YOKSUL KİMDİR? VE YOKSULLAŞTIRMANIN PERDE ARKASI...

Özgür DENİZ - 20.06.2016

Yoksul denilince aklımıza ne gelir? İmkânlar yönünden yokluk içinde olan akla gelir galiba. Ki, zaten mefhum bile anlatmaktadır ne anlama geldiğini yani ihsas ediyorsunuz mefhumu okumanızda neyin ne olduğunu. Yok burada yoksul kelimesinin kökü falan değildir, ki, yok mevhumu, yoksul mevhumu içinde bağımsız bir duruma da haiz değildir ama yoksulun kim olduğuna da bir delaletmiş gibi duruyor. Yokluk çekene yoksul denir gibi bir şeydir. Yoksul mevhumu vardır bir de zıttı zengin mevhumu vardır. Zengin, bir güce ve imkânlar yönünden de genişliğe malik olan demektir. Öyleyse yoksul güçsüz olan ve imkânlar yönünden kısıtlı yaşayan demektir. Yoksulluk, genel olarak baktığımız zaman, maddi imkânlar yönünden mahrumiyeti anlatır. Normal şekilde doyamamak, normal düzeyde giyinememek ve bir nevi tabir caizse sürünerek yaşamak gibi bir şeydir. Bir nevi, maddi yani ekonomik imkânlar yönünden güçsüz ve naçar kalma halidir. Satın alma gücünün bulunmamasıdır ya da ciddi düzeyde nakıs olmasıdır. Yoksulluk, muhtaç olma halidir ve yoksulluk başladığı zaman muhtaçlık tezahür eder. Her insançocuğunun, ekmeğe, suya, örtünmeye ve geçinmek için bir miktar paraya ihtiyacı vardır. Çünkü bu şeyler temel insani gereksinimlerdir. Burada dominant olan ihtiyaç metaı paradır. Çünkü paran varsa diğerleri spontane var olmaktadır. Parası olmayanın çalışma zarureti doğar, çalışmak isteyen başkalarına müracaat etmek zorundadır. Başkasına müracaat etmek demek, müracaat edilene zımnen muhtaç olmak demektir. Hülasa, yoksulluk, muhtaçlığı intaç eder. Paranın handiyse yegâne egemen ve tayin edici olduğu dünya hayatında muhtaçlık emre girmeye ve emir almaya sebeptir. Emre giren de kendi varlık sebeplerinden taviz vermek zorunda kalabilir. Kendi köklerinden kopmayı intaç eder, kendi köklerinden kopmakta hayat emaresini kaybetmek demektir. Yoksul bir yerde hayat emaresi gösteremeyendir. Yoksulluk yani muhtaç olmak yani direktif almak, kendisini besleyene benzemeyi tevlit eder. Ki, zamanımızda, besleyen, kendine benzemeyi de zorunlu koşmaktadır zımnen. Biz yoksulluk dediğimiz zaman, bu durum ne kadar maddi anlamda anlaşılsa da bir de manevi yoksulluk durumu vardır. En tehlikeli yoksullukta budur. Filhakika, iki yoksulluk türü de birbirini tevlit eden durumlardır ama mevzumuz şu an bu değildir. Yoksulluk deyince, bizler mütemadiyen maddi yönden mahrumiyeti anlarız. Ve bu yoksulluk, bütün tehlikelerin davetçisidir. Yoksulluk zordur bebeğim!  Yoksul insan, duvarı olmayan bahçeye benzer. Duvarsız bahçe nasıldır? Harici her türlü saldırıya açıktır. İşte yoksul da öyledir. Duvarsız bahçenin işgali ne kadar kolaysa, yoksulu cendereye alıp onu mahvetmekte o kadar kolaydır. Çünkü yoksul gariptir, çaresizdir, aldanmaya ve yönlendirilmeye meyyaldir. Onun toprağına her türlü zehirli tohumu dilediğiniz gibi atabilirsiniz. Yoksul, tabir caizse rahmetten mahrum kalmış toprağa benzer birazda. Çatlamaya meyyaldir. Tek darbeyle ufalanmaya hazırdır. Yoksul insan ya da yoksul millet fark etmez. İkisi de aynı şeylere maruzdur. İkisi de aynı tabiata maliktir. Ezilmek, sömürülmek, mahrumiyetlerin kıskacında hayat sürmek, nimetlere uzak kalmak, köleleşmek ve emir almak ikisinin de mukadderatıdır. Yoksulluk; vicdansızlığın, merhametsizliğin, adaletsizliğin, sömürünün, cimriliğin tevlit ettiği en acı, en zalim, en ağır yüktür.  

