AÇIK MEKTUP...14...

Özgür DENİZ - 11.07.2018

Sayın Cumhurbaşkanım! Şahsiyetli bir fikir adamı olan ve elan düşün dünyasına katkı sunmaya da devam eden üstad Atasoy Müftüoğlu’nun bir sözü var ki, gerçekten kaydadeğerdir ve calib-i dikkattir. Diyorlar ki kendileri; ‘’Sorulmamış soruları soranları susturmak yerine, bu sorular etrafında düşünmeye başlayabilmeliyiz. Düşünmenin büyük bir bilinç etkinliği olduğunu, düşüncelerimizi en geniş anlamda başkalarıyla paylaşarak çoğaltabileceğimizi, etkili hale getirebileceğimizi hatırdan çıkarmamalıyız.’’ Ne kadar da etkili, ufuk açıcı ve yol, yön gösterici bir sözdür. Çağlar yeni düşüncelerle başlarlar, düşüncelerin çağa cevap verememeye başlamalarıyla sona ererler ve yeni bir düşünce üretilmedikçe de yeni bir çağ başlatılamaz. Eğer insanlar sormazlarsa, sorgulamazlarsa ve düşüncelerini özgürce ifade etmezlerse ilerleyemezler. İnsanların ilerleyememeleri, toplumlarında gerilemelerine sebep olur. Böylece orada değer üretme imkânsız bir hal alır, değer üretimi olmayınca da hiçleşme ve yokoluş süreci başlar. Filhakika orada ilim de, bilimde biter zaten. Ki, sormayan ve sorgulamayan beyinler düşünmeye ihtiyaç duymazlar. Düşünenlerin de düşüncelerini öldürmekle iştigal ederler. Terakki, düşünülen ve düşüncenin özgürce beyan edildiği diyarların nasibidir. Düşünceler paylaşıldıkça da yepyeni fikirler ortaya çıkacaktır ve ortaya çıkan bu fikirler yeni yolların, yönlerin tezahür etmesine imkân verecektir, böylece çözülememiş meseleler belki de çözüme kavuşacaktır. Zira akıl akıldan üstündür ve her aklın ortaya koyacağı bir değer kuşkusuz vardır. Bizler maalesef, ben bilirim, biz biliriz telakkisiyle muhtelif düşüncelerin önüne set çekiyoruz, bu da tıkanmaya yol açıyor. Nihayet çözülmesi çok kolay olan nice meseleler, çözümsüzlüğe mahkûm olmakta ve işlerin daha da karmaşıklaşmasına yol açmaktadır. Bu yüzden insanların istedikleri gibi düşünmelerine, düşüncelerini özgürce ve rahatlıkla beyan etmelerine imkân verilmelidir. Ta ki serdedilen düşünceler bizlerin sahip odluğumuz düşüncelerle tenakuz arzetse dahi, zira herkesin aynı düşündüğü yerde zaten hiç kimse yoktur ve böyle bir şey eşyanın tabiatına da münafidir. Düşünce, üretildiği yerde yani kafada kalmaya mahkûm edilirse hem kendisi çürür hem de o kafayı çürütür, bu da büyük bir kayıptır, zira son tahlilde, çürüyen, toplumun kendisi olur. Düşünmeyen, sormayan, sorgulamayan beyinlerin, bir medeniyet tasavvuruna sahip olmaları ve kültürel hamuleye katkı sunmaları imkânsızdır. Ki, bu tür beyinler haddizatında her türlü şiddetin, karanlığın, cehaletin de kaynağıdırlar. Düşünmeyen, sormayan ve sorgulamayan insanlar, emperyalizm karşısında da edilgen ve teslimiyetçi bir ruha sahip olurlar ve kendilerini maddeyle tatmin etme kolaycılığına sığınırlar. Nicelikle kendilerini ifade eden ama nitelikten behre sahibi olmayan kuru bir kalabalığa dönerler. Kendileri ve insanlık adına büyük rüyalar kuracaklarına, günübirlik çıkarlarının peşlerinde koşarak ömürlerini tüketirler. Düşünce üreten, düşünene değer veren ve sahip çıkan bir toplumdan daha zengin ve güçlü bir toplum var mıdır? Zaten bir toplumun kalitesini de, sahip olduğu nitelikli bireyleri belirlemezler mi? Hiçbir düşünceye sahip olmayan ve bir güce dayanmaktan başka hiçbir şeyleri bulunmayan insanlar, münhasıran düşünce üretmekle iştigal edenlerin ve düşüncelerinden başka hiçbir güçleri olmayanların önlerinden çekilmedikçe ve düşünceye saygı duyulmadıkça, bir adım bile terakki kaydetmek muhal ender muhaldir.