DÜNYADA Kİ GERÇEK AMA ÖRTÜLÜ SAVAŞ...

Özgür DENİZ - 05.05.2016

‘’HABERTÜRK televizyonunda 1 Mayısı 2 Mayısa bağlayan gece de yayımlanan ve Cansu CANAN’ın sunduğu ÖTEKİ GÜNDEM programında Ertan Özyiğit Beyefendi şu şöyle konuştu: Albert Pike, 1871 yılında yazdığı bir kitabında, ki kitabı da yanında getirmişti, öngörülerinden bahsediyor. Albert Pike, 1871 yılında yazdığı kitabında, 1. Dünya Savaşı çıkaracaklarını ve neticelerini, 2. Dünya Savaşı çıkaracaklarını ve neticelerini izah etmiş ve nihayet 3. Dünya Savaşı çıkaracaklarını ve neticelerini izah etmiş ve 3. Dünya Savaşı sonunda dinlerin yok olacağını söylemiş ve tüm öngörüleri garip şekilde aynıyla tahakkuk etmiş. Görünen o ki son öngörüsünün tahakkuk etmesi için her şey yapılmaya çalışılmaktadır. Ki, bendeniz filhakika dinlerin değil İslam Dini’nin yok edileceğini söylemiş olduğunu tahmin ediyorum. Zira tek bir din vardır, o da İslam’dır. Ki, malum zevatın öngörüleriyle, bizim yazımızda isabet kesbetmiş olmaktadır. Haddizatında böyle bir şeye ihtiyacımız yok, zaten isabetli tahliller yaptığımıza inanıyoruz ama mezkûr şahsın öngörüleri de bu isabetlilik durumunu tahkim etmiştir.’’ Geçelim ve mevzumuza gelelim!

 

Kim ne derse desin, evrende ki olup biten her savaşın, kanlı, kirli ve karanlık her tezgâhın ardında bir din savaşı vardır. Ama bu savaş çok profesyonel bir şekilde gizlenmektedir. Bu savaşı ne Müslümanlar başlatmıştır ne de sürdüren Müslümanlardır. Ve bu savaş, düşmanların, tahrifatı ve tahribatı sonucu aslını kaybeden ve seküler bir din haline gelen dinlerin kitaplarının yol göstericiliğinde yapılmaktadır. Bu savaş, insançocuklarının dinden uzak kalması ve dine merak duymaması için gizlenmektedir. Zira dine merak duyan insançocuklarının, istenilmeyen menzile varacağı kesindir. İstenilen yerde durmayacakları da kalplerin bildiği gerçektir. Zevahire yansıyan her şey, gizli savaşın yansımalarıdır. Dünya, din görünümlü seküler düşüncelere göre yönetilmektedir. Ve dine karşı bir savaş verilmektedir. Din görünümlü seküler düşüncelerde mündemiç bulunan saklı kodlara göre politikalara belirlenmekte, insanlığa kader tayin edilmektedir. Burada saf dışı kalan tek şey; İslam Dinidir. Yani mevcut dünya politikasında İslam söz sahibi değildir. Ki savaşta zaten İslam’a karşı verilmektedir ve böyle olması için verilmektedir. İslam’ın olduğu yerde karanlık yoktur. Öyleyse İslam, karanlığa yaklaştırılmamalıdır, ki karanlığın hükmü ilanihaye devam etsin. İslam söz sahibi değildir ama söz sahibi olduğunu düşünenlerce tetkik, tahkik edilmektedir ve nasıl kötü gösterilebileceği üzerinde kafa yorulmaktadır. Çünkü İslam, işe yarayacak ve saf dışı bırakılması kolaylaşacak şekilde kullanılmalıdır. Bu konuda bazı şeyleri biliyoruz hepimiz malum. İslam saf dışı kalsın ki, hem diğerlerine yer açılsın hem de söz hakkı kaybedilmesin. Bu sebeple, mübalağa yapmayalım ama binlerce ajan İslam âleminde cirit atmaktadır. Hem İslam’ı teferruatlı şekilde tanımak hem de Müslümanları sosyolojik bağlamda çözebilmek için. Maalesef bunu konuda ciddi yol kaydedildiği bir gerçektir. Ki, tezgâhların başarılı olmasının ardında bu durum vardır. Şeytaniler, ruy-i zeminde milyarlarca müntesibi bulunan İslam’dan korkmaktadırlar. Zira İslam Güneşi, evrenin ve insanlığın karartılmış ufuklarına doğduğu zaman spontane yok olacaklarını çok iyi bilmektedirler. Çok derin ve ince bir mevzudur bu olay. İnsanlığa tesir edebilmenin sırrı da buradadır.

