ŞEYTANİ GÜLÜMSEME...1...

Özgür DENİZ - 06.01.2017

Bu yazacağım satırlar aklımda eriyip, damarlarımdan süzülen, yüreğimde damıtılıp sızıntı halinde dile gelen sözlerdir. Derin bir samimiyet, namuslu bir duruş, hesapsız bir içtenlik ile yazıyorum. Elbette yanılgılarım olabilir ama bilinçli bir samimiyetsizlik bulunmaz. Ki, artık yanılgı payı da pek kalmış değildir malum konjonktüre derin bir bakış fırlatınca. Tüm bunlara rağmen tespit edilen hatalarım olursa, hakarete, küfre yeltenmeden kardeşçe halledebiliriz. Gayem hercümerç olmuş uhuvveti perçinlemektir, bozmak değil. Biliriz ve inanırız ki, kardeşlerin bir vazifesi de, uyarıdır, muhtemel tehditlerden ve tehlikelerden haberdar etmektir. Geç kaldık sayılır ama neyse. Geçelim! İngiliz-Yahudi Medeniyeti paradigması ekseninde, küresel şeytani şebeke, evrene yeni bir biçim verme niyetindeydi. Sosyal patlamaların, küresel sarsıntıların, kanlı darbelerin perde gerisinde bu kasti ve derin biçimlendirme niyetinin izleri ve etkisi vardır. Bu olayların, bahusus İslam Âleminde zuhur etmesi önem arz etmektedir ve düşündürücüdür. Biteviye darbelenen Ümmet-i Muhammed bir daha darbelenmektedir. Mütemadiyen kan akmakta, kardeşlik köprüleri imha olunmaktadır. Küresel siyonist şeytani şebekenin beslediği terörizm, İslam coğrafyalarını kızıl nehirlere döndürmekte ve ümmetin masum çocuklarını kanla boğmaktadır. Tağutların ve Deccal’in teşrik-i mesaisi ile İslam Ümmetinin zümrüt bağlarına zincirledikleri itlerinin gelişleri ısırarak olmuştu, gidişleri de ısırarak olmaktadır. Zira toplumlar burunlarından solumaya başlamışlardı ve ahlaksız-adaletsiz, kan içici zalim diktatörlerin eceli gelmişti. Bu derin çıldırmayı ihsas eden ve ön alamaya yeltenen küresel siyonist şeytani şebeke işe el attı ve milletlerin kendi mukadderatlarını kendi iradeleri ile tayin etmelerinin önüne geçti. Zira hangi millet olursa olsun, kendi mukadderatını kendi iradesi ile belirlediği takdirde, küresel siyonist şeytani şebekenin seddinde bir delik açılmış ve tezgâhlar çökmeye başlamış olacaktı. Binaenaleyh, şebeke, bir türlü, milletlere, kendi mukadderatlarını belirleme imkânı tanımamaktadır ve elinden ne geliyorsa yapmaktadır. Toplumları biçimlendirmek ve istendik yöne kanalize etmek ise din üzerinden yapılmak istenmiştir. Çünkü İslam küresel şebeke için mutlak bir tehdit ve tehlikedir. Bu yüzden tesviye edilmelidir, törpülenmelidir ve bu meyanda milletlerde avutulmalıdırlar, İslami bir düzenin geleceğinin düşünülmesi sağlanarak. Şeytanın Gülen yüzü bu iş için biçilmiş kaftandı. Akim kaldı ama hesap buydu.  Tahrif ve tahrip edilmiş İslam, yeni biçimlendirmede bir araç olarak kullanılacaktı. Topluma da elde kalan ve tagayyürata uğramış bu dinle iktifa etmesi söylenecekti. Fakat böyle bir şey asla istenilen şey olmayacaktı. Bu hedef, koşullandırılmış kitlelerin eliyle tahakkuk edilecekti. Tabi böyle bir şey, küresel siyonist şeytani şebekenin çok daha ileri hedefleri için bir ön planlama idi. Daha ileri de tesis edeceği ve hâkim kılacağı Yeryüzü Krallığı için bir yol olacaktı bu. Bu kirli, karanlık, kanlı planın uygulanmasına Türkiye’den başlanacaktı. Velakin Türk Milletinin topyekûn kutsal direnişiyle tezgâh paramparça oldu. Şeytanların bir tuzağı varsa, elbette Allah’ın da bir tuzağı vardır ve tuzakların en hayırlısı idi. Zira Türkiye kuşatıldığı ve Türkiye’de egemenlik sağlandığı zaman, sair İslam ülkeleri çantada keklikti. Ama olmadı işte. Fakat bırakacaklar mı? Hayır, geldiler, geliyorlar, gelecekler. Fakat biz birlik olduğumuz takdirde, geldikleri gibi geri dönecekler!

 

