MERHABA SEVGİLİ YOLDAŞ...1...

Özgür DENİZ - 04.06.2016

Sevgili yoldaş! İnsanı çözersen her şeyi çözersin. Kavga biter, barış gelir. Konuşamamanın ardında ki gerçekte, insanın çözümsüzlüğe ve bilinmezliğe mahkûm olmasıdır. Bunu böyle yapanda biziz. Çünkü kendimizi bilmekten korkuyoruz. Zira bugüne kadar insan adına yaptıklarımızın boşa çıkacağını biliyoruz. Tüm sorunların kaynağı insanın bilinmez kalmasındandır. İnsan bilindiğinde, nice kavgaların bir komediden ibaret olduğu anlaşılacaktır. İnsan anlaşılmazsa, çözüm üretmeye dair tüm çabalar berhava olmaya mahkûmdur. En basit ve taze örnek; din ve laiklik kavgasıdır. Haddizatında buraya girmek istemiyordum, ki detaya da girmeyeceğim zaten ama kısaca dokunmak iktiza etti. Bu kavga, insançocuklarının menfaatine olan bir kavga değildir, esasında boş ve absürt bir kavgadır. Kompradorların, insançocuklarını sömürmeye devam etmelerine imkân sağlan bir kavgadır. Gücün sözüne değil, sözün gücüne inandığımız zaman gerçekler bize gülümseyecek ve ruhumuzu da acıtmayacaktır. Hakikat hürriyettir, hürriyette insaniyete giden yoldur. Bizler fikir savaşında kitapları değil menfaatlerimizi eksen aldığımızdan beridir acıları yudumluyoruz. Savaşların, gövdeleri zincirlemek adına yapıldığını ve böyle olması gerektiğini varsayıyoruz. İnsanı zincirlediğimiz zaman her şeyin spontane çözülebileceğini düşünüyoruz ama yanılıyoruz. Oysa savaşlar, insanlığa giden yoldaki handikapları izale etmek, gönülleri ve kafaları kazanmak adına yapılır, bu da kitapla olur, insanın kim olduğunu tanımakla olur. Ki, filhakika, bunun adı savaşta olmaz, fetih olur. Kavga, yalan ile gerçeğin, hak ile batılın kavgasıdır. Bu yazı, kadim ve bitmeyen kavganın yansımasıdır. Sakin bir kafa ve huzura ermiş bir gönül ile tefekkür etmek iktiza eder, her şeyi sarih bir şekilde algılayabilmek, hissedebilmek, anlayabilmek ve idrak edebilmek için. Burada üstün gelme, kazanma, ben doğruyum tafrası yapma derdinde değilim. Aklımdan süzülüp gelen, gönlümde demlenen ve dilimden dökülen sözlerdir bunlar.

 

Sevgili yoldaş! Bu dünyaya, bu dünyayı hissederek bakarsan kalbin duracak, aklın çıkacak gibi olur. Ya cesurca bakmaya devam edersin ya da çareyi kaçmakta bulur, gerçekleri göz ardı edersin ve gerçeklerden kurtulduğunu sanırsın. Ama gerçekten kaçılmaz ve kaçamıyoruz. Evet, ruhumuzu acıtıyor bakışlarımız sonucunda ki görüşlerimiz ama yapacak bir şey yok. Sığ ve boş bakmakla, duyumsayarak bakmak arasında ki farkı inanıyorum ki ihsas edebilmektesin. Bu dünya kompleks, tıpkı insan gibi. İnsan temaşa ediyor âlemi ve şeylerin karmakarışık yapısını fark ediyor. Bunu duyumsuyor ama aciz ve mukayyet aklı ile bir neticeye varamıyor, anlamsız diyor her şey anlamsız ve belirsizlikte boğulup kalıyor. Çünkü insan bu evreni ve kendi küçük varlığını duyumsadığı zaman bir an tereddütler yaşıyor ve şeyleri absürt ve abes görüyor. Ama bu normaldir, olabilecek bir şeydir. Çünkü hakikate vasıl olmak kolay bir şey değildir. Elbette dilemmalar, tereddütler, gel gitler yaşayacaktır insan, kafasında ve gönlünde. Zira insana dair mümeyyiz vasıflardır bunlar. Çünkü insan hisseden ve düşünen bir varlıktır ve motomot bir karaktere malik değildir. İnsan bu kompleksli ve çelişik dünyası dâhilinde kendi kendini oluşturan, yaratan bir varlıktır tabir caizse. Bu da ancak varlık âlemi üzerinde düşünerek ve kendi küçüklüğü içinde ki çıldırtan ve korkutan büyüklüğünü hissederek olacaktır elbette ki. Zira arayış sancılıdır. Düşünmek ve hissetmek sancılıdır, azap gibidir. Duyumsadığımız ve düşündüğümüz zaman, tüm mevcudat, insanın nazarında değerini kaybediyor fakat bir şey değer kazanmakla birlikte değerini yükseltiyor; kendin. İnsan, şeyleri gözlerimizin gördüğü bu evren ile tahdit ediyor ve vehleten ölüm tebeyyün ediveriyor beyninin kıvılcımlarında ve ölüm, kafada ki sınırlılığı nakzediyor, bu da yüreğini acıya gark ediyor. Çünkü ölüm olduğu zaman sınırlılık anlamsızlaşıyor ve insan isyan ediyor. Zira bağlandığı ne varsa ölümle birlikte yokluğa mahkûm oluyor. Nihayet sahip olmak absürt ve abes geliyor. Sahip olmak için bunca mücadele aptalca ve ahmakça bulunuyor. İnsan istiyor ki, sahip olunanlar, sahip olanla birlikte sonsuzluğa değin kaim olsun. Bilakis sahip olmanın alamet-i farikası nedir diyor ve girdaplarda tutsak kalıyor. Hangi yönden bakarsan bak tutarsızlık ve çıldırtıcı. Tabi bunu herkese şamil kılmıyoruz. Zira mutlu kalabalıkların ve servet meftunu komprador züppelerin işi değil bu. Düşünen ve duyumsayan ruhların, kafaların işi.

