AÇIK MEKTUP...19...

Özgür DENİZ - 21.07.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Çözemediğim bir detay var bu hayatta ve bugün o detayı izhar edip, sorular soracağım ve hayatı sigaya çekeceğim. İnsanlığın gözbebeği, kâinatın en gerçek insanı, ahlakın, güvenin, sevginin ve barışın tecessüm etmiş hali, hakikatle ve ölçüyle gelmiş ve adaletle tavzif edilmiş (Hadid Suresi 25. Ayete bakılabilir) ve Peygamber olarak intihap eylenmiş olan Hz. Muhammed derler ki; ‘’tüm kâinat adalet üzerinde kaimdir.’’ Adaletin olmadığı bir dünya cehennemden başka bir şey değildir ve olamaz da zaten. Adalet olgusunu çekip alınız, yeriyle ve göğüyle dünya da, her türlüsüyle insan da bir ölüden farksızdır tabir caizse. Ve adaletsizlik bedene dokunan bir şey değildir, yüreğin en dip derinliklerinde hissedilen bir şeydir yani adaletsizliği gösteremezsiniz ancak duyumsarsınız. Şöyle hayata bakıyorum da, bir yanda kahkahayla gülenler, aksırıncaya tıksırıncaya dek yiyip içip gezenler, bir yanda bir dilim ekmeğe, sağlam bir elbiseye muhtaç olanlar görüyorum. Bu paradoksu bir türlü çözemedim, kaderdir deyip geçemedim de. Yani öyle garip insanlar var ki şu hayatta, yürek yakıyorlar. Aileler görüyorsunuz mahzun ve boynu bükük, çocuklarının ayaklarında ayakkabı yok, üstlerindekilere giyecek demeye bin şahit ister. Bir de diğer tarafa bakıyorsunuz, öyle keyifliler, öyle mutlular ki, çocukları bolluk bereket içinde, her türlü imkâna malikler. Oysa beriki de aile, öbürü de aile, beri yanda ki de çocuk, öbür yanda ki de çocuk, aynı toprağın insanları, aynı milletin fertleri, aynı devletin yurttaşları. Amma velakin her türlü yaşamsal gereksinimlerden mahrum olan taraf yabancı da değil (ki fark eder mi?), hain de değil, bilakis askerliğini yapan, vergisini ödeyen, hizmetini konumuna ve imkânına göre icra eden insanlar ama iş pay almaya gelince alabildiği bir pay yok, zira yaşamı malum. Hayatın içerisinde baktığınızda imkânlardan mahrum olan ailelerin çocuklarının, diğer ailelerin çocuklarının hayatlarına bakarken hatta ailelerin karşıdaki ailelerin hayatlarına bakarken gözlerinde ki çaresizliği, burukluğu, acıyı duyumsuyorsunuz ister istemez. Öyle bir bakış ki yüreğinize ok gibi saplanıp kalıyor, vicdanınız ister istemez başkaldırıyor ve isyan ediyor. Bu niye böyle gerçekten anlayamıyorum. Hani vatan dersek onun da vatanı, devlet dersek onunda devleti, hazine dersek onun da hazinesi. Öyle değil de bendeniz mi bilmiyorum? Ama böyle bir durumda onların paylarına düşen öyle bir hayat mıdır gerçekten ve böyle bir hayat, onların kaderleri midir işin içinden çıkamıyorum ve inanır mısınız, bir ömür sormaktan, sorgulamaktan ve cevap aramaktan bıkıp usanmadığım bir sorundur bu? Veyahut burada, en dipler de, vahşi bir adaletsizlik mi gizlidir? Hakikaten bunu anlamaya çalışıyorum. Bu ne yaman bir çelişkidir bir türlü çözemedim gitti ve çözemiyorum da. Yani nasıl olabilmektedir, olabiliyor ve olabilir böyle bir şey, böyle bir şeyin kesinlikle olmaması icap etmez mi? Ya da bunlar çok detay şeyler deyip geçmeli ve görmezden mi gelmeliyim? Yahut diğer taraf servetliler, kuvvetliler, şöhretliler tarafı oldukları için yaşadıkları normal mi? Bu vatan, bu ülke, bu hazine üzerinde payları servetli, kuvvetli, şöhretli oldukları için daha mı fazla ya da öyle yaşamak onların doğal hakları mı ve onlar öyle yaşamaya mı layıklar? Ve bu taraftakilerin yaşadıkları da, kendileri adına gayet doğal mıdır, öyle yaşamak onlara layık olan bir yaşamak mıdır? Ben böyle bir uçurumun, dengesizliğin ve böylesi vahşi adaletsizliğin normal olmadığına, böyle bir şeyin insan denilen varlığın bozulup bir yaratığa dönüşmesinin izdüşümü olarak görüyorum. Böylesi bir durum utanç verici bir durumdur, kader deyip içinden çıkılacak ve sarf-ı nazar eylenecek bir durum değildir ve behemehâl düzeltilmelidir naçizane fikrimce. Ve dahası buradaki mevzubahis dengesizliği ve olumsuzluğu farklı alanlara da şamil kılabiliriz ve tüm bunların nasıl olabildiği üzerine akledebiliriz.