YAŞAMAK, AĞRIDIR VE AĞIRDIR...12...

Özgür DENİZ - 07.08.2016

Başımıza gelenler nasıl birileri aracılığı ile oluyorsa, aynı zamanda bizim aracılığımızla da oluyordur. Biz işimizi doğru düzgün yapmaz isek, illa ki işin doğru yapılmadığı yerde açıklar meydana gelecek ve bizim başımıza iş açacak olanlar oradan sızıntı yapacaklardır. Toplumu yönlendirme, aydınlatma konumunda olanlar, eğer dava bilincinden, ideallerden, değerlerden, kimlikten, karakterden ve kişilikten ari olurlarsa, orada mesele masaya, kasaya, nisaya egemen olma ve insanları sürüleştirme psikolojisi tezahür eder ve asli işler geri kalır. Bu şekilde de harici müdahalelere açık kapı bırakılmış olur. Paraya ve erke tapınç içinde olanlar itibar görürler, mürai tipler baş tacı edilirler. Haysiyet, hassasiyet ve hissiyat sahibi insanlar ise itibarsızlaştırılmaya çalışılırlar. Nihayet itibarsızlaştırılan insanların yerini, hakikatte itibarsız olanlar alırlar ve toplumun hücrelerine sızarak, toplumu çürütmeye çalışırlar. Değerler tefessüh eder, nesil kendisine yabancılaşır, insanlık mevta olur, peki kimin umurunda olur o zaman bu kötülükler? Makam, erk, para, şöhret esir aldığı zaman bir toplumu, o toplum indinde artık değerlerin hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmaz. Orada başıbozuklar, mürai tipler, dalkavuklar, düzenbazlar gemisini yürüten kaptan olurlar. Nihayet yanlışların egemen olduğu yerde, doğru olduğun zaman bitersin, sakıncalı hale gelirsin ve hiçbir yerde hiçbir yerin olmaz. Buradan şöyle bir şeye ulaşırsın; bir yer mi kapmak istiyorsun, bir şey mi elde etmek istiyorsun, gözlerini kapayacaksın, kulaklarını tıkayacaksın, vicdanını bastıracaksın, kafanı kuma gömeceksin, ağzını bantlayacaksın ve ne denirse harfiyen tatbik edeceksin derler.  Ülkene güzel hizmetler yapacakmışsın, işini sağlam yapıyormuşsun, ömrünü devletine, milletine, vatanına, soydaş ve dindaşlarına adamışsın hepsi angaryadır. İşte o an insanlık namına senin yanında duran kimse olmuyor. Ve yaşamak çok ağır geliyor. Oysa şiir gibi yaşamak istiyor insan, sonsuzluğa uçup gitmek, hayallere dalmak umarsızca, büyük ülkülerin peşinden akıp gitmek sessizce ve sessizce çalışmak, işini yapmak, beyninin ve ruhunun tüm ağırlıklardan, yüklerden boşaldığını hissetmek istiyor. Allah, Önder, Kur’an şahit olsun ki, Allah ahlakı ile ahlaklanmış bir millet ve ümmet olaydık, şerefi ve izzetli yaşar, güzel bir hayatı hak ederdik. İstemekle, dilemekle olmuyor, yapmakla ve yaşamakla olacak şeyler! 

 