Mevzubahis olan yenidünya düzeninin en mühim, dominant figürlerinden biri, müstakbel şeytani düzenin yani Yeryüzü Krallığının, en birincil payandası olarak telakki edilen, tahrif ve tahrip edilmiş, tüm güzellikleri yok edilmiş, süngerleştirilmiş ve pasifize edilerek anlamsızlaştırılmış dinin mümessili olarak kendisine vazife tevdi edilmiş ve arka planda Kardinal olarak görevlendirilmiş olan din tahripçisi ve tahrifçisi zevattır yani malum konjonktürün yegâne müsebbibi konumunda bulunan, insanlığı kâh gülümseyerek kâh gözyaşlarına boğularak zehirlemiş olan Gülen şeytandır. Şeytanın Gülen yüzü aşikâr olmuştur artık. Binaenaleyh, şeytanın sözüne kulak verip, izini takip edenler uyanmalıdırlar, silkinerek kendilerine gelmelidirler. Hakikatler kapalı değildir, olabildiğince aşikârdır. Ayrıca devlete meydan okuma yapılmaz. Devlete karşı farklı bir cephe açılıp, orada konuşlanılamaz ve kitleler de bu yönde koşullandırılamaz. Fakat şeytanın Gülen yüzü bunu yapmıştır ve yenilmiştir. Devletin yenilmez olduğu düşünülememiştir. Çünkü düşünecek zekâdan mahrumdur. Artık bu kutsal toprakların masum çocukları bir daha bu Gülen şeytanın sözünü işitmemeli, izini takip etmemelidir, sözünü işitip, izini takip edenler varsa şayet bir an önce bundan geri dönmelidirler. Devlet, masum çocuklarını elbette bağrına basacaktır. Zira bu toprakların çocukları aldatılmıştır. Devlette bunu çok iyi bilmektedir. Büyük lokmalar elden kaçmış, hiçbir etkisi, kuvveti, yaptırımı olmayan aldatılmış insanlarımız geride kalmıştır. Burada şeytanın büyük bir tezgâhı vardır. Yem olarak, elde, ancak kaçamayacak olan aldatılmış insanlarımızın kalacağı çok iyi biliniyordu. Ve onlar harcatılmak isteniyordu kuvvetle muhtemel. Devlet buradaki derin ve kirli tezgâhı ihsas etmelidir ve şeytanın yeni tezgâhını boşa çıkarmalıdır. Elbette istihbarat buradan çıkarak kirli planı deşifre edecek ve bizim bile aklımıza gelmeyen karanlık noktaları çözüme kavuşturup devleti yönlendirecektir. Gülen şeytanın ödevi, insanlığı barış ve hoşgörü masallarıyla uyutup, diyalog yalanıyla aldatıp, küresel şeytanın kucağına atmaktı. Maalesef hakikat budur. İstesekte, istemesekte hakikat budur.  Bu vatanın temiz yürekli çocukları bu hakikati algılamalı, anlamalı, kavramalı ve artık uyanmalıdırlar. En azından böyle şeytani bir ihanet neticesinden acının kimlere kaldığını ihsas ve fark etmelidirler. Münhasıran bu pencereden baksalar bile hakikat kendilerine gülümseyecektir. Hakikatin gülümsemesi, şeytanın Gülen yüzünün ardında ki karanlığı çırılçıplak ortaya çıkaracaktır. Bu zevat bir ödevi deruhte etmiştir; İslam dünyasını Hristiyanlaştırmak. Elbette ki zihnen yapılacaktı bu, bedenen değil. Zira bedenler aynı kalır ama değişen zihinlerdir. Ki zihinler değiştiği zaman bedenler aynı kalsa da mahiyet olarak yine de değişir. İşte küresel siyonist şeytani şebeke için İslam en büyük tehlikedir ve o derinliği tahminsiz devasa tehlikeyi tehlike olmaktan çıkarmak için, İslam’ı tahrif ve tahrip etme yoluna gitmiştir ve bu uğurda da şeytanın Gülen yüzünü kullanıma sokmuştur. Bu katıksız hakikattir ve güneş gibi berraktır.  Yani, karşısında, mukavemet eden bir güç bulmaktan, görmekten ziyade, insanları tepkisizleştiren, etkisizleştiren, alıklaştıran, uyuşturan, boyun eğdiren ve kaderciliğin mahkûmu kılan böyle bir zihniyet daha makuldür küresel siyonist şeytani şebeke için. Zira gelir, istediğini yapar ve gider. Kimse ses etmez, direnmez. Eyvallah beyim, paşam, ağam çeker. Eee bir yere destursuz girip, yiyip, içip, eğlenip çekip gitmek kimin işine gelmez. İşte şeytanın Gülen yüzünün esas vazifesi buydu, ağababalarına böyle bir ülke sunmak istiyordu. Binaenaleyh, bu deli Türkler ve Araplar (!) biraz akıllandırılmalıydı. Bu yüzden keskin kılıcını biraz yumuşatmak iktiza ederdi. Bir yanağına vurursan diğer yanağını döndürecek olgunluğa (!) eriştirmek (ki, böyle bir şey İncil’in emridir, Kur’an buna kesinlikle karşı çıkar, çünkü Kur’an’da asalet vardır) çok mühimdi ve şeytanın Gülen yüzü bunları yapacaktı.

 

Liberal demokrasizm denilen, küresel siyonist şeytani emperyalizmin karanlık yüzünü örten bir perde olan, zımnen küfrü şirin gösteren ve tolere edilebilirmiş gibi empoze eden, müptezel, pespaye, zulüm dolu, melun ve müşrik paradigma, mevzubahis olan Yeni Dünya Düzeninin ideolojisi idi. Şeytanın Gülen yüzünün de ardında ki karanlık dünya ideolojisi yani. İşte Gülen şeytan bu kanaldan girerek, insanlığı kopkoyu bir karanlığa götürüyordu. Bu melun ideoloji, milletleri, devletleri, ümmeti, atomize edip, bölüp, yutmak ideolojisidir. Liberal Demokrasizmle, yasalar ılımlaştırılır, milleti ve devleti atomize edecek kıvamda yeniden dizayn edilir. Ki, haddizatında ümmet ormanında ki millet ağacının özünü kemiren bir ağaç kurdudur bu ideoloji. Bu şekilde, millet ve devlet, hiçbir zahmete gerek kalmadan, metazori hiçbir yönteme başvurmadan hercümerç edilir, tutsak kılınır ve türap edilir. Zira her şey, göz önünde ve kahir ekseriyetin onayı alınarak gerçekleştirilmektedir. Filhakika, milletleri, kendi topraklarında boğmaktır bunun adı. Milletin zümrüt bağlarını kirletmenin, kutsal ve kadim değerlerini, tarihini, dinini tahrif ve tahrip etmenin, nesli zehirlemenin, gönül bağlarını zayıflatmanın, uhuvvet köprülerini imha etmenin en zahmetsiz yoludur bu yol. Dini, külliyen ref etmenin en kolay, en ucuz, en zahmetsiz, en kestirme yöntemidir. İşte şeytanın Gülen yüzü, kulluk toprağına bu zehri zerk etmiştir. Bu şekilde tüm ruy-i zeminde ümmetin çocuklarını çalmış, robotik bir nesneye dönüştürmüş ve küresel siyonist şeytani emperyalizmin hizmetine sunmuştur. Ahlaksızlığı, bir zehir gibi, milletin temiz damarlarına zerk etmenin ve adaleti boğmanın en tepki çekmeyecek taktiğidir. Zira her şey orta yerde yapılmaktadır. Güya İslam’a dokunulmamaktadır amma öyle bir dokunulmaktadır ki kökten hal yoluna gidilmektedir. Tabi idrak edecek yetimiz varsa!