 

Bu savaş kadim bir savaştır haddizatında. Dinin ve dinlerin savaşıdır bu. İndirilen dinin ve uydurulan dinlerin savaşı. Başka bir zaviyeden bakınca, insan ile şeytanın savaşı. Hak ile batılın savaşı. Hilal ile salibin savaşı. İslam dini mağlup edilemedikçe, şeytanilerin Yeryüzü Krallığı hayallerinin tahakkuku muhal ender muhaldir ve bunun, derinlemesine, farkında ve idrakindedirler. İslam’ın varlığı şeytanileri rahatsız etmektedir. Çünkü İslam var oldukça, varlık kavgalarında etkin oldukça, şeytaniler durdukları yerde hep endişe ve tereddüt içinde olacaklardır. Zira kula kulluğu yok eden, küresel şeytani siyonist emperyalizme hakiki bir karşı duruşun muharriki olan, insanı uyandıran, şeytanilerin tezgâhlarından haberdar edip ön aldıran yegâne din İslam’dır. Haliyle böyle bir şeyin yok edilmesi iktiza eder şeytaniler için. Bilakis kirli, kanlı, karanlık hayaller bitevi suya düşmeye mahkûmdur. İslam, mutlak ve yegâne gerçek dindir, indirilen dindir; diğerlerinin hepsi sahtedir, uydurulmuşlardır. Şu an yeryüzünde ki; tek din ve son din İslam’dır. Bu yüzden, taraflar; İslam ve diğerleridir. Savaşta, İslam ve diğerlerinin arasındadır. Her cepheden ve farklı alanlarda verilen savaşların hepsi İslam’a karşı verilmektedir. Savaşın rengi, konjonktüre göre tahavvülata uğramaktadır. İslam, bu savaşta yalnızdır, karşısında olanlar ise tüm teçhizatları ile meydandadırlar. Hem lojistik olarak güçlüdürler hem de birleşik güçtürler. İnsanlığı uyutma görevini deruhte etmiş tüm ideolojilerde, İslam’ın düşmanlarına hizmet etmektedirler. Tüm gayretler, mücadeleler, tezgâhlar, kumpaslar, mugalatalar; insanların son dinle bağlantı kurmalarını, son dini tahkikata yönelmelerini, son dini keşfetmelerini ve son dine bağlanmalarını ve yine son din temelinde bir dünya nizamı kurmalarını engellemek adınadır. Zira böyle bir şey, şeytanilerin sonu demektir, bugüne kadar ki tüm tahayyüllerin, tasavvurların ölmesi demektir. Binaenaleyh, bu savaş, derinlerde, olabildiğince şiddetli şekilde sürdürülmektedir. Dışarıya farklı yansıması bir şey değiştirmez. Biz farkında değiliz o kadar. İnsançocukları, Kur’an’la irtibat kurmadıklarından, dünya peşinde koşarken Kur’an’ı unuttuklarından savaşın farkına varamamaktadırlar. Ve mütemadiyen farklı bir din uydurulmakta, piyasaya sürülmektedir. İnsançocukları eskilerinden bıkıp, kaçınca yenisine sarılsınlar ve birazda onunla oyalanıp, İslam’ı hatırlarına getirmesinler diye. Filhakika, her ideolojide bir dindir. Çünkü aynı din gibi, kuralları, kaideleri ve yolları vardır. Hatta tabir caizse peygamberler ittihaz edilen öndercikleri bile vardır. Bu savaş asla gözlerden ırak tutulmamalıdır. Zira semeresi çok ağır olur ve olmuştur da. Bu yazımızdan önceki Gizli Dünya Devleti başlıklı yazımızın ana konusu bile bir yerde bu savaşla ilintilidir. Devletler, insançocuklarının felaha giden yollarını engellemek, insançocuklarına yönlerini kaybettirmek ve istenilen hedefe vasıl olmada araç olarak kullanılmak adına ele geçirilmektedir. Bu savaş kadim bir savaştır ve kıyamete değin sürecektir. İster farkında olalım, istersek bigâne kalalım. İster anlayalım, ister anlamayalım. İster kabul edelim, ister reddedelim. Bu savaşı anlamadan, anlayabileceğimiz hiçbir şey yoktur ve olmayacaktır. Hatta ve hatta Ilımlı İslam ve Sol İslam denilen ve bu milletle, bu ümmetle zerre ilgisi olmayan teşebbüsleri de bu bağlamda değerlendirmek iktiza eder. Çünkü din savaşının bir yansımasıdır bu teşebbüslerde. Olayı, çok inceden ve derinden fark ve idrak etmeye çalışınız, eminim göreceksiniz gerçeği. Böyle bir teşebbüsün mümessili olanlar, feci yanılmaktadırlar ve yanıltmaktadırlar. Gerçi bir de şöyle bir durum vardır; aslında bu iki teşebbüsün esas elemanları, neyin ne olduğunu bilmektedirler ama alttakilerin gözlerini boyamaktadırlar. Ki, belki de her şeyin farkındadırlar!

