MAARİF DAVASI...4...

Özgür DENİZ - 11.04.2015

Eğitim, beden denilen mekanizmanın ana unsurları olan kalbi ve kafayı dönüştüren bir faaliyettir. Özbenlik vehleten değişen, dönüşen ve tekâmül eden bir şey değildir. Hazlar, hırslar ve müptezel zevkler benliği zehirler. Usulca yerleşir, kökleşir ve benliği tamamıyla ele geçirince de yıkar. Ve siz, sizi öldürdünüz! Diriyken ölü olmak ne kötüdür. Eğitim; hayatı düzene sokar, disiplinize eder. Zevklerini bilmede, ideal oluşturmada, seçme eyleminde, dostları seçmede ve tanımada, gündelik yaşamda ki ilişkilerde gösterilecek tavırlarda kesin etkiye sahip bir olgudur eğitim. Direkt olarak benliği hedefler, eğitim sayesinde, benlik, ya kendini bulur ya da kendini kaybeder. Fakat eğitimin aracı ne olacaktır, olmalıdır, esas mesele budur. Zira günümüzde her yer okul, her şey eğitim aracıdır. Bunlardan kimi yıkıcı, kimi de yapıcı mahiyettedir. Eğitim, bir yerde, arzulanan kitleyi de oluşturmak için istimal edilen bir araç mesabesindedir. Yakın tarihinizi gözünüzün önüne getiriniz. Gençliği ele geçirmek ve gençlikle varolmayı garantilemek isteyen her mekanizma mutlaka eğitimi kendi inhisarına almak ve eğitimi kullanabileceği şekilde şekillendirmek ister. Çünkü eğitim öyle bir şeydir ki, onunla gençliği hamur gibi yoğurur, istediğiniz kıvama getirir ve dilediğiniz şekli verebilirsiniz. Eğer bir milletin özbenliğini eğitimle öldürmüşseniz, onu diriltmek yine eğitimle olacaktır. İşte eğitim teşkilatında devrim yapılmasına bitevi vurgu yapmam bundandır. Alelade icraatlarla devrim olmaz, eğitim yapılmaz, gençlik dirilmez ve kendine gelemez. Eğer, akıla, vicdan karşısında baş eğdirmiyorsa, yapılan eğitim değildir. Aklına uyupta, vicdanını uyutan milletlerin kaderi güdülmektir, mütemadiyen kayıp vermektir, zalimlerin peşlerine takılmaktır, daima azap çekmektir. Vicdan konuştuğu zaman, akıl sükût etmelidir. Akıl, vicdanın tavrını idrak edemez, vicdanın hakikatlerini algılayamaz. Akıl tahdit edilmiştir ama kalbe-vicdana sonsuzluk bahşedilmiştir. Akıl sınırların mahkûmudur, dardır ama kalp-vicdan engindir, geniştir, sonsuzdur. Akılda son vardır yani mesafesi muayyendir, kalpte-vicdanda ise son diye bir şey yoktur, sonsuzlukta süzülür. Akıl ödlektir, kalp ise pervasızdır. Akıl yerleşik düzenden yanadır, kalp-vidan ise devrim bayrağını kaldırır. Akıl eğer yalnız kalırsa düşünürken çıldırır, kalp-vicdan ise yalnızda kalsa hissederken insan kılar, yükseltir ve yüceltir. Eğitimde hedef; akıl ve kalptir. Akıla öğretilir, kalp ise eğitilir.

 

İmmanuel Kant, varlık âleminde kendisini hayretler içerisinde bırakan iki şeyden bahseder, ‘’bunlardan biri mavi gökyüzüdür, diğeri de insanın derununda ki vicdan denilen şeydir.’’ Gökyüzü demişken, hakikaten, haşyetin ve umudun mezcolduğu bir şeydir.  Yabancı bir filozof, gökyüzünün, inançsızı korkuttuğunu, müminin ise umudunu büyüttüğünü söyler. Önderimiz ise, hayatta hiçbir sorumluluğu olmaması halinde bir yere oturup mütemadiyen gökyüzüne bakabileceğini söylerler. Bazı şeylere bakabilmek ve üzerinde tefekküre dalabilmek cesaret ister. Eğitimde, bendenize göre, en mühim şey, seçiciliktir. Önce ayıklayacaksınız sonra aktaracaksınız. Zira akıl ve kalp lüzumsuz şeylerle iştigal etmemelidir. Fazlalık sıkıntı yapar, arıza çıkarır, kafayı ve kalbi tahribata uğratır, işleyişi ve insicamı bozar. İnsan öyle önüne konan her şeyi yiyemediği gibi, her şeyi de öğrenemez. Zira kötü, iyiyi bir şekilde diskalifiye ediyor, çünkü nefis buna müsait bir yapıda. Dehaların doğuşu kolay değildir. Filhakika, bizim insanımızın mezellet ve meskenete maruz kalmasının sebeplerinden biri de, belki de en mühimi de, kafasını ve midesini önüne konan her şeyle rastgele doldurmasıdır. Birisi alıklığı ve bönlüğü, diğeri ise fazla kiloyu tevlit etmektedir. İkisi de maalesef hareketsiz kılıyor ve yıkıyor insanı. Sanatçı denilen ama sanattan yana zerre miskal behreleri bulunmayan sefil beyinliler niçin hep alık tiplerdir kahir ekseriyetle? Ve niçin obezite diye bir şey vardır? İnsanlar hakikate niçin bu kadar mesafelidirler, yabancıdırlar? Çünkü kafalarında ve kalplerinde hakikatin boğulmasına ve yalanın, yanlışın zaferine imkân sağlamışlardır. Varlığımızın varolması için, bilgide seçicilik ve ayıklama zaruridir. Ya bilgiyi seçecek ve onu kullanacaksın ya da seçmeden tüm bilgileri kafana dolduracaksın ve bilgiler seni kullanacak. İnsanı kendine getiren yani dirilten malumat vardır, insanı kendinden alan ve öldüren malumat vardır. Haydi, ömrünüzün sonu olmayaydı neyse, fani ve kısacık bir ömürde rastgele yaşamak, alıklıktır. Çünkü nice malumatlar vardır ki, ne burada ne ötede zerre faydası yoktur. Peki, o malumatlara erişmek istemek ve onları edinmek niyedir? Keza, mideniz her türlü çöpün boşaltıldığı bir çöplük müdür ki, her şeyi, sağlam, bozuk demeden boşaltıyorsunuz oraya? Allah aklı boşuna vermedi değil mi? Öyleyse aklınızı kullanacaksınız, hem öğrenmede, hem de yeme-içmede. Zira ayıklamayı ve seçmeyi yapacak olan; akıldır. Ya bilginin efendisi olacaksınız ya da bilginin esiri! Niye; sözü, cahillerin çoğalttığı dillendirilmiştir? Çünkü cahil sözü bilmez, sözden anlamaz, her şeyi söz sanır ve alır, taşır onu her yere, böylece söz çoğalır. Bugün insanlık niçin malumat hamalıdır ve malayani malumatların tutsağıdır. Çünkü derununda ki hakikatin öldürülmesine seyirci kalmıştır, bünyesine saçma sapan bilgileri yükleyerek.