İnsanoğlu hep temenni ediyor, diliyor, istiyor ama kendisine ancak çalışıp, kazandığının olduğu söyleniyor. Kendisinden laf değil eylem bekleniyor. Fakat bunu bir türlü idrak edemiyor insan. Yapmak, yaşamak, çalışmak, hareket etmek gerektiğini algılayamıyor, anlayamıyor. Ya da rahata, tembelliğe alışmış. Veyahut kör kütük cahil, ne biliyor, ne bilmediğini biliyor, ne de bilmek istiyor.  İnsanoğlu, nefsinin çok istediği şeyler için nefsinin hiçte istemediği şeyleri yapmak zorundadır, yani bedel ödemek zorundadır. Zira bedelsiz, ıstırapsız, sancısız, acısız bir hayat yoktur, badema da olmayacaktır. Misal; imtihanı kazanmak, güzel bir okula yerleşmek, hayallerini gerçek kılmak istiyorsun. Yatarak bunu gerçekleştirebilir misin? Nefsine çalışmak, saatlerce kitap okumak, problem çözmekte zor geliyor. Napacaksın? İstesen de istemesen de problem çözmek, kitap okumak zorundasın bebeğim. İnsana niçin; iman ettik deyince kurtulacağını mı sanıyorsun denilmektedir? Zira deneneceksin, sabırla katlanacaksın başına gelenlere, tahammül edeceksin, feragat edeceksin, fedakârlık yapacaksın, adil ve ahlaklı yaşayacaksın, iyiliği çoğaltıp kötülüğü azaltmak için kavga vereceksin, ki kurtulasın. Dilinle iman ettim de, sonra kır nefsinin zincirlerini köpek gibi yaşa, ondan sonra da kurtuluş bekle! Eylemdir, insanı insandan ayıran, yoksa birbirine benzer insanlar! Eylem ise, yani yaşamak, yapmak ise; vicdanı temiz kalan, merhametten behresi olan, adalet hassasiyeti bulunan ve cesur bir yüreğe sahip olan insanların işidir. Yazıyoruz, konuşuyoruz, söylüyoruz naçizane kapasitemiz kifayetince. Bir nevi naçizane eylem içindeyiz. Kötülüğü yayan, öven, yaşayan, taşıyan birisi değiliz elhamdülillahirabbülalemin. Allah, vatan, namus aşkına, söylediklerim için suçlanabilir miyim, kötü olarak görülebilir miyim? Oysa böyle algılanmamalıyım. Yanlış yapıyorsam düzeltilmem lazım gelir, doğru düşünüyorsam kabul etmek insanlık icabıdır. Ama böyle olmuyor. Herkes seni kendisine taraf olmaya zorluyor ama kimse Allah’tan taraf olmanı istemiyor sanki. Sen Allah’tan taraf olunca da kimse sana dost olmuyor. Sonsuz ve derin bir acı bu ama hakikat! Niye? Çünkü kimseden yana konuşmuyorum, sadece Hakk’tan, Halktan ve hakikatten yana konuşuyorum. İşte tam da bu tehlikeli oluyor. Bir anda lazım olmayan adam oluveriyorsun. Emirleri dinlemezsin. Kula kulluk etmezsin. İcabında yürüyen tekere çomak sokarsın. Ancak Allah’a kulluk edersin, ülkene ve vatanına hizmet etmeyi düşlersin. Hakikatte ise senin yaptığın tek şey; namusluca yaşamaktır, Hakkı Hak bilip ittiba etmek, batılı batıl bilip içtinap etmektir ve iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır. Ama Allah’tan korkanlar anlamazlar bunu. Eğer bir dava güdüyor olaydık, bir vicdan sahibi olaydık, iyiliğe taraf ve kötülüğe karşı olaydık, insanlıktan, İslamlıktan, hakikatten, ahlaktan, adaletten behremiz olaydı, kötü ben değil bana karşı çıkanlar olurdu. Ama maalesef ki maalesef hayat hiç böyle değil. Konuşmalar bana bayağı geliyor, eylemler sahte geliyor. Bilakis durum çok farklı olurdu. Allah, bana, hakikati, güçlendiğin zaman savunacaksın demedi. Sadece elinden geleni yapacaksın hakikat için dedi. Bu yüzden nutuk atanlara değil icraat yapanlara bakıyorum. Eğer laf bol, eylem yoksa, neye, niçin inanayım ki?