 

Söylediğimiz yönlerden dolayı, genelde İslam Ümmetinin, özel de Türk Dünyasının kaynakları sömürülmüş ve ümmetimiz, milletimiz yoksullaştırılmışlardır. Ümmetin ve ümmetin kapsama alanına giren milletlerin coğrafyalarında türedi kompradorlar var edilmiş ve o kompradorlar tavassutu ile coğrafyalarımızın kaynakları yağmalanmış, sömürülmüş ve ümmetimiz, milletimiz güçsüz düşürülmüşlerdir. Böylece de ayakları üzerinde duramayacak hale gelmişlerdir. Biteviye baskı altında tutulmuşlardır. Üreten değil tüketen olmuşlardır. Hiçbir üretim mekanizmasına sahip olamamışlardır. Ekonomik yönden kuvvetsiz olunca, siyasal olarakta kuvvetsiz duruma düşmüşlerdir. Yoksullaşan ümmetimiz ve milletimiz, dâhilde ki ve hariçte ki düşmanlarımızca kolayca yönlendirilir hale gelmişlerdir. Vatanları adeta terörizmin yuvası haline gelmiştir. Küresel emperyalizmin taşeronluğunu yapan ve dâhilde ki Truva Atı olan kahpe kompradorlar eliyle ümmetin ve milletimizin çocukları üzerinde ağır bir hegemonya tesis edilerek, istenilen her şey hem kolayca pazarlanabilmiş hem de dayatılabilmiştir. Siyaset bu kompradorlar eliyle dizayn edilir olmuştur. Küresel emperyalizmin maşalığını yapan kompradorlar hem dine hem de kimliğe düşmanlık gütmüşlerdir. Kimliksizleştirme ve dinsizleştirme hatta dahası imansızlaştırma ve insansızlaştırma politikasının arka planda uygulayıcısı olmuşlardır. Yoksullaşan ümmetin ve milletimizin çocukları da bunların güdümüne bilerek ya da bilmeyerek girmişlerdir. Bireysel zenginleşme hastalığı kasıtlı olarak yayılırken, paylaşma kültürü de bu meyanda yok edilmiştir. Böylece yoksulluk artarken, türedi zenginler çoğalmış ama zengin olanlarda yalnız kaldıkları için daha büyük zenginlerin tutsakları olmuşlardır. Böylece adalet duygusu tahrip edilmiştir. Haddizatında bir taraf zengin, bir taraf yoksul olduğu zaman ve arada ki açık kapanacağına, bitevi açılmaya devam ettiği zaman, böyle bir toplumda huzurda, barışta, kardeşlikte, işçi ve patron dayanışması da yok olur. Zengin de yozlaşır, yoksul da yozlaşır ve böyle bir ortamda tezahür eden cehalet, güve misali toplum bünyesini içten içe yer bitirir. Düşmanın tuzağına düşmek kolay hale gelir. Ama paylaşım olan yerde, birlik olur, barış olur, huzur olur ve cehaletin karanlığı hüküm süremez orada, herkes ortak bilince ve akla sahip olur. Ayrıca orada manevi bir güç potansiyeli olacağı gibi, buradan maddi bir gücün sadır olması da muhakkaktır. Çünkü paylaşım insanları birbirlerine bağlar. Ve insanları başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. İnsani kaybı önler. Ama ferdi zenginlik hastalığı bu güzelliklere büyük darbe vurmaktadır. Bu ise lanetli bir tezgâhtır. Bizler ferdi zenginlik hastalığıyla pençeleşirken, düşmanlarımız da toplu zenginleşme vardır. Bizler zannediyoruz ki, düşman parça parçadır. Değildir dostlarım değildir. Nasıl Avrupa arka planda bir bütünse, zenginlerde arka planda bir bütündür. Misal; sizler, ülkemizdeki zenginlerin ve bizleri yoksullaştıranların birbirleriyle muhalif olduklarını mı düşünüyorsunuz? Böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Perde önünde ayrılık vardır, perde arkasında ise birlik vardır. Çünkü gayeler birdir ve gayelerin birliği maddi planda da birliği zorlar. Asla unutmayınız ve daima hatırlayınız ki; küfür evvelinde birdi, bugünde birdir, yarında bir olacaktır. 