 

Hakiki bilgi, geliştiren, eğiten ve yenileyen bilgi en diplerdedir. Maden kuyusuna kazma sallarken sarf ettiğiniz enerji gibi hatta daha fazla enerji sarf etmelisiniz, emek vermelisiniz ulaşmanız için, bu bilgiye. Görüntü ve yüzey her zaman yanlış algıyı tevlit eder, insanı aldatır. Derinlere dalmaya cesaret edemeyen hazineye ulaşamaz. Sabır iktiza eder, zafer için. Kaynak başkadır, musluk başkadır. Binaenaleyh, mutlak bilgi ve hakiki eğitim kaynağı Kur’an’dır. Üstat Nurettin Topçu sarih ve muhteşem bir sözle bu hakikati izhar etmektedir: ‘’Yeryüzünde ki en güzel kitap, en muhteşem eser, Kur’an’dır’’ diyor zat-ı alileri. Üstat sonsuz haklıdır. Zira, Kur’an haricinde hiçbir eser, kamil insan ortaya koyabilme gücüne haiz değildir. Öyle bir insan kurar ki Kur’an, o insan tek başına dünyayı fethetmeye kadir olabilir. Dünya da Kur’an’ın kurduğu insandan başka hiçbir insan ahlakı ve adaleti ideal düzeyde temsil edemez. O’nunla kurulan insanlar, insanlığa faydalıdırlar, yol göstericidirler, değerler ortaya koyucudurlar. Kur’an; akılları ikna, ruhları teskin eder. Diriltir, direniş bilinci aşılar, bilinç ve şuur sahibi kılar. Bedenleri tahkim eder. Hakiki hürriyeti sunar. Yurt savunmasını, adaletin ikamesini, ahlakın güzelliğini en ideal düzeyde öğreten ve öğrettiklerini bilinç seviyesine yükselten yegâne eser; Kur’an’dır.  İnançsız ya da inançlı fark etmez, eğer düşüncenin namusuna iman etmişseniz Kur’an ile ilgili söylediklerimize hayır diyebilme şansınız, imkânınız yoktur ve olamaz. Çünkü mutlak hakikattir söylediklerimiz. Zira mutlak ve yüce örneği vardır söylediklerimizin; Önderimiz ve Halifelerimiz.

 

Eğer bir bilgi ki, ruhlara istikamet göstermiyor, akılları teskin etmiyorsa, o bilgi hakiki bilgi, hakikatin bilgisi değildir. Hakikatin bilgisi, hayatın hakikatidir, hakiki hayattır. O bilgi asla yanlışlanamaz, yalanlanamaz, olumsuzlanamaz. O bilgi insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarır. İnsan kılar. Diriltir, uyandırır ve direnişe geçirir. Özünde bağımsızlığı gizler. Zalimleri açık eder. İdeolojileri yerle yeksan eyler. İşte o bilgi; Allah’ın bilgisidir. O bilgiyle beslenmeyen, eğitilmeyen insanoğlu yeryüzünde acılardan acılara sürgündür. Ezilmeye, sömürülmeye, aldatılmaya mahkûmdur.  Değersizleşmek kaderidir. Yeryüzü niye kan ırmaklarına dönüşmüştür, çocuklar niçin diri diri toprağa gömülmektedirler, milletler niçin bir türlü uyanamamaktadırlar, insanlık niçin ahlaka ve adalete adeta susamıştır, kaynaklar şeytaniler tarafından pervasızca nasıl oluyor da sömürülebiliyor, ümmet-i Muhammed niçin bir türlü gülememektedir? Çünkü Allah’ın bilgisinden mahrumdur. Binaenaleyh, dünya gerçeklerinden de bihaberdir. Tezkiye ve terbiye etmeyen bilgi, nasıl bir bilgidir? Öyle bilgi yok olsun daha iyi. Hakikatin bilgisi haricinde ki tüm bilgiler, yolu ve yönü şaşırtan bilgilerdir, aklı iptal eden ve alıklaştıran bilgilerdir, ruhu karanlıkta tutsak kılan bilgilerdir. Böyle bilgiler tağutların bilgileridir. Ki, tağutların bilgileridir ki, insanoğlunu yeryüzü zindanlarında tutsak kılmıştır. Ki, Allah’ın bilgisidir ki, mutlak aydınlığa çıkarmıştır insanoğlunu.

