AÇIK MEKTUP...20...

Özgür DENİZ - 24.07.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Biz, millet ve ülke olarak hatta devlet olarak dünya konjonktürüne göre niçin terakki kaydedemiyoruz, mütemadiyen yerimizde sayıyoruz, mutluluğa ulaşamıyoruz, bitevi iç çekişmelerle birbirimizi yiyip bitiriyoruz ve enerjimizi berhava ediyoruz biliyor musunuz? Çünkü bizim topraklarımızda fikir yok, fikri temelde düşünmek, yaşamak yok, fikir teatisi diye bir şey hiç yok, birbirini anlamak ise dinlemeyi önkoşul kılar, böyle olunca da sormanın ve sorgulamanın olması zaten muhal ender muhal olur ve bu sebeple o da yok. Böyle kutsal eylemler ortaya koyanlar zaten kapkara günlerde kayboldular gittiler, tek tek kara toprağa düştüler, düşürüldüler, geriye kalanlarsa birkaç asalak oldu ve onların ne yaptıkları, bugüne kadar ne ürettikleri ve ülkeye hangi katkıyı sundukları da malum. Toplumu ipe sapa gelmez kısır çekişmelerin ve tartışmaların dehlizlerinde mahvettiler. Bu yüzden de yaptığımız şeylerin felsefesi yok, felsefemiz olmayınca da anlamlı bir söylem ve eylem üretme ve ortaya kalıcı bir eser koyma diye bir şey yok. Kısır çekişmelerle, küçük olsun benim olsun telakkileriyle, çıkarlarımızı nasıl elde ederiz ve elde ettiklerimizi nasıl koruruz hesaplarıyla zamanımızı katlediyoruz ve bir şey yaptığımızı sanıyoruz, nihayet; elde var sıfır. Kaliteli bir hayat yaşayamıyoruz bu yüzden. Ne bu toplum aydınlanmaktan hazzediyor ne de bu toplumu aydınlatması gerekenler vazifelerini bihakkın ifa ediyorlar. Aydınlanmak toplumun umurunda bile değil; aydınlatmakta, aydınlatması gerekenlerin işlerine gelmiyor, çünkü aydınlatmak gibi bir ödevi olanlar durumdan memnun, zira toplumun cehaletinden kazanıyorlar. Keza, fikre tahammülsüz bir toplumuz. Herkes birbirinin fikrini öldürmekle iştigal ediyor ve nasıl yaparım da, şu kişinin fikrini izah etmesini engellerim diye hayaller kuruyor, sanki çok büyük bir iş yapıyormuşuz gibi. Oysa birbirimizin fikirlerini anlamamız, tezler ve antitezler üretebilmemiz ve oradan sentezlere ulaşabilmemiz gerekir. Böylece büyük beyinler çıkarmanın yolunu açmış oluruz ama bunun ne demek olduğunu kavrayacak kafa nerede? Böyle bir kutsal uğraşımız olması iktiza eder ama ne mümkün. Haddizatında bu durum vahşi emperyalizmin bizim üzerimizde ki ve bizim gibi toplumların üzerlerinde ki bir tezgâhı ama suç emperyalizmin değil, tezgâha gelen bizlerin. Zira düşman her zaman tezgâh kuracaktır, mühim olan kafayı çalıştırıp tezgâha gelmemek, bilakis tezgâhı parçalamaktır. Öyle ya, şeytan tuzak kuracaktır, bu onun varoluş kaynağıdır, öyle olmasaydı şeytan olmazdı ama insan da uyanık bulunacaktır her daim ve tuzağa düşmeyecektir. Şeytan, insanı tuzağa çektiğinde ve düşürdüğünde, suç şeytanın mıdır yoksa insanın mı? İnsan tuzağa düşerse ve günaha batarsa, beni tuzağa şeytan düşürdü deyip kurtulabilir mi? Ama bunu kavrayacak zekâ var mıdır? Zihinsel faaliyeti dumura uğramış bir insanın ya da toplumun kendisi üzerinde kurgulanan oyunları fark etmesi ve bozması nasıl kabil olabilir? Bu yüzden de kolay kolay büyük beyinler çıkaramıyoruz. Çıkacak olsa da çıkmadan boğuyoruz. Bir yol tutturmuşuz öylece gidiyoruz, nasıl gittiğimiz, nereye gittiğimiz ve niçin gittiğimiz umurumuzda bile değil. Bu yüzden yaşamlarımız da çok sığ ve her daim ıskalıyoruz yaşamak boyutunu. Zaten oturup fikri temellerde müzakere bile yapamıyoruz. Yapacak düzeyde olsakta yapamıyoruz. Herkes kendi inandığı fikri temeli sorgulamaktan, o fikri temelin muhtevasını tahkik edip samimice öğrenmekten korkuyor. Fikir dünyamızda aşırı derecede bir bayağılık var. Ne İslamcımız İslam’ı doğru düzgün biliyor ve ne de bilmek istiyor. Ne Marksistimiz Materyalizmi doğru düzgün biliyor ve ne de bilmek istiyor. Ne de Milliyetçimiz Milliyetçiliği doğru düzgün biliyor ve bilmek istiyor. Binaenaleyh, toplumun da bilmesini istemiyorlar. Çünkü öyle bir çark kurulmuş ki, o çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döndürüyorlar. Eğer kafalar aydınlık olursa, çarkın dişlilerinin tek tek kırılacağından ve vahşi düzenin yerle yeksan olacağından ve çıkar hesaplarının bozulacağından korkuluyor. Ama behemehâl fikre dönmemiz, fikre tahammül etmemiz, fikri temelde bir yol açmamız, yönümüzü bulmamız ve büyük beyinler yetiştirmek adına elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekiyor. Bilakis, terakki dünyası olan dünyanın bizim için tedenni dünyası olmasının önüne geçmemiz ve hak ettiğimiz yerimizi almamız kabil-i mümkün olmayacaktır. Tabi seçim, karar ve kader bizimdir! Ya kaderimizi kendi irademizle çizeceğiz ya da bize çizilen kaderin iradesiz robotları olacağız, ya olacağız ya öleceğiz, üçüncü bir opsiyon yoktur.