MERHABA SEVGİLİ YOLDAŞ...2...

Özgür DENİZ - 07.06.2016

Sevgili yoldaş! Kimler geldi, kimler geçip gitti bu âlemden. Nicelerinin adı kaldı, niceleri tarihin karanlığında kaybolup gittiler. Düşünenler acı çekerek yaşadılar, düşünceyle ilgisi olmayanlar mutlu kalabalıklar olarak nam kazandılar. Kimileri anlam veremediler hiçbir şeye. Nereden ve niçin geldiklerini bilemediler. Kimileri de bildiklerini sanarak yaşayıp gittiler. Hayat abes ve absürt geldi kimilerine, kimileri ise dem sürdüler yaşadıkları müddetçe. Kimileri geldikleri âlemi bilemediler, nereden ve niçin geldiklerine anlam veremediler. Ne kendilerini ne de hayatı anlamlandıramadılar. Bir vahşetin ortasına düştüklerine inandılar. Kurtulmak istediler ama kurtulamadılar. Fakat kurtarmadılar da hiçbir kimseyi. Kimilerinin ise böyle şeylerle hiç işi olmadı. Bunun adı özünde metafiziki bir bunalımdı, boğuntuydu. Yaşama anlam verememenin tevlit ettiği bunaltıydı. Evrene ve evrenin öznesi konumunda olan insana bir gaye hamledememekti bunun adı. Derin ve amansız bir boşluğun içine yuvarlanmışlar, kainatın, insanın, tarihin ve tanrının abes ve absürt olduğu varsayımıyla sonsuz ıstıraba düçar kalmışlardı. Tensel doyuma ulaşmış olanların tinsel çıldırmasıydı bu. Maddi gereksinimleri yönünden doymuştular, hiçbir sıkıntı içinde değildiler, hatta konfor içinde bir hayat sürüyorlardı. Makamları, şöhretleri malumdu. Çevreleri saygın kişiliklerden müteşekkildi. Velakin şu ince hakikati idrakten mahrumdular; bir nesne münferit olarak bir şey ifade etmezdi, nesneleri anlamlandırmak ancak insanın işiydi. Çünkü evrende ki her şey insan içindi, insanda kendi için ve kendisi üzerinden kendisini halkeden içindi. Bunu ihsas ve idrak etmek kabildi ama işimize gelmiyordu sanki. Varlık âleminde şeyler bize hizmet içindiler ve bizim sayemizde anlamlıydılar. Biz çekiliverdik mi, işte o zaman her şey abes ve absürt kalırdı. Hayata artı değer katmayan her şey anlamsız kalmaya mahkûmdu ve yaşama dâhil olmayan bir şeyin varlığı saçmaydı. Bir nesne insan eliyle hayata dâhil edilip istimal edildiği müddetçe bir anlam ifade ederdi. Misal, bir bardak düşünün, hiç kimse o bardakla ilgilenmiyor, onu kullanmıyor, o bardak ne anlam ifade eder? Hiç. Ama biz, o bardağa dokunduğumuzda, onu bir gaye için kullandığımızda ona bir anlam yüklemiş oluruz ve onun varlığını, saçma duruma düşmekten kurtarırız. İşte böyle bir şey, bizim nesnelere etkimizdir. Yine, bir araba düşünün, o araba ancak kullanıldığı zaman bir anlam kazanır, yoksa işlevsizdir ve maksatsızdır, dolayısıyla anlamsızdır. Tabi bu meyanda, şeyler de insanı harekete sevkeden ve insanı donukluktan kurtarmaya yarayan bir konuma haizdirler yani onlarda insanı tabir caizse abeslikten ve absürtlükten korumuş olmaktadırlar. Yani, ölçü ve denge durumu!

 