 

Kaliteli bir talebeden, kalitesiz ve malayani bilgilere sahip olmasını bekleyemezsiniz. Kaliteli bir muallimden, kalitesiz ve malayani bilgiler öğretmesini isteyemezsiniz. Kaliteli bir mektepten, kalitesiz ve malayani hizmet üretmesini talep edemezsiniz. Kaliteli bir maarif teşkilatından da kalitesiz ve malayani işlerle iştigal etmesini ummazsınız. Kaliteli işlerle iştigal edenler de zaten kalitesiz ve malayani bilgilerin, işlerin ve hizmetlerin cahilidirler. Kalite kaliteyi çeker. Kaliteli olan mutlaka kaliteli olanla hemhal olur, iştigal eder. Eğitim felsefeniz yoksa, eğitime dair bir idealiniz ve hedefiniz de yoktur. Hatta bir eğitim davanız yoktur. Nihayet, yekpare eğitim sistemiyle ilgili kaliteli işleriniz olmaz. Felsefe sahibi için, kalıp değil öz önemlidir. Felsefe, irade oluşturucu, karakter yapıcı bir olgudur. Sağlam bir sistemin, mutlaka sağlam felsefesi vardır. Dindar olsanız bile felsefeden behreniz olacaktır. Felsefeden yana behresi olan biri bilir ki, bilincin ve şuurun kendi özlerine ve yapılarına mahsus iştigal alanları vardır. Bilinç ve şuur, lüzumsuz bilgiler deposu da, herkesin hadimi de değildir. Hülasa, bilinç ve şuurdan malayani bilgilerin deposu olmasını bekleyemezsiniz. Ki, mutlak ahlak umdeleri de, bilinç ve şuurun her şeyi bilmesini tensip ve tasvip etmez. Kötülüğün bilgisi insani kötü yapar. Çünkü kötüyü bilen kötülüğe yaklaşmış olur. Bilinmelidir ki, karakter ve kişilik, bilinenlerin yoğrulup, yoğunlaşıp, şekil almasıdır. Kötü karakter, kötülüğün bilgisinin; iyi karakter, iyiliğin bilgisinin neticesidir. Bilginin mahiyeti ne olursa olsun, insanı eyleme sürükler zımnen. Hadi iyiyi bilenin işi kolaydır, iyiliği kolayca yapar ve kötülükten yana da endişe etmesine mahal yoktur ama kötüyü bilenin işi hiçte kolay değildir, çünkü o hem kötülüğe meyledecektir hem de iyi olmak için normal standartlar dışında ayrı bir direniş göstermesi, efor sarf etmesi iktiza edecektir. Böyle bir şey ise insanı yıpratıcı ve yıkıcıdır. Fakat, insan, necatın öznesi olması hasebiyle, eforunu iyilikten yana istimal etmesi icap eder. Din ve ideoloji bağlamında olayı tetkik ederseniz, daha gerçeği daha bariz müşahede edersiniz. İnsanlar dini öğrenmekten uzak ama ideolojileri öğrenmeye yakındırlar. Binaenaleyh, mütemadiyen çıkmazların, yalanların, yanlışların, yıkıcı eylemlerin mahkûmudurlar.

 