 

Kitabımızı mehcur bırakmışız. Kitabı mehcur olanın sözü öksüz kalmaz mı? Sözü öksüz olanın kendisi köksüz olmaz mı? Kendisi köksüz olanın varlığı olur mu? Gözümüz pasif. Kulaklarımız pasif. Kafamız pasif. Kalbimiz pasif. Sözü olmayanın gövdesi ve gövdesine bağlı mekanizmaları aktif olabilir mi? Ölüm mutlak, biz muvakkatiz ama biz bizden bihaberiz. Ödül gibi cezanın da var olduğunu ve ne olduğunu bilmiyoruz. Biteviye ödül peşinde koşuyoruz, sonra da zeki pozlar veriyoruz, ahkâm kesiyoruz. Cahiliz ama cerbeze yaparak akıllıymışız gibi yapıyoruz. Nesillerimizi manen ve madden çöküyor. Dünyamız mütemadiyen kirleniyor. Kültürümüz tefessüh ediyor. Bitevi tedenni ediyoruz, terakki etmemiz iktiza ederken. Evlatlarımızı soyarak, itlerin önüne koyarak ve onların üzerinden doyarak yaşayanlar var bu temiz topraklarda. Henüz olgunlaşmamış, gençliğine bile erememiş çocuklarımızı uyuşturuyorlar, dört duvar arasında tutsak edip fuhşa zorluyorlar, kanlarını akıtıp canlarını alıyorlar. Uyuşturucu tacirlerini, fuhuş çetelerini, insan kasaplığı yapan elleri, dilleri, ağızları kanlı teröristleri doğdukları güne lanet ettireceksin. Bahar gelecek yeniden gönül toprağımıza. İşte hakiki terakki budur. Doğruların önünde handikap teşkil edip, kötülere geçit vererek, kötüler ve kötülükler yok edilemez ve terakki kaydedilemez. Bunu idrak etmek gerekiyor. Eğer bu ince hakikati ihsas edemiyorsan, ya cahilsin ya da hainsin. Haddizatında bendeniz kötülere de kızmıyorum. Kötülere yol açanlara, yol verenlere, iyileri ise tecziye etmeye pek hevesli ahlaksızlara kızıyorum. Ki, filhakika, asıl hainlerde onlardır zaten. Hayata kalın bakmadığım için, ince baktığım ve bu sebeple de hissettiğim için sert, keskin konuşuyorum. Zira yumuşaklıkla, gereksiz merhametle bugüne değin bir şey hallolduğuna tanıklık etmedim, şahit olmadım. Bu meyanda bendenizin sert ve keskin oluşuyla herhangi bir şey olur mu, değişir mi? Elbette ki, hayır. Münhasıran bireysel bazda yüreğimizi hafifletmiş olurum. Ya da bu şekilde algılamak rahatlatıyor diyelim. Zira naçarım, ıstıraplara duçarım. Bu dünyanın ışığı, insanlığın umudu biziz. Eğer biz, biz olmazsak ve kadim, tarihi ve kutsal vazifemizi ifa etmezsek tüm mevcudat tefessüh edecektir, bunu fark ve idrak etmemiz iktiza ediyor. Eskiden bilge insanlar vardı, sözleri dinlenirdi, onlara dokunmak yürek isterdi. Şimdi ise onlar da adam yerine konmuyor. Ana azmış, baba azmış, oğul-kız azmış. İnsanlık adeta kudurmuş gibi. Peki, niçin böyle olur? Herhalde durduk yere böyle oluyor değildir. Çünkü vicdanen iflas etmişiz. Ahlak bitmiş. İyiliği emretmek, kötülükten men etmek diye bir sorumluluğumuz olduğunu unutmuşuz. Biz, kim olduğumuzu unutmuşuz. Hatta Allah’ı unutmuşuz. Önderi unutmuşuz. Kitabı unutmuşuz. Biz, bizi unutmuşuz. 

Tarih: 07.08.2016 Okunma: 729

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?