MAARİF DAVASI...1...

Özgür DENİZ - 11.04.2015

Yazımıza, Nurettin TOPÇU üstadın, hakikat ummanından süzülen ve berrak bir pınar gibi çağıldayan sözüyle girizgâh yapalım. Zira bu söz ekseninde hareket etmeyen ve Eğitim Teşkilatını bu söz üzerine oturtmayan bir ümmet sürünmeye, bir millet boğulmaya, bir devlet inhitata uğramaya, bir ülke batmaya, bir medeniyet türap olmaya mahkûmdur. Ciddi ve samimi olmalıyız arkadaş, bilakis mahvız! ‘’’’’’’’’’’’’’’Biz; varlığıyla mevcudiyetimizi koruyacağımız, istikbalimizi kurtaracağımız, istiklalimizi kazanacağımız, terakki dairesinde büyük atılımlar yapacağımız uzun yolumuzda ve varoluş kavgamızda, irademizi çelikleştirecek, değer ve ilkeler sunacak, karakter ve kişilik bahşedecek, özgün ve özgür olmaya yönlendirecek, her nev’inden meslek erbabının hayatına ruh ve anlam katacak olan, tarihsel süreçte anlaşılmış bulunan ve nesillerimizce anlaşılmaya çalışılmakta olan, kadim tarihimiz dâhilinde sistemleştirilmiş olarak yaşanmışlığı bulunan, en ulvi mektebin timsali olarak tam karşımızda duran, maarifin yüksek hakikatlerini ihtiva eden, eşsiz, zamana göre değişmeyen, her çağa hitap eden bir kitaba muhtacız. İhtiyacımız olan bu kitabı, maarif sistemimize, mekteplerimize, aile, millet ve siyaset hayatımıza temel yapmalıyız. Muallimlerimiz, talebelerini bu kitabın hikmetleriyle, yüksek ve yüce ahlakıyla ve kuvvetli adalet duygusuyla besleyebilmelidirler. Çünkü boş kalan ruhlar ancak bu kitapla doldurulabilecektir, doyurulabilecektir. Çoraklaşan beyinler ancak bu kitapla yeşertilebilecektir. Çölleşen vicdanlara bu kitap ab-ı hayat olacaktır. Görmeyen gözler bu kitapla görecek, işitmeyen kulaklar bu kitapla işitecek, hissetmeyen kalpler bu kitapla hissedecek, düşünemeyen kafalar bu kitapla düşünecektir. İşte bahsettiğimiz, hayatsız kalan nesillerimize hayat sunacak olan bu kitap; KUR’AN’dır.’’’’’’’’’’’’’’ TÜRKİYE’NİN MAARİF DAVASI-----Nurettin Topçu

 

Bu yazımı tüm milletime ama bahusus Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mevcut Sayın Hükümetine atfen kaleme alıyorum. Biliyorum ki, söylediğimiz de kaybolup gitmesi yani hükümsüz kalması kuvvetle muhtemel ama susmakta garip gönlüme azap olacak. Dileyelim ki, inşaallah kaybolup gitmesin ve gönüllerde makes bulsun kutsal çığlığımız. Bulsun ki, icap eden neyse, din, devlet, vatan, millet, ümmet, medeniyet aşkına yapılsın. Yukarıda, aziz varlığından, küçük ama çaplı bir iktibas yapmış bulunduğum Nurettin Topçu üstadın TÜRKİYE’NİN MAARİF DAVASI isimli kitabını bahusus Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mevcut Sayın Hükümetinin mevcut ve muhtemel Sayın Milli Eğitim Bakanına-Bakanlarına ve daha sonra da tüm siyaset edicilere naçizane ama mutlak ve muhakkak olarak öneriyorum. Bu kitap Eğitim Teşkilatımıza temel olmadıkça, bu memlekette eğitim olamaz. Ama tabi eğitimin ana ekseni, tüm mevcudatı yüksek ve yüce hakikatleriyle ihata eden KUR’AN’dır.

 

BİR: Kale var ve kale delik. Sızıntı var. Kapatılmalı. Anladığınızı sanmıyorum!

 

İKİ: Yok olan yok edilemez. Var ne varsa müşahhaslaştırınız. Sonra da yok edilmesi gerekenleri yok etmeye başlayınız. Anladığınızı sanıyorum!

 

GEÇELİM!