Bizim kültürümüzde ve medeniyetimiz de, mabetler mektep, mektepler mabettir. Ama son yüzyılda mektepler mabet olmaktan, mabetler de mektep olmaktan uzaklaşmış durumdadır. Bu durumu tersine çevirmek zorundayız. Bilakis, mukadderatımız karanlıktır. Zira mabetleri ve mektepleri işlevsiz kalan ve asli işlevlerinden uzak olan milletler varlıklarını idame ettirmekten yana acizdirler. Ehl-i imanın ve ehl-i vatanın; kadim kültürleri, kimlikleri, gelenekleri, tarihleri ve dinleri ile yoğruldukları yerlerdir bu kutsal mekânlar. İdeallerine adanmış nesiller buralarda yetişirler. Davaların ilk kazanıldığı yerler buralardır. Buralarda kazanamayan milletlerin meydanlarda kazanmaları muhaldir. Mabet ve mektep; terbiye ve tezkiye ocaklarıdırlar. Yönsüz ve yolsuz nesiller; mabetsiz ve mektepsiz milletlerin nesilleridirler. Yolunu şaşırmış, yönünü kaybetmiş milletler; karanlığın tam ortasında naçardırlar. Eğer mektepleriniz, birer mabet mesabesine yükseltilmemişse ve bünyesine ölümsüz ruh derç edilmemişse, o mekteplerden çıkanların kaderi mekteplerden çıktıktan sonra güdülmektir. Ve bu mektepler cehaletten başka şey üretmezler. İnsanlığın en büyük düşmanıdır, cehalet. Cahiller bitevi kavga ederler ve sonuç tefrikadır, tefrika ise esareti tevlit edecektir. Ümmetin yaşadığı coğrafya önümüzdedir. Cehalet, mikrop gibidir, elektrik misali çabuk yayılır, iyileşmesi ise asırlar alır. Tevhidi, vahdeti, hürriyeti, kardeşliği, bağımsızlığı zehirler. Asırların yıkamadığı bir gövdeyi bir anda yıkıverir. Mekteplerin muayyen unsurları vardır. Muallimsiz mektep başsızdır. Talebesiz mektep boştur. Ders verilmeyen mektep anlamsızdır. Eğer derslerimiz bize hakikatin bilgisini araştırma yol ve yöntemlerini sunmuyorsa, eğer talebelerimiz hakikatin bilgisinin peşinde koşmuyorlarsa, eğer muallimlerimiz hakikatin bilgisine ulaşacak yolu göstermiyorlar ve bir ideal aşılamıyorlarsa ve tüm unsurlarıyla bir bütün olarak mekteplerimiz; milletin mektebi olmayı ve mabetleşmeyi başaramamış ise, politikanın çarkından kurtulup hakikatin istikametine girmemiş ise, muallimin hürriyetini ve otoritesini tahkim etmemiş ise, varoluşun fışkırdığı kaynak olan ruhları huzur ve muayyen bir insicam içinde birleştirmemiş ve disiplinize etmemişse, yeni bir DİRİLİŞ ve VAROLUŞ muhal ender muhaldir. Yeniden diriliş ve arınarak varoluş mekteplerin mabetleşmesinden geçer. Eğitim ıstıraplıdır. Istırapsız muallimler, talebeler, mektepler asla yeni ve taze bir soluk olamazlar. Öğretmekte sancılıdır, öğrenmekte. Kutsal sancılar, kutsal doğumun habercisidirler!

 

Hayat, en iyi öğreten öğretmendir. Ve hayat sana, senin için öğretir. Senin, senin olman için öğretir. Hayat dışında hiçbir şey, senin için öğretmez. Sen, sende kalman için, hayattan öğrenmeyi başarmalısın. Allah, hayatı, öğretici nitelikte halk etmiştir. İnsana hiçbir şey, olgu, olay vs. zorla öğretmez ama hayat zorla öğretir. Kimse seni akıllı yapmaz, yapamaz ve yapmakta istemez ama hayat sen istemediğin halde seni zorla akıllandırır. Ve hayatta merhamet aramayın. Çünkü hayat aptala acımaz. Binaenaleyh, en iyi muallim, seni hayata hazırlayandır. Hayatı sana en ideal düzeyde aktarandır. Muallim haddizatında bir üstattır. Hayatı, hayatımıza hayat yapandır muallim. Talebe, hayatı tetkik eden, gözleyen ve seçendir. Hayatın en hakiki ve kadim muallimleri ise, insanlık önderleri olan peygamberlerdir. Bizim muallimimiz ve önderimiz de Hz. Muhammed’dir (sav). Allah ise, ilk ve mutlak öğretici ve eğiticidir. İnsana öğreterek ve insanı eğiterek insanı yüceltendir. Mektep eğiterek tesviye, terbiye eden ve tezkiye ederek arındıran kutsal bir ocaktır. Eğitimdir ki, insanı meleklerden yüce yapar. Cehalet ki, insanı hayvanlardan bile aşağı düşürür. Mektep, talebeye ders verir. Bu dersler ya tasavvur âlemine aittir ve hayale hamledilir ya da iradeye aittir ve iktidara hamledilir veyahut aşkın ta kendisidir ve kalbin özüne iner.  Hariçten ne aktarılırsa aktarılsın malayanidir, absürttür ve anlamsızdır. İnsanı merkep kılan mektep, mektep olamaz. Çünkü insan hamal değildir ve bilgiye hamallık edilmez, bilgi sana hizmet ederse bilgidir. Ne gariptir ki, ne bilgimiz bize hizmet ediyor, ne dinimiz bize hizmet ediyor. Biz ikisine de hamallık ediyoruz. Oysa dinde, bilgide insana faydalı olmak, insanın dünyasını mamur eylemek içindir. Mektep, kişilikli kılmıyorsa, vicdan oluşturmuyorsa, karakter bahşetmiyorsa, mektebin varlığından söz edilemez. Ne garip! Mekteplerden çıkanlar, yoldan çıkıyorlar ve yoldan çıkarıyorlar. Acımalıyız çocuklarımıza! Yananlar, yakmasınlar! Mektep, insanlığı öğretir, hayvanlığı değil. Şerefli olmayı, hakikatli yaşamayı, ahlakı kuşanmayı, adaleti ikame etmeyi öğretir. Saygıyı ve sevgiyi nakşeder kalplere. Kini ve nefreti söküp alır kalplerden. Ağlamayı öğretir, merhametli olmayı ve paylaşmayı öğütler. Vatan, millet, din, devlet aşkını kazır beyinlere ve ruhlara. Dine bağlar insanı ve dinle bağlar birbirilerine insanları. Maddeye efendi yapar, uşağı kılmaz nesnenin ve nesneleştirmez insanı. Nesilleri öldürmek için değil diriltmek için vardır mektepler, fakat ne gariptir ki nesiller ölü doğuyorlar oradan ve canlı cenaze gibi dolaşıyorlar hayatın içinde. Gençliğin içine güneşi koyar ve genç o güneşle yaşar, yaşadıkça aydınlatır yaşadığı dünyayı. Ama nesillerin yüreklerinde ve gözlerinde ne ışıktan nasip ne de bir kurtuluş umudu vardır. Hürmet yoksa, saygı bitmişse, sevgi tükenmişse, yalan kasıp kavuruyorsa ortalığı, güvensizlik egemense hayatlara, iffet sükut etmişse, ahlak tükenmişse, hamiyet yürekleri terk etmiş, himmet terkedilmişse, gençlik kültürden, bilgiden yoksun ama cehaletin bataklığında naçar bir şekilde çırpınıyorsa, erdeme ve edebe meftun gönüller yaşamıyorsa, insana ve insanlığa aşkla yönelen taze ve temiz yürekler kalmamışsa, orada ne mektep vardır ne de bahtiyardır orada ki millet. Ki böyle bir hayatı sunmayan mektep yok olsun daha iyi. Mektebin bir görevi daha vardır; kalpleri mabetlere, bedenleri kışlaya bağlamak. Milletlerin ve devletlerin var oluşları ve var kalışları üç şeye merbuttur; MEKTEP-MABET-KIŞLA.