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Şöyle düşünelim, bu ülkede kim kime fikri temellerde karşılık vermektedir, kim kimin fikrini anlamaya çalışıp anladığına göre nesnel temellerde yanlışlamaya ya da doğrulamaya çalışmaktadır ve ulaştığı çıkarımlardan istifade etmeyi düşünmektedir? Böyle yapan var mıdır, gerçekten bilmiyorum ama olduğunu da sanmıyorum. Zira görünen köy kılavuza ihtiyaç duymaz. Bizim ülkemiz de olan şudur; bir fikir başkalarına göre din dışıdır, diğer bir fikir yine başkalarına göre gericidir yahut bir fikir çıkarlara hizmet etmekte, diğer bir fikir ise çıkarlara darbe vurmaktadır. Binaenaleyh, fikirlere bu kıstaslara göre ya değer verilip ya da değer verilmemektedir ve fikirler daha doğmadan, güneş yüzü görmeden boğulmaktadır. Bu da bizi karanlığın dibine gömmektedir. Bizim işimiz gücümüz önyargı ile yaklaşıp ortaya konulan fikirleri boğmaktır, fikirleri anlayıp, olumlu ve olumsuz taraflarını ayıklayıp, kullanılabilir olup olmadığına bakıp faydalanmak değildir. Oysa bir gerçek vardır ki, hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve münhasıran göründüğü yüzüyle algılanıp, anlaşılamaz. Zaten böyle bir şey olsaydı ne bilim olurdu ne de ilim. Dünyanın görünen yüzüne mukabil bir de görünmeyen karanlık yüzü vardır ve bizler görünen yüzden yola çıkarak görünmeyen yüzü keşfetme yoluna gideriz. Böylece de bilim ve ilim tezahür eder. Bu da terakkinin biricik yoludur; hem mana âleminde hem de madde âleminde. Bizler bilgiye, bilime ve ilme, zihinsel süreçlerden geçerek ulaşırız. Ama o süreçleri aktive edecek ve o sürece dâhil olacak irade nerededir? Daha sorunlarımızı tespit edip, sorunlara müşahhas çözüm önerileri sunmaktan aciz bir toplumuz. Çünkü çözüm önerilerimizi şeffaf bir şekilde dile getirmekten imtina ediyoruz. Zira tahammül edemiyoruz. Bana uygun mu, değil mi diye bakıyoruz. İşte bu kadar bayağı ve sığ bir zihne sahibiz. Zira fikir fikirdir ve dinlenilip, anlaşılmak ve nesnel kıstaslara göre makulse sorunların çözümünde kullanılmak içindir. Velakin bizim, sorunlarımızı çözmek gibi bir derdimiz var mıdır? İşte asıl mesele budur. Zira sorunlarımızı gerçekten çözmek gibi bir mesuliyetimiz olduğunu hissetseydik, çok farklı bir boyutta olurduk.  Ama bizler mütemadiyen sorunlar üretmeyle iştigal ettik ve o sorunlarımızı nasıl olurda çözümsüz bırakabiliriz diye düşündük. Ve sorunlardan yola çıkarak bitevi bir birimizi yedik, tükettik. Bir arpa boyu yol alamadık bu yüzden. Hiçbir şey de ortaya koyamadık, ki koyamazdıkta zaten. Çünkü enerjisini fikir üretmeye, üretilen fikirleri müzakere etmeye ve ortaya çıkan sonuçlardan toplum yararına faydalanmaya değil de, birbirini yemeye konumlandırmış bir toplumun ne gideceği bir yer, ne ortaya koyacağı bir eser ve ne de çıkaracağı büyük bir beyin vardır. O toplum, büyük medeniyetlerin banisi olmaya, kadim kültür ve değer üretmeye ve tarih yapmaya layık bir toplum olamaz.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Şimdi diyorum ki, bu toplumun bu halde olmasında, ilk taşı atamaya cüret edecek kim vardır? Nietzsche’den ve Schopenhauer’den bir fikir iktibas edersiniz dinsiz misin derler, Mevdudi’den bir fikir iktibas edersiniz dinci misin derler, Atsız’dan bir fikir iktibas edersiniz Faşist misin derler, Proudhon’dan bir fikir iktibas edersiniz Anarşist misin derler, Karl Marks’tan bir fikir iktibas edersiniz Marksist misin derler. Ama iktibas ettiğiniz fikirler üzerinde düşünmeyi ve o fikirleri anlamayı ve şayet bu fikirlerin bireysel ve toplumsal sorunları çözmede faydalanılabilecek tarafları varsa faydalanmayı asla düşünmezler. Ne Nietzsche’yi ve Schopenhauer’u bilirler, ne Mevdudi’yi anlarlar, ne Atsız’ı tanırlar, ne Proudhon’u bilirler, ne de Karl Marks’ı anlarlar. Peki, bu toplumu kim bu hale getirdi? Suçsuz olan buyursun önden gitsin ve ilk taşı fırlatsın. Kim bu toplumun özgürce düşünmesinin önüne barikatlar koyarak bu toplumu fikri banallığa, bayağılığa, sığlığa ve oradan da kupkuru bir yaşama itti? Sonra da Cemil Meriç’ten bahseder ve okunmasını teşvik ederiz güya. Oysa o insan ki, düşüncenin önünde ki tüm barikatların, duvarların yıkılıp, yok edilmesini isterdi. Kim bu toplumun fertlerini, birbiriyle konuşmaktan korkar hale getirdi? Böyle olunca da toplumun fertlerini fikirden uzaklaştırıp, dünya hayatının kölelerine ve kulların kullarına döndürdü ve insanları birer küçük insan derekesine düşürdü? Düşmanını bile tanıyamaz ve önüne gelene kanıp aldanır hale getirdi onları, kim yaptı gerçekten tüm bunları? Sonra da insanlar niçin önüne gelene kanıyorlar, aldanıyorlar diye insanları itham edip, tecziye etmeye tevessül ederiz. Ne büyük riyakârlık ve utanç verici bir durum değil midir bu? Gerçekten kim böyle bir felaketin eşiğine sürükledi bu toplumu? Oysa insanları dinlemeyi, anlamayı başarabilirdik. Düşünceye sonsuz hürriyet tanıyabilirdik. Çünkü yükselmenin, yücelmenin ve ilerlemenin yegâne yolu düşünmekten geçerdi. Büyük insanlar olabilmek için, düşünmekten başka çere yoktu. Fikirlerimizi anlayacağımıza, basit ve ahmakça çıkarımlarla birbirimizi yemekten bıkıp usanmadık. Misal; İslam’ı tanıyıp anlayacağımıza ve toplumsal sorunlarda nasıl kullanacağımıza odaklanacağımıza Kur’an’ı Peygamberin yazıp yazmadığı gibi salaklıklara takılıp kaldık ya da Karl Marks’ın ortaya koyduğu fikirleri anlayıp toplumsal sorunların çözümünde kullanılabilir olup olmadığı üzerinde düşüneceğimize dinsizliğini öne atıp fikirlerini tanıma, sorgulama ve anlama yolunu kapattık. Böylece insanları korkutma yoluna gittik ve fikirlerden uzaklaşmalarının önünü açtık. İyi mi ettik gerçekten? İnsanları ahmakça itham edip, önyargıyla karalamak yerine niçin dinleme ve anlama yolunu denemedik hiç? Hiç düşünüyor muyuz, biz ne yaptık? Biz, ne ettiysek, vallahi, billahi, tallahi kendi ellerimizle ettik ve kendi kendimize kıyan yine kendimiz olduk maateessüf. Peki, bunu anlayabildik mi, anlayabilir miyiz?

