VAROLUŞUNU SORGULA...

Özgür DENİZ - 11.06.2017

Bazen öyle olur ki, yangınlar içinde kalırsın, hayatın girdaplara mahkûm olur, çıkmaza düşersin, ne yapacağını bilemezsin ve varoluşun bile tiksinti uyandırır derununda. İnancının ışığı söner, umutların uçup gider karanlıklarda. Hiçbir şeyin tadı, tuzu kalmaz. İnsanlığın bile ağır gelir, hatta utanırsın insan olmaklığından. Hakikaten yana açlık hissettiğinde, sunulan her yalanı yutmaya tevessül edersin. Toprağa basarsın, çamura bulanırsın, kendini ararsın hiç durmaksızın, toprağın kokusu memleket kokusunu tattırır. Bu memleket bilinen memleket değildir zaten. Toprak bile kokmaz olur bazen. Meçhul diyarlarda dolaştığını duyumsarsın, nerede, niçin gezindiğini bilemez olursun. Evreni sorgularsın, durmaksızın sorarsın. Bitemeyen sorular olursun! Bittiğini düşündüğümüz hesaplar çıkar karşımıza. Hiçbir olgunun anlamını bilemeyiz, bildiklerimiz az gelir. Nerede olduğumuzu, olduğumuz yerde nasıl bulunduğumuzu, ne zamandan beri ve niçin bulunduğumuzu anlamaya çalışırız umutsuzca. Niye çekip gidemediğimizi, oysa ne de çok çekip gitmek istediğimizi düşünür dururuz durmadan. Yorgun düşeriz! Usanırız yaşamaktan, utanırız yaşadıklarımızdan. Çıkamayız hiçbir işin içinden. Nasıl burada olduğumuzu, niçin burada bulunduğumuzu, burada bulunmayı isteyip istemediğimizi, istemeden önce bilip bilmediğimizi öğrenme çabasıyla ve bu çabanın acısıyla kıvranırız. Nasıl bir dengesi olduğunu çözemeyiz bu evrenin. Bu evrenin kanunlarını bilmeden, insan denilen varlığı tanımadan geliriz ve yalnız başımıza kalırız. Hatta insan diye bir şeyin varolup olmadığını anlayamayız. Ya da bildiğimizi sandıklarımızın, aslında bilmediklerimizi örten bir fanus olduğunu anlarız. Ve gerçekliğin dışında kalırız. Çünkü geç kalırız gerçekliğe. Ne garip ki, hepte gerçeklikle yaşarız, istesekte bırakamayız. Gerçeklikler için kaybettiğimizi ve kendimizi yitirdiğimizi bildiğimiz halde. Bunun sebebini de bilemeyiz, istesekte bulamayız. İçimizde ilgiyle var olduğumuzu düşünürüz, bu yüzden ilgilendiğimizi tasavvur eyleriz. Belki zoraki ilgileniyoruzdur ama bunu asla anlayamayız. İlgisizsek ve ilgilenmek zorundaysak, ilgilendirmek zorunda olan kimdir diye düşünürüz. Hep bir yerlere müracaat etmek isteriz ama gerçekliğin mahkûmu olduğumuz için ve gerçeklikle yaşadığımız için nereye müracaat edeceğimizi, müracaat etsek bile ettiğimiz yerle gerçeklik dışında bağ kurmak zorunda olduğumuzu ama bunun başarılması imkânsız bir şey olduğunu anlarız ve bu bizi delirtir. Gerçekliğin ortasında varoluşumuzu hissederiz. Ürpeririz, titreriz! Hep bir şeyler söylemek isteriz, söyleyeceklerimizi iletecek mercii şaşırırız. Şikâyetlerimiz, hesaplara toslar. Hesaplarla yaşanılan hayatın, hesapsız çocukları olarak kalırız ve hep kaybederiz. Sessiz şikâyetlerin çaresiz kurbanları oluruz. Her hâlükârda gerçeklik dediğimiz şeyin tam orta yerindeyizdir. Bilemeyiz bir türlü, varoluşumuz müzakere midir, müdahale midir? Müdahilsiz müdahale varsayarız. Müzakere olsaydı taraf olurduk ve tarafların söz hakkı olurdu diye düşünürüz ama korkarız düşünmekten! Sözle var olduk, gerçeklik içinde kaybolduk der dururuz. Varlığımız, varlığımızdan doğan sözle olmadığı için müzakereyi unuturuz ve müdahaleye katlanırız. Gerçekliği kabul edip etmemek tercihimizin olup olmadığını, buna katlanmak zorunda olup olmadığımızı anlayamayız. Belki öğrenmenin varoluşumuz için iyi olmayacağını hissettiğimiz için susarız. Hep kendimizi sorarız, kendimizi ararız durmadan. Bu dünyanın nasıl böyle olduğunu, ne olmuş olabilirde bu hale gelebilir olduğunu, nasıl olupta sahtekârlarla kuşatıldığını, kendimizin nasıl olupta yalnız kaldığımızı sorgularız. İnsanın nasıl ve niçin suçlu olduğunu, ne şekilde suçlu hale geldiğini, neyle suçlandığını çözemeyiz. Biz kurtulamayız, birileri hep kurtulur gerçeklikler evreninde. Bunun niye böyle olduğunu, böyle olmasının temel bir yasa olup olmadığını düşünürüz ama boğuluruz.  Oysa suç bilinir ve suçlu malumdur. Gerçekliklere yenilmiştir sadece, suçsuz olan. Gerçeklikler acımasızdırlar çünkü. Ve bu gerçeklikler içinde, gerçek suçlular hep suçsuz, gerçek suçsuzlar ise hep suçlu olmaya devam edeceklerdir, bunu biliriz. Ne kadar dayanabiliriz, dayanabilme gücümüz var mıdır, nasıl bitirebiliriz bu acıyı bilemeyiz. Fakat bir şey var ki, varoluşun bir azap olduğu gerçeği! Çok yorgunum. İnancım, umudum, direncim ve ben yorgunuz! Bu yorgunluk nasıl gidecek, bu azap nasıl bitecek hiç bilinmez. Ama ruhumun ve aklımın sonsuz ve derin acılarla kıvrandığını duyumsuyorum.