 

Eğitim Teşkilatı öyle devrimler yapmalıdır ki, bu devrimler, dirilişin yol işaretleri olsun, nesiller bu işaretlerle istikametlerini bulsun ve Yarın ki; tam bağımsız, kudretli, milli, aydınlık, sömürüsüz ve milletin egemen olduğu Türkiye’nin temelleri atılsın. Sanayi de, tarım da, güçlü atılımlar yapılsın, kendi uçaklarımız, tanklarımız, gemilerimiz, denizaltılarımız üretilsin. Haddizatında yapılması gereken çok önemli bir şey var bendenize göre ama tabi becerilebilirse; ilkokuldan yüksekokula kadar tüm mekteplerin sayısı kesinlikle azaltılmalı, faaliyetleri sonlandırılan mekteplerin bütçeleri ve materyalleri faaliyetlerine devam edecek olanlara aktarılmalıdır. Az bütçeli ve materyalsiz bin okul olacağına, yüksek bütçeli ve tüm teknolojik imkânlarla ve ihtiyaç duyulan materyallerle teçhiz edilmiş yüz okul olsun. İnanın ki kalite bir anda artacaktır. Maalesef hep niceliği önemsiyoruz, niteliği umursamıyoruz. Nicelik niteliği takip etmelidir işin özünde. Nitelik niceliği takip ederse, bunda başarılı olmak ham hayaldir. Bu telakki her şeyde böyle ve sonsuz zararlı, fakat algılayamıyoruz. Çok basit ve önemsiz olarak görülen bir misal; hani diyoruz ya muallimlerin maaşları mevzubahis olduğunda; sayıları çok diye. İşte söylediklerimiz fiiliyata döküldüğü zaman böyle bir telakki sadır olmayacak. Hem fakülte sayısı azalacak, hem kontenjan azalacak, hem muallim sayısı azalacak, hem mektep sayısı azalacak hem standartlar yükselecek ve sonuç: kaliteli bir eğitim. Misal; muayyen bir sayıda Tıp, Mühendislik, Hukuk, Eğitim bölümü açacaksın. Puanları yükselteceksin. Sayıyı düşüreceksin. Giren de, çıkanda belli bir düzeyde girecek ve çıkacak ve muazzam bir talim, terbiye, tezkiye ekseninde eğitim verilecek, nihayet mezun olanlar hayata atılınca en kaliteli hizmeti sunacaklar ve ayrıca hususi zamanlarında bilimsel çalışma yapabilecekler. Çünkü üretim demek, kapasite demektir. Azaltılan üniversitelerde en ince detay düşünülecek, iğneden ipliğe tüm ihtiyaçlar tamam edilecek. Yedi bölge var, her bölgeye devasa iki üniversite kuracaksın, tabi bu üçe de çıkarılabilir, öğrenciler okumaya gelecekler, eğlenmeye değil. Kaybolmaya gelmeyecekler dirilmeye gelecekler. Çoğalan şeyin değeri düşer ve çokluk kalitesizdir. Muallimler öyle yetiştirilecekler ki, hepsi adeta hayat olmuş birer üstat olacaklar. Her kademede ki öğretici ve eğiticiler kaliteli olacak. Üniversitelerde dehalar yer bulacaklar kendilerine, torpili kuvvetli olanlar değil ve ilkten sona kadar her kademede ki öğretici ve eğiticilerin hayat standartları kesinlikle kalbi ve kafayı tahrip edici olmayacak. Çünkü bunlara ayrılan bütçe sonuna kadar helaldir. Üniversitelerin çokluğuyla övünen bir milletiz maalesef ama üniversitelerin halini gördüğünüz zaman övündüğümüz şey bu mu diye yüreğiniz acıya gark olur. Oralardan çıkan gençlerimizin hallerine şahit olduğunuz da kafayı yersiniz. Ki hepimiz manzara-i umumiyeye tanıklık ediyoruz. Ayrıca ilk mektepten son mektebe kadar nesiller, muhakkak manevi eğitime tabi tutulmalıdırlar, dinlerini en ideal düzeyde öğrenmeliler ve hayatlaştırmalılardır. Yine devasa bilim merkezleri tesis edeceksin ve dehalarını o bilim merkezleri için belirleyecek, onları bu merkezlere yönlendirecek ve onlara her türlü imkânı sonuna kadar sunacaksın. Bu insanlara muazzam koruma sağlayacaksın. Eğer işlerinizi samimiyetle, ciddiyetle, özveriyle, özgüvenle yaparsanız başarı asla imkânsız değildir hatta muhakkak olarak içinizdedir.