 

Alın teri akıt, helal kazan ve paylaş. Paylaş ve birlikte güçlen. Birlikte güçlen ki, direnecek cesaretin olsun küfre karşı. Zenginliği, hükmetmek için bir araç olarak gördüğümüzden bireysel zenginleşme yoluna gidiyoruz. Çünkü paylaşılan zenginlik herkesi güçlü kılar ama biz herkes değil sadece ben güçlü olayım ve diğerleri bana uysunlar istediğimiz için zenginliği paylaşmayı reddediyoruz. Münhasıran kendimize ait kılıyoruz ve elde ettiğimiz zenginlikle toplum üzerinde, fertler üzerinde egemenlik kurmayı düşlüyoruz. Ama bu şekilde kimlerin egemenliğine gireceğimizi hayal bile edemiyoruz. Hayatları tayin edici olmak istiyoruz. Bu sebeple de muhtelif sorunların tezahür etmesine yol açıyoruz. Ortaya çıkan sorunlarla baş etmek içinde gücümüzü fuzuli israf ediyoruz.  Burada ki derin tezgâhı fark edemiyoruz. Çünkü mülk tek elde toplandı mı ve mülkü inhisarına alanlar, küresel emperyalizmin güdümüne girdi mi neler olacağını kestirmek kabil değildir. İşte küresel kompradorların istedikleri şeydir bireysel zenginleşme ve toplumun yoksullaşması. Çünkü yoksullaşan toplumu yönlendirmek ve sömürmek çok kolaydır. Maalesef güç elde edenler, adaleti ikame etmek için kavga verip, zenginliği topluma yayacaklarına, adalete karşı lakayt kalıyorlar ve zımnen bireysel zenginliği teşvik edici hareketler içerisine giriyorlar. Bu şekilde münhasıran muayyen bir zümre zengin olurken, toplum yoksullaşıyor ve yoksullaşan kesim bizden kopuyor. Çünkü yoksulluk muvacehesinde ruhu acıyor ve acıyan ruh tuzaklara kolayca düşebiliyor.  Ayrıca derdinizi de anlatamıyorsunuz bu insanlara. Tebliğ ettiğiniz hakikati kabullendirmeniz zor oluyor. Senin anlattıkların adaleti getirseydi, sen zaten adil olurdun diyorlar insanlarımız. Bu ise yürekleri sonsuz acıtıyor. Duygusal ve düşünsel olarak toplumda kopuş başlıyor. Bu kopuş bedensel kopuşu tevlit ediyor ve böylece toplum atomize oluyor. Atomize olan toplumun arasına da fitne ateşi kolayca salınıveriyor ve artık çek kuyruğunu gitsin oluyor. Yazık oluyor. İnsan kaybı güç kaybını intaç ediyor. Güç kaybı da mezelleti ve meskeneti tevlit ediyor. Bu durumda, insanlarımızın kendilerine yabancılaşmasını doğuruyor ve düşmanın kucağına düşmesine sebep oluyor. Oysa bizler adaleti ikame etsek ve ekonomik sahada egemen olup adaletsizliklere dur desek ve üstelik kazandıklarımızı da paylaşsak hem kardeşliğimiz perçinlenecektir, hem de insan kaybımızın önüne geçilmiş olacaktır. Hem de bizleri sömürenlere hadlerini bildirmemiz ve sömürülerine engel olmamız kolaylaşacaktır. Bu da çok büyük bir güç demektir. Ciddi manada bireysel zenginimiz vardır, peki ne işe yaramaktadır? Hepsi düşmanın etkisi altındadır. Diğer tarafta da yoksulumuz ezilmektedir ve kendine yabancılaşmaktadır. Müslüman bu konuda kendisini sigaya çekmelidir ve vicdanının sesini dinlemelidir. Allah’tan, Önder’den ve Kur’an’dan utanmalıdır.