 

Sayın Cumhurbaşkanım! İşte malum durumlardan dolayı, hiçbir kimsenin ama hiçbir kimsenin, hiçbir kimseye ama hiçbir kimseye, aklını kiraya vermemesini, aklını herkesin münhasıran kendisinin kullanmasını ve bu toplumun her bir ferdinin behemehâl fasılasız düşün sürecine tabi olmasını sonsuzcasına önemsiyorum. Zira bizi aydınlığın şahikasına eriştirecek olan şey, aklımızı kendimizin kullanmamıza cüret etmemizdir. Birbirimizi dinlemenin, anlamanın, tanımanın ve birbirimize müsamahakâr ve saygılı olabilmemizin yolu da buradan geçer. Önyargılarımızı parçalayıp birlikte çalışabilmemizin, kaynaşabilmemizin, üretebilmemizin, tüketebilmemizin ve hep beraber ağız dolusu gülebilmemizin alt yapısı olacak olan da budur. Yaşamak sevincini yüreklerimizin dip derinliklerinde duyumsayabilmemiz bile böyle davranmamıza merbuttur. Bilakis, ebedi karanlığın kör, sağır, dilsiz ve ahmak tutsakları olmaktan asla kurtulamayız. Dar kafalı, sekter, bayağı zevk sahibi, ucuz hazların tutsağı, hedonizmin köpeği olmuş kompradorların ucuz köleleri olmaktan azade olamayız. Geçelim! İnsançocukları olarak, fikri anlamda çok banal, bayağı, sığ olunca hiçbir meseleyi de doğru düzgün konuşamıyorsunuz. Hatta serdedilen fikirleri idrak edemiyorsunuz. Çünkü anlaşılmıyorsunuz. Hemen önyargı ile karalanma yoluna gidiliyor, zira en kolay ve ucuz yol bu. Bu yüzden de bir olay üzerinde kolayca fikir serdedemiyorsunuz. İnsançocukları olarak, bir olayı etraflıca ele alıp, tüm boyutlarıyla tetkik edemiyor, sorular soramıyor, sorgulayamıyor ve o olay üzerinde şüpheleriniz varsa dile getiremiyorsunuz. Medya maymunlarının manipülasyonlarına aldanıyor ve uyutuluyorsunuz. Sadır olan olaylara temel teşkil eden olguları idrakten zaten aciz kalıyoruz, orası kesin. Hatta o olay size kurulmuş bir kumpasta olabilir ve ortaya konulacak fikir sizin yararınıza olabilir ama fikri darlık içinde olduğunuz için faydanıza olacak bir şeyi bile anlayamıyor ve dile getirilmesinin önüne set çekiyorsunuz. Bu da insanları adeta boğuyor ve bu meyanda, olan o olaydan nahak yere acı çekenlere oluyor. Oysa şeffaf ve açık şekilde konuşulsa, belki de tüm karanlık noktalar ayan olacak, tüm düğümler çözülecek ve mesele hallolacak ama olmuyor bir türlü, nedense. Mesela; dünya münhasıran zenginlere mi aittir ve garipler zenginlerin köleleri olmak için mi doğmuşlardır diye sormaz ve sorgulamaz kimse. Ya korkar ya aklı yetmez buna ya da umursamaz. Tabi böyle bir şey, dünyaya egemen olanların işlerine gelir, gelmektedir, bu yüzden de bu tür soruları sordurtmamak ve olayı sorgulatmamak, şüpheleri uyandırmamak için insanları uyutacak ve uyuşturacak maddeler, oyuncaklar üretirler. Ama bizler inadına tam tersini yapmalıyız, yapabilecek iradeyi ortaya koymalıyız. Bizler fikirlerin özünü konuşacağımıza, hayata yansımalarına odaklanıyor ve birbirimizi yiyoruz mütemadiyen. Böyle olunca da çözülen hiçbir sorun olmuyor.  Sorunlar yumağı içerisinde yok olup gidiyoruz. Artık uyanmalı, gerçekleri görmeli ve sorunları çözme irademizi ortaya koymalıyız. Olayların diğer yüzüne bakmayı da ihmal etmemeliyiz. Çünkü görünen yüzü, zaten görmemizi istedikleri yüzüdür ve görsekte bir şey değişmeyecektir ama biz gösterilmek istenmeyen yüzünü görmeye çalışmalıyız ve nasıl uyutulduğumuzu görüp uyanmalıyız.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Niye kendi aklımı kendim kullanırım ve herkesin de kendi akıllarını kendilerinin kullanmalarını özellikle isterim? Ki, bunu gerçekten sonsuzcasına isterim. Çünkü hiçbir kimse ne bendenizden ne de diğer kimselerden daha akıllıdır, belki de akılsızdır, nereden bilecez ki? Ve, ya akılsızsa, o zaman niçin akılsız birinin, bendeniz adına karar vermesini onaylayayım ve kendi ellerimle kendime kötülük edeyim? Ha bu meyanda elbette şunu da söylemeliyim; nesnel temellerde ortaya konmuş bir şey varsa, tüm teferruatlarıyla tahkik, tetkik, tahlil edilmişse, o şeye matuf tüm sorular sorulmuş, gerekli sorgulamalar yapılmışsa, o şey üzerinde analitik ve senkronik bazda