm insançocukları olarak. Öyle dil ucuyla değil. Her şeyin, kemiksiz dilde kalması kadar tiksindirici bir şey yok şu hayatta. Dilimizde her şey var ama iş gerçekten uygulamaya gelince aşağılık birer yaratık oluyoruz insançocukları olarak. Dilimizle ikrar ediyorsak, kalbimizle tasdik etmeli ve gövdemizi de ortaya koymalıyız. Faniyiz diyorsak, bakiymişiz gibi yaşayamayız. O zaman, insançocukları olarak hepimiz birer faniyiz diye sahtekârca, namussuzca laf üretip durmamalıyız. Söylediğimizin muktezası neyse ifa etmekten imtina etmemeliyiz yani haysiyetli olmalıyız. Bu dünyanın nimetleri geçici ise, ona göre davranmalıyız, hem geçici deyip hem de kalıcıymış gibi hareket edecek kadar alçaklaşmamalıyız. Bir dilde hem Allah hem yalan olamaz. Allah varsa yalan yoktur, yalan varsa o dilin Allah demesi yalandır. Dilimizle, yüreğimiz aynı şarkıyı terennüm etmeli ve adımlarımız da o şarkıyla insicamlı olmalı, dil, yürek ve adım işbirliğinde tenakuz olmamalı. Geçelim! Hayır, saydıklarımızın hepsi yani dünya, insan, mal, mülk, makam, servet, şöhret, kuvvet bakidir diyebilir miyiz? Fani yani, bu kesin. Zaten münhasıran insanın fani olması bile diğerlerinin anlamsız kalmasına yeter de artar bile, hepsini bir anda faniliğe mahkûm eder. Her biri birer birer gidecek, yok olacak, kaybolacak. Olacak yani bu, çare yok. Buyuralım varsa çaresi bulalım ve oldurmayalım! Buyuralım elimizden kaçırmayalım, kaçanı tutacak gücü varsa elimizin tabi. Ki, kendisinin düşmemesine güç yetiremeyecek olan bir şey, başka şeyleri düşürmemeye nasıl güç yetirsin? Düşünerek hissedelim, hissederek düşünelim. Bendeniz, haddimi ve hududumu bilerek, hissetmeyenin kesinlikle ve kesinlikle insan olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü insanı insan yapan şeyin hissetmek olduğuna mutlak ve kesin bir inançla inanıyorum artık. Zira zalimler bile hissetmeyenler değil midirler? Hissetselerdi, zalim olabilirler miydi? Hisseden bir insan, vallahi, billahi, tallahi zalim olamaz. Şerefim, namusum ve tüm kutsal değerlerim adına büyük yemin ediyorum ki, bir insan hissetmeyi gerçekten beceriyorsa, tüm yüreğiyle hissediyorsa asla ve kata zalim olamaz. Çünkü o, fani olduğunu bir an bile unutamaz, böylece de zalim olması muhal ender muhaldir. Zira faniliği idrak etmiş insanın yüreği merhametle dolup taşar. Çünkü o, dünyaya çok farklı bir gözle, kalple, akılla, vicdanla bakar. Merhametli olanın zalim olması ise, yer yarılsa, gök çökse kabil-i mümkün değildir. Dünyaya bağlanamaz, dünyaya bağlanıpta insanı harcayamaz hisseden yürek. Bir insan hissediyorsa, başka bir insanın gözüne, kaşına, etine, kemiğine, derisine bakamaz ve bunlara göre, o insana zulmedip zulmetmeyeceğine karar veremez. Hisseden yürek, merhamet ederek, affederek büyür, yücelir ve yükselir, nihayet kendisi affa mazhar olur. Eğer ki, insançocuğu hissediyorsa, ayrım yapmadan tüm insanlığa karşı merhametle dolup taşan bir yüreğe sahiptir. Hisseden yürek asla ve kata katı olamaz, taş gibi olamaz, illaki yumuşar o yürek, ipek gibi olur, sarar sarmalar ve yumuşatır katı yürekleri de. Onun vicdanı aktiftir, kalbi cilalıdır, aklı kalbiyle ve vicdanıyla mütenasip çalışmaktadır muhakkak. Çünkü