 

Eğitim; kafaya aklı, kalbe imanı koyan ve nakşeden ve ikisinin tümlüğü ile insanı vatanseverliğin şahikasına yükselten şeydir. Geçelim! Eğitimi bir oyuna döndürmeliyiz. Her oyun bir değer aşılamalıdır. Ve eğitim namına, hangi meslek gurubu olursa olsun, muhakkak bir değer, o mesleğin kapsadığı dersler dâhilinde çocuklara aktarılmalıdır. Yaparak yaşayarak öğrenilen şey ve yaptırarak yaşatarak yapılan eğitim benliklerde kalıcı olur.  Eğitim ve öğretim bireye bilinç aşılamalıdır. Tabi bu da derin bir sabır ve özveri iktiza eder. Kalbe ve kafaya öyle girilmelidir ve kadim değerler öyle işlenmelidir ki, çocuk; neyi, nasıl, neden yapacağını ve yapmayacağını aldığı eğitim sayesinde idrak etsin. Kalbi ve kafası tekâmül eden çocukta artık bir bilinç düzeyi teşekkül etmiştir. Bu yüzden hedefimiz; kalp ve kafa olmalıdır. Zira insanlığın terakkisi bu iki olguya merbuttur. Ve insan; kalp ve kafadır. Hariçten, gençliği hedef alan her türlü kötülüğün ilk saldırdığı yer; kalp ve kafadır. Bugün adeta bir iffet ve şeref katili olan televizyon nesli içeriden yıkan bir mikrop yuvasıdır ve her an mikrobunu tek tuşla tüm insanlığa aktarmaktadır. Aktarılan yerde; kalp ve kafadır. Yozlaşmanın en büyük müsebbibi; televizyondur. Şöyle çevremizi temaşa ettiğimizde, sanki dizilerden fırlamış tipler görürüz. Dizilerde ki gibi yiyenler, içenler, giyenler, evlenenler mebzul miktardadır meydanlarda. Ki zaten, televizyon denilen şey de sokak adamının eğlencesidir. Tabir caizse, sokak adamının ilahıdır televizyon denilen melun makine. Yüreğe hükmeden imanın hakiki katilidir. Sanal dünyadan üzerimize saldıran ve gövdemize çarpan mikroplar tüm doğallığımızın celladı oluyor. Bozulan ve bozuldukça daha da alışan, alıştıkça alıklaşan insanlar artık adeta gezici televizyon oluyorlar. Hayatları ilim olması iktiza eden ve insanlığa yön göstermesi icap eden insanların hayatları film oluyor. İman bedeni terk ediyor, ahlaksızlık bedeni kaplıyor. Televizyonda ahlak arayanlar, aradıkları şeyi aradıkları yerde yitiriyorlar farkında olmadan. Bir doğrusu varsa bin eğrisi var ve o bir doğruya uzananlar zamanla bin eğrinin içinde kayboluyorlar. Çünkü ya yaklaşmayacaksın ya da yanacaksın cancağızım başka yolu yok bunun! Ya mektepli olacaksın ya da merkepleşeceksin!

 

Ne dedik? Dersler ya değerli olacak ya da değersiz kılacak nesilleri! Kuru ders kurutur insanı. Varlık tek yönlü, tek boyutlu bir olgu değildir. Beden ruh ile, hayat ölüm ile, cennet cehennem ile, erkek kadın ile anlamlıdır, değerlidir, bir şey ifade eder. Bilakis boştur hepsi de ama boş olmaları da imkânsızdır tabi ki, zira fıtratları boşluğa mahkûm olmalarına müsait değildir, yani mahiyetleri anlamlı kılmaktadır her bir olguyu. Ve esas ders; varlıkta ki anlamı yakalatan derstir. Anlamı bulamayan, anlamsızlıkta kendini kaybeder. Anlamsızlık, ahlaksızlığın tohumudur. Anlam bulamayanlar, kötülük kuşlarının saldırısına maruz kalır ve yaralanır, yaralandıkça da kan içen, kin kusan, kötülük fışkıran bir yaratığa dönüşür. Zehirlenmişlerdir ve zehirlemektedirler. İşte televizyon dediğimiz illette insanın bu tür illetlere yakalanmasına neden oluyor. Hülasa; insanı, tam kalbinden ve aklından vuruyor. Önce anlamı kaybediyor insanlık, sonra da ahlaksızlıkta anlam arıyorlar. Bir hain üretme fabrikasıdır, ayarları bozucu bir unsurdur televizyon denilen melun alet. Anlamlı kılan unsurları ve o unsurlara anlam ekleyen insanı katleden bir zehirdir. Zehirler. Zehirlenenler zehirler. Hayatın tam ortasından söylüyorum. Çağımızın mektebi bu melun makine olmuş durumdadır. Çocuklarımız bunun karşısında diz çöktürülmüştür. Mikroplar tek gözlü bir canavardan yayılıyor ve tüm gövdeyi kuşatıp, kafaları ve ruhları işgal ediyor. Akıllara, kalplere kötülük kusuyor ve akıllar, kalpler kötülük kusuyorlar. Nihayet, kötülüğü doğallaştıran ve alışkanlığa dönüştüren ve insanı sefilleştirip, alıklaştıran bir düzenbazdır televizyon denilen aletin düğmesini kontrol edenler. Evet, haddizatında suçu zavallı bir makineye hamletmek akıldışıdır. Asıl tehlikeli olan, tehlikesiz olanı tehlikeli hale getirendir. Binaenaleyh, korkulacak olan, insanlığa bakan ve insanlığın baktığı bu pencereye hükmeden şeytanilerdir.