düşünülmüşse, şüpheye mahal bırakacak tek bir yön kalmamışsa ve o şeyin özü sarahaten ortaya konulmuşsa o şeye inanmak ve o şeyi ortaya koyana eyvallah etmekte adamlığın ve fikrin namusuna sadık kalmanın muktezasıdır. Artık orası aklın bir olduğu yerdir ve akılların birleşmesi iktiza eder. Zira herkesin her dediğine inanılmayacak diye bir şey yoktur, yeter ki sorgulamamızı bihakkın yapalım. Aklımızı kendimiz kullandık diye, başkasının apaçık şekilde ortaya koyduğu hakikate hayır, kendi yanlışlarımıza evet diyecek halimiz yoktur, böyle bir şey tahayyül bile edilemez. Ki, böyle bir şey de tersten yine aklını kullanmamak olur. Bendeniz septik birisiyim ve hiçbir şeye hemen inanmam ve hiçbir şeyin görünen yüzüne de öyle hemencecik aldanmam. İlla ki arka planına bakarım ve gösterilen yüzünün niçin bana gösterildiğini ve niçin gösterildiği haliyle gösterildiğini düşünürüm. O şekilde gösterilmesinin sebeplerini en ince detayına kadar sorgularım. Zira ayrıldığım vakit bir daha asla ve kata dönmeyeceğim bir dünyadayım ve bana armağan edilmiş bir ömrün yaşayıcısıyım. Öyleyse ömrümü, niçin birilerinin manipülasyonlarına kurban edeyim ve böylece yaşamak sevincimi heder edeyim? Bunu yapmam, yapamam, yaparsam kendime ihanet etmiş olurum, armağan edilen ömrümü boşa geçirmiş sayılırım. Hiçbir kimse, bendenizi, kendi aklına tabi olmadığı, her söylediğine inanmadığım için suçlayamaz, böyle bir şey yapmaya hakkı da yoktur. Herkesin aklına saygı duyarım ama aklıma da saygı duyulmasını isterim. Tüm kötülükler, kendi akıllarını kiraya verip, kendi kendilerine ihanet edenler yüzünden gelmektedir. Öyleyse kötülükleri kendi ellerimle davet edemem ve kiraya verilen akılların yol açtığı günahlara ortaklık edemem. Bu vebali alamam. Eğer insançocukları kendilerine inanılmasını istiyorlarsa ve bekliyorlarsa, o zaman her şeyi şeffaf yapmak ve günaha bulanmamak zorundadırlar. Her söylemlerini ve eylemlerini şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymalıdırlar. Kalbimde şüphe duyduğum ve aklımın asla ve kata almadığı ve bir türlü ikna olmadığım bir şeye nasıl inanayım? İnsançocuklarının, akıllarını kendilerinin kullanmalarının, kendileri için nasıl yüce bir eylem olduğunu idrak etmeleri bendenizce ferdi bazda tahakkuk ettirilen en yüce zihinsel devrimdir.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Bizler, fikri bağlamda hiçbir zaman yerli olamadık, kendi topraklarımızdan doğamadık ve kendi topraklarımızı tanıyamadık, bu yüzden de buradan neşet eden sorunları hep başka yerlerde doğmuş fikirlerle çözmeye tevessül ettik. Kendi topraklarımızın ve insanlarımızın özgünlüğüne istinat ederek hiçbir fikri yeniden üretmeye çalışmadık. Faklı fikirlerde her daim ahmakça anakronizme saplanıp kaldık. Keza, herkesin kendi dini oldu bu topraklarda ve gerçek dinden korkuldu bu topraklarda. Dindarım diyenler bile korktular gerçek dinden. Din gönüllerden çıkıp gitti ve münhasıran dillerde kaldı, böylece hiçbir sorunu çözmede merhem olamadı. Çünkü gerçek dinin dünyamızı berbat edeceğinden korktuk daima. Zira öyle bir dünyalık elde etmiştik ki, o elimizden uçup gittiği vakit bir hiç olacaktık. Çünkü bizler kendimiz olmaktan çıkmış, malımız, mülkümüz, şöhretimiz, masamız, kasamız, nisamız olmuştuk ve bunlar yoksa biz diye bir şeyde yoktu, öyleyse gerçek dine tabi olup bu riski alamazdık ve almadıkta. Nihayet, inandığımız gibi yaşayamazdık, yaşadığımız gibi inanmak ve gönüllerimizi de buna inandırmak zorundaydık. Öyle de oldu. Artık dini yaşama ve yaşatma gibi bir iddiamız kalmamıştı, dinden kazanmak gibi bir yol bulmuş ve o yolu sonuna kadar açmıştık. Aksini iddia edecek varsa işte meydan hodri meydan. Bu topraklarda dinin özünden yola çıkarak sorunları çözme yoluna gidilmedi hiçbir zaman, üretilmiş dinle ve dinden neşet etmiş ideolojik kurgularla çözme yoluna gidildi sorunlar daima. Farklı bir fikri bu topraklarla bütünleştirme, bu toprakların çocuklarının sesi, soluğu olabilecek hale getirme çabasında da olamadık. Çünkü bir tarafa göre din dışı olan