 

Müslüman, düşünmediği için düşmektedir! Müslüman düşünür. Düşünce hürriyetini savunur. Tabi ihanetle düşünce hürriyeti karıştırılmamalıdır. Geçelim! Yoksullukla boğuşan bir toplum düşünemez ve egemen zalimlerin çarklarını döndürmeye ve kodamanların kirli, kanlı, karanlık oyunlarında ölmeye yarar. Tefessüh etmiş ve toplumunda tefessüh etmesine neden olan popüler kültürün müptelası olur. Ümmet ve milletimiz, bilinçli, sistemli ve farkında olarak cahilleştirilmekte ve yoksullaştırılmaktadır. Yoksulluk tıpkı cehalet gibi başa beladır ve haddizatında ikisi birbirini besler. Yoksullaşan cahil kalır, cahil kalan yoksullaşır. Yoksullaşan halk, öz ve kadim kültürünü taşıyamaz, ulvi değerlerini yaşayamaz. Yoksullaşan halk okuyamaz, çünkü okuyacağı kitabı alacak ekonomiden mahrumdur ve bu şekilde cehaletin karanlığında mahvolur gider. Bitevi bir yozlaşma sürecinin esiridir. Milletin çocuklarının ne ürettiğinin bir değeri vardır, ne de emeğinin bir karşılığı vardır. Bu çok alçakça bir tezgâhtır. Yoksulluk, bir kısımın zengin olup, bir kısımın yoksul kalmasıyla çözülecek bir mesele değildir. Yoksulluğun panzehri paylaşmaktır. Birlikte çalışmak, birlikte üretmek ve birlikte tüketmektir. Paylaşmak kültürü tam anlamıyla egemen olmadıkça, yoksulluğun ortadan kalkması kabil değildir. Yoksulluk, bağımsızlığın ve hürriyetin önünde de önemli bir engeldir. Zenginlik paylaşılmalıdır ve zenginleşme bireysel bazda kalmamalı, toplumsal alana yayılmalıdır. Çünkü paylaşım ne kadar güçlü olursa, bağlar o kadar güçlü olur, bağlar ne kadar güçlü olursa birlik o kadar güçlü olur, birlik ne kadar güçlü olursa kuvvet o derece de artar. Böylece hem millet olarak zenginleşirken hem de güçlü olmak mümkündür. Güç ise bağımsızlığın ve hürriyetin anasıdır. Müslümanlar asla dünyaya sahip olmak adına mücadele veremezler, vermemeleri gerekir. Aksi durum ihanettir. Daha zengin olduğumuz zaman egemen olmamız kolaylaşır anlayışı ahmakça bir anlayıştır. Çünkü bizler düzeltmeye geciktiğimiz oranda, düşman bozmaya devam etmektedir. Ve bozukluk toplumu sardığı zaman düzeltmenin belki de imkânı kalmayacaktır. Ama bunu hiç düşünemiyoruz. Şunu kesinlikle bilelim ki; bizler paylaştıkça zenginleşeceğiz ve zenginleştikçe güçleneceğiz. Yani, birlikte zenginleşme ve birlikte güçlenme. Nihayet egemenlik. Olması gereken budur. Çünkü bizler ferdi zenginleşme derdindeyken, nice yoksullarımızı bu arada kaybedeceğizdir. İnsanlık zulmün pençesinde kıvranacaktır. Çünkü mazlumlar, zenginlerin hâkimiyetini beklemek zorunda değildirler. Ki, zenginlikle hâkimiyet olmaz. Çünkü hâkimiyet madde ile değil mana ile alakalıdır. Ah birazcık düşünebilsek!