 

İnsanın önüne pisliği koy, insan pislenmesin de. Ya da insanın kafasını ve kalbini pislikle doldur, insan pislik yapmasın de. Bu hakikaten namussuzcadır. Kardeşim insan, insandır, bir damla kan ve tüm mevcudiyetini kaplayan binlerce endişedir. Hırstır, kindir, hazdır, hüzündür, acıdır, cinayettir, ıstıraptır, acizdir, muhtaçtır, cahildir, nankördür, sevgidir, hedeftir, idealdir, mücadeledir, diriliştir, direniştir, ahlaktır, adalettir. Sonsuz duygu ve düşünceden müteşekkil kompleks bir canlıdır. İnsan da nefis diye bir şey vardır. Ama hayatlarını nefisleri üzerine kurmuş olup umarsızca yaşayanlar, bunu algılayamıyorlar. İstiyorlar ki herkes bize benzesin. Hayır kardeşim herkes size benzemez ama herkesin de nefisine uyma huyu vardır. Yani insan bazen şeytanın aldatışına gelir ve nefsine uyar. Binaenaleyh, derin düşünmeyenler söylediklerimizi idrak edemezler. Biz yandık, nesillerimiz yanmasın diyedir tüm gayretimiz. Televizyondan bahsediyorduk; ne oluyor? Ne kadar pislik varsa bir odaya dolduruyorlar ve odanın penceresinden kokusunu tüm âleme yayıyorlar. O odada değerden iz yok, insaniyetten iz yok, din zaten yok, ar damarlar çatlatılıyor, namuslar talan ediliyor, namussuzlaşanlar topluma çıkıp toplumsal yapıyı, düzeni harap ediyorlar, canlara kıyıyorlar, sonra yakalanıyorlar ve defaatle aynı pencereden âleme gösteriyorlar, sanki yapılanlar harika bir şeymiş gibi, böylece bozulan bozulmayanı da etkiliyor ve temiz kalanı da bozuyor. Nihayet pislikler seri bir hal alıyor. Ve toplum tacizlerden, cinayetlerden, ahlaksızlıklardan geçilmiyor. Huzur gidiyor, terör geliyor. Burada laflamıyoruz cancağızım, söz sarfediyoruz. Ne havadan atıp tutuyoruz ne de havaya atıp tutuyoruz. Belki kıyısındayız yaşam nehrinin ama gözlerimiz de kapalı değil. Rabbimiz hadsiz nimetler bahşetmiş kullanalım diye. Aziz şahsiyetini, Yüce otoritenin murakabesine bırakmış ve bunun farkındalığıyla istikametini tayin eden, karanlık ve kir fışkıran pencerenin büyüsüne kapılıyor ve şirazesinden çıkıyor. Fren tutmaz oluyor, balata iptal oluyor ve nihayet kontrol kayboluyor. Bilinç, şuur, idrak, farkındalık kabiliyetleri bir bir iflas ediyor, kimliğini ve dinini unutma hastalığına yakalanıyor ve kendini de kaybediyor. Farkında olmadan kendini zincirlere, kelepçelere, bukağılara teslim ediyor. Ve işin en vahim ve netameli yönü ise; tek bir ferdin nezdinde yekpare toplum tefessüh ediyor ve türap olup gidiyor. Bir millet; payidar olması icap ederken izmihlale tutuluyor. Son tahlilde; bir millet özelinde de, yekpare ümmet mahvoluyor, harap oluyor, mezellete ve meskenete mahkûm oluyor. Ve buna seyirci kalıyoruz maalesef. Bir insan kirlenirse, bir medeniyet kirlenir! Tüm bunlar, mektebin istikametini kaybetmesinin intaç ettiği tehlikeli durumlardır. Mektebin, ikbal heveslerine mahkûm edilmesinin kötü neticeleridir. Muallimin, yetiştirilmemesinin ve muallimin de yetiştirememesinin neticelerindendir. Maarifte, mektepte, muallimde, talebede asli görevlerine dönüp, asli fonksiyonlarını icra edeceklerdir. Evet, mektep devlet murakabesinde olmalıdır ama kısmi bir otonomiye de haiz olmalıdır.