 

Maalesef dinle ilgili ciddi bilgiye sahip değiliz. Dini, asla, anlamak ve yaşamak için öğrenme çabasında değiliz. Din, akla muazzam önem verirken, bizim akılla alakamız yok. Din, felsefeyi de mündemiçken bizim felsefeye yaklaşımımız malum. Bu meyanda küçük bir not aktarayım; üstad Nurettin Topçu, felsefenin irade kurucu olduğunu ve iradeyi keskinleştirdiğini ifade eder. Dine bigâne kaldığımız için dinin esasından bihaberiz. Yaşamaya yaşamaya soğumuşuz iyice ve alışkanlıklarımızı din edinmişiz. Ayrım yapmıyorum, hayatta herkes hakikatlerden korkuyor maalesef. Hakikat acıdır bebeğim! Ve bizi işte bu acı hakikat özgürleştirecektir, kurtaracaktır. Birileri hakikati ifşa ve izhar edince deliye dönüyoruz. Zihnimizi tam anlamıyla bulandırmışlar ve damarlarımızdan kanımızı çeker gibi, dinimizi çekip almışlar bizden. Binaenaleyh, gerçek din yani indirilen din ortaya kondu mu gocunur, korkar olmuşuz. Zaten bu sebeple, dünyada vuku bulan olaylardan yana bihaberiz ya. Din savaşının esas gayesi de bu değil midir? İnsanları dinin aslına, özüne karşı ilgisiz kılmak ve zaman içinde edinmiş oldukları alışkanlıkları dinleştirerek, dine düşmanlık güder hale getirmek. Haddizatında, orta da müşahhas bir durum vardır ve biz bu duruma samimi olarak yaklaşırsak, her şey sarahaten tebeyyün edecektir. Ama böyle bir şeye fırsat tanıyan kim, ya da buna niyetli olan kim? Birileri gider Liberalizm denilen ucubenin yamağı olur ve buna İslam der; birileri gider Komünizmin yamağı olur ve buna İslam der; birileri gider Kapitalizmin yamağı olur ve buna İslam der; birileri gider Faşizmin yamağı olur ve buna İslam der. Allah, vatan ve namus aşkına bu ihanetten başka nedir ki? Yani, sanki İslam adaletten beri bir din gibi, sanki İslam terör diniymiş gibi. Ulan adalet aradın da İslam’da bulamadın mı? Sevgi, hoşgörü aradın da İslam sana bunu vermedi mi? İslam da emeğin hakkını aradın da sana yol gösterilmedi mi? İslam da hürriyet aradın da bahtına tutsaklık mı çıktı? Yazıklar olsun yani! İslam evrenseldir ve tüm insanlığı ihata eder. Getirdiği her şey tüm insanlığa matuftur ve tüm insanlık için yegâne kurtuluş adresidir. Yeryüzünün hangi noktasında olursanız olunuz, İslam’ın sunduğu hiçbir şeyi akılla reddedemezsiniz. İslam, tüm insanlık ailesi için, huzurun, sevginin, merhametin, şefkatin, adaletin, ahlakın, hayânın, erdemin, uhuvvetin, müsavatın, hürriyetin, sahavetin, paylaşımın, barışın ve kurtuluşun mutlak ve yegâne kaynağıdır. Bu ulvi ve ihata edici değerleri, İslam’dan başka hiçbir yerde bulamazsınız ve dahi bademada bulamayacaksınız. Çünkü İslam, insan elinin ürünü değildir. İstediğiniz kadar arayınız bunu beceremeyeceksiniz. İslam; ateistler, komünistler, faşistler, liberalistler, kapitalistler, siyonistler, anarşistler, nihilistler, egzistansiyalistler, demokrasistler ve ne kadar ‘’ist’’ varsa tümü için mutlak ve yegâne kurtuluş kaynağıdır. Sığınılacak tek limandır. Ruy-i zeminde temiz kalan tek adadır. Namussuzum, bu ‘’ist’’ mensubu insanlara, kendi önderleri sahip çıkmazlar ama İslam yine de sahip çıkar. Çünkü İslam, Allah’ın dinidir ve Allah, kullarını asla ayırmaz, ister Kendisine itaat etsinler, isterse isyan etsinler. Bu dünyada tüm kullarını hür bırakmıştır ama herkesi de yaşadığından sorumlu kılmıştır ki, vakti zamanı gelince kimse sonundan kaçamasın. Fakat bunu idrak edebilmek için ince bir zekâya ihtiyacımız vardır. Nesnel bakabilecek bir zekâya ihtiyacımız vardır. Saf zihne, saf vicdana ihtiyacımız vardır. Bizim beynimize balyoz gibi inse de, hakikatle yüzleşebilecek cesarete ihtiyacımız vardır. İslam’ı bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz, işin garibi bilmekte istemiyoruz. Kendi cehaletimizde boğuluyoruz adeta. Bu yüzden de, her türlü kirli ve karanlık yönlendirmelere açık oluyoruz. İslam ne kadar güçlü ise, batıl o kadar zayıftır ve işte savaşın şiddetini tayin eden de budur. Şeytaniler bu sebeple, bu kadar şiddetli mücadele vermektedirler. Akletmek ve uyanık olmak iktiza ediyor!