her şey lanetlikti ve yok edilmeliydi, diğer tarafa göre dini olan her şey lanetlikti ve yok edilmeliydi. Bu sebeple fikri temelde müzakere etmenin yolu bile kapandı ve herkes kopkoyu bir karanlığın içine gömüldü, böylece münhasıran düşmanlık üretildi bu topraklarda, kardeşçe nasıl yaşayabiliriz diye hiç sorulmadı, sorulsa da cevap aranmadı, cevap bulunsa da düşmanlık rant getirdiği için söylenmedi. Herkes bildiği, inandığı gibi davrandı. Yanlış biliyor ve inanıyor olabilir miyim acaba diye bir kez bile sormadı hiçbir kimse. İnsanlarımıza bilmedikleri şeyleri, olguları, anlayamadıkları olayları, anlayabilecekleri, kavrayabilecekleri dilden anlatmayı beceremedik. Her taraf yüksek perdeden konuştu, atıp tuttu, münhasıran bir şey söylemiş olmak için konuştu çünkü, bir sorunu çözmek için değil. Kardeş olmak için değil, düşman olmak ve düşmanlığı fırsata çevirip oradan büyük vurgunlar vurmak için söylendi, konuşuldu. Bu yüzden ne anlatıcılar toplumu çözümleyebildi ne de toplum anlatıcıları anlayabildi. Bu paradoks içerisinde tükenip gittik, birbirimizi yemekten başka hiçbir şey yapmadık. Bir şey yapmak için cebelleşiyormuş gibi göründük ama yaptığımız hiçbir şey yoktu, kendi kendimizi aldattık ama kendimiz bile aldandığımıza inanmadık, sahiciymişiz gibi hissettik yani tam bir ahmaklık içindeydik. Ne aydınlanabildik ne de aydınlatabildik, ikisini de beceremedik gitti ve bu gidişle becerebilmemizin imkânı da yok. Her daim yönlendirmeye açık bir toplum olduk ve zımnen de yönlendirildik zaten. Çünkü fikir yok bu topraklarda. Fikir olmayınca konuşabilme yok bu topraklarda, konuşamayınca anlaşabilme yok bu topraklarda. Fikri öldürmüş ve gömmüşüz. Kendi değerlerimize yaslanıyormuş gibi görünse de, başkalarının ürettikleri fikirleri kendimizin kılıp, sanki bize aitmiş gibi hissederek öylece toplum tarlasına serpiştirdik. Söylesinler lütfen, mevcut Milliyetçilik algılayışımız ve anlayışımız mı bu topraklardan neşet etmiştir? Mevcut Solculuk algılayışımız ve anlayışımız mı bu topraklardan neşet etmiştir? Mevcut İslamcılık algılayışımız ve anlayışımız mı bu topraklardan neşet etmiştir ya da bu fikirlerin hangisini gerçekten bu toprakların ruhuna ve insanlarımızın özgünlüğe uygun kurgulayabildik ve sorunlarımızın çözümünde kullanışlı hale getirebildik? Kendi topraklarımızı tanımış olarak ve dışarıdan geleceklere hazır olarak bulunmuş olaydık, fikir dışarıdan gelse de fark etmezdi, çendan kendi topraklarımıza, toplumsal yapımıza uydurabilirdik ama biz motomot monte etme yoluna gittik, böylece de toplumda ki iç kavgaların ama boş kavgaların ardı arkası kesilmedi. Elimize ne geçti? Uçsuz bucaksız bir boşluktayız maalesef. O kadar sığ, bayağı ve basit fikri temellerle hareket ettik ki, hiçbir şeyi doğru düzgün adlandıramadık, anlamlandıramadık. Şöyle düşündük mesela; din gericiliktir, dinden arınmışlık ilericiliktir ya da her şey dindir, dinden arınmış her şeyi lanetlemeli ve yok etmeliyiz. Böyle düşünürken bile, haddizatında düşündüğümüz şeyin bile farkında değildik, ne olduğunu ve ne söylediğimizi bilmiyorduk. Münhasıran sırdan insanların bakış ve görüş açılarıyla olaylara bakıyor, olayları okuyor ve yorumluyorduk. Çünkü özgün bir fikrimiz, bakışımız, görüşümüz, duyuşumuz, hissedişimiz yoktu. Bu fanus içerisinde sıkışıp kaldık, ne çıkabildik ne de çıkmamıza müsaade edildi. Ve bu sığ bakışlardan neşet eden sorunlar yumağı içerisinde kıvrandık kaldık, enerjimizi tükettik ama çözebildiğimiz hiçbir şeyde olmadı. Sığ bakarsak görünende donar kalır ve sorunları müşahhaslaştıramaz ve sorunlara müşahhas çözümler sunamazdık. Ama derinden bakarsak hem sorunları fark eder ve müşahhas olarak ortaya koyar hem de müşahhas çözüm önerileri sunabilirdik ama olmadı, oldurulmadı. Bu yolda çok acılar yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz, böyle gidersek daha çok acılar yaşama mahkûmuz maalesef. Bir an önce kendimize gelmeli, gerçekleri görmeli, sorunları algılayıp anlamalı ve nesnel temellerde sahici yöntemlerle çözüme kavuşturmalıyız. Çendan