Sevgili yoldaş! Bunalım, bulantı dediğimiz şey, ölçüyü ve dengeyi kaçırmanın neticesinde tezahür eden içsel bir kaosun dışa yansımasıdır. Düşünürler salt akıl bağlamında varlık âlemini müşahede ettikleri, duyumsamayı sarf-ı nazar eyledikleri için böyle bir inhirafa düçar kalmışlardır. Eğer insanlar hem salt akıl bağlamında hareket ederler hem de bu bakışta inat ederlerse ve bir de yüzeyde kalmayıp derinlere dalma derdine düşerlerse, çıldırmaları mübremdir ve işte olan da budur. Peki, insanın çıldırması ve uçması mı normaldir, iyidir yoksa nesnelere, özlerinde bulunan anlamı hamlederek, dengeyi ve ölçüyü yakalayıp içsel sevince ve dışsal huzura ermeleri mi normaldir, iyidir yahut merakı, sormayı, sorgulamayı bırakıp bir dogma bataklığında çırpınıp durmaları mı normaldir, iyidir? Hayat dediğimiz şey kısa bir yoldur, bizse naçar ve aciz birer yolcuyuz. Bu kısa yol, haddizatında arayışın kendisidir. İnsan kendini aramaktır, kendini bulunca da tamamlanmaktır. Egzistansiyalizm de yüreğin titremesi diye bir deruni bir durum vardır hani. Yani hayatta ki kaosun muvacehesinde duyumsanan dehşetli ürpertinin vehleten ve sarahaten tebeyyün etmesidir bu durum. İnsan hayatta ki kaos muvacehesinde strese giriyor, sıkıntılara düçar kalıyor, ne yapacağını bilemez duruma geliyor, ateşleniyor bazen, hareket zaten varoluşunun önkoşuludur. Merhametine iltica edeceğimiz bir tanrımız yok, değerlerimiz, geleneklerimiz, ahlaki umdelerimiz ve vasıl olmak adına yürüyeceğimiz, uğruna mücadele edeceğimiz bir hedefimiz yok. Peki, bu nasıl bir girdaptır, fanustur, çıkmaz sokaktır? Bu ne menem bir başıboşluktur? Bu ne dehşetli ve çıldırtan mantıksızlıktır? Böyle bir hayat, amansız, fasılasız ve ebedi ıstıraptan, işkenceden başka nedir? İnsan bu dünyaya kendi kendine taammüden işkence etmek için mi gelmiştir? Madem gelmiştir, niçin fasılasız ve ebedi işkence çekmeye mahkûm etsin kendini? Jean Paul Sartre dinden mütevellit ahlakı ittihaz etmez. Herkesin, kendi ahlaki umdesi olması iktiza ettiğine inanır. Çünkü herkes, kendi özünü kendi yapar. Zira özü olmadan var olmuştur. Ne ahlaklıdır ne ahlaksızdır, buna insanın kendisi karar verir der. İnsanın ihtiyar yetisini, ahlakın temeli addeder. Ama böyle bir şey, insanların sayısınca ahlaki umde ortaya çıkarmaz mı? Peki, herkesin ahlaki umdesi olursa, birlik nasıl sağlanır, birbirine saygının ölçüsü ne olur? Böyle bir dünyada yaşamak işkenceden farksız olmaz mı? Ki zaten böyle bir dünya değil midir, bunalıma iten, bunaltı hissi veren ve insanı boğan? Ereğimiz saadete mülaki olmak ise şayet, böyle bir evrende saadet mumla aranır hale gelecek bir şey olmaz mı? Madem aklımıza inanıyoruz ve güveniyoruz, o zaman niçin aklımızı kullanmıyoruz?

 