 

Müslümanlar, Kur’an’dan uzak tutulmak isteniyorlar, Kur’an’a yakınsa da anlamasını istemiyorlar, duvarlarda asılı kalsın yeter diyorlar. Müslüman maskesiyle terörizm üretiyorlar ve bu yolla, İslam dışında olanlarında Kur’an’dan uzak kalmasını istiyorlar. Çünkü Kur’an devreye girdiği zaman tüm oyunları bozacak, hesapları alt üst edecek ve ruy-i zeminde ki küresel şeytani siyonist emperyalizmin sömürüsünü ortadan kaldıracaktır, bunu çok iyi biliyorlar. Bu sebeple de Müslümanların bitevi dünya ile iştigal etmeleri için yeni oyuncaklar üretiyorlar. Bu oyuncaklar bazen Müslümanın gönlünü hoşnut edecek türden oluyor, zevahirde inanınca ters gelmiyormuş gibi algılanan oyuncaklar yani. Müslüman dünyayı bir şekilde cenderelerine alarak, önlerini alıyorlar. Hepimiz biliyoruz, tümü de handiyse aynı dönemin ürünü olan ve darbeyle ümmetin başına musallat olan, küresel şeytani siyonist emperyalizmin maşalarını. Saddam, Kaddafi, Mübarek, Esed, Evren gibiler ümmetin önünü kesmeleri için kanlı darbelerle devleti ele geçirmişlerdi ve verilen görevi bihakkın yapmışlardı, miatları dolunca da çöplüğe atılmışlardı. Ama ümmette bir milim terakki kaydedememişti. Bunların ortak özelliği nedir? Bulundukları ülkelerde darbeyle iktidar oldular. İslam’ın önünü kestiler. Müslümanları mahvettiler. Ülkelerini yüz yıl geriye götürdüler. Şeytana hizmet ettiler. Ferdi ve toplumsal bilinci dumura uğrayan ümmet ise naçardı ya da bir türlü dirilemiyor ve direnemiyordu. Veyahut korkaklık sinmişti ruhlarına. Haddizatında suç münhasıran firavunlarda değildi, bizatihi ümmetin kendisi de suçluydu. Şöyle düşünelim; Müslümanlar, Kur’an’ı tertil, tedebbür, taakkul ile okudukları, anladıkları, kavradıkları zamanlarda, bilinç, irade, cesaret ve dirayet sahibi idiler. Sosyal ve ferdi bilinçleri aktifti. Uyanıktılar. Peki, nasıl böyle olabilmişlerdi ya da niçin böyleydiler? Çünkü Kur’an’ı biliyorlardı, anlamışlardı ve Önderin izini takip ediyorlardı. Toplumsal boyutta kararlı, duyarlı ve samimi idiler. Camilerden ezanlar okunup, davet gönüllere ulaşınca, onlar Allah’a kavuşmaya koşuyorlardı. Nefislerini murakabeye tabi tutuyorlar ve istikbal hakkında tefekkür ediyorlardı. Hz. Ömer’i sorgulayabiliyorlar ve adalete davet ediyorlardı. Öndere karşı düşüncelerini beyan ediyorlar ve şöyle olsa nasıl olur diyebiliyorlardı. Malum, Hz. Ömer’le ilgili entari ve Yüce Önderimizle ilgili de hurma aşısı olayı malumdur. Bu Müslümanların nazarında, Rum diyarının hâkimi Halife ve İmparator Hz. Ömer’le sıradan bir askerin farkı yoktu. İşte ümmet bilinci budur. İşte Kur’an’i ahlak ve adalet bilinci budur. İstikbal konusunda ki duyarlılığa, toplumsal sorunlara ilgiye, Öndere bağlılık konusunda ki duruşa bakınız. Bu ruha sahip bir Müslüman millet düşmana aman verir mi, düşman önünde diz çöker mi, zulmeder mi ve zulme boyun eğer mi? Dünyayı fethe çıksa, fethetmeden geri dönmez. Böyle bir tek Müslüman, on şeytana bedeldir. On Müslüman yüz şeytana bedeldir. Yüz Müslüman bin şeytana bedeldir. Bu Müslümanlar, tarihin akışını değiştiren, istikballeri hakkında dikkatli, duyarlı ve kararlı bir şekilde ilgilenen, ahlakları aktif olan, adaleti arayan insanlardır. İşte Kur’an’ın aradığı, tarihe yön verecek, zalime dur diyecek ve zulmü ortadan kaldıracak kişilik budur. Böyle insanları yönetmek kolay değildir. Böyle insanları yönlendirmek, sömürmek kolay değildir. İşte böyle insanlar bin kişiyle dünyaya hükmedip, insanlığın kaderine etkide bulunup, tarihin seyrini değiştirebilme iradesine sahiptirler. Kur’an’ın istediği, eğittiği, imal eğittiği kişilik budur işte. İşte Müslüman böyle olacak, olacak ki, şeytanlar titreyecekler, el kaldırmaktan korkacaklar, dünyanın bir köşesinde olsa da, diğer köşesinde ki kardeşi duyarsa benim boğazımı sıkar diye tir tir titreyecek ve Müslüman’ın kardeşine zulmedemeyecek. Hesapsız kitapsız, ümmet coğrafyalarına kuduz bir köpek gibi dalamayacak, kaynakları yağmalayamayacak, namusları talan edemeyecek, fitne ve fesat tohumu ekemeyecek kardeşlik toprağına. Ah be Müslüman! Uyan be Müslüman! Uyanık ol be Müslüman! Diril ve diren be Müslüman? Cesareti kuşan be Müslüman! Allah, Önder, Kur’an, Vatan, İman, Namus aşkın söyleyin, Müslümanlar böyle olaydı, küresel şeytanlar bugünkü yaptıklarını yapmaya cüret ve cesaret edebilirler miydi? Vallahi, billahi, tallahi edemezlerdi, hatta ümmetin önünde diz çökerlerdi.