 

İncil’i ve Tevrat’ı derinlemesine okuduğumuz zaman, her şey, her plan, her tuzak, her zulmün arka planı sarahaten tezahür edecektir. Küresel siyonist şeytani şebekeler, yeryüzü tağutları, yenidünya düzeni inşasında, tahrif ve tahrip edilerek sekülerleştirilmiş olan kitapları istimal etmektedirler. Tüm kirli, kanlı, karanlık tezgâhların tertipçisi kahpe İngiliz, alçak tetikçisi kansız siyonist, topyekûn vurucusu Coni şeytanıdır. Diğer Batı ülkeleri de şerefsiz payandalarıdır. Farklı bir açıdan bakarsak beyin İngiliz, kalp Siyonizm, payanda Haçlı Avrupa, sağ yönü Coni, sol yönü Moskof’tur. Tümünün mutlak ve yegâne hedefleri; İslam Dini ve Türk Milletidir, Türkiye ve Ümmet Coğrafyalarıdır. Genetik hususiyetleri, Haçlı sürüleri olmalarıdır. Milletlerin bağrına zehirli bir yılan gibi salıverilen ve ülkeleri muhtelif boyutlardan etkisiz ve güçsüz bırakan terörizm hareketleri bunların taşeronlarıdırlar. Markalarının ve tandanslarının farklı olması, terörizm hareketlerinin farklı olması anlamına gelmez. Her biri farklı açıdan farklı hedefler için vardırlar, farklılıklarının anlamı burada gizlidir. Milletlerin iç barışını bozmak, devletlerin işleyişini akamete uğratmak, toplumsal gidişatın istikrarını bozarak hayatı istikrarsızlaştırmak, fert ve toplum enerjisini heba etmek, toplum tarlasına nifak tohumları ekerek uhuvveti baltalamak, ekonomik dengeyi tahrip etmek, yeryüzü tağutları adına terörizm hareketlerinin gerçekleştirmek istedikleri hedeflerdir. İşte böyle bir dünyada, Ilımlı İslam diyerek İslam’ın tahrip ve tahrif edilmesi gayreti de, gerçek İslam’ı perdeleme, örtme ve Müslümanları manipüle ederek, yeryüzü tağutların hedeflerine payanda kılma vazife görmektedir. Şeytanın Gülen yüzü de bu vazife için intihap edilmiş biridir, biçilmiş kaftandır. Yani, akılları iptal ederek kitleleri etkisiz ve tepkisiz kılma, gönüllü teslim olma, hakiki anlamda Hıristiyanlaştırma vazifesi ifa etmektedir. Hülasa; toplumlar terörün ve özü alınmış dinin arasında sıkışmış kalmış durumdadır. Ilımlı İslam’ı payanda kılarak, kullanarak, Liberal Demokrasi denilen laneti kökleştiriyor ki, teröristler eliyle de zamanı gelince kırılmayı tetiklesin. Zira bütün zehirler ancak böyle bir ortamda toplum bağrına akıtılabilir. Ki her şey aşikârdır.

 

Daha önce de ifade etmiştik; dünyada ki karanlık, kirli, kanlı tertiplerin özünü, esasını, Din teşkil etmektedir. Dünya en başından beri, İncil ve Kutsal Kitap temelinde şekillendirilmekte, dizayn edilmektedir. Her türlü kirli, kanlı, karanlık planların, tertiplerin, tezgâhların, taktiklerin, stratejilerin alt yapısını ve her nev’inden terörizm hareketlerinin çıkış noktasını tahrif ve tahrip edilerek sekülerleştirilen kitaplar oluşturmaktadır. Binaenaleyh, dünyaya egemen olma, İslam dinini ref etme, Türk Milletinin mevcudiyetine nihayet verme ve Yeryüzü Krallığını ilan etme savaşında Siyon’u, Toni’si, Coni’si, Nazi’si, Moskof’u asla ve kata ayrı düşmezler. Haçlı sürüleri kendi inançlarında hiçbir zaman kopmadılar, inançlarıyla merbutiyetlerini asla koparmadılar, bilakis tahkim ettiler. Evet, Allah’ın mutlak ve kutsal yasalarına başkaldırdılar, ihanet ettiler ve bu yasaları çiğnediler ama kendilerininkini el üstünde tuttular, insanlığa dikte ettiler. Arada bir Batı’yı Ateizmin muhasara altına aldığından dem vurulmaktadır. Bu kahpe bir tezgâhtır, asla inanmayın. Ateizmin tüm elemanları, Siyonizm’in en mutemet elemanlarıdırlar. Ateizmin bilim-sanat-edebiyat-felsefe, siyaset vs. alanlarında ki bütün aktörleri Siyonizm’in ajanıdırlar. Bu oyun, diğer dünya milletleri içinde ki uyuyanları uyutmaya devam etme oyunudur. Toplumların içine bu hastalığı sızdırıp, değerleri çürütme yöntemidir bu. Dünyada, insanlığın kanını emen, değerleri kirleten, ahlakı çürüten, ruhları çalınmış hastalıklı tiplerdir. Bunlar kanla beslenirler, dünyayı kızıl nehirlere döndürüp içinde yüzerler. Bu hastalığın adı; Darvinizm, hastalığın yegâne ilacı ise; İslam’dır. Batı’yı daima din yönlendirmiştir, bademada yönlendirecektir. İncil ve Kutsal Kitap, bir din kitabı olmaktan ziyade, birer siyasi kitaptırlar. Dünya da ki işgal tezgâhlarının, katliam planlarının, Müslümanları terörist ilan etme oyunlarının, dini tahrif ve tahrip etme ihanetinin altında, tahrif ve tahrip edilerek sekülerleştirilen bu kitaplar vardır. Dünya üzerinde tahakkuk eden tertiplerin, tezgâhların, oyunların arka planına baktığınız da bu kitaplardan işaretler, şifreler görürsünüz.

 

İncil; kendi dünyalarında bölünüp, parçalanmış olanlar asla ayakta kalamazlar. Bir evi kendi küçük dünyasında bölünüz, o evi çok kolay yok edebilirsiniz. Bir milleti kendi büyük yapısı içinde bölünüz, o milleti çok kolay tutsak kılabilirsiniz. Şeytan bile kendi kendine başkaldırıp, kendi dünyasını bölüp, parçalamışsa, ayakta kalması mümkün değildir, artık sonu gelmiş demektir. Hiçbir kimse kuvvetli adamın evine girip malını çalamaz. Hiçbir millet, kuvvetli bir milleti tutsak kılamaz. Fakat bir adamın, öncesinde ellerini, kollarını bağladığınızda, o adamın hanesini dilediğiniz gibi soyabilirsiniz der. Tevrat; tutsak kıldığınız her bir kişinin gövdesini paramparça edeceksiniz, ele geçirilen her kişi kılıçla düşüp, kendi kanında boğulacak. Ele geçirilen kişilerin, evlatları, kendi gözlerinin önünde yere çalınacak, evleri yağmalanacak, eşleri kirletilecek der. İşte küresel siyonist emperyalist şeytani şebekenin tarih boyunca izlediği yol budur. Siz bugün kalkıpta Haçlılar size bir şey yapmaz diyen Gülen şeytana aldanırsanız, her türlü acıya müstahak olursunuz. Çünkü Gülen şeytan duyguları dumura uğratılmış bir zavallıdır. Mankurtlaşmıştır, düşüncesiz bir aptaldır, duygusuz bir vahşidir, sapık fikirli bir sefildir. Şeytan kendi kitabı temelinde strateji belirlemektedir. İncil ekseninde bir Gülen yüz sahaya sürmektedir. Tevrat ekseninde bir kıyıcı yüz sahaya sürmektedir ve bu kıyıcı yüzü Apo denilen soytarıdır, şebektir, çocuk katilidir. Şeytan ne yapıyor? Kuvvetli bir milleti terörle, uydurulmuş dinle bağlıyor, tüm gövdesini boşaltıyor.  Tabi bu meyanda değerleri tamamen çürütüyor, çünkü değerleri çürümeyen bir millet, uydurulan dine ve kıyıcı teröre asla prim vermez. Tüm bunları yapan şeytan, namusları, şerefleri, değerleri hatta toprakları ayakları altında çiğniyor. İstediği gibi at koşturuyor, bireysel ve toplumsal coğrafyalarda. Kendi arasında da ise muhkem bir birlik kuruyor, güç kaybeden bağlarını yeniden güçlendiriyor; küçük ölçekte Türk, büyük ölçekte İslam dünyasına karşı. Böylece tüm kanlı, kirli, karanlık tezgâhları tıkır tıkır işliyor. Nasıl olsa kitlelerde, tepkisizleştirilmiş ve sessizleştirilmişlerdir. Bir yanağına vurursanız, diğer yanağını çevirecek kemale de erişmişlerdir(!) Gülen şeytan gibi.

