AÇIK MEKTUP...33...

Özgür DENİZ - 10.09.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Bizi, prosedür illeti mahvetti, perişan etti, rezil etti, mezellete ve meskenete mahkum etti. Biz, prosedürlerle insançocuklarının zihinlerini ve kalplerini felç ettik, onların zihinsel ve duygusal üretimlerini yok ettik, hareket alanlarını daralttık, hissiyatlarını, hassasiyetlerini, algılamalarını, anlayışlarını öldürdük. Artık herkes aynı düşünüyordu, aynı şekilde duygulanıyordu, aynı şeyi yapıyordu. Nihayet birbirinden farkı olmayan, birbirinin kopyası olan insanlar ürettik yani insansız bir toplum yarattık. İnsançocuklarını soktuk bir sistemin içine, o sistemi de prosedürlerle çıkmaz sokağa dönüştürdük, saçma sapan prosedürleri de boca ettik insançocuklarının üzerine ve bir fasit daire içerisinde kıvrandırdık durduk. İnsançocukları önce hissiyatlarını, sonra düşüncelerini, en sonunda da anlayışlarını kaybettiler, adeta birer makinaya dönüştüler. Göz göre göre cahilleştirildiler. Artık herkes tornadan çıkmış gibiydi ve aynı kalıpta düşünüyor, hareket ediyordu. Kimse tesviye edilmiş beynine ve ruhuna uymayanı asla kabullenmiyordu. Kimse söyleneni anlamıyor, karşıdakinin ruh âlemini hissedemiyor ve kulaklarına yansıyan sesleri algılayamıyordu. Yani alenen kötürümleştirildik. Hiçbir kimse, istese de istemese de farklı düşünemez oldu. Herkes aynı bakar, aynı görür, aynı düşünür, aynı konuşur, aynı hareket eder oldu. Artık herkes prosedürlere tamı tamına, kayıtsız şartsız uymalıydı, uydumu her şey tamamdı. Böyle yapana hayat hakkı tanınıyor, aksi davranan ölüme razı olmak zorunda kalıyordu. Hiçbir kimse hiçbir şey düşünemiyor, hissedemiyor, algılayamıyor, anlayamıyordu, prosedürler yerine getirildi mi bizden iyisi yoktu. Ne insançocukları işlerini görebiliyorlardı, ne de sistem yürüyebiliyordu ama biz olması gerekeni yapıyorduk, en iyisini yapıyorduk, en doğrusunu yapıyorduk, çünkü prosedürlerin icabını ifa ediyorduk, sistem yürümüş yürümemiş kim takar, insan acı çekmiş çekmemiz kimin umurunda, üretim olmuş olmamış kimi ırgalar. Filhakika hiçbir şey yapmıyorduk, yerimizde sayıyorduk. Prosedürün muktezası icra edilmedi mi, her şey duruyordu. Böyle bir düzen içerisinde yaşaya yaşaya resmen öldük, bittik. Aynı şeyi tekrar eden papağanlara dönüştürüldük. Çünkü böyle bir hayata alışan insan artık başka bir hayatın mümkün olabileceğini düşünemedi, düşünenleri de düşünemez hale getirdi. Artık başka bir yol kabil değildi, başka bir düşünce hayaldi, farklı duygulanımlar irrasyoneldi. İnsançocukları gözlerini açtıklarında kendilerini prosedür yumağı içerisinde buluyorlardı ve hayatları boyunca o yumakla sarılıyorlardı, elbette böyle bir şeyin sonunda olacak belliydi; rutin hareketler, rutin davranışlar, rutin iletişimler yani canlı görünen ölü ruhlar. Prosedürden mürekkep olan sistem, insanı yok eden bir canavardı. İnsan, mütemadiyen öğütülüyordu. Şu söyle olabilir miydi? Hayır, asla öyle olamazdı, çünkü prosedüre tersti. Ama öyle olması daha uygun olandı, muteber olandı velakin uygun olanı, muteber olanı arayan kimdi? Prosedür işlesin, hayat yürüsündü, gerisi kimin umurundaydı. Bizim çarkımız dönüyor muydu, biz ona bakardık. Çarkımıza çomak sokamazdık kendi ellerimizle. Ve biz, ölü canlarız! Her şeyi de öldürüyoruz! Haddizatında beynimin damarlarında ki kıpraşan düşüncelerimi ve yüreğimin derinliklerinde duyumsadıklarımı dile getirebilsem durumu çok daha berrak izah edecem ama bunu becermek gerçekten mesele. İnsan hissediyor, beyninde bir söz dizimine dönüştürüyor hissettiklerini ama kahrolmasın bir türlü dilden dökülemiyor, nice şeyler içimizde kaybolup gidiyor bu yüzden. Ne demek istediğim anlaşılıyordur galiba ve herkes yaşıyordur bunu eminim. Hani boğazınıza kadar gelir bir şeyler ama bir türlü dile gelip kelimeye dönüşemez ve somutluk kazanamaz ya, işte o durum oluyor.