 

Kur’an’ı okumuyoruz, okusakta anlamıyoruz çünkü böyle bir çabamız yok ama anladığımızı sanıyoruz ve anladığımızı sandığımız için de aradığımızı Kur’an’da bulamadığımızı düşünüyoruz. Hani anlıyoruz ya güya ve hayatta aradığımız şeyler de var ya güya, öyleyse anlıyorsak niçin aradığımız şey Kur’an’da yok öyle ya? Tabi bunun propagandası da yürütülüyor zımnen; her şeyi Kur’an’da bulamazsınız. Hadi ordan! Ama gerçek bu değil. Gerçek, sadece sapkınlığımıza kılıf bulmak. Nasıl? Şöyle; aradığımız Kur’an’da yoksa, o zaman başka yerde, öyleyse hakikatin dışında kalan her şey sapıklıktır ve biz de hakikatin dışına çıkıyoruz ve sapkınlaşıyoruz ama aradığımızı bulmamız gereken yerde bulamadığımızı bahane ederek sapkınlığımıza çözüm bulmuş oluyoruz. Yani düzenbazlık yapıyoruz. Aradığını bulamıyorsan, o aklı niye taşıyorsun behey ahmak? Diyelim ki, Anarşizm, tüm otoritelerin reddi olsun. Peki, İslam nedir bebeğim? Allah’tan gayrı tüm otoritelerin reddi değil midir? Tüm sahte, namussuz, zalim, insanı ezen, paramparça eden ve insanlığından çıkaran, nihayet şeytanın kuklası haline getiren otoritelerin reddi değil midir? Diyelim ki, Komünizm, tüm mülkün devletin inhisarına ait olması demek olsun. Peki, İslam nedir bebeğim? Mülk zaten Allah’ın değil midir? Servetin, birkaç tane kompradorun kendi aralarında dolanıp duran bir şey olmaması ne demektir? Adaletin aliyyülalası bundan başka ne olabilir? İslam, mülkün birkaç elde toplanıp, mütemadiyen bu birkaç el arasında değişip, bununla toplum üzerinde egemenlik kurmayı reddetmiyor mu zaten? Diyelim ki, Liberalizm, hürriyet demek olsun. Peki, İslam nedir bebeğim? Ferdin ve toplumun hürriyetine handikap teşkil eden tüm barikatların yok edilmesi değil midir? Kul bireyin hakiki hürriyet şarkısını ağız tadıyla söyleyebilmesi ve Allah’tan gayrı hiçbir beşeri otoriteye ram olmaması değil midir ve gerçek hürriyet bundan başka ne olabilir ki? Bundan ala özgürlük sevinci ve ülküsü kabil-i mümkün müdür? Diyelim ki, Faşizm, reddettiğin millete mukabil yarattığın sahte ulusunu sevmek ve her şeyin onun için olduğunu iddia etmek, vatanını savunmak olsun. Peki, İslam nedir bebeğim? İşgal edilen topraklarını kurtarmak ve korumak uğruna Allah aşkıyla düşmana saldırmaktır yani maddi cihattır. Milletinin manevi şahsiyetini, izzeti nefsini, haysiyetini, namusunu korumaktır. Vatanının bağımsızlığı uğruna icap ediyorsa canını feda etmek değil midir? Peki, bundan ala vatan, millet, devlet sevgisi olabilir mi? Kapitalizm derseniz, tek bir söz vardır; İslam paylaşım dinidir ve kapitalizm üzerine konuşmak beyhudedir, İslam ile kıyaslamakta absürttür, kapitalizm; iki ayaklı hayvanların seküler, uydurulmuş dinidir. Tüm bunlardan sonra, üstelik İslam’ın her söylediği kutsal bir vaattir ve tahakkuk etmesi kabildir, ferdin iradesi ve cesareti neticesinde. Velakin, diğerlerinin hepsinin söyledikleri kuru birer laftan ibarettir, yalandır, kurgudur, aldatmacadır, vaatlerinin tek birisinin bile tahakkuk etmesi muhal ender muhaldir, fakat sanki tahakkuk edebilirmiş gibi mugalatalarla fertler aldatılmakta ve tuzağa çekilmektedir. Zira buradan ekmek yiyen nice zalimler vardır. Tabi İslam’ın umdelerinin ve vaatlerinin tahakkuku, bizim mücadelemizle doğru orantılıdır. Ama diğerlerinin vaatleri, bizler mücadele etsek bile kesinlikle imkânsızdır. Çünkü varlığın yasalarına ve insanın fıtratına münafidir, mugayirdir. Filhakika kazandıkları yönde burasıdır. İnsanları sahte, yalan ve hayali umutlarla avutmaktadırlar, aldatmaktadırlar. Öyle değil mi yani? Birgün gerçekleşeceği umudunu zerk etmiyorlar mı size? Ve böylece sizi sürüklemiyorlar mı kuru bir hayalin peşinden? Sizi sürüye dönüştürmüyorlar mı? Ama İslam asla böyle değildir. Bütün söyledikleri şeylerin, biz istedikten sonra gerçekleşme imkânı vardır. Kesinlikle vardır. Ama biz istesek bile, diğerlerinin gerçekleşme imkânı sıfırdır. Resmen sıfırdır. Yemin ediyorum asla yoktur böyle bir şey.  Dediğimiz gibi; gerçekleşme imkânı varmış gibi gösterilerek, insanlar kuru, kof, hayali umutların peşinden sürüklenmektedir ve bu yoldan arka tarafta kazananlar vardır. insanlarda sanki söylenenler gerçekmiş ve olabilirmiş gibi, sürüklenip gitmektedirler ve koyun gibi güdülmektedirler. Bazen bir hiç uğruna yitip gitmektedirler hatta canlarını heba etmektedirler beyhude yere.