 

Ülkenizi, milletinizi, devletinizi seviyorsanız samimi olacak, ciğerden söyleyeceksiniz ve yüreğinizi ortaya koyacak, namuslu iş yapacaksınız arkadaş. Maalesef işlerimizi yüce gönüllülükle yapmıyoruz, yüce gönüllülükle yapanları da bir şekilde bıktırıyoruz. Artık zaman malayaniliklerle iştigal edecek zaman değil. Çok kayıp veriyoruz, kazandığımız ise hiçbir şey yok handiyse. Nesil resmen ve alenen çürüyor, tefessüh ediyor. Kendi başta olmak üzere, kendine ait ne varsa yabancılaşıyor. Bu topraklarda, bu toprakları toprak yapan ve bu milleti çelikleştirerek evrene hâkim kılan ruh egemen olmalıdır artık mutlak şekilde. Bahsettiğim yarım yamalak egemenlik değildir, mutlak ve muhakkak egemenliktir. Zira bu topraklarda ve bu topraklarda müesses olan Devlet mekanizmasında bu ruh mutlak ve muhakkak şekilde egemen olmadan, bu toprağın çocukları asla huzur bulmayacaktır ve bu toprakları toprak yapan değerler temelli yaşayanlar hep itilecektir, yapılan güzel şeyler görmezden gelinecektir. Geçelim!

 

Bu ülkede iki teşkilat vardır VE bunlar çok özeldir, sonsuz önemlidir. Birisi, İstihbarat Teşkilatı; diğeri, Eğitim Teşkilatı. Bu ülke, bu millet ve bu ülkeye, bu millete dair ne varsa bu teşkilatlar eliyle vuruldu, yok edildi, bozuldu. Bu iki kurumun üzerinde hassasiyetle durulmalı ve ikisine de Milli-İslami Ruh eklenmelidir. Bu kurumlar Milli-İslami Öz’e kavuşturulmadan, bu ülkenin siyaseti, ekonomisi, medyası vs. hiçbir şeyi millîleştirilmez. Milli olmayan hiçbir şeyde, bu ümmete, bu millete, bu ülkeye, bu devlete, bu medeniyete zerre fayda sağlamaz. Güçlü millet, kudretli devlet, bağımsız ülke olmanın koşulu; kendin olmaktır. Artık yabancı olan ve yabancılaştıran ne varsa kusulmalıdır. Bu kurumlardan İstihbarat Teşkilatını daha önce ele aldık, şimdi Eğitim Teşkilatı üzerine naçizane birkaç kelam etmeye gayret edeceğiz inşaallah. Allah niyetlerimizi temiz kılsın, hedefimize muvaffak eylesin. Âmin.

 

Meselemiz, derdimiz, davamız dağlardan büyüktür. Bir defa, eğitim dendiği anda, ilk aklımıza gelen şey; insandır. Çünkü eğitim, ancak ve ancak, insan içindir. Zira eğitilmek için dünyaya gönderilen bir varlıktır insan. Aklen ve ruhen eğitilecek ki, kulluk vazifesini layığı ile ifa edebilsin. Yaptığı işi kaliteli şekilde yapabilsin. İyilik işlesin, kötülükten el çeksin ve İyiliği emredip, kötülükten sakındırabilsin. Elbette hayvanlarda eğitilebilir ama nihayetinde hayvan hayvandır, an gelir hayvanlığını yapar, eğitim onda dikiş tutmaz.  Bizim meselemiz ve mevzumuzda, özde, insandır zaten. İnsana, ilk eğitim, Yaratan Rabbi tarafından verilmiştir. Bunun detayıyla ilgilenmiyoruz şu an. Merak ediyorsanız samimi tefekküre dalınız. Hayatta hazır hiçbir şey yoktur. İnsan varlık sahnesinde belirdiği an eğitilmiş, terbiye edilmiş ve altyapısı hazır kılınmıştır. İnsan, bu dünyaya, bazılarının dediği gibi TABULA RASA olarak yani BOŞ BİR LEVHA olarak doğmaz. Allah, kutsal altyapı derç etmiştir insanın varlığın derinliklerine. Küçücük bir çocuğun hal ve hareketlerini gözlemleyiniz ne demek istediğimi muhakkak idrak edeceksiniz. Eğitilen insan nihayet benzerlerini eğitmiştir. Allah, insanlık önderlerini, kullarını eğitmeleri için göndermiştir. Hakiki ve en büyük muallimler, terbiye ediciler Peygamberlerdir. İnsanlığın son muallimi de Hz. Muhammed’dir (sav). İslam, eğitim yoluyla beşer tabiatlı varlığı kemale erdirir ve insan kılar. Hakiki eğitim kaynağı İslam’dır. İslam’dan başka hiçbir şey, insanı, mükemmelen eğitemez, terbiye edemez ve insan kılamaz.