zalimler, acımasızdırlar, vahşidirler, merhametsizdirler. Gerçek olan bir şey vardır ki; kalbi ve vicdanı olan hisseder ve merhamette kalpten, vicdandan neşet eder. Hiçbir acıyı düşündüğümüz için paylaşma gereği duymayabiliriz belki ama hissedersek kesinlikle paylaşmaktan kaçamayız. Tıpkı bunun gibi, bir insanın insan olmaklığını düşünürsek ona eziyet edebiliriz belki ama hissedersek, böyle bir şeyi asla ve kata yapamayız. Garip bir insançocuğu ya da yaşama sevinci gasp edilmiş bir insançocuğu yolda yürürken ardından bir izleyelim, izlerken düşünelim, düşünürken hissedelim, ruhumuzda ki hercümerci ve beynimizde ki kaosu duyumsayalım o anda, bunu bir defa deneyelim. Düşünceyle bir insanın hakkını yemekten belki kendimizi alamayız ama hissedersek böyle bir şeyi yapmamız dünya yıkılsa kabil-i mümkün değildir. Düşünmek sonsuz önemli kuşkusuz ama hissetmek çok daha önemli gibi geliyor bana. Çünkü bunu damalarımda akan kan gibi, ciğerlerime sızmış acı gibi hissediyorum. Bu yüzden de, şeksiz ve şüphesiz, dünyanın fani olduğunu hissetmemiz iktiza ettiğine inanıyorum insanca yaşayabilmek için. Belki dünyalıklara sahip olduğumuz, kendimizi sapasağlam hissettiğimiz, dünyaya iyice alıştığımız ve dünyadan kopmak zor geldiği için her biri bakiymiş gibi geliyor olabilir mezkûr nimetlerin ama bu bir nefis oyunudur, algı yanılmasıdır. Hülasa; her şey ama her şey fani yani! Ve bu fani olma halini içselleştirmemiz, yüreğimizin en dip derinliklerinde duyumsamamız iktiza ediyor, muktezasını ifa etmek için. Ne algımız değiştirebilir bu gerçeği, ne de nefsin oyunu yok edebilir. İnsanın sonu belli mi? Ölümü ayrı tutarsak hiçte belli değil, insan asla ne olacağını bilemez, bu yüzden de ne olduğuna güvenemez.  Sağlığa, mutluluğa, kuvvete güvenmek mümkün mü? Güvenen yanılır! Bu dünyada ki; şerefli, onurlu, namuslu yaşam, bu dünyanın kesinlikle ve kesinlikle, mutlak ve muhakkak olarak fani olduğunu bilmekle, anlamakla, çok daha mühimi hissetmekle mümkündür. Bunu yapanda insanca yaşar zaten. Ama gerçekten bilecez, anlayacaz, hissedecez.  Bilakis mümkün değildir ve böyle olduğu içindir ki; şerefsiz, onursuz, namussuz bir yaşam vardır dünyada. Bunu bilsek kul hakkı yemeyiz, maddeyi zerre miskal önemsemeyiz, tek bir insançocuğuna zulmetmeyiz ve teri, yaşı, kanı, emeği hiç etmeyiz. Biz kurumuşuz! Kalplerimiz, vicdanlarımız, kafalarımız kurumuş ve kendi dışımızda ki her şeye bakışımız sertleşmiş. Bu yüzden de merhamet edersek, merhamet edilecek hale düşeriz diye, iyilik gösterirsek kötülüğe mahkûm oluruz diye, paylaşırsak istemek zorunda kalırız diye, saygı gösterirsek saygısızlığa muhatap oluruz diye düşünür hale gelmişiz. Böylece de zamanla insanlıktan uzaklaşmış ve çıkıp gitmişiz. Yani bizler insan görünenleriz ama insan olamayanlarız. İnsan olmadan da yeni bir dünyayı asla ve kata inşa edemeyiz. Yeni bir dünya dille değil eylemle inşa edilir çünkü. Bir an önce insan olduğumuzu hatırlamalı, insansızlaşan dünyayı yeniden insancıl bir yer haline getirmeliyiz. Bu da ancak ve ancak, bu dünyanın fani olduğunu gerçekten idrak etmekten geçer. Gerçekten idrak etmekten yani dille söylemekten değil, dildekini eyleme dönüştürmekten geçer. Başka şarkılar söylemek ve yazmak umuduyla!