 

Müslüman kimdir, niye Müslümanız ve Müslüman bu dünyada niçin vardır? Bitevi, akletmiyor musunuz kutsal sorusuna muhatap olan Müslümanların, en çok akledenler olmaları iktiza etmiyor mu? Dostunu, düşmanını en iyi tanıması icap edenler ve en hisli olanlar Müslümanlar olmalı değil midirler? Allah, kullarına, emrettiği gibi dosdoğru olmalarını buyurmuştur. Herhangi bir yerde olsalar da, sanki Kendisinin huzurundaymış gibi hareket etmelerini buyurmuştur. Geçelim! İnsanlık, fıtratına dönmelidir, vicdanını ve hissiyatını aktive etmelidir. Kuru ve kof nutuk çekmeyi bırakmalı, eyleme yönelmelidir. İnsanlar, eğer, bitevi kötülükten dem vuruyor ama buna mukabil hem iyi olan hem de kötülükleri izale etmeye çalışan birini, sırf basit, ucuz, küçük menfaatler uğruna harcamaya yelteniyorsa ve keza bir tercihte bulunurken iyileri, yüreği ideal yüklü olanları, insanlık için kavga edenleri değilde, ufuksuz, rüyasız, davasız, cahil, riyakâr, menfaatçi, sahtekâr ve dalkavuk tipleri tercih ediyorsa, bu insanların kötülükten dem vurması samimiyetsiz hatta adice bir harekettir. Böyle bir dünyada kötülük yok olur mu, kötüler pasifize edilebilirler mi? Hakikat acıdır ama yegâne çözümdür bebeğim! İnsançocukları, küfrü tenkit ederlerken, kendileri küfre düşmekten sakınmalıdırlar. Zira küfrü tenkit ederken, küfre hesapsız, umarsız dalıyorsan ve yaptığın şeyin ne olduğunu bilmiyorsan ahmaksındır, biliyorsan da münafıksındır. Müslüman haysiyetli, hassasiyetli, hissiyatlı olacak bebeğim! Ondan sonra da laf okumayacak. Eylemler hissin çocuğudurlar. Hissetmeyen eylem yapamaz. Adaletsizliğin acısını hissetmeyen, adaletsiz davranmakta tereddüt etmez. Bu kişinin milyar kere adalet demesi hiçbir anlam ifade etmez. Müslüman telepati yapacak, empati yapacak ama hisle dolu bir yüreği yoksa bunu yapamaz. Ki, haddizatında, hissetmeyenin, insan olabilmesi muhal ender muhaldir. Ki, insan olamayanın Müslümanlığı zaten kabil-i mümkün değildir. İnsanlık; kâfirlerin, müşriklerin, münafıkların daha ötesi şeytanın izini takip etmeyi bırakmalıdır. İnsanlık, tevhidde vahdeti tahakkuk ettirmeli ve zalimlerin zulümlerine karşı tek vücut olarak dur diyebilmelidirler. Yemin ediyorum daha önceden bahsettiğimiz tüm ideolojiler sahtedir, yalandır ve hedefleri boştur. İnsanlık aldatılmakta ve aldanmaktadır. Tüm ideolojiler, din savaşı temelinde İslam’a karşı verilen savaşta birer taşeron görevi görmektedirler. Mezkûr ideolojilerin insanlığa dikte ettikleri hayallerin gerçekleşme ihtimali olabileceğine inanmayı bırakın böyle bir şeyi düşünmek bile saçmadır, anlamsızdır. Gerçekleşmesini bırakınız, ihtimalini düşünmek bile, mutlak olarak trajikomiktir. Ama kendimizden o kadar uzaklaşmışız ki, bu gerçekleri görmekten aciz kalıyoruz. Yani insan, çok basit mantıkla bile, bütün ideolojilerin ne kadar da saçma olduklarını, insanlara sundukları vaatlerin ne kadar da uçuk ve anlamsız olduğunu fark ve idrak ederler. Ama maalesef, zihnimiz adeta çürütülmüş, bilincimiz ve şuurumuz katledilmiş durumdadır. Asla unutmamalı ve uyumamalıyız ki, tüm ideolojilerin arkalarında, onlara müzahir olan, Siyon, Coni, Toni, Moskof ve Avrupa şeytanları vardırlar ve bunların hepsinin yegâne hedefleri, küçük ölçekte Türk Milleti ve Türkiye, büyük ölçekte ise İslam Ümmeti, İslam ve İslam coğrafyalarıdır. Uyguların müthiş bir atasözleri vardır; itler ne kadar dalaşsalar da, kurdu gördüklerinde hemen ittifak ederler. Bugün bir küresel şeytanları düşünün, bir de Türk Milleti özelinde Ümmet-i Muhammedi, mutlaka idrak edeceksiniz atasözünde ki hikmeti! Ve dünyada verilen gerçek savaşın, en arka planda bir din savaşı olduğunu ihsas edeceksiniz. Peki, şimdi söyleyin lütfen; böyle bir dünyada Müslüman, ucuz, basit, küçük hesaplar peşinde olabilir mi? Eyleme yönelmeden sadece dille çözüm bulabilir mi? Namuslu olmalıyız bebeğim namuslu. Haysiyetli olmalıyız bebeğim haysiyetli. Hassasiyetli olmalıyız bebeğim hassasiyetli. HİSSİYATLI olmalıyız bebeğim HİSSİYATLI. Zira eğer ki sen hissedebiliyorsan, görmediğin âlemlerde insanlığı sendeletiyorsun demektir! Müslümanım deme, Müslüman ol ve Müslüman gibi yaşa! Allah görüyor!