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Biz insançocukları o kadar zavallıyız ki, zavallı olduğumuzun farkında olamayacak kadar zavallıyız. Çünkü zavallılığı kanıksamışız. Büyük olmak, soylu yaşamak ağır geliyor bize. Bizler, birbirini anlamak için dinlemeyen, bilgiyi çoğaltmak adına dinlemeyi beceremeyen, seviyeli bir şekilde fikir teatisi yapamayan, yargılamak için dinleyen ve dinlediklerini de kirli emellerine nasıl alet edebileceğini düşünerek dinleyen insanlarız. Binaenaleyh, farklı düşüneni zımnen susturan ve fikri üretimi boğan insanlarız. Bu yüzden de nice fikirleri doğmadan öldürüyoruz. Herkes birbirine benzesin istiyoruz nefsi olarak ama Allah’ın, herkesi farklı yarattığı bir âlem de herkes birbirine nasıl benzetilebilir diye düşünecek zekâdan yoksunuz. Aynı düşünen bir toplum, farklı konuşan bir toplum olamaz, dolayısıyla konuştuğu düşünülen ama suskun bir toplumdur o toplum. Ayrıca, herkesin aynı türküyü söylediği bir toplumda, söylenen bir türkü yoktur ama bunu fark eden insan da yoktur. Oysa insanları suskun bir toplum, ölü bir toplumdur. İnsanlarının üretimini tahdit eden bir devlet, zımnen tüketime yönlendiren ve kendi temellerini sarsan bir devlettir.  Kafamız bassa, yüreğimiz hissetse, farklılığın ne kadar da büyük bir zenginlik, ne bulunmaz bir hazine olduğunu idrak ederiz. İnsanların dillerinden dökülene değil, yüreklerinde ki niyetine bakarız. Çünkü mühim olan samimiyettir, serdedilen düşünce değil. Bir insan samimi olarak bir şeyler söylüyorsa ondan istifade edeceğimize, önyargı ile yaklaşıp kendi kendimize çıkarımlar yapıp yargılama yolunu tercih ediyoruz. Oysa karşıda ki fikirden belki de yararlanma imkânımız vardır ama o imkânı heba etme yolunu seçiyoruz, ondan istifade etme yolunu değil. Böylece de kendi kendimize ediyoruz ama ne ettiğimizin farkına varamadığımız için bir türlü doğru olanı yapamıyoruz. Hep kendi söylediğini kabullendirme sevdası taşıyan insanlarız. Oysa en adi insan, en cahil toplum, en akılsız devlet, farklı düşünen insanı anlamayan, anlamaya çalışmayan ve mal bulmuş mağribi gibi farklı düşünceye; ha işte yakaladım, bu benim gibi düşünmüyor deyip saldıran ve ona her türlü rezilliği yapan insan, toplum ve devlettir. Oysa ne kadar farklı fikir varsa, o kadar çözüm yolu ihtimali var demektir ama nasıl anlayacağız bunu? Elbette ki anlamadık, anlamıyoruz ve bu kafayla da asla anlayamayacağız. Napıyoruz? Farklı düşüneni gördük mü, bulduk mu, hemen nasıl yok edebiliriz, onda bizim işimize yarayacak bir şey varsa nasıl alabiliriz ve onu aşikâr edip zımnen nasıl tecziye edebiliriz ve bir daha kafasına göre düşünemeyecek hale getirebiliriz diye tezgâhlar tertip etmeye çalışıyoruz. Oysa böyle bir şey ne küçültücü ve tiksindirici bir şeydir ama algılayabilmek lazım bunu. Algılayabilmek için de zekâ lazım. Bizim gibi düşünmeyenleri, duygulanmayanları, hissetmeyenleri dinleyebilmeli, anlayabilmeliyiz. Belki, bir nokta kadar da olsa doğru barındırıyordur ve o nokta kadar doğru toplum için büyük bir kazanca sebep olabilir diye düşünmüyoruz. Çünkü benciliz, diğerkâm değiliz. Çark ammeye doğru nasıl döner diye değil, çarkı kendimiz için nasıl döndürebiliriz diye düşünüyoruz. Farklı bakan, gören, düşünen, hisseden birini gördük mü, zımnen onu yok etme yoluna gidiyoruz. Onu toplum hayrına nasıl yönlendirebiliriz diye düşünmüyoruz. Yani çok küçüğüz çok, büyümemiz lazım ama nasıl? Ne kadar müptezelce bir tavır değil mi Allah, Muhammed, Kur’an ve İnsanlık aşkına? Ne yani, farklı düşünen insanı tecziye edince elimize ne geçer? Neyi kazanmış oluruz? Yoksa kaybederiz mi? Kaybederiz, kaybederiz de, kaybettiğimizi neyle ve nasıl anlayacağız? Farklılığı koruduğumuz müddetçe kazanır, farklılığı azalttığımız müddetçe de tedricen tükenir gideriz. Bir insan farklı düşünüyor olabilir ama belki de bir toplumu çıkmazlardan kurtaracak bir düşünce tohumunu taşıyordur, nereden, nasıl anlayacağız, bileceğiz bunu düşünceyi kanatlandırmazsak? Öyleyse düşünene saygı, düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet! Çünkü bu hürriyet, bir halkın hürriyetine açılan kapı olabilir. Zira herkes aynı düşünemez, herkes aynı bakamaz ve göremez, herkes aynı hissedemez. Bu yüzden de düşünceleri tanımalı, tahlil etmeli ve tefrik edip kullanılabilir kılmalıyız, aksi şekilde davranmamalıyız. Hayır, bir insanı düşüncesinden dolayı tecziye etsek ne kazanırız, elimize ne geçer ya da neyi kaybederiz? Biz önce samimiyete, samimi niyete bakmak zorundayız. Filhakika mevzu daha da müşahhaslaştırılabilir ama bir önce ki yazıda söylediğim gibi kabil olmuyor. En derin düşünceler içimizde, bir yerlerde tıkanıp kalıyor, dile getirmeye çalıştıkça belirsizleşiyorlar ve yok olup gidiyorlar. Yoksa bu mevzu da çok derin bir mevzu haddizatında, hissiyat boyutunda.

Tarih: 10.09.2018 Okunma: 701

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?