 

Francis Fukuyama ne diyordu? İslam büyük bir tehdit ve tehlikedir, diyordu. İşte büyük bir tehdit ve tehlike olarak algılanan İslam’ı bir şekilde ya yok etmeliydi ya da gönüllerden usulca çekip almalıydı. Çünkü İslam, her nevi emperyalizmin önünde en büyük barikattı, direniş üssüydü. Şeytanın Gülen yüzü bu yüzden önemliydi. Zira İslam’ın çocuklarını pasifleştirerek, direnişlerini kırarak, diriliş imkânlarını yok ederek, onları değerlerinden kopararak, onları sekülerizmle tanıştırarak, buluşturarak, kaynaştırarak tehdit ve tehlike olmaktan çıkaracak yegâne zevattı. Binaenaleyh muhakkak desteklenmeliydi. Zira hem, Haçlı dünyasını, Haçlı dünyasının tarih boyunca korktukları ve elanda en büyük kâbusları olan İslam’dan kurtaracaktı hem de yetiştirdiği nesil, ileriki zamanlarda Haçlılara hizmet edecek hazır bir kitle olacaktı. Bugün ortaya çıkan durumu, haklılığımızın en keskin delaletidir. Dünya üzerinde yetiştirdiği nesil, İslam’dan uzaktır, şimdi de artık Haçlılara hizmet edecek konuma gelmiş durumdadır. Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizmi bunun çok iyi farkındaydı. Her şey bu hedefe matuf tertip edilmişti. Sadece bizler görmekten mahrumduk. Şeytanın Gülen yüzü vazifesini bihakkın ifa etmiştir, genç dimağları da aldatarak, uyutarak, uyuşturarak. Zira şeytanın Gülen yüzünün özü Hıristiyanlıktır. Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin İslam dünyasına bakışı neyse şeytanın Gülen yüzünün bakışı da aynısıdır. Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizm dünyada terörizm istememektedir, Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizm dünyanın kendisine mutlak ve muhakkak olarak boyun eğmesini istemektedir ve aynısını şeytanın Gülen yüzü de istemektedir. Bu yüzden de sürekli direniş hamlelerini kıracak şekilde açıklamalar yapmakta, direnenleri tıpkı Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizm gibi terörist ilan etmektedir. Hatta daha da ileri giderek, direnenleri uyuşturulmuş, hastalıklı tipler olarak görecek derecede izan ve insaf sınırlarını aşmaktadır. Haddizatında şeytanın Gülen yüzü, yüreğinin sesini dinleyip bir dakikacık akletse ve sonra da İlahi sese yüreğini ve kulağını vererek dinlese gerçekten bu söylediklerinin yanlış olduğuna, en azından haksız olduğuna kani olacaktır. Bir insan din bilgisine vakıftır diye, günahlardan münezzeh değildir, hatasız değildir, layüsel değildir, düşüncesiz bir aptal olamaz diye bir şey yoktur, fikri sapık olamaz diye bir şey yoktur, hain olamaz diye bir şey yoktur! Şeytanın Gülen yüzü, maalesef yeryüzü çocuklarını, bahusus ümmetin temiz çocuklarını Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin gönüllü hizmetkârları kılmıştır. Çok üzücü, derin acı, kahredici ama maalesef hakikattir bu.

 

Ruy-i zeminde hakikat temelinde diren kim varsa, ülkesi, hürriyeti, devleti, milleti, değerleri için direnmektedir. Peki direnenlere terörist yaftasını kim vurur? Direnişten korkanlar. Kimdir bunlar? Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin ağababaları ve boyunlarına zincir vurarak yeryüzüne salıverdiği sefil oğulları. Çünkü direniş menfaatleri yok eder. Oysa sömürgeci bir şey bekler sömürdüğü insandan; sömürdüğü insanlar, kendisini, anasını, babasını, eşini, evladını sever gibi sevsin ister. Bahusus, bir millet içinde direnenleri, yine o milletin içinden birilerine terörist olarak göstertir ki, emeline daha çabuk ve kolay olarak ulaşabilsin. Bir Ömer Muhtarı, bir Şeyh Şamili, bir Cevher Dudayevi vb. düşünün lütfen. Acaba bunlar terörist oldukları için mi şehit edilmişlerdir? Sahi bunlar, hangi terörist faaliyetleri organize etmişlerdir? Şeyh Ahmet Yasin, tekerlekli sandalyeyle, İsrail’i işgal mi etmiştir de, bir namaz çıkışında alçakça bir harekâtla siyonist köpeklerince şehit edilmiştir? Ali Şeriati, hangi katliamından dolayı, hangi İsrailli çocuğun başını taşla ezdiğinden dolayı, kahpe evladı İngiliz ajanlarınca yardım edilerek, domuz yavrusu Savak ajanlarınca katledilmiştir? Lütfen söyleyiniz bayım? Siz, kim adına kimi terörist ilan ettiniz yıllarca ve neyi umdunuz bunu yaparak? Hayır, bilmediğimden sormuyorum, gayet iyi biliyorum, efendilerine hizmet ettiğini. Yani insanların değerleri, ülkeleri, kaynakları ve milletleri için mücadele vermeleri ne zamandan beridir suç sayılmıştır? Çanakkale de ölenler niçin ölmüşlerdir? Kurtuluş Savaşı’nda ölen Mehmetçiklerimiz niçin can vermişlerdir? Batı denilen batasıca barbarlara boyun mu eğselerdi yani? Bunu mu istiyorsunuz? Şimdi bunlar tümden terörist mi oldular? Bunlar uyuşturulmuş tipler midirler de Batı’ya kafa tutmaktadırlar yoksa haysiyetlerini, namuslarını koruma davası mı vermişlerdir? Siz Batı’ya boyun eğerek mutemet adamlar mı olmaktasınız? Faydalı insanlar mı olmaktasınız? Teröristlikten mi kurtulmaktasınız? Namuslarını, şereflerini, özgürlüklerini, kaynaklarını, kadınlarını peşkeş mi çeksinler istiyorsunuz? Oysa asıl terörist, zalime merhamet edip, mazluma zulme yol vermektir. İşte siz bunu yaptınız bayım, bir ömür. İşte tam da bu yüzden şeytanın Gülen yüzüsünüz. Gülerek ağlattınız, ağlayarak aldatınız, aldatarak uyuşturdunuz, uyuşturarak güldürdünüz. Elbette şeytanları güldürdünüz. Tüm temiz yürekli insanları ise ağlattınız. Sizde yürek odluğuna inanmıyorum bayım!