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Naçizane mektuplar yazıyorum, kendimce yaşama dair fikirler serdediyorum, sorunları dile getiriyor, çözüm önerileri sunuyorum mektuplarımda ve mektuplarımı sanal bir zarfa koyuyorum, gecelerin karanlığında, gündüzlerin aydınlığında bir kuş misali uçuruyorum kalpsiz dünyanın karanlık boşluğundan, insanlığın durmaya ramak kalmış kalbine. Bendenizi mutlak ve kutsal yasalar temelinde şekillenen vicdanın anayasası bağlamında duyacağınıza, dinleyeceğinize, anlayacağınıza, düşüncelerim üzerinde bu minvalde düşüneceğinize ve yüreğinizde de bu düzlemde hissedeceğinize inanıyorum. Tertemiz, saf, doğal ve samimi duygularımla, düşüncelerimle hitap ediyorum. Bendenizi, hayata; mutlak, eskimez, pörsümez, zamana ve kişiye göre değişmez, duruma göre dönüşmez hakikatler temelinde baktığım için, olguları ve olayları bu temelde anlamlandırmaya ve yorumlamaya çalıştığım için ve sorularımı bu temelde sorup, sorgulamalarımı bu temelde yaptığım için tek bir insançocuğu bile sigaya çekemez, itham edemez, lanetleyemez. O zaman böyle yapanın imanını da, insanlığını da sorgularım, hem de acımasızca, umarsızca sorgularım. Böyle bir şey hiçbir kimsenin haddi de, hakkı da değildir, olmaz da, olamaz da. Zaten bendeniz için kıymet-i harbiyesi olabilecek bir şeyde değildir böyle bir şey. Geçelim! Bu dünyanın düzeni öyle bir düzendir ki, insanı çelik zırhlarla boğuyor, demir kelepçelerle sıkıyor, bukağılarla kımıldatmıyor ve adeta ölüme terk ediyor. Yaşamak isterken, bir anda ölümü özlettiriyor size. Binaenaleyh, bu dünyanın zalim düzeninin bozuk çarkları arasında kalmamalı ve bu dünyanın zalim düzenine aldanmamalıyız, bilakis bu kalpsiz dünyanın bozuk düzeninin, insanlığın aleyhine dönen çarklarını paramparça etmeli ve insanca, hakça bir düzen tesis etmek gayretinde olmalıyız. İnsançocukları olarak tezgâha gelmemeliyiz. Nihayetinde, insan dediğimiz varlık, ilkesi olması iktiza eden bir varlıktır ve ilkelerine sımsıkı tutunduğunda dünyaya hâkim olacaktır, ilkelerinden taviz vermeye başladığında ise dünyanın mahkûmu olması kaçınılmazdır. Dünyanın mahkûmu olduğunda da yapabileceklerini tahayyül ve tasavvur dahi edemezsiniz. Aklı vardır ama o aklın dostu olacak bir kalbin de sahibidir. Bu sebeple, mutlak mantıkla yürüyemez, illa ki kalbinin sesine de kulak vermelidir. Böyle olduğunda da iyilerin bir gün muhakkak kazanacağına, adaletin bir gün muhakkak ikame edileceğine inancım tamdır. Tam da burada aklıma Hz. Ali ile ilgili gerçek olduğunu tahayyül ve tasavvur ettiğim bir vakıa düşüyor; Hz. Ali’ye hayatta ki bazı yenilgileriyle ilgili soruyorlar, diyorlar ki Kendileri; Benim ilkelerim var, onların yok! Vakıanın özü, özeti budur. Gerçekten ne derin hikmetleri mündemiç bir sözdür bu Yarabbi. Çünkü ilkeleri olan insanlar ilkelerinden taviz veremezler ama ilkeleri olmayanlar her duruma göre bir konum belirlerler ve o konuma göre hareket ederler, çıkarları uğruna ilkelerini çiğnemekten imtina etmezler. Böylece de idealde