 

Sevgili yoldaş! İnsan dediğin, yaratım, irade, ihtiyar, hayal, düşünme, duyumsama meziyeti olan bir canlıdır. Hatta daha evvelinde merak eden, soran ve sorgulayan bir canlıdır. Yaşamın içindedir, tam merkezindedir hatta her şeyin kendisi için olduğu ve kendi çevresinde döndüğü bir varlıktır. Periferide dolaşan bir yaratık değildir. Sosyal bir varlıktır. Toplum içindedir, toplumun temelidir, toplumdan etkilenendir. Toplum denilen devasa bir zindanın da tutsağıdır aynı zamanda. Hürriyetinin önünde ki en büyük handikaplardan biridir bu tutsaklık. Bu zindandan kurtulmak hem muhaldir hem de kabildir. Bu da kendi meziyetlerini doğru düzgün ve yerinde istimal etmesine merbuttur. Hayata tutunması, varoluşunu gerçekleştirmesi ve varkalması için, yaşamsal gereksinimlerini tedarik etmesi, karşılaması mübremdir. Çünkü varkalması için ihtiyaç duyduğu gereksinimlerini karşılayamadığı takdirde hareket kabiliyeti kesbetmesi, hareket kabiliyetini kesbetmediği zamanda varoluşunu tahakkuk ettirmesi kabil-i mümkün değildir. İşte tamda burada şöyle bir şey tezahür ediyor; insançocuğu, ten ve tin odaklı gereksinimlerini temin edemediği demlerde ürperiyor ve acı içinde kıvranıyor. O dem, merak kemiriyor aciz varlığını, düşünmeye, duyumsamaya, sormaya ve sorgulamaya başlıyor. Eğer burada naçar kalırsa çıldırıyor. Zira zihni ve hissi çabaların neticesiz kalması, kendisini abesliğin ve absürtlüğün girdaplarına düşürüyor. Münhasıran ten odaklı gereksinimlerini tedarik etmeye yöneldiği ve bunu da başardığı zaman, bu seferde felsefi bir sancı tezahür ediyor. İster kabul et, ister kabul etme, insan dediğimiz canlı iki boyutlu bir varlıktır. Nasıl tensel ihtiyaçları varsa, aynı zamanda tinsel ihtiyaçları da vardır. Ten doydu mu tin harekete geçer, tin doydu mu ten harekete geçer ama ikisi de dengede olursa, doyuma ulaşırsa, insan ancak o zaman huzura erer. Tensel gereksinimlerini tedarik ettiği zaman, tinsel gereksinimler tezahür eder. Artık, hakkımı nasıl almalıyım, hakkım nedir, ne yemeliyim, nasıl yemeliyim, hangi arabaya binsem daha iyi olur, evim nasıl olmalı, paramı hangi yoldan kazanmalıyım gibi maddi boyuta yani tensel yöne hitap eden sorular istenilen doyuma ulaştığı zaman anlamını kaybeder ve yerini ben kimim, nasıl varoldum, niçin varoldum, varolmalı mıydım, var olmayabilir miydim, nereden geldim, nereye gidiyorum, niçin gidiyorum, bu âlem neresidir ve nasıl tezahür etmiştir, kim var etmiştir, niçin var etmiştir, Tanrı nedir ve kimdir, kader nedir, yaşamak ne demektir ve yaşamak zorunda mıyım, niçin yaşamak zorundayım, bu evren absürt ve abes midir, ölüm ne demektir ve niçindir gibi metafiziki yöne yani tine dair sorular anlam kazanır ve insanı meşgul etmeye başlar. Burada da doyuma ulaşıldı mı, artık tüm düğümler çözülür ve insan huzura erer.



DERUNİ ESİNTİLER

 

Ayrılık rüzgârları esmeye başladı mı insanlık toprağında, o toprak çatır çatır çatırdamaya başlar.

 

Hak bildiğin yolda yalnız kalsan da yürüyeceksin. Ölürsen şahadet, yaşarsan asalet senindir.

 

Akılları dünyaya takılıp kalanlar, akılları ufuk ötesine ulaşanları asla anlayamazlar.

 

Üç beş sarı liraya şerefini satanlardan ve şerefleri satın almaya yeltenenlerden adam olmaz ki, bey olsun.

 

Şerefleri servetle satın alandan adam olmaz, şereflerini servete satanla da devlet kurulmaz.

 

Mağlubiyetleri zafer olanlar vardır. Galibiyetleri hüsran olanlar vardır.

 

Kimisi huzur arar, kimisi insanlığın huzuru için huzurundan vazgeçer. Erdemli olmak budur!

 

Köpeklerin köpekliğini yapmakta şeref arayanlar, şerefleriyle birlikte her şeylerini kaybederler.

 

Asıl kaybetmek düşmanlarına benzemektir. Yoksa erkekçe vuruşup şahadete ermek değildir.

 

Davasını, mazlumların umutlarını, büyük rüyaları dünya leşine değişenden adam olur mu beyim? Yürek acır, acır, acır!

 

Türk Milleti huzur için varolan bir millet değildir. İslam’ın sancağını yükseltmek ve mazlumların umudu olmak için varolan, şiarı hürriyet ve adalet olan bir millettir. NOKTA!...



Tarih: 04.06.2016 Okunma: 691

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?