 

Şeytanın Gülen yüzü, Pensilvanya fanusuna sıkışıp kalınca dünya ile merbutiyetini tamamen kopardı, bu âlemin fani olduğunu unuttu, sekülerleşti, güç kesbedip ummadığı kadar palazlanınca şirazeden çıktı, dini unuttu, münafıklaştı, müşrikleşti. Din ile palazlandı ama dine bile ihaneti normal gördü. Her türlü ahlaksızlığı (ahlaksızlığın toplumsal boyutu anlamında söylüyorum, gerçek anlamıyla değil, misal; adaletsizliğin en ağırını yapmaktan imtina etmedi, nice insanlara hayatı zehir etti.) terviç etti. İnsanların aklına ipotek koyup, akıl ile vahiy ilişkisini bile kesmek ahlaksızlığın zirvesidir. Kimse kusura bakmasın, biraz gözlerimizi açmalı, aklımızı çalıştırmalıyız. İnsanların satın alınabileceğini, kiralanarak tutsak kılınıp hizmetkâr kılınabileceğini söylemek ahlaksızlığın en dibidir. Hem olmayan aklıyla güya akıl veriyor hem de bunları size söylüyorum, duyun ve unutun ama gereğini de yapın diyor bir toplantısında. Vahyi eksen alan bir aklın, hakikatin ahlakını temel alan birinin böyle bir şey yapması tasavvur da, tahayyül de edilemez. Çünkü Müslümanın gizli, kapaklı, karanlık işi olamaz. Müslüman tebliğ adamıdır, davet adamıdır ve davet adamı şeffaf olur, hakikati sarih ve beliğ olarak duyurur. Ki, toplumsal mekanizmada muayyen bir mevkii olan insanın ahlaksızlık telkin etmesi haysiyetsizliktir, namussuzluktur, hainliktir. Çünkü tüm kutsal değerlere darbe vurmaktır bu. Belki alttaki insanlardan beklenebilir bu, beklenmez ama nefsinin egemenliği altında olabilme ihtimali yüzünden beklenebilir diyelim, ama belli bir mevkie gelmiş, yönlendirme gibi bir konumu bulunan birisinden asla beklenemez. Zira normal bir insan nefsine uyabilir amma bunu bu yolda ciddi merhale kat ettiği söylenen, âlim olduğu ifade edilen ve ciddi bir kitlenin lideri olduğu söylenen kişi söylüyorsa orada durmak ve düşünmek icap eder. Bizler; ‘’güzel ahlakı ikmal etmeye geldiğini’’ izhar ve izah eden bir Önderin (sav) ümmetiyiz. Peki, Öndere layık olmak sorumluluğu nerede kaldı? İmam bunu yaparsa cemaat ne yapacak? Maalesef bizler ruhen çürümüş durumdayız, bedenen de çürüyüp yok olmadan dirilmeliyiz. Şeytanın Gülen yüzünü göz önünde bulundurmalıyız ve artık yeniden nefsimizi murakabe etmeliyiz, hayatımızı sigaya çekmeliyiz.

 

Şeytanın Gülen yüzü, Papa denilen, Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin küresel düzlemde ki manevi başı olan zevata bir mektup yazıyor ve orada bir ifade vardır, derin anlam tazammum eden; Rabbin aciz kulu diyor orada. Naçizane indi mülahazalarımdır bunlar elbette; ne demektir bu? Kim kullanır bu tarz ifadeleri kahir ekseriyetle? Derindir, gizemlidir, manidardır. Örtük bir yönü vardır. Müslüman olanların kullandığına rastlanmaz. Varsa bendeniz bilmiyorum ve bilmek isterim. Bendeniz âlim denilen hiçbir şahsın kitabında karşılaşmadım. Naçizane fikrimce, bu ifade, Nasraniyet’e ittiba etmenin zımni kabulüdür. Keza, Önder’imizi red hangi aklın deliliği olabilir? Şeytanın Gülen yüzü, müritlerine, her şeyin bir zamanı olduğunu, dinde takiye olduğunu, bu yüzden dini kabul ettirmek için Önder’in belli bir zaman geri planda bırakıldığını ve Kelime-i Tevhid’den çıkarıldığını, eğer bu yapılmazsa İslam’ın Avrupa’da kabul ettirilemeyeceğini söylemiştir. Bunu bizatihi biliyorum. Sorduğum bir mürit bunu bizatihi, bizzat bendenize söylemiştir. Şimdi bu ne demektir? Böyle bir şey kabil midir? Elbette itiraz edip, Vahiy ekseninde izah yaptım, fakat sükût etmek zorunda kaldı, cevap veremedi, ayrıldı gitti. Oysa bize Yücelerden bir emir vardı; bilerek, isteyerek, hangi düşünce adına olursa olsun, ne için olursa olsun, hakk, batıl ile gizlenemez. Din tebliği yapacaksan, sarih ve beliğ şekilde, en güzel dille yapacaksın, zorlamaya girmeyeceksin, dinin kabul edilmesi adına dini tahrif ve tahrip etmeyeceksin. Hakeza, şeytanın Gülen yüzü, bitevi, Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizmine karşı direnenleri terörist olarak göstermekten gizli bir zevk almıştır sanki. Dünyada en nefret ettiği kişileri bahusus İslam âleminden intihap etmiştir. Amma ve lâkin, dünyanın en aşağılık, en alçak, en vahşi kasabı olan Şaron’dan vb. nefret ettiğine dair tek kelime kimse duymamıştır. Çünkü buradan kendisi nemalanmıştır. Herkesi kendi saflarında toplamayı başarmıştır. Oysa kendisinin varlığı da o terörist dediklerine bağlıdır bir yerde. Söyleyin Allah aşkına, o terörist diye tavsif ettiği insanlar olmasaydı, şeytanın Gülen yüzüne karşı Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin efendilerinin tavrı ne olurdu? Oysa onlar var diye Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin kanlı, kirli, karanlık, vahşi ve alçak efendilerinin gözünde fasulye gibi nimetten sayılmaktadır şeytanın Gülen yüzü. Tamam, bahsettiği kişiler terörist olsun, olabilirler de, ama Şaron vb. küresel katillere de bir kerecikte olsa terörist diyemez miydi ya da artık zulümlerinize bir son verin diyemez miydi, yani en yumuşak ifadeyle bunu bile söyleyemez miydi? Söyleyemedi maalesef, ki söyleyemezdi de, çünkü görevi değildi bu! Bilakis Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin efendilerinin şeytanın Gülen yüzünü bu kadar abartmasını bırakın, şimdiye gömmüştü bile. Peki, şeytanın Gülen yüzü bu derin ve keskin gerçeği idrakten aciz miydi? Öyleyse bu hareketlerin manası neydi? Çünkü Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin efendileri bütün İslam dünyasının bir gün birleşerek kendisine karşı güç birliği edip direnmesinden it gibi ürkmektedir. İşte burada şeytanın Gülen yüzüne görev düşmektedir. Direniş kıvılcımlarını yok etmek, zihinleri dönüştürmek, isyan ahlakını budamak ve İslam dünyasını Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizminin efendilerine boyun eğdirmektir. Yani manen Hıristiyanlaştırmaktır. Müslüman görünmek amma Hıristiyanca yaşamak. Olay budur! Evet, şeytanın Gülen yüzü budur. Şeytanın Gülen yüzü tavassutu ile küçük ölçekte Türk, büyük ölçekte İslam âleminin kaderine etki etmek isteyen Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizmine karşı müteyakkız olmak zorundayız.