 

Şimdi şöyle bir durum var: Bir, düşünmüyoruz; iki, düşünsekte detayları sarf-ı nazar eyliyoruz. Ki, filhakika düşünmüyoruz. Bu da bizim işimizi zor kılıyor. Hani derler ya, şeytan ayrıntı da gizilidir diye, aynı şekilde haddizatında hakikatte biraz detaylarda gizlidir. Geçelim! Şimdi, insançocukları, eğer ki, normal koşullarda istemedikleri bir hayatın pençesine bile düşmüş olsalar dahi, yine de her hâlükârda İslam’ın egemenliğini arzulamalıdırlar, arzulayabilmelidirler. İslam’ın egemenliği derken, ahlak ve adalet eksenli bir hayatı, bu eksende işleyen bir toplumsal yapıyı kastediyorum. İnsançocukları, mahkûmu oldukları kirli hayattan ancak bu şekilde kurtulabilirler. Filhakika, İslam’ın egemenliğini arzularlarken kendi hürriyetlerini, emniyetlerini garanti altına alacaklardır. Şöyle de bir durum var; eğer ki, insançocukları, hem içinde bulundukları kirli hayattan kurtulmaya çalışıyorlar ama hem de aynı şekilde devam ediyorlarsa aynı hayata, yine de İslam’ın egemenliğini istemelidirler. İslam, benden, alıştığım hayatı alacak diye bir tereddüt içine düşmemelidirler ve kurtulma yolunda gayret etmelidirler. İşte şeytanileri perişan edecek olan yöntem, yol budur. İslam’dan korkmamalıyız. İslam, aydınlıktır, hürriyettir, bahardır, neşedir, umuttur. Bu yöne meyyal insanlara ötelenmemelidir, bilakis onlara el uzatılmalıdır. Onları diriltecek bir şekilde kuşanmamız iktiza eder bizim de. Onlar bize geldiğinde ölmemeli, dirilmelidirler. Yaşamakta olduğu hayat sistemi ve yaşadığı hayat sistemine kendilerini alıştıranlar, kendi kendilerini aldatmamalıdırlar. İslam geldiği zaman, yaşadığı hayatı ortadan kaldıracak mıdır, yine de bunu bildiği halde, İslam’ın, kendi hayatına ve başka hayatlara egemen olması adına gayret etmelidir. İşte bu, kendini değiştirmeyi istemektir. İşte bu, içsel devrimini ikmal etmenin tam adıdır. İnadına İslam demek, büyük yürek ister. İnadına İslam demek, samimiyetin ve değişmeye kendini adamanın mutlak ispatıdır. Göreceksiniz, o zaman, bütün dünya değişecektir. Kirlenen dünya temizlenecektir. Cehenneme dönen hayatlar, cennet bahçesini andıracaktır. Kurtuluş ve huzur buradadır yani İslam’dadır!