oturup, fikri temellerde konuşabilmeyi ve birbirimizi dinlemeyi becerebilmeliyiz. Bizler yanmış olsakta, gelecek nesillerimizi yakmamalıyız, onlara kötü miraslar bırakmamalı, onları da karanlığa mahkûm etmemeliyiz, onlara düşmanlığı değil kardeşliği miras bırakmalıyız. Onlara zevki, hazzı, oyunu değil, kitabı miras bırakmalıyız. Onlara nefreti değil sevgiyi miras bırakmalıyız. Onlara biriktirmeyi değil paylaşmayı ve paylaşarak çoğalmayı miras bırakmalıyız. Onlara kirlenmiş suyu, havayı toprağı değil, tertemiz bir dünyayı miras bırakmalıyız. Onlara bilinçten mahrum kör bir inanışı değil, sorarak, sorgulayarak ve anlayarak inanışı miras bırakmalıyız. Onlara eğilerek, sürünerek yaşamayı değil, insanca ve onurluca yaşamayı miras bırakmalıyız. Onlara kör bir itaati değil, bilinçli ve ahlaklı bir isyanı miras bırakmalıyız. Onlara cehaleti değil bilimi, ilimi miras bırakmalıyız. Onlara kör kavgaları değil, yaşamak sevinçlerini tadabilecekleri bir yaşamı miras bırakmalıyız.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Bu dünya garip bir yer olmuş. Algılanamayan, anlaşılamayan bir yaratığa dönüşmüş tüm varlıklar. İnsanlar acayipleşmiş. Her şey asli mahiyetine yabancılaşmış bu dünyada, insan dâhil. Ama kimse bunun farkında değil. Çünkü herkesin gözü, kulağı, dili, beyni, kalbi dünya ile örtülmüş ve kötürümleştirilmiş.  Binaenaleyh, her şeyi özüne döndürmek, aslına irca etmek icap ediyor. Bu dünyada her şey alt üst olmuş, her şey birbirine girmiş, tüm olgular tahrif ve tahrip edilmiş, hiçbir şeyin gerçek mahiyeti bilinmiyor ve hiçbir şey gerçek mahiyetine göre yaşanmıyor. Her şey zamanda donmuş, dondurulmuş. Ve bu durum birilerinin işine geldiği için ses çıkarılmıyor. İnsanlar uyuşturulmuş, uyutulmuş. Uyandırılmak istenmiyor, uyanmakta istemiyorlar. Yanlış doğru olmuş, doğru da yanlış olmuş burada. Her şey tersyüz edilmiş ve bu tersyüz edilmiş şeyleri yeniden tersyüz etmek iktiza ediyor. Bu yüzden doğruyu anlamak imkânsızlaşmış. Herkes ama herkes kandırılıyor. İllüzyonistler çoğalmış burada. Herkes, peşindekileri aldatmakla, uyutmakla ve onlar sayesinde dünyaya egemen olmak isteğiyle meşgul. Herkes tezgâh peşinde ve bu halkın başına bir tezgâhta bin çorap örme peşinde. Tüm bunları hayatı doğal bir gözleme tabi tutunca ve varlığa bir bütün olarak derinden bakınca çok iyi algılayıp, anlayabiliyorsunuz. Kimse bir diğerini anlamak derdinde değil. Bilakis herkes için diğeri düşman. Çünkü insanlar birbirilerini anlarlarsa ve birbirleriyle etkileşime girerlerse, öndekilerin tüm rahatları kaçacak. Bu yüzden herkes kendi peşinde koşanları, başkalarının peşinde koşanlara düşman etmekle meşgul, hakikati anlatmakla değil. Zira arkalardan koşanlar birbirlerine düşman olurlarsa öndekiler daha çok kazanacaklar ama arkadakiler birbirlerini anlarlarsa ve birbirleriyle kaynaşırlarsa gerçek ortaya çıkacak ve öndekilerin hiçbir anlamı kalmayacak ve bu da tüm keyifleri kaçıracak. Bu dünyada ki egemenliklerini tam anlamıyla pekiştirmiş olan üçlü şebeke, kıskaca aldıkları halkı asla uyandırmak istemiyor. Servet, kuvvet, ihanet yani zer, zor ve tezvir şebekesi arasında zavallılaşmış bir halk var karşımızda. Sefalet içerisinde yaşıyorlar ama umursamıyorlar. Kendileri acı çekerken, kendileri üzerinden mutluluğa erişmiş olanları görmüyorlar bile. Her şeyi meydana getiriyorlar ama kendi paylarına düşen sefaletten başka bir şey değil ve bunu bir türlü anlamıyorlar. Sanki efendiler için doğmuşlar ve kaderleri uşaklıkmış gibi hareket ediyorlar. Dünyanın Allah’a ait olduğunu unutmuşlar ve dünyayı inhisarlarına geçiren kompradorların köleliğine razı gelmişler. Bilmiyorlar ki, efendilik yapamaya yeltenenlerle, kendileri arasında hiçbir fark yoktur, herkes Allah indinde müsavidir. Kendileri ne kadar insansa, efendi gördükleri de o kadar insandır ve haddizatında büyük güç atfettikleri efendiler, hakikatte çok güçsüzdürler. Kafalarını ve kalplerini çalıştırsalar hakikati ayan beyan görecekler ama yapmıyorlar bunu. Zalimlerin çarklarını