 

Şeytanın Gülen yüzü, lanet olasıca deli, ümmetin baş belası, bu milletin evlatlarının akıl ve ruh katili, şöyle bir psikolojik taktikle hareket etmiştir; söylem olarak radikal çıkışlar yapmıştır, bu meyanda eyleme yönelmemiştir, çünkü din kanalından sert sözler söylemek halkı coşturur ve inanmasını sağlar, taraftarını bu şekilde aldatmıştır ve toplamıştır, sonra zımnen ricat etmiştir ve bunu da zerre sezdirmeden becermiştir, zamanla hissettirmiştir ve böylece aldattığı kitleyi dönüştürmüştür. Kıskacına aldığı, dünya ile ilintilerini kestiği, diğer insanlarla bağlarını kopardığı ve mutlak olarak kendi fanusuna soktuğu insanları da kolayca aldatmış, uyutmuş, yönlendirmiş ve sömürmüştür. Şeytanın Gülen yüzünü, derin şekilde tahkik, tetkik ve tahlil ettiğiniz zaman bunu ayniyle fark edersiniz. Buradan şu sonuca da ulaşabiliriz; bunun aklıyla hareket etse bile, bu lanet olasıca delillin, ümmetin başbelasının, kirli, kanlı, karanlık operasyonlarından bihaber olan vatan evlatları mazur görülebilir. Çünkü insanlar aldanabilir. Allah ahlakı yönünden olaya baktığımız zaman vicdanımız bize bunu sarih olarak gösterecektir. Şeytanın Gülen yüzünün netameli hareketi, Ali Şeraiti’nin, Seyyid Kutup’un, Mevdudi’nin, Hasan El Benna’nın, bizden biri olan Nurettin Topçu üstadın hiç fark ettirilmeden çekilmiş bir kopyasıdır amma yumuşatılmış, tahrif ve tahrip edilmiş bir kopyasıdır. Ve üzeri de Said Nursi ile soslanmış bir kötü kopyadır bu. Kitaplarında Ali Şeriati’den, Seyyid Kutup’tan ve diğerlerinden bahsettiğini görürsünüz. Fikir armonisi yapmış yani. Öyle bir çıkış yapıyor ki, radikal (felsefi olarak kök değerler üzerinde yürümek demektir, yani birilerinin zihinlere sokmaya çalıştığı gibi kötü anlamı yoktur) dersiniz, mücahit dersiniz. Ama bunların hiçbirisi değildir. Fakat taraftar bulması için böyle bir yol denemiştir. İlk zamanlarda ki kasetlerine ve kitaplarına bakınız, Batı’ya lanet okur, Vatikan’a lanet okur, Seyyid Kutup’u takdirle sitayiş eder. Fakat belli bir güce ulaşınca yavaştan hepsini terk eder, söylemler değişmeye başlar. Zira hedefe büyük oranda ulaşılmıştır. Çember genişlemiştir. Rant çarkı hızlı dönmeye başlamıştır. Şimdi dönüşme sırasıdır ve her gelen hoşgörü bahçesine girecektir. Haçlı ile diyalog zamanıdır zaman. Tarihin boyun eğdiremediği Müslüman-Türk’e şeytanın Gülen yüz boyun eğdirmeye yeltenmiştir. Velâkin bu maya bozuktu ve tutmayacaktı ve dahi tutmadı. Müslüman-Türk boyun eğmeyecekti ve boyun eğmemek için direnen bütün mazlumların arkalarında duracaktı. Zira bu Müslüman-Türk’ün en büyük göreviydi. Tarihi sorumluluğuydu. Müslüman-Türk, dünyayı aydınlatacak ve mazlumları ısıtacak bir güneşti, kâfirleri çarpacak bir yıldırımdı ve yakacak bir ateşti. Nesilleri uyutması, uyuşturması, dirençlerini kırması, dirilişlerini geciktirmesi ile kaldı işte. Lanet olasıca deli, yuvaları dağıttı, insanların umutlarını berhava etti, huzurlarını mahvetti, hayallerini çaldı, istikballerini perişan etti. Ama biz hakikaten aldatılmış olanları bilmeli, görmeli, bulmalı ve affedici olmalıyız. O insanlar, emin olunuz ki, bu lanet olasıca deliyi kendi haline bırakacaklardır. Bazılarının bu lanet olasıca deliyle zerre miskal merbutiyeti zaten yoktur kuvvetle muhtemel.