mağlup olmuş olsalar bile reelde hep galipmiş gibi görülürler. Biz insançocukları da, hayat yolunda, vicdanın ilkelerinin gösterdiği yönde yürümeliyiz. İlkesiz kaldığımızda ya da ilkelerimizi umarsızca çiğnediğimiz de, yönümüzü de, yolumuzu da kaybederiz, dahası varlık sebebimiz olan değerlerimizi kaybederiz ve o değerlerin, insanlık üzerinde ki etkisini sıfırlarız. Sayın Cumhurbaşkanım! İnsançocukları yeni bir hayata başlarlar zamanı geldiğinde. Yeni bir hayat; haddizatında yeni bir düşünce, yeni bir yol, yeni bir yön, yeni bir düzen demektir. Tabi böyle bir dönüşüm ancak ulvi ilkelerin ışığında tahakkuk edecek bir dönüşümdür. Eski hayatın kâmilen terki demektir bu. Eğer insançocuğu yeni hayatında örtülü olarakta olsa eski hayatının tekrarını yapıyorsa o hayata yeni demek münhasıran bir avuntudan ibarettir ve kendi kendini aldatmaktır yaptığı şey. Binaenaleyh, yeni bir hayata sarsılmaz bir kararla başlamalı ve aynı kararla devam ettirmeliyiz. Misal; eski hayatta gülemiyorduysak, yeni hayatta gülebilmeliyiz. Eski hayat insanı tanımadan inşa edildiği için insansızlığı baz alarak yaşanıyorduysa ve her türlü haktan mahrum bırakıyorduysa, yeni hayatta insanı tanıyarak ve insanlığı baz alarak yaşayabilmeliyiz ve her türlü haklar korumaya alınmalıdır. Eğer ki, insanın kim olduğunu bilmezsek, insanın psikolojisini idrak etmezsek, insanın sosyolojisini tahlil etmezsek ve insanın kalbine dokunamazsak, insana dair yapacağımız her şey sonuçsuz kalmaya mahkûm olacaktır ve sevinç yerine acı doğuracaktır. İnsançocuğu garip bir varlıktır; zaaflarıyla, hırslarıyla, duygu ve düşünceleriyle, acılarıyla, sevinçleriyle, bir dakika önce ağlayıp bir dakika sonra kahkahalar patlatmasıyla, bir gün önce düşman olduğuna bir gün sonra dost olması hasebiyle çelişik bir varlıktır. Bir damla kandır, milyonlarca kaygıdan müteşekkildir. An gelir aldanır, an olur aldatmaktan yana tereddüt etmez. İnsançocuğu, hayatı boyunca şeytanla ve şeytanlaşmış insanlarla cidal halinde olan bir varlıktır. Binaenaleyh, insan denilen zalim, nankör ve dahi cahil varlığı anlamamız ve ona bu anlayış temelinde yaklaşmamız iktiza eder. İnsançocuklarını anlarken, münhasıran mutlak mantık yasalarını baz almamalıyız, kalbin sarsılmaz yasalarını da nazar-ı dikkate almalıyız. Her insançocuğunun şeytana ve şeytanlaşmış insan türlerine aldanması gayet tabiidir. Öyleyse tek bir insançocuğunu, niye aldandın diye itham edemeyiz ve tecziye edemeyiz. İnsançocuklarına matuf her eylemimiz, bireysel tarihimizi, kadim kimliğimizi ve inancımızı derinden etkileyecektir. Burada derin bir tarihi sorumluluk vardır. Merhametli ve yüce gönüllü olmalıyız, hakikati anlayabilmek, hakikatli bir hayat kurabilmek ve hayat yolunda hakikatle yürüyebilmek için. Bu dünyanın bozuk düzeni, bizi zımnen manipüle etmek isteyebilir, bize olguları ve olayları farklı boyutlardan gösterebilir ve bizi mantığın acımasız kurallarına mahkûm edip, bize kendi çarkını döndürmemizi dikte edebilir ama biz böyle bir şeye direnmeliyiz. Bu dünyanın zalim düzenin bozuk çarkı; suçlarla döner, mantığın acımasız kurallarıyla döner, düşmanlıkla döner, gerçek suçlu ile suçsuzu karıştırıp adaletten saptırarak döner, yeniyi eskiyle katlederek döner, insanı anlamadan acımasızca yargılayarak döner, fark ettirmeden değerleri öldürterek döner. Bu dünyanın bozuk düzeninin çarklarını paramparça edecek yegâne şey; vahdet, tevhid, adalet, uhuvvet, hürriyet, müsavat gibi ulvi ve kutsal olguların en ideal şekilde olaylaşmasıdır. 