 

İnsan, doğuşunda melek tabiatlıdır, sonrada beşere doğru evrilir ve nihayet insanlaşır. İlk evvelde günahsız ve masumdur. Sonra ailesinin, çevrenin ve öğrendiklerinin etkisiyle melekliğini kaybeder ve beşer yönü ortaya çıkar yani eğitilmemiş hali kendini gösterir,  zira sadece kendisine ulaşan verilerle hareket eder ama muayyen bir eğitimden geçtikten sonra insan olmaya doğru evrilir. Eğitimin hedefi, insanı, insan olmaya yönlendirmektir ve nihayet insan kılmaktır. İnsanın içinde ki potansiyeli fark etmek, ortaya çıkarmak ve geliştirmektir. Eğitimde esas gaye şu olmalıdır; önce nitelikli bir insan, sonra da iş üreten ve işini kaliteli üreten insan. İnsan varsa eğitim vardır, eğitim varsa insan vardır. İki olguda birbiriyle anlam kazanır. Eğer insan eğitimden mahrum olsaydı, insan değil hayvan olurdu. Mevcudatta ki varlıklar, muayyen bir eğitim sistemine ittiba etmeden önce tayin edilmiş, belirlenmiş hayata ittiba ederler. Hayat çizgisini, aldığı eğitim neticesinde tayin eden yegâne varlıktır insan. Çünkü aklı olması hasebiyle, eğitilebilirliği durumu vardır. Önce eğitim gelir insan için, çünkü hayat eğitim üzerinde ilerler. Eğitimsiz, kişilik ve karakter olmaz. Eğitimsiz, meslek olmaz. Eğitimsiz, üretim olmaz. Eğitim bir nevi altyapıdır. Cahillik, dermansız dert gibidir, mikrop gibidir. Cehalet, hastalıkların kaynağıdır ve eğitim, panzehridir hastalıkların. Bir ülkenin kaderi, eğitilmiş insanlarının varlıkları ile mütenasiptir.

 

Eğitim; ince, derin ve köklü bir meseledir. Bu mesele çözülmeden, çözülecek hiçbir mesele yoktur. Vatanın bağımsızlığına kavuşması, değerlerin yaşama aktarılması, ahlakın hayat sahasında varlık göstermesi, adaletin; milletlerin ve devletlerin ruhu olması, ancak ve ancak insan ile olacak şeylerdir ama herhalde bunların hiçbirisi de, cahil insanlarla olacak şeyler değildir. Bir milletin ve devletin, en öncelikli meselesi, eğitim meselesi değilse, o millet ve devlet, rezilce, sefilce, şerefsizce yaşamaya mahkûmdur. Eğitilmiş insanlara sahip milletlerin kölesi ve hizmetkârı olmaya mahkûmdur. Eğitimde, özgün olmalıdır yani milletin kendi değerler yargılarına göre şekillenmiş olmalıdır, hülasa; MİLLİ olmalıdır. Zira milli vasfa sahip olmayan bir eğitim sistemi, millete hayat sunamaz. Keza, Eğitim Teşkilatı, kendi dininden, kadim köklerinden, tarihinden, tecrübelerinden beslenmeyen bir devlet, hiçbir zaman bağımsız olamaz ve güçlü atılımlar yapamaz. İradeli, azimli, kararlı, çalışkan, değer sahibi ve üretici gençliğin yetişmesi, MİLLİ bir eğitim sisteminin dizaynına merbuttur. Diyeceğimiz odur ki, milleti illet olmaktan kurtarıp gerçekten millet mi kılacaksınız, önde o milletin eğitim yapısını illetlikten kurtarıp millileştireceksiniz. Bilakis, her şey boştur, anlamsızdır. İnsan demek eylem demektir. Zira insan, sözü işitip, işittiği söz ekseninde iş yapması beklenen akıl sahibi bir varlıktır.

 