 

Haddizatında, söylediklerimi ve yazdıklarımı, söylemek ve yazmak istemezdim. Söylüyorsam da, yazıyorsam da, inanın üzülerek söylüyorum, yazıyorum. Zira başka çare yok. Milletimin ve ümmetin başına böyle bir felaket gelmesini elbette istemezdim, istemezdik. Hakikati izah ve izhar etmek, bu düzlemde ikaz yapmak, namus ve şeref borcudur. Haysiyetli, hassasiyetli, hissiyatlı bir aydının ödevi; hakikati, karanlığın tam ortasından alıp çıkarmaktır ve bir güneş kıvamında halkın karanlık ufuklarına tutup, halkın karanlık ufuklarını aydınlatmaktır. Aydın vicdanı, kin, nefret, çıkar ile hareket etmez, edemez. Aydın vasfına haiz olan, dini, devleti, vatanı, milleti ve ümmeti için kavga eder ve asla ihanete tevessül etmez, bu değerlere. Keşke olmasaydı. Keşke pespaye ve müptezel Gülen şeytan, adam olsaydı, adam gibi yaşasaydı, bu toprakların çocuklarını aldatmasaydı, dini tahrif ve tahrip gayretine yeltenmeseydi. Büyük şeytanın kucağından kalkıp gelip, kendi topraklarına, kendi milletinin kucağına otursaydı. Keşke pişman olsa, tövbe etse, devletten ve milletten açıkça özür dilese. Velakin megaloman bir nefse sahip olmak, layüsel olduğunu sanmak, kendini tek doğru kabul edip herkese kendisinin doğrularını dikte etmeye yeltenmek, kendisini dalalete ve tuğyana sürüklemiş durumdadır. Bu millet dini üzerindedir ama kendisi dini istikametini kaybetmiştir. Bu millet değerlerine tutunarak yaşamaktadır ama kendisi tüm değerleri yok saymıştır. Bu milletin tek vatanı vardır ama kendisi vatansızdır. Bu milletin bir kimliği vardır ama kendisi kimliksizdir. Bu millet hürriyete ve istiklale âşıktır ama kendisi tutsaktır. Bu millet var olduğundan bu yana insanlığa hizmet etmektedir ama kendisi şeytanın emrindedir. Dünya üzerinde, vatanları ve namusları için direnen insanları, Amerika’nın afyonlayarak uyuşturduğu ve kullandığı gibi sözleri sarf eden kendisidir. Amerikasız Ortadoğu’ya yönelmenin, oralarda iş yapmanın mümkün olamayacağını ifade eden kendisidir. Küfrettiği Vatikan’a boyun eğen kendisidir. Yani hakikatte, afyonlanan, uyuşturulan ve kullanılan kimdir cümle âlem bilmektedir. İnsanlığın temel ahlak ilkelerini tahrip eden kendisidir. Adaleti çiğneyip perişan eden kendisidir. Bugün müptezel ve pespaye Gülen şeytanın yaptıklarının bedelini, aldatılmış, aldanmış, uyutulmuş, afyonlanmış insanlar ödemektedirler. Fakat buda netameli bir durumdur. Hakikatler güneş gibi aşikârken olabildiğince dikkat edilmelidir. Ayrım sonsuz teenni ile yapılmalıdır. Devlet, yanlış ile doğruyu, haklı ile haksızı, yaptığını bilinçli ve farkında olarak yapan ile yaptığını bilinçsizce ve farkında olmadan yapanı ya da Gülen şeytanla hiçbir irtibatı olmadığı halde, şeytanın bazı kurumlarıyla, kurumları legal konumdayken masumca ilinti kurmak zorunda kalmış olanları tefrik etmek için vardır. Ve burada devletin bahanesi olamaz. Zira devletin istihbarata vardır. İstihbaratın anlamı ve vazifesi nedir? Devlet adaleti asla ve kata, hiçbir şartta ve koşulda elden bırakmamalıdır.  Hiçbir zamanda, şartta ve koşulda unutulmamalıdır ki; adalet yoksa düzen imkânsızdır!

 

Allah; eğer topraklarınız kâfirlerce işgale uğrarsa ve siz topraklarınızdan kovulmak istenirseniz, Allah yolunda cihad ediniz diyor. Yani bir milletin, kendi topraklarını işgalden kurtarmak ve kendi toraklarında özgürce yaşamak için mücadele vermeleri en tabii haklarıdır. Şimdi söyleyelim; bir millet, toprakları işgal edilmek istendiğinde, namusu payimal edilmeye çalışıldığında ne yapabilir, ne yapması beklenir? Direnmesi iktiza etmez mi? Terini, yaşını, kanını ortaya koyması icap etmez mi? kaynaklarına sahip çıkması beklenmez mi? Bunları yaptığında terörist mi olur? Bilakis, mezellet ve meskenet içinde izzetsizce yaşamaya mahkûm olmaz mı? Gelelim sadede; Allah diyen biri, Allah’ın davasını dava edindiğini haykıran biri, Haçlıların işgaline onay verebilir mi? Kadim ve kutsal değerleri için kavga edenleri terörist olarak nitelendirebilir mi? Filistin’de, başı taşla ezilen bir çocuğu gören Müslüman ne hisseder? Irak’ta, gözleri önünde kahpe dölü coni tarafından karısının ırzına geçilen bir Müslüman ne hisseder? Bu Müslüman’a terörist demek nasıl bir zihniyetin ürünüdür ve bu melun zihniyeti desteklemek nasıl bir ruh halinin ürünüdür? Peki, o Müslüman, karısının ırzına geçeni tebrik mi etsin? Hatta kendi elleriyle mi sunsun? Toprağı işgal edilen Müslüman; buyur gel, topraklarımız bize zaten fazla geliyordu, sende ortak ol, hatta biz kendimizi idare edemiyoruz sen liderimiz ol mu desin kâfire? Başı taşla ezilen çocuğun babası tebessüm mü etsin şeytana? Şeytan işgal edince mazlumdur, Müslüman direnince teröristtir öyle mi? Bu nasıl bir vicdandır? Tamam, kabul ediyorum; buyurun bana çözüm yolu söyleyin o zaman. Böyle durumlarda Müslüman ne yapmalıdır? Yani bugün dünyada terör üretim merkezi neresidir bilmiyor değiliz. Kimler teröristtir ve dünyada terör estirenler kimlerdir bigâne değiliz. Hangi Müslüman şahıs, toplum ya da devlet durduk yerde başkalarına zulmetmiştir? Başkalarının topraklarını işgal edip, namusunu payimal etmiştir, kaynaklarını yağmalamıştır? Hadi erkekseniz bir tek örnek veriniz. Amma Batı’nın katlettiği insan sayısını kim hesap edebilir? Yağmaladığı kaynakların hesabını kim tutabilir? İşgal ettiği toprakların ölçümünü kim ifade edebilir? Dünyanın baş teröristi Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalizmdir kim ne derse desin. Adolf Hitler’in, ‘’insanlığı çürüten mikroplar’’ diye tarif ettiği, Schopenhauer’in ‘’yalanın büyük üstatları’’ diye tavsif ettiği Küresel Şeytani Siyonist Haçlı Emperyalist pisliklerdir ve topyekûn Avrupa’dır. Batı ya da Avrupa, barbardır, hayvandır, vahşidir, alçaktır, namussuzdur, şerefsizdir, domuzdur, maymundur. Bütün melanetlerin, ahlaksızlıkların mahrecidir. Şimdi namusları için, vatanları için, milletleri için direnen Müslümanları terörist olarak suçlamak nasıl bir ruh halidir, bütün bu apaçık gerçekler karşısında Allah aşkına? Üstelikte net bilgiye sahip olmadan. Bakınız İlahımız ve Önderimiz neler söylemektedirler? İlahımız (cc) diyor ki; ‘’Fasıklardan gelen haberlere, araştırıp sormadan hemen inanmayın.’’ Keza Önderimiz (sav) diyor ki; ‘’hakkında güneş gibi kesin bilgiye sahip olmadığın şey hakkında kesin kararını verme.’’ Peki, bize noluyor Allah aşkına? Biz nasıl insanlarız? Sahi bizler kimleriz? İnsanda biraz vicdan olur değil mi? Dünya medyasının ve onun yerel yavrularının sunduklarıyla mı olayları değerlendireceğiz yoksa Allah’ın istediği şekilde mi? 