Tarih: 15.09.2018 Okunma: 743

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

İsmail Hakkı Cengiz

04.09.2017 - 09:26

Ah, yüreği yanık Kardeşim, yüreğimiz yanıyor. "Dua edin" diyorlar! Yani avutun kendinizi! Alıntıladığın gibi, şiddeti dua ile durduramayız, dünyayı değiştirecek olan dua değil eylemdir. İslam âleminin eylem yapacak hali var mı? Şu cihatçı olduğunu söyleyenler, İslam'ı cihat olarak görenler "eylem" nerede? Tabii ki eylemden kastımız terör değil! Terör terörü doğuruyor... Arakan katliamında o teröristlerin sorumluluğu yok mu acaba? Söz çok, yazacağım, inşallah! Selâmlar...

Özgür Deniz

04.09.2017 - 19:41

maalesef saygıdeğer Paşam. aslında sorun kendimizde Paşam. idealden yoksunuz, samimiyetten yoksunuz. dünyada insanlar ölüyor. biz içeride birbirimizi nasıl yeriz diye tezgah kuruyoruz. kimi alsak, kimi atsak, şunu nasıl sürsek, bunu nasıl yerleştirsek vs. eylem yapacak ne bilinç ne çap ne yetenek var. dualarımız bile samimiyetsiz sahte maalesef. elbette ki terör değil Paşam. ahlaklı isyan diye bir şey var. eylemin isyanın bile düzeyi vardır ama becerecek kitle nerede. böyle yüksek şeyleri düşünecek çap ve zeka nerede. aslında her şey çok basit ve kolay ama basit düşünmekten ucuz hesaplar yapmaktan kurtulamıyoruz. inşaallah saygıdeğer Paşam. en derin ve kalbi saygılarımla selamlarımla muhabbetle.

İsmail Hakkı Cengiz

04.09.2017 - 09:26

Ah, yüreği yanık Kardeşim, yüreğimiz yanıyor. "Dua edin" diyorlar! Yani avutun kendinizi! Alıntıladığın gibi, şiddeti dua ile durduramayız, dünyayı değiştirecek olan dua değil eylemdir. İslam âleminin eylem yapacak hali var mı? Şu cihatçı olduğunu söyleyenler, İslam'ı cihat olarak görenler "eylem" nerede? Tabii ki eylemden kastımız terör değil! Terör terörü doğuruyor... Arakan katliamında o teröristlerin sorumluluğu yok mu acaba? Söz çok, yazacağım, inşallah! Selâmlar...

Özgür Deniz

04.09.2017 - 19:41

maalesef saygıdeğer Paşam. aslında sorun kendimizde Paşam. idealden yoksunuz, samimiyetten yoksunuz. dünyada insanlar ölüyor. biz içeride birbirimizi nasıl yeriz diye tezgah kuruyoruz. kimi alsak, kimi atsak, şunu nasıl sürsek, bunu nasıl yerleştirsek vs. eylem yapacak ne bilinç ne çap ne yetenek var. dualarımız bile samimiyetsiz sahte maalesef. elbette ki terör değil Paşam. ahlaklı isyan diye bir şey var. eylemin isyanın bile düzeyi vardır ama becerecek kitle nerede. böyle yüksek şeyleri düşünecek çap ve zeka nerede. aslında her şey çok basit ve kolay ama basit düşünmekten ucuz hesaplar yapmaktan kurtulamıyoruz. inşaallah saygıdeğer Paşam. en derin ve kalbi saygılarımla selamlarımla muhabbetle.