döndürmekten keyif alıyorlar sanki. Susmuşlar öylece oturuyorlar. Zalimlerden kurtulma ve hesap sorma iradesini gösteremiyorlar. Her şey Allah’ındır, insanlara ait hiçbir şey yoktur ve insanlar Allah indinde müsavidirler, öyleyse bu dünyada ki hakkımız ne ise, ne bir eksik ne bir fazla, olduğu gibi istiyoruz deyip başkaldıramıyorlar. Cahilleştiriliyorlar, yoksullaştırılıyorlar ama farkında bile değiller. Korkutulmuşlar, sindirilmişler, susturulmuşlar, böylece her şeye razı gelmişler. Bu dünyayı baştanbaşa ihata etmiş ve insanı zincirleyip köleleştirmiş olan ve kandan, kirden, kötülükten ve suçtan beslenen bu vahşi ve vampir düzen, emperyalist düzen, muhtekirlerin ve muhterislerin sefil düzenleri, muhakkak çökertilmelidir. İnsanlığın, insanca yaşayabilmesinin başkaca hiçbir yolu yoktur.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Öyle zavallı insanlar olmuşuz ki, fikirle değil küfürle yaşamayı insanlık sanıyoruz. Toplum nezdinde bir şekilde kabul görmüş insanlara küfredip tecziye edilmeyi çok büyük bir başarı ve üst düzey bir mücadele olarak algılıyoruz. Oysa altı üstü küfretmişiz ve ceza almışız ama sanki öyle büyük bir iş yapmışız ve sanki öyle büyük bir fikir ortaya koymuşuz da tecziye edilmişiz gibi takdim ediyoruz kendimizi. Bizim hikâyemiz öz olarak budur haddizatında. Çünkü bizler hiçbir zaman sahici bir kavga veremedik, namuslu ve kutsal kavgaların insanları olamadık. Toplumsal dille söylersek Sağcı Solcuya, Solcu Sağcıya, dinli dinsize, dinsiz dinliye küfreder. Ama ne gariptir ki, hiçbirisi birbirini anlamak adına kılını kımıldatmaz. Fikirle mücadele edeceğimize ve karşımızdakinin fikrini şayet yapabiliyorsak fikirle cerhedeceğimize ama asla cerhetme derdinde olmadan önce fikirlerimizi paylaşma ve üzerinde müzakere edip hakikate ulaşma peşinde olacağımıza, küfretmeyi marifet biliyoruz. Oysa küfürle saflar genişletilmez ama fikirle genişletilebilir. Küfür geriye götürür ama fikir ileriye götürür ve aydınlığı getirir. Küfür haddizatında karşıdakini sevindirir, zira onun halk nezdinde itibarını artırır ama fikir halkı uyandırır ve halkın, gerçeği görmesinin yolunu açar ve muhakkak zaferler getirir. İşte bizim halimiz pür melalimiz budur. Fikrin öldüğü yerde kuşkusuz fikrin yerini küfür alacaktır. Öyle de olmaktadır. Hiçbir alanda fikir serdetmiyoruz ama mebzul miktarda küfürler yağdırıyoruz yağmur gibi. Böyle olunca da kısır kavgalara tutuşuyoruz ve sonu gelmeyen bu kavgalarda yoruluyoruz, kaybeden yine bizler oluyoruz. Filhakika bunu yapan ne yaptığını çok iyi biliyor ama bu meyanda olan halka oluyor, çünkü halk maalesef cehaletin ve sefaletin girdaplarında yaşıyor ve gerçekleri görmekten aciz kalıyor, zira geçim derdine kapılıyor ve maişetini temin etmekten yorulup, bitap düşüyor. Böyle bir halk, gerçekleri nasıl görsün, nasıl algılasın ve anlasın? Okumayan, okumaya zaman bulamayan, zaman bulsa da okuyacak kitap bulamayan bir halk gerçekleri nasıl görsün, sihirbazları nasıl tanısın, söylenenleri nasıl anlasın da uyansın? Dünya düzleminde çok büyük bir tiyatro oynanıyor ve halklar uyuşturuluyor, uyutuluyor sahnenin önünde. Haddizatında halk, bırakılalım tiyatroyu anlamayı, izlemiyor bile ama izlediğini sanıyor ve buna inanıyor da. Hiçbir şey anlamadan da yorumlar yapıyor, kararlara varıyor, fikir beyan ediyor; işte bu, cehaletin en koyusudur. Hiçbir kimse, halka saf gerçekleri söylemiyor. Yemin ediyorum, herkes saf gerçekleri söylemekten korkuyor. Çünkü böyle gelmiş bu dünya, böyle gitsin isteniyor. Bundan sonra gerçekler bilinse ne olur, bilinmese ne olur diye düşünülüyor. Çünkü gerçeğin bilinmesinden herkes korkuyor.  Ya da gerçeği biliyor muyuz acaba ve halkı aydınlatsın dediklerimiz ne kadar akıllıdırlar yahut halktan daha mı cahildirler? İşte böyle acayip bir dünyada yaşıyoruz. İnsanın gövdesi dolaşıyor ama kalbi çürümüş, ruhu ölmüş. İnsanın kafası var ama içinde beyin yok. Bu yüzden de algılayamıyor, hissedemiyor, akledemiyor, aklını bir türlü kullanamıyor. Yaşayıp gidiyor yaşadığını sanarak!