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Hakikat temelinde konuşuyorum, fikir serdediyorum elimden geldiğince, dilimin döndüğünce, gücümün yettiğince ve becerebildiğim kadarıyla. Bendeniz bir hakikat tapıcısıyım! Binaenaleyh, hakikat temelinde, fikirlerim fikirle cerhedilmedikçe haksız sayılamam, suçlanamam, tecziye edilemem. Birileri gocunacak diye de fikirlerimi izhar etmekten zerre imtina etmem. Aksi takdirde, buyursun, yüreğinde bir gram iman ve insanlık bulunan biri haksız bulsun, itham etsin ve tecziye etsin. Bendeniz şiddetten anlamam, çakmam, naçizane fikrim var ve fikrimle dövüşürüm fikrimin kuvveti oranında ama fikrin namusuna sadık kalarak. Hatta bu sebeple söylediğim her şey, akledenler ve fikre itibar edenler için kaydadeğer sayılmalıdır amma velakin kaydadeğer sayılması için söylemiyorum, konuşmuyorum. Bu durum karşıdaki kişinin anlama derinliğiyle alakalı bir şeydir. Bendeniz kesif bir düşünce ve duygu faaliyeti istikametinde söylüyorum ne söylüyorsam. Şuna göre, buna göre, ona göre, şu yapıya göre, bu guruba göre, şu kimliğe göre, bu kimliğe göre konuşmuyorum. Hiçbir şeyle, hiçbir olguyla iltisaklı olmayan çırılçıplak bir insan olarak söylüyor ve konuşuyorum. Tamamen ve tamamen insanlığı ve hakikati eksen alarak nesnel kıstaslara göre konuşuyorum, bilmi ve ilmi temellerde söylüyorum söylediklerimi. İnsanı eksen almayan, nesnel kıstaslara göre serdedilmeyen, münhasıran kişilere, gruplara, yapılara ve kimliklere göre serdedilen her fikir muallakta kalmaya ve cerhedilmeye mahkûmdur. Zira bu minvalde serdedilen her fikir yekpare insanlığı ihata edemez, aksine zulüm üretir. İzahı olmayan her türlü eylem ve söylem, mizahın mezesi olmaktan azade olamaz. Bu yüzden her eylemin bir izahı olmalı ve her izah kalbi ve aklı doyurmalı. Bilinmeli ve unutulmamalı ki, hakikat ıskat edilemez, cerhedilmez. Belki, önyargıyla ve cehaletle yahut vicdandan uzak mutlak mantık kurallarıyla yargılanıp, nahak yere tecziye edilebilir ama bu da zulümden başka bir şeyi tevlit etmez. Gerçekler, örtüye büründürülerek yok edilemez. Örtüye büründürülerek yok edildiği düşünülen gerçekler birgün bir volkan gibi patlar ve her şeyi yerle yeksan eyler. Güneş doğar ve karanlık dağılır. Tıpkı hak geldiğinde batılın zayi olacağı gibi. Hakikat karşısında yalanın bir mum gibi eriyip yok olup gideceği gibi. Söylenen bir söz ve ortaya konulan bir eylem, aklımı ıskat etmediği ve kalbimi mutmain kılmadığı müddetçe bendeniz için hiçtir, boştur, yalandır, ta ki aklımı ıskat edip, kalbimi mutmain kılıncaya değin. Bendeniz kolay inanan biri değilim. Kolay inanmadığım içinde suçlanamam. Çünkü her denilene inanmak zorunda değilim. Şüphe etmek, sormak ve sorgulamak gibi temel insani haklarım var benim. Aksi takdirde günahlara, suçlara ortak olurum ki, böyle bir şeyden cehennemden korkar gibi korkar, kaçar gibi kaçarım. Bendeniz hiçbir olgunun ve olayın tek yüzüne bakmam, tüm yüzlerine bakarım. Hiçbir olaya ve olguya tek boyuttan bakmam, bin boyuttan bakarım. Nihayetinde de her olguyu ve olayı tüm teferruatıyla tetkik, tahkik ve tahlil ettikten, her olgunun ve olayın üzerinde analitik ve senkronik düşündükten sonra yargılama yapar ve ahlak yasası muktezasınca vicdanımın gösterdiği istikamette karar veririm. İşte o zaman adil olduğuma ve adaletle hükmettiğime inanır ve huzur içinde yaşarım. Bilakis, adaletsiz olmaktan ve nahak yere tek bir ruhu acıya gark eylemekten Allah’a sığınırım. Zira bendeniz hem büyük insanlık mahkemesinin huzurunda vereceğim hesaptan hem de Mahkeme-i Kübra’da vereceğim hesaptan korkarım. Bendenizin imanım dilimde değil kalbimdedir çünkü!

Tarih: 21.07.2018 Okunma: 691

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?