 

Son tahlilde; bir tekimiz çıkalım da diyelim ki, İslam şunu istiyor ama o benim zararımadır. Hayır, bu muhal ender muhaldir. Yoktur ve bunun lamı cimi de yoktur. Hiçbir kimsenin, hiçbirimizi düzenbazca manipüle etmesine müsaade etmemeliyiz. Zihnimizin üzerine, hakikatte, bizim irademiz haricinde örtülmüş ideolojilere aldanmamalıyız. Bunların kof, yalan ve hayali dünya ideallerine varlığımızı adayacak kadar alık olmamalıyız. Sahte nutuklara ve vaatlere yüz vermemeliyiz. İslam’da tefrite sebep olan ve İslam’da ifrata sebep olan yollara yönelmemeliyiz. Yani İslam’ı, Kapitalizme ya da Komünizme payanda kılmaya çalışanların adımlarını takip etmemeliyiz. İslam’ın ne yumuşağı ne de serti olur, İslam İslam’dır ve denge, ölçü dinidir. Bilelim ki, İslam’ı, İslam’ın dâhilinde kalarak sertleştirmeye ya da yumuşatmaya yeltenenler, ideolojik temelli hareket edenlerden daha tehlikelidirler. Bunlardan bir tarafı yani yumuşak tarafı, Müslümanları Kapitalizmin gönüllü köleleri, müritleri; diğer tarafı yani sert tarafı, Müslümanları Komünizmin gönüllü köleleri, müritleri yapmak derdindedirler. Binaenaleyh, tezgâhları daha netamelidir. Kâfirden değil Münafıktan korkacaksın. Çünkü bu türler, Allah diyerek aldatırlar ve insanları, yalan dünyasında boğarlar. Bunların İslam ile ciddi bir merbudiyetleri yoktur. Bunlar İslam’ı kullanarak, insanlığı seküler ideolojilerin takipçileri yapmak istemektedirler. Hatta insanların, İslam’dan uzaklaşmasına sebep olmaktadırlar. Bunlar vahdete handikaptırlar, Tevhide barikattırlar. Bunların ipleri, Toninin ve Coninin ellerindedir. Bunlar, TEK MERKEZLİ GİZLİ DÜNYA DEVLETİ idealine kendilerini adayan kirli zihniyetlerin ürünüdürler. Yalandırlar, yanlıştırlar, tezgâhtırlar, tuzaktırlar. Bizlere de bir o kadar uzaktırlar. Din savaşında, Müslümanlara karşı kullanılan birer kukladan başka hiçbir şeydirler.

 

En son tahlilde; haddizatında yazılması gereken o kadar çok şey var ki, ne zaman yeter, ne kâğıt, ne kalem hatta ne de ömür yeter ama sıkıştırmaya çabalıyoruz işte naçizane her şeyin kifayet ettiğince. Kısacık bir ömür, sonu gelmeyen bir yolda yürüyen ama sonu gelecek olan çaresiz bir beden, kahpe ve melun şeytan, her nevi teçhizatla mücehhez bir düşman; işte hakikat bu! Tek azığın imanın, o da varsa, tahkiki ve kavi ise. Bildiklerimizden bilmediklerimize ulaşmak gerekiyor ve bu zor olmasa gerek. Dini iyi öğrenmek, anlamak, kavramak zorundayız. Allah’ı, Önderi ve Kur’an’ı iyi bilmeliyiz. Ne Allah ile aldatılmalıyız ne de ideolojiler ile aldatılmalıyız. Allah bize akıl verdi ve akledin dedi, alık olmaya lüzum yok! Unutmayalım ki, ziyandayız, bu beyan edilmiştir hem de asra yemin edilerek. Fakat iman edenlerin, güzel amel ifa edenlerin, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kazanacakları buyurulmuştur. Kur’an-ı Kerim’i, üzerinde dura dura, düşüne düşüne, anlaya anlaya, kavraya kavraya, tane tane okumamız tavsiye edilmiştir. Ancak akledenlerin, aklederek üstün akıllığa erişenlerin derin düşünebilme yetisine sahip olabileceği ifade edilmiştir. Bilenin ve bilmeyenin asla bir olamayacağı izhar edilmiştir. Küfrün birleşik halde bulunduğu, tek millet olduğu açıklanmıştır. Unutmayın ki, mevzubahis olan savaş bitmeyecek bir savaştır, en gerçek savaştır. Şeytana kıyamete değin mühlet verilmiştir!

 

EY İSTANBUL!

 

Şarkıların ruhusun

Şiirlerin dizeleri seninle kurulur

Sönmez bir meşalesin

İnce ince patlayan bir volkansın gönüllerde

Ey İstanbul!

 

Esen her bahar nesimi senin kokunu taşır

Asude bir bahar ikliminde

Her sevgilin hayali sana ulaşır

Her devir eskimez hatıranı taşır

 

Sen süslersin temiz düşlerini divane âşıkların

Onlar senin hayalinde buluşur

Hangi romanda kokun

Hangi hayatta izin yoktur

Ey İstanbul!

Tarih: 05.05.2016 Okunma: 700

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?