 

Bendeniz, hiçbir ayetin ve hadisin, şeytanın Gülen yüzünü tasvip ve tensip ettiğini müşahede etmedim. Bu konuda tek bir hüccet gösterilemez. Ki, artık böyle bir şeye tevessül etmekte akılsızlıktan başka bir şey değildir ama küresel istihbarat ajanlarının robotlaştırdığı ve zavallılaştırdığı tipi şayet elan takip etme niyeti taşıyanlar varsa, bu arkadaşlara söyleyeceğim, lütfen birazcık aklediniz ve hakikatleri fark ediniz. Zira burada imanınız mevzubahistir. Hoş ama boş konuşma niyetim yok ve asla da olamaz. Zira bendenizin cerbezeyle işim olamaz. İşim hakikatledir. Tefekkürledir, hüccetledir, ikna iledir, tahkik, tetkik, tahlil, soru, sorgu, tecessüs iledir. Boş okumakla, laf dokumakla iştigal etmem. Samimiyim, içtenim, dürüstçe söylüyorum ve yazıyorum. Ben bir şeyi kökleri üzerinden konuşurum, değerlendiririm. En dibine kadar inerim mevzunun. Bilakis asla ikna olmam. Zira fikir adamı iseniz ve fikir teatisi yapıyorsanız, üzerinde müzakere ettiğiniz mevzuyu en dibine kadar müzakere edeceksiniz. Ve neticede gerçekten ikna olursam kabul etmekte tereddüt etmem, karşı fikri. Fakat maalesef bu bizim toplumsal bir kusurumuz. Ya mevzuyu sığ ve yüzeysel olarak müzakere ediyorsunuz, derinlemesine dalmaktan korkuyorsunuz ya da konuşuyorsunuz, anlatıyorsunuz, dinliyorsunuz ve mutabık oluyorsunuz amma daha sonra arkadaşım aynı şeyleri üfürmekte tereddüt etmiyor, daha önce savunulan şeyin yanlışlığında mutabık olduğumuz halde. O zaman niye okuyoruz, düşünüyoruz ve mücadele veriyoruz? Bence gerçekten biraz sahtekârız. Yazma olayında da aynı. Durup düşünmeden yazıyoruz. Laf olsun icabında yazıyoruz. Boş okuyoruz, yazıyoruz, söz değil laf dokuyoruz. Yazdıklarımızın ayağı yere basıyor mu, basmıyor mu diye düşünmüyoruz. Söylediklerimizin çürütüleceğini bildiğimiz halde yazıyoruz. Yani gerçekten sanki yazmış olmak, ün sahibi olmak, kendimizi göstermek için yazıyoruz. Ya da aynı düzlemde konuşuyoruz. Ve sonra da toplumda ki kötülüklerden şikâyetçi oluyoruz, insanların rezilliğinden şikâyetçi oluyoruz, niçin adaletsizlik-ahlaksızlık toplumu sarmış diye soruyoruz. Ayıp diye bir şey var be! Samimi olmalıyız, dürüst olmalıyız. Geçelim! Filhakika, şeytanın Gülen yüzü, kendi dönüştürdüğü müritleri tarafından dönüştürülmüş zavallı, alık, bön biridir. Ki, haddizatında zımnen ekarte bile edilmiş durumdaydı ama fark edemeyecek kadar kördü, cahildi, nankördü, zalimdi. Çünkü kendisini hakikatin dünyasına kapatmıştı, yalan bir dünyada savruluyordu ama savrulurken uçtuğunu tasavvur ve tahayyül ediyordu, bunu da hakikat adamı olduğu varsayımına izafe ediyordu. Katıksız bir hamakat ehliydi. Şeytanın Gülen yüzünün ülkesine gelememesinin ardında bile, tamamen ve kayıtsız, şartsız CIA, MI5 ve MOSSAD’ın emrine girmiş kendi elemanları vardı. Ki kendisi zaten bu kirli, karanlık, kanlı yapıların mutemet elemanıydı. Ve Türkiye’ye gelmesini istemediler müritleri. Çünkü burada işleyen ve sürekli kazandıran bir çark kurmuşlardı. Bu çarka çomak sokulsun istemiyorlardı. Aslında zerre sorun yoktu gelmesinde. Fakat suni korkularla mevcut durum beslendi ve şeytanın Gülen yüzü hem aldatıldı hem de isteyerek aldandı ya da maalesef ki acı gerçek, gönderilmedi, çünkü tutsaktı. Şeytanın Gülen yüzünün yaşadığı yerde ki bütün elemanları ve burayla irtibat kuran, burada hâkim olan kripto elemanları CIA, MI5 ve MOSSAD ile ilintilidir. Devletin asıl mücadele edeceği kişiler kripto elemanlardır, hiçbir etkiye, yönlendirme gücüne sahip olmayan ve karanlık yön hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan gariban insanlar değildir. Devlet ayıklamayı sonsuz teenni ile adalet ve ahlak umdeleri çerçevesinde yapmalıdır. Devlet, yanlış ile doğruyu, haklı ile haksızı, yaptığını bilinçli ve farkında olarak yapan ile yaptığını bilinçsizce ve farkında olmadan yapanı ya da Gülen şeytanla hiçbir irtibatı olmadığı halde, şeytanın bazı kurumlarıyla, kurumları legal konumdayken masumca ilinti kurmak zorunda kalmış olanları tefrik etmek için vardır. Ve burada devletin bahanesi olamaz. Zira devletin istihbarata vardır. İstihbaratın anlamı ve vazifesi nedir? Devlet adaleti asla ve kata, hiçbir şartta ve koşulda elden bırakmamalıdır.  Hiçbir zamanda, şartta ve koşulda unutulmamalıdır ki; adalet yoksa düzen imkânsızdır! 

Tarih: 06.01.2017 Okunma: 668

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?