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Bizler güce ulaşmayı, ulaştığımız güçle daha çok maddeye sahip olmayı ve sahip olduğumuz maddeyle de dışımızdaki dünyaya egemen olmayı arzuluyoruz. Bu da bizim fikren ve manen terakki kaydetmemize büyük darbe vuruyor. Hayata çok basit bakıyoruz, çok küçük düşünüyoruz ve bu da bizi acayip derecede basitleştiriyor, küçültüyor. Düşünmeye başladığınız zaman ve bu düşüncenizi paylaşmaya çalıştığınız zaman sakıncalı biri oluyorsunuz ve bitevi ekarte edilmenizin yolu aranmaya başlanıyor. Ne kadar rezil bir durumdur değil mi bu? Hakkaniyete, ahlaka, adalete mutlak olarak mugayirdir. İsteniyor ki, herkes birbiriyle aynı düşünsün ya da hiç düşünülmesin, bu kabil midir Allah aşkına? Ya bendeniz, nasıl olurda herkesle aynı düşünebilirim, her şeye nasıl aynı gözle bakabilirim, nasıl aynı duyabilir, duygulanabilir ve hissedebilirim? Bir defa Allah her insanı farklı bir fıtratla halk etmiştir, o zaman bunu nereye koyacağız? Ve o zaman hakikat güneşi nasıl tuluu edecektir göklerimizde? Bu kadar basitse bu şeyler, o vakit, bir meseleye farklı boyutlardan bakmak nasıl imkân dâhilinde olacaktır ve doğruya ulaşmak nasıl kabil olacaktır? Muhtelif olgular temelinde zuhur eden olayları bile özgürce yorumlayamıyoruz. O olaya farklı boyutlardan bakamıyoruz ve kendi mantalitemize göre değerlendiremiyoruz. Hayır yani bir düşünce serdediliyorsa, serdedilen düşünceye aykırı bir düşünce de serdedilebilir ve ikisi kıyaslanabilir, nihayet hakikate erişilir. Yani illa serdedilen düşüncenin bize aykırı olması, o düşüncenin boğulmasını ve o düşünceyi serdedenin tecziye edilmesini mi iktiza eder Allah aşkına? Önümüze konulan her yemeği yiyor muyuz, üstümüze dar gelen bir elbiseyi giymekte ısrar ediyor muyuz? Burada mantık olabilir mi, aranabilir mi? Bir düşünceye katılmayabiliriz ama o düşüncenin özgürce uçabilmesine da imkân tanıyabiliriz, bundan daha doğal ne olabilir ki? Bir olguya istinat ederek bir olay meydana geliyorsa ve o olay toplumsal bünyede muhtelif depremler yaratıyorsa ve o depremden insanlar etkileniyorlarsa, şimdi bizler o olayın neşet ettiği olguyu ve olayın bizatihi kendisini sorgulayamaz mıyız? Sebeplerini tetkik, tahkik ve tahlil edemez miyiz? Sonuçlarının değerlendirmesini yapamaz mıyız? Tüm bunlar imkânsızsa ve burada farkında olmadan büyük yanlışlar yapılıyorsa, o zaman ne yapacağız? Acı çeken ruhları nasıl mutmain kılacak ve bu ruhların acılarını nasıl dindireceğiz? Akılları nasıl ikna edeceğiz? Haykıran vicdanları nasıl ıskat edip susturacağız? Yani hiç mi sormayacağız, sorgulamayacağız? Her şeye hemen inanmamız nasıl beklenebilir? Böyle bir şey insan olmaklığa mugayir değil midir ve insan ruhuna, beynine zulüm değil midir bu? Tüm sıkıntılar, düşünceyle ve düşüncelerin paylaşılmasıyla aşılır ancak. Eğer insanlar düşüncelerini birbirlerine açmaktan imtina ederlerse, orada gerçeklerin tezahür etmesinin imkânı var mıdır? Gerçeklerin karanlığa mahkûm olduğu yerlerde de kalplerden kalplere bir köprü kurabilmek imkânsız olmaz mı?  Kalplerden kalplere bir köprü kurmayı başaramamış insanların yarınlara mutluluk içinde yürümeleri nasıl kabil olacaktır? Hissiyat, hassasiyet, mesuliyet ve haysiyet temelinde yaşamadıkça, başarıya erişmek ve hep birlikte mutlu olmak muhal ender muhaldir.