Eğitim; dirilişin, yegâne önkoşuludur. Bizi biz yapan ve bizim, tarih sahnesinde var olmamızı sağlayan şey; eğitimdi. Ceddimiz, eğitime sonsuz önem veriyordu. Ve onlarda ki eğitim sadeydi, o devirlerde bilginin özüyle eğitim yapılıyordu. Fazlalık, her zaman kirliliktir. Binaenaleyh, olması gereken ne ise o olmalı ve kalması gereken ne ise o kalmalıdır, fazla olan ise atılmalıdır. Eğer toprak temizlenmez ve fazlalıklardan arındırılmazsa, o topraktan beklenecek hiçbir şey yoktur. Ağaç budanmazsa, bir zaman sonra ölür. Ağaç için budanma, adeta bir diriliştir. Bahçe nasıl güzelleşir ve bitkiler nasıl nefes alırlar, temizlenmeden, düzenlenmeden? Sadelik güzeldir. Günahlarda fazlalıktır tıpkı bu durumlarda olduğu gibi. Eğitim, günahlardan arındırmaktır. Eğitim, sadeliği korumak, masumiyeti canlı kılmaktır. Aile için kadın ne ise, din için namaz ne ise, insan için de eğitim odur. Eğitimin, öğretim göre mümeyyiz vasfı, bizatihi pratikle ilgili olmasıdır. Çünkü öğrenme teoriye tekabül eder, eğitim ise pratiğe. Hayatın özü pratiktir, teori değil. Evet, teorisiz olmaz ama pratiksiz hiç olmaz. Eğer insanlar münhasıran öğreniyorlar da eğitilmiyorlarsa orada malayani ile iştigal vardır. Çünkü hayatta teori çoktur, eksik olan pratiktir ve insanlığın kadim sorunlarından biri de budur. Pratik yoksa teori çöker ama teori olmasa da pratik bir şekilde varlığını hissettirir. Zira eylem için, illa sistemleştirilmiş bir düşünceye ihtiyaç yoktur. İnsan tabir caizse mıknatıs gibidir, tabiattan spontane şekilde doneler gelir, insanı bulur. Ve insan edindiği bu doneler ekseninde de bir pratik ortaya koyabilir.

 

Eğitim, köklü ve derin bir mevzu ve meseledir. Bu yüzden derin düşünen ve ince kavrayış sahibi olan karakterler ister. Çocuğa yürü deyince yürür mü? Ona sözle anlatamazsınız, bizatihi onunla yaşamalısınız yani ona pratik olarak yürümeyi öğretmelisiniz. Her varlığın nasıl ve ne yönde eğitileceği, o varlığın kendine özgü doğasına dercedilmiştir. Ve eğitim, hem nesiller hem de hayat boyu tatbikatlarla, pratiklerle kusursuzlaştırılabilecek en zor sanattır. İnsanın ödevi; madden ve manen terakki kaydetmektir. Böyle bir şeyde eğitimsiz asla olmaz. İşte tam da bu sebeple, eğitim, insanlığın en mühim meselesidir.  Önce gelen sonra geleni eğitir; bu, hayatın kanunudur. İlk öğreten ve eğiten ise; Allah’tır. Nesillerin, nesilleri eğitmesi ise, bilgi ve tecrübelerin aktarımıyla tahakkuk eder. Burada ortaya çıkan sorun şudur; eğitim olmalıdır ama neye göre? Zira bilgi sunan her şey aynı zamanda bir eğitim kaynağıdır. Bu yüzden bizler, eğitimimizde hangi kaynağı temel alacağımızı çok iyi bilmeliyiz. Bu da bazı şeyleri bilmemizi koşul kılar; misal, varlık sebebimizi, insan olmaklığımızda gizlenen hikmetleri, nereden ve niçin geldiğimizi, nereye ve niçin gideceğimizi bilmemiz icap eder. Çünkü nasıl bir eğitimden geçeceğimizi bu sorulara vereceğimiz cevaplar belirleyecektir. İnsanı eğitecek yegâne kaynak; Kur’an’dır. Gerisi boştur, angaryadır, hikâyedir. Kur’an’ın tedrisinden geçmemişseniz, hiçbir şeysiniz; geçmişseniz ama gerçekçi olarak geçmişseniz her şeysiniz.

 