Tarih: 24.07.2018 Okunma: 691

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Özgür Deniz

15.07.2017 - 09:09

yer ve gök ADALET üzerinde kaimdir.

Hz. Muhammed


Saygılar Saygıdeğer Paşam.


eğer tek bir kişi bile olsa, uygulanan adaletsiz bir yöntemle hayatı zindan oluyorsa, orada her zerreyi taş yapsanız ne çıkar? ancak taş yürekli olunur orada. çünkü topraktır ki, insana insanlığını hatırlar. maalesef her şey madde değil, insanda maddeden mürekkep değil.

melun şeytanın yüzünden tek bir insanın canının yanması makul görülemez. yaş ile kuruyu ayırmak kabil olmuyormuş. OLACAK kardeşim O LA CAK. devletsen olacak. niye devletsin. her aldığın insanı sicil kaydı isteyerek alıyorsun. belkide vatandaşlarının hayatını kendilerinden iyi biliyorsun.

ki bendeniz, buradaki herkeste şahittir ki, handiyse 10 yıl önce yazdım melun malum yapıyı. hem de en ağır gerçekliğiyle. her türlü istihbaratını jitemini mitini milletini devletini göreve davet ederek. bilinmiyormuş PEH PEH PEH. bileceksin kardeşim. aklını kullanmasını öğreneceksin önce. ki benim, aklımı kullanarak tahlil ettiğim bir şeyin, sen devlet olarak ciğerini bileceksin, bilmelisin, bilmek zorundasın. bilmiyorsan söylenenleri dikkate alacaksın.

ilk taşı günahsız olan atsın demiş Hz. isa.

(((((((((((((((buradaki bağsettiğim devlet, politik teşekküllerden ayrı gördüğüm, algıladığım devlettir. her şey değişse de değişmeyen devlettir.)))))))))))))))))

Özgür Deniz

15.07.2017 - 09:09

yer ve gök ADALET üzerinde kaimdir.

Hz. Muhammed


Saygılar Saygıdeğer Paşam.


eğer tek bir kişi bile olsa, uygulanan adaletsiz bir yöntemle hayatı zindan oluyorsa, orada her zerreyi taş yapsanız ne çıkar? ancak taş yürekli olunur orada. çünkü topraktır ki, insana insanlığını hatırlar. maalesef her şey madde değil, insanda maddeden mürekkep değil.

melun şeytanın yüzünden tek bir insanın canının yanması makul görülemez. yaş ile kuruyu ayırmak kabil olmuyormuş. OLACAK kardeşim O LA CAK. devletsen olacak. niye devletsin. her aldığın insanı sicil kaydı isteyerek alıyorsun. belkide vatandaşlarının hayatını kendilerinden iyi biliyorsun.

ki bendeniz, buradaki herkeste şahittir ki, handiyse 10 yıl önce yazdım melun malum yapıyı. hem de en ağır gerçekliğiyle. her türlü istihbaratını jitemini mitini milletini devletini göreve davet ederek. bilinmiyormuş PEH PEH PEH. bileceksin kardeşim. aklını kullanmasını öğreneceksin önce. ki benim, aklımı kullanarak tahlil ettiğim bir şeyin, sen devlet olarak ciğerini bileceksin, bilmelisin, bilmek zorundasın. bilmiyorsan söylenenleri dikkate alacaksın.

ilk taşı günahsız olan atsın demiş Hz. isa.

(((((((((((((((buradaki bağsettiğim devlet, politik teşekküllerden ayrı gördüğüm, algıladığım devlettir. her şey değişse de değişmeyen devlettir.)))))))))))))))))