Sevgili yoldaş! Bir şeye inandık mı, artık o şey bizim için mutlak doğru oluyor, merak etmiyoruz, sormuyoruz, sorgulamıyoruz, binaenaleyh aldatılıp aldatılmadığımızı da bilmiyoruz, akıntıya kürek çekip sürüklenip gidiyoruz. Üstelik inandığımız şey, bir benzerimizce ortaya atılmış bir şey olduğu halde. Keza, nasıl birileri şeyhlerini layüsel görüp adeta Rabler ediniyorlarsa, sizlerde önder bildiklerinizi adeta tanrılaştırıyorsunuz. Oysa karşı tarafı itham ediyorsunuz ama aynısını kendiniz yapıyorsunuz. Geçelim! Bir diğer mevzu da, Karl Marks’ın dine dair izahatlarının, Ludwig Feurbach’in fikirlerinin şerhi ve dipnotları olduğu gerçeğidir. Burada şu detay önemlidir: dine tevcih edilmiş en büyük itham olan ve güya Marksist paradigmanın ulvi keşfi, ince fikri olarak arz edilen önerme, tam olarak hatırımda olmadığı için bilemeyeceğim ama galiba şu şekildeydi; güya, din, insanı kendisinden uzaklaştırarak kendi kendisine yabancılaştırmıştır. Keşke Ludwig Feurbach’ten aldığım notlara ulaşabilmem kabil olabilseydi. Hıristiyanlığın Özü isimli kitabı yazmış olan bu düşünürden Karl Marks başta olmak üzere Marksistler ciddi düzeyde ve derin şekilde etkilenmişlerdir. Hatta bildiğim kadarıyla Karl Marks bu düşünür üzerine tezler bile yazmıştır. Karl Marks’ın bir önermesi vardır; dinin yaratımı insan eliyle olmuştur diye. Ama burada şu detay hiç akla gelmemiştir; pekâlâ niçin böyle bir ihtiyaç hâsıl olmuştur? Tamam, insan dini yarattı diyelim, peki niçin böyle bir şeye gereksinim duymuştur? Çünkü insanın özü dindir yani din olmadan insan var olamaz. İnsan müşahhaslaşmış din demektir, din de mücerret kalmış insan demektir. Bu mevzu bu kadar net, kati ve kesindir. Alternatifi kabil değildir. Belki alakası var belki de alakasız gelecek ama şöyle bir şey vardır; meşhur ateist John Locke’tan ahlak üzerine bir kitap telif etmesini istirham ederler, cevabı meşhurdur; İncil varken bir ahlak kitabına gerek yoktur. Olay budur! Konuşmaya derman gerek. Tabi bu cevap, asıl, ahlakın kaynağının din olmadığı iddiasında olanlara kapak mahiyetindedir ama konumuza da çok fazla münafi kaçmamaktadır.

 

 

O, ÜMMETİN DEMİR YUMRUĞUYDU

 

Allah rahmet eylesin. Ümmetin Demir Yumruğu dar-ı bekaya irtihal eyledi.

 

İnna lillah ve inna ileyhi raciun.

 

Külli nefsin zaigatül mevt.

 

Horlanan ve ezilen insanlara umut ve cesaret aşılayan güzel insan Muhammed Ali, sözleriyle de unutulmayacak.

 

• İsmim, Önder'imin ismidir, mermere yazdırıp yere koydurtmam.

 

• Seni tüketen, önündeki tırmanılacak dağlar değil, ayakkabındaki çakıl taşıdır.

 

• Başarı insanı yıldız yapar, karakter ise efsane

 

* Hayal gücü olmayan insanın kanatları yoktur.

 

• Şampiyonlar salonlardan çıkmaz. Şampiyonlar içlerinde tutku, hayal ve amaç olan insanlardan çıkar.

 

• Rüyalarınızı gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır.

 

• Şampiyonluğu rüyanda bile görüyorsan uyan ve hemen özür dile.

 

• Dünyayı 20’sinde de 50’sinde de aynı gören adam, 30 yılını boşa harcamıştır.

 

• Bir hayatımız var, yakında geçmişte kalacak; yalnızca Allah için yaptıklarımız sonsuza dek kalacak.

 

• Ben sigara içmem, ancak her zaman yanımda bir kibrit kutusu taşırım. Ne zaman bir günah işleyecek olsam elimi kibritin ateşi ile ısıtırım ve kendime şöyle derim; Ali sen daha bu küçük ateşe bile dayanamıyorsun, Cehenneme nasıl dayanacaksın?

 

Muhammed Ali'nin Vietnam Savaşı'na katılmayı reddettiği konuşma:

 

"Asker kaçağı değilim. Ne bayrağımızı yakıyorum ne de Kanada’ya kaçıyorum. Burada kalacağım. Beni hapse mi tıkmak istiyorsunuz? Olur, istediğinizi yapabilirsiniz. 400 yıldır zaten hapisteyim. Üç beş yıl daha yatacakmışım ne çıkar. Ama katillere yardım edip fakirleri öldürmek için 15,000 km’lik bir mesafe katetmeyeceğim. Ölmek istesem, burada ölürüm. Şimdi, sizinle kapışarak ölürüm. Benim düşmanım sizlersiniz. Çinliler, Vietkonglar veya Japonlar değil. Özgürlüğümü istediğim zaman bana karşı çıktınız. Hakkımı aradığımda bana karşı çıktınız. Eşitlik istediğimde bana karşı çıktınız. Benden bir yere gidip sizlerin uğruna savaşmamı mı istiyorsunuz? Ben haklarımı ve dinî özgürlüğümü elde etmeye çalışırken sizler bana Amerika’da bile destek vermediniz. Kendi memleketimizde bile beni savunmadınız."

Tarih: 07.06.2016 Okunma: 710

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?