 

Kullar; Allah’ın kuluysalar, kulların muallimleri de Önderlerdir, Önder’dir (sav), kitapları da Kur’an’dır. Evet, kalbin eğitimi yani manevi eğitim, bu mutlak temellerde, yörüngede yapılmalıdır. Kalp özdür ve öz, Allah’ın izidir. Bedene dokunabilirsiniz ama kalbe dokunamazsınız, evet kalbe dokunursunuz ama kalbe dokunuş farklıdır, sessizdir. Ona dokunmadan dokunursunuz, bu yüzden maddi bedeni eğittiğiniz gibi eğitemezsiniz onu. Hassas bir yapısı vardır kalbin. Ona vurmadan onu kırabilirsiniz, işkence yapmadan acı çektirebilirsiniz, dokunmadan ağlatabilirsiniz, hediye vermeden sevindirebilirsiniz. Manevi eğitim namına başka bir hiçbir şey ittihaz edilemez, ki manevi eğitim verecek başka hiçbir şey yoktur. Ha kalbin eğitimi aynı zamanda bedenin eğitimi de demek olur mu? Hiç kuşku yok ki olur. Kalbinde iman olanın bedenine ayrı bir kuvvet gelir. Kuvvette, bedenen güçlü olmak demek değildir illa, vatan savunması için şahadeti arzulayarak gitmekte kuvvettir, hatta hakiki kuvvetli olmak budur. Ama bizler mukaddes bir hedef uğrunda ölmeyi güçsüzlük telakki ediyoruz ve böyle bir yola bilerek gireni yadırgıyoruz, oysa yüreğin yetiyorsa sen git bakalım gidebiliyor musun? Burada şöyle bir örnek verelim; Filistinliler için, gücün yok, bir şeyin yok, daha ne kıpırdayıp duruyorsun, aptal mısın nesin derler bazen, oysa bilmezler ki bir şeyin yokken bile namusunu korumak için ölümüne direnmek hakiki kuvveti içinde taşımaktır. Ama bunu idrak etmek yüksek bir kapasite iktiza eder. Ki, Siyonist şeytanın Müslümanlardan yana en korktuğu tarafta budur işte. Çünkü Siyonist şeytan yurt için savaşır, Müslüman şahadet için savaşır. Siyonist mikrobu der ki, kendileri ölüme giderken bizi de götürecekler diye kudurur. Öz temiz, güzel ve kavi olursa, o özü sarıp sarmalayan ten kafesi de elbette temiz, güzel ve kuvvetli olacaktır. Tabi bu meyanda insana bilim de lazımdır ve bilime matuf dersleri de bilmelidir, yani pozitif bilimleri de öğrenmelidir. Çünkü insan için yurt ikidir; dünya yurdu ve ahiret yurdu. İnsan iki yönlüdür; maddi ve manevi. Misal; oruç maneviyat için, araba maddiyat için elzemdir. Keza; hem manevi uçak olan namaz hem de maddi uçak olan bildiğimiz uçak insanlık adına çok önemlidir. İkisinin birliği ise, muhakkak zaferdir, mutluluktur, ideal terakkidir. Binaenaleyh, insan, hayatın, ne maddi yönünü ihmal edebilir ne de manevi yönünü. Nasıl manevi alanda birilerinin mutlak otoritesine müsaade edilmemeliyse, maddi alanda da mutlak otorite olmamalıdır. Zira mutlak otorite Allah’tır. Evet, Allah yasayı koymuştur ama müdahale etmez. Allah’ın yasalarına mütenasip yaşamak, otoritesini ittihaz etmektir zaten. Devlette yasayı, mutlak yasalar çerçevesinde koymalı yani hak ve hürriyetler temelinde ama asla hak ve hürriyetlere müdahale etmemelidir. Maarif teşkilatı elbette devletin murakabesinde bulunmalıdır ama muayyen bir otonomiye de haiz olmalıdır. Zaten hakiki milli maarif teşkilatı, devletin murakabesinde bulunan maarif teşkilatıdır. Teşkilatını çok sağlam teşekkül ettireceksin, yasalarını çok sağlam koyacaksın, mekteplerini çok sağlam yapılandıracaksın, muallimlerini çok sağlam yetiştireceksin ve artık müdahalede bulunmayacaksın.  Muallimlerin, kafalarını ve kalplerini doyurduysan ve mutmain kıldıysan, yasalarını da muhkem şekilde dizayn etmişsen, artık muallimlerin fonksiyonlarını icra etmelerine müdahalede bulunmamalısın. Muallim devletin görevlisidir ama hizmetkârı değildir. Muallim, benliklerin hizmetkârıdır. Onun esas görevi, devlet ricalinin emirleri istikametinde yaşamak değil, ruhun emirleri istikametinde yaşamaktır. Aynı zamanda muallim, idari yapının da hizmetkârı ve emir kulu değildir, böyle bir şey muallimi alçaltmaktır. Tabi muallimlerde görevlerini yüksek bir bilinç ve şuur temelinde icra etmelidirler. Görevlerini icra ederken, asla dış dünyaya takılıp kalmamalıdırlar, içeriye yönelmeliler, iç seslerini dinlemeliler ve ona göre icra-ı vazife etmelidirler. Çünkü muallimin mutlak sorumluluğu vicdanına karşıdır. Vicdanı ölen bir kişi muallim olamaz, vicdanı ölen birine de muallimlik yaptırılamaz.

Tarih: 11.04.2015 Okunma: 599

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?