 

Bu meyanda, temel ihtiyaç maddelerinin, zenginlere göre ücretlendirilmesi de yanlıştır. Şöyle bir durum tezahür ediyor. Yoksul biraz maddi olarak terakki kaydedince, ihtiyaç maddeleri de zamlanıyor. Ama yoksulun alım gücü de aynı oranda yine düşüyor fakat bundan zengin etkilenmiyor, hülasa; değişen bir şey olmuyor. Vergi konusu da aynı. Ekonomik geliri alt seviyede olanlardan alınan vergi ile ekonomik seviyesi çok üst düzeyde olanlardan alınan vergi eşit değil. Misal; kompradorların korunan malıyla yoksulun korunan malı eşit değildir. Öyleyse burada ki duruma göre vergilendirme olması iktiza eder. Misal, bir devlet, silahlı güçlerinin de varlığı ile bir kompradorun bir milyar liralık malının muhafazasını sağlıyorsa, yoksulun bin liralık malının bile muhafazasını sağlamıyor tabir caizse, tabi bu direkt olan bir şey değildir dolaylı yönden olmaktadır, ama vergiye geldi mi dehşetli bir adaletsizlik tezahür ediyor. Oysa yoksulun bin liralık malına mukabil bir lirasını alırsa bir milyarlık malını koruduğu kompradordan en az iki yüz elli milyon lira vergi alması icap eder. Fakat bu olmuyor kanımca. Bu durumda da yoksullar büyük mağduriyetler yaşamaktadırlar. Zengin daha da zengin olmakta, yoksul daha da yoksullaşmaktadır. Yoksulun yüreği acılardan kıvranırken, zengin keyfine bakmaktadır. Burada şöyle bir detay da tezahür etmektedir; sanki silahlı kuvvetlerimiz yani emniyetimiz ve ordumuz, kompradorların koruma gücü görüntüsü verir hale gelmektedirler. Yani, kapitalizmin kolluk kuvveti gibi algılanmaktadırlar. Bu netameli algı, uygulamalarla düzeltilmelidir. Silahlı kuvvetler, halkın malıdır ve halkın yanında olmalıdır. Bu netameli algı, hem devlete, hem devletin kurumlarına hem de zenginlere karşı devasa bir kinin doğmasına neden olmaktadır. Böylece toplumda görünmeyen bir anarşi ortamı sadır olmaktadır. Bu durumda kanlı, kirli ve karanlık odakların işlerine gelmektedir. Çünkü buradaki açıktan toplumun bünyesine sızarak zehirlerini akıtmakta ve toplumu zehirlemektedirler. Kodamanların yaşam alanları olabildiğince genişlerken ve kodamanlar dünya menfaatlerinden olabildiğince üst düzeyde faydalanırlarken, yoksullar öylece bakınmaktadırlar. Zengin olan için sorun olmazken, yoksul için sorunlar daha da artmaktadır. Alım gücü zayıflamaktadır. Yoksulun ekonomik durumu daha aşağılara doğru düşmektedir. Temel ihtiyaç maddelerini bile karşılayamaz duruma düşmektedir. Böyle bir durum da zengin olan için hiçbir sıkıntı sadır olmamaktadır. Çünkü onun için fiyatların yükselmesi önemli değildir. Bilakis kendi çıkarınadır. Hem ürününü pahalıya satmaktadır hem de egemenlik alanını genişletmektedir. Bu yüzden pahalılıkta, bireysel zenginleşmekte, yoksulun acılarını dayanılmaz kılmaktadır. Ve bunlar derin krizlere neden olan devasa yanlışlardır.

 

Son tahlilde; muhakkak şekilde paylaşım kültürünü yani birlikte çalışma, birlikte üretme ve birlikte tüketme kültürünü egemen kılmalıyız. Alın teri akıtarak ve helal kazanarak yaşamayı tavsiye etmeliyiz insanlarımıza. Bireysel zenginleşme hastalığından kurtulmalıyız. Sakladıkça değil, paylaştıkça çoğalırız. Sakladıkça, kendi zenginliğimizle kalırız ve yoksullarımızın bizden uzaklaşmasına neden oluruz. Kendimizde, bizden daha zengin olanların güdümüne gireriz. Ama paylaştıkça ümmet ve millet olarak zenginleşiriz ve yoksullarımızın da bizim yanımızda kalmalarını sağlarız ve bu, devasa bir güç demektir. Güç ise, küresel düzlemde varlık kazanmak, söz sahibi olmak, bağımsızlığa erişmek demektir. Lütfen lanetli tuzakları bozalım, tezgâhları parçalayalım ve paylaşım kültürünü egemen kılalım.

 

Tarih: 20.06.2016 Okunma: 772

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?