 

VAROLUŞ SEVİNCİ

 

Sabahı beklemek güzeldir yavrum

Güneş doğar

İçimde bir kıpırtı var

Denizle gök

Gökle mavi

Maviyle toprak buluşur

Acılardan isyan

İsyanlardan devrim doğar

Yaşamak bağışlanır

Umut filizlenir yeniden

Karanlık dağılır

Yarasalar kaybolur

Karabasanlar terk eder

Varoluş sevinci boğar insanı

Sevincin ağırı olur mu?

Varolmak ağırdır yavrum

 

SÖZLER:

 

‘’’’Devlet malından bir hırka bile aşıran, savaşta ölse bile Şehit olmaz.’’’’

 

Hz. Muhammed

 

‘’’’Örnek ve Yol Gösterici: Hz. Muhammed (sav)

İlim ve sadakat: Hz. Ali (ranh)

Paylaşmak: Hz. Ebubekir (ranh) ve Ebuzer

Adalet: Hz. Ömer (ranh)

Hayâ ve edeb: Hz. Osman (ranh)

Kavga: Hz. Hüseyin (ra)

 

Hepsini tanırız. Hepsi dillerimizde pelesenktir. Hepsini konuşuruz. Hepsini överiz. Her birini biriyle bilsekte, aslında her birini hepsiyle de biliriz. Hangisine uyarız? Ama biz İslam’ız, Müslümanız, İnsanız değil mi? İddialar ispat istemez mi yoksa? Olgular, olaysız hangi anlama sahiptir? Nutuk mu? Eylem mi? Hangisi önemlidir, anlamlıdır, sonuç vericidir? Onlar anlayandı, biz okuyoruz! Onlar yaşayandı, biz nutkunu çeken olduk! Onlar inanandı, biz bileniz! Onlar samimiydi, biz riyakâr olduk! Onlar hakikattiler, biz yalan olduk! İslam’la, Müslümanlıkla, İnsanlıkla alakamız nedir, var mıdır, İslam mıyız, Müslüman mıyız, İnsan mıyız? Sanıyorum ve hatta inanıyorum ki; bir HİÇİZ! Peki, niye, niye, niye?’’’’

 

Bendeniz

 

""Benim yönetimimde, hiçbir kimse, karıncanın ağzından, bir arpa kabuğunu dahi alamaz. Benim yönetimimde herkes eşittir. Ey mal, mülk ve makam sahibi! Şunu iyi bil ki; her insan ya dinden kardeşin ya insanlıktan eşindir.""

 

Kaynak: NEHC'ÜL-BELÂGA-Hz. Ali (internetten okuyabilirsiniz bu kitabı)

İktibas: Dine Karşı Din-Ali Şeriati

 

‘’’’Ey gönül vardığın dergâhta post ol, büyürsün

Gördüğün garibe dost ol, büyürsün.’’’’

 

Abdurrahim Karakoç

 

‘’’’Kendi menfaatleri söz konusu olduğu zaman, hiçbir ölçü tanımayan insanların arasında yaşıyoruz...’’’’

 

İbrahim Tenekeci

 

‘’’’Sağlığım nasıl olabilir... duygusal olarak bu kadar acı çekerken? Bu devirde duyguları olan birinin iyi olabilmesi mümkün mü?’’’’

 

Tolstoy

 

‘’’’Üzüntüsü sahte olanın, ağlaması gösterişli olur.’’’’

 

Tolstoy

 

‘’’’Başkalarının aklıyla düşünmek, başkalarının aklıyla yetinmek, ne büyük acizlik!’’’’

 

Dostoyevski

 

‘’’’Namerdin mertten daha çok faydalandığı dünyayı alt üst et.’’’’

 

Muhammed İkbal

 

‘’’’Şerefini ve kavganı; şana, şöhrete, nimete, ganimete, makama, mülke değişir kirletirsen boynun bükülür, dizin çöker, elin boş kalır. Hem şerefini kaybedersin hem de hezimete duçar olursun. Bir kalpte iki sevgi taşınamaz. Bir kavga; adaletten, merhametten, ahlaktan yana uzaksa, o kavgada muvaffak olmak muhaldir.’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Merhametin ve adaletin olmadığı yerde, İslam bir olgu olarak vardır ama olay olarak asla yoktur. Ve bu topraklarda İSLAM yoktur, İslam’ın sadece adı vardır.’’’’

 

Bendeniz

 

‘’’’Hepimizin evi yandığı halde senin evin yanmadığı için sevinirsen yalnız kendin kötü olmakla kalmaz hepimizi kötüleştirirsin.’’’’

 

İsmet ÖZEL 

Tarih: 11.06.2017 Okunma: 801

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?