Önüne gelen her şeyden istifade etmeyi, her şeyden bir fayda üretme düşüncesine sahip olmayı şahsiyetsizlikle eşdeğer görür Aristo. İnce hesaplarla, ucuz çıkarlarla eğitim olmaz. Eğitim safi insan için olmalıdır, çünkü eğitilmek için varolan yegâne varlık insandır. Eğitim, insanın bizatihi kendisi için olursa, ancak o zaman hakiki eğitim olur. Bu da ancak ve ancak, insanın fıtratıyla mütenasip olmasıyla mümkün olur. Peki, insanın fıtratı ne üzerinedir? Maneviyatı yani bir anlamda İslam’ı, temel ve hedef olarak belirlemeyen eğitim, asla sahici eğitim olmaz ve kesinlikle netice de vermez. İslam, insanı, bizatihi insanın kendisi için eğitir ama İslam dışında kalan ne varsa tümü insanı insan için değil de kendi çıkarları ve hesapları adına eğitir. Bizler İslam’dan bahsettikçe sekter tipler bunu yanlış algılamaktadırlar. Sanki İslam temelli eğitim olmazmış gibi, İslam temelli eğitim bilimden uzak olurmuş ve terakkiye maniymiş gibi telakki etmektedirler. Oysa böyle bir algı, katıksız ve karışımsız cehaletin ürünüdür. Ve bu algı kasıtlı olarak oluşturulmakta ve zihinlere empoze edilmektedir. Çünkü İslami eğitim, insanı uyandıracak, kendine getirecek ve insanı sömüren melun düzenlerin eceli olacaktır. Eğer malum söylentiler gerçek olsaydı, insanlığa yön verenler, bilimin temellerini atanlar ve ortaya koydukları devasa eserlerle bugün bile insanlığın ufkunda bir güneş gibi var olmaya devam edenler Müslümanlar olmazlardı. İlimin ve bilimin kökünü kazısanız ve oraya atılan imzaya baksanız, Allah’ın izniyle Müslüman’ın varlığını müşahede edeceksiniz. Komplekse, kıskançlığa lüzum yok bebeğim! Gerçekleri ortaya koymak ve gerçeğe boyun eğmek, insanı yüceltir ve yükseltir ama gerçekleri örtmek ve gerçeklere karşı durmak, insanı alçaltır ve düşürür. Ne diyordu Muhammed İkbal? ‘’Eşkıya Kur’an ile evliya oldu. Yol kesti ilkel iken, yol gösterdi medeni olunca.’’ Fazla söze ne hacet bebeğim!

 

Haddizatında bir insan kendi kendisini bile eğitebilir. Yeter ki istesin bunu. Al eline Kitabını, çekil şöyle bir köşeye, hem ‘’OKU’’ hem tefekkür eyle, hayatın içine atılınca da uygula. Zor değil ki bu. Ki bendenize göre en hakikatli eğitim de bu olur, evreni bütün olarak düşününce. Çünkü seninle ilgili hiçbir yapı sana gerçekçi eğitimi vermez. Zira hakikatli eğitim; zincirleri kırdıran, hürriyetin özünü sunan, putları kıran, hakiki istiklali ve istikbali doğuran, tabuları yıkan eğitimdir. Ama bunu, insan üzerine dair hesapları ve planları olan hiçbir yapı istemez. Çünkü hakikatli eğitim, sahte saltanatları yerle yeksan ettirici, hakiki saltanat önünde secdeye götürücü eğitimdir. Hakikatli eğitim; insanı, Allah’a kul eder. Sahte eğitim; insanı, benzerlerine kul eder. Biz, insanlarımızı, yalan ve batıl eğitim sistemleriyle kaybettik, kurban verdik. Niye insanlığımızdan uzaklaştık, niye kendi içimizde bölücülük yapıyoruz, niye şuculuk ve bucululuğun esiriyiz, niye izm’lerin peşinde koşan zavallı ist’leriz, niye insanları anlamak yerine yargılamak peşindeyiz, niye okuduğumuz en küçük bir olguyu idrakten yoksunuz, niye kendimize yığınla putlar edinmişiz, niye ille ben doğruyum diyoruz, niye köpekleştiren sefih bir dünyanın bataklığında yüzüyoruz? Siz insanların adeta çivi gibi minderlerine çakılıp izlemeye koyuldukları programlarda mantığın, aklın, zekânın zerresini görüyor musunuz? Misal; malum, bebek yüzlü bir şeytan var, aşağılık bir mahlûk, katıksız İngiliz-Yahudi medeniyeti köpeği. Siz onun tek bir programında zekâ ürünü bir yön, geliştirici bir detay bulabiliyor musunuz? Ve programlarının isimlerine dikkat ediniz lütfen! Her isim adeta senin ülkeni aşağılıyor, ülkenle birlikte milletini aşağılıyor, çok derin bir algı operasyonu var ama tabi sezebilmek, fark ve idrak edebilmek iktiza ediyor bunu. Maalesef, bu aziz milletin neslini, Yüce Kitabı değil, böyle ucuz, sıradan, aşağılık, iğrençlik dolu hatta aklı ve zekâyı iğdiş edici, ruhu ezici programlar eğitiyor. Ve işin en garip ve acı veren yönü de; küçücük beyinlerin katledilmemesi iktiza ettiğini emreden bir kitaba sahip iken, o kitabın emrini icra etmememizdir. Devlet bir an önce melek yüzlü şeytanın programlarını ilga etmelidir. O şeytan hakiki bir vatan hainidir. Meleğimsi tebessümleriyle bu aziz milleti aldatmakta