 

Sayın Cumhurbaşkanım! Hayatımın hiçbir anında bildiğimi ifade etmedim ama bilmek çabası içinde olduğumu söyledim. Ki, haddizatında öyleyim de. Çünkü cahilim ama gerçekten cahilim (bu ne bir tevazuudur ne de gizli bir kibirdir, münhasıran basit bir hakikattir) ve bu yüzden öğrenmek, bilmek, anlamak gayreti içerisinde olan bir faniyim. Çünkü biliyorum demek, bilgiye açılan kapıyı ebediyen kapatmaktır ve o kapıyı bir daha açmak muhal ender muhaldir. Zaten bu türlerden de oldum olası korkmuşumdur. İşbu sebeple, mütemadiyen bilmek ve öğrenmek peşindeyim, fasılasız soruyorum ve sorguluyorum. Her şeyi tetkik, tahkik ve tahlil ediyorum, anlamaya çalışıyorum, ta ki tek bir karanlık nokta kalmayıncaya değin. Çünkü karanlıkta kalan tek bir hakikat parçasının bile, bir gün kendini gösterdiğinde çok büyük tehlikelere sebep olacağına inanıyorum. İnsanın her şeyi bilmesi, hiçbir şey bilmediğinin hüccetidir haddizatında. Her şeyi bildiği iddiasında olan birine hiçbir şey öğretmezsiniz ve onunda böyle bir çabası olmaz. Bilmeye teşne olmamak, bildiğini sanmanın neticesidir, ancak her şeyi bildiğini sanan bir insan bilginin peşine düşmeye lüzum görmez. Bilakis, bendeniz, öğrenip bildikçe cehaletim daha da arttı. Özüme yabancı olan bir dünyada kuşkusuz bilemezdim ve biliyorum deseydim büyük bir ahmak olduğumu göstermiş olurdum. Binaenaleyh, sorularımda, sorgulamalarımda, araştırmalarımda mazur görülmek isterim. Bu meyanda hatalarımda, kusurlarımda, yanlış anlaşılabileceğim durumlarda olabilir ama bu gayet tabiidir. Çendan ahlaksızlık yapmıyorum, nezaketli olmaya çalışıyorum ve haddimi, hududumu biliyorum. Öyleyse bendenize hoşgörüyle bakılabilir. Ki, münhasıran düşünme çabası içindeyim ve bu da insanca yaşamak bağlamında hakkımdır. Bazı ruhlar şarkılarını sessizce terennüm ederler ve hikâyelerini sessizce yazarlar, işte bendeniz de filhakika kendi şarkımı terennüm etmekten ve kendi hikâyemi yazmaktan başkaca bir şey yapmıyorum. Ama bunları yaparken, ne şarkılarımı ne de hikâyemi kirletmek istemiyorum. Ne şarkımda ne de hikâyem de tek bir kara nokta olsun istemiyorum. Sormadan, sorgulamadan, araştırmadan ve emin olmadan, hiçbir suça iştirak etmek, hiçbir günaha ortak olmak istemiyorum. Zira bu dünyada çok büyük günahlar işleniyor ve bu günahlar çok büyük acılara sebep oluyor. Bendeniz tek bir insançocuğunun ruhuna haksız yere acı çektirmekten korkarım, utanırım ve böyle bir şeye ortak olmayı da zül addederim. Ve çekilen hiçbir acıya karşı da gönlüm hoşnutluk duymaz. Zira o acıların hangi sebebe binaen çektirildiğini kutsal ve mutlak yasalar emelinde dip derinliklerine dek sorgularım. Çünkü birgün bir vicdan karşıma geçip vicdanıma çok ağır sorular yönelttiğinde ve vicdanımı acımasızca sigaya çektiğinde elimden sükût etmekten başka bir şey gelmez, binaenaleyh böyle bir duruma düşmekten imtina ediyorum. İşte münhasıran bu sebeple bitevi bilginin izini sürüyorum. Çünkü bendenizi büyük gerçeğe ancak izini sürdüğüm bilgi ulaştıracaktır. Sayın Cumhurbaşkanım! İnsanın bir kimliğe sahip olması ve o kimliğin güzel olması, kimliğin sahibini de güzel yapar mı ya da o insanı güzel yapan, kimliğinden ilham alarak güzel davranışlar sergilemesi midir? Bir insan, hakkaniyete, ahlaka, adalete mugayir davranıyorsa şayet, kimliği o insanı kurtarır mı ve o insanı temize çıkarır mı? Keza, bir insanın güç sahibi olması ve gücün her şeyi yaptırmaya vesile olması, o güç vesilesiyle istediği gibi davranan insanın haklı olduğunu ve o gücün karşısındakilerin haksız olduğunu mu gösterir? Ya da o güç ne yaparsa yapsın haklı mıdır ve yaptığı her şey mutlak doğru mudur ve sorgudan muaf mıdır? Diyelim ki bir insan kötü denilerek ifşa edildi, şimdi bendeniz hiçbir soru sormadan, sorgulamadan, tahkik, tetkik ve tahlil yapmadan, sırf o insana kötü denildiği için kötü olarak mı bakmalıyım, yoksa o insan gerçekten söylendiği gibi midir yoksa değil midir diye naçizane bir araştırma mı yapmalıyım derinlemesine, sormalı ve sorgulamalı mıyım? Yani günaha ortak mı olmalıyım yoksa günah işlenmesine mani olabilme imkânım varsa mani olabilme yolunu mu aramalıyım veyahut o günahı reddetmeli ve kendimi kirletmemek adına çendan vicdanımda isyan mı etmeliyim? Bilmek çabası içinde oldukça, acılara davetiye de bulunuyor insan ama çaresizdir insan, çünkü bilmedikçe karanlıkta yaşayacak ve hiçbir hakikati öğrenemeyecek. Hakikati öğrenmekte kuşkusuz bedel ödetiyor, ödeyeceğiz!

Tarih: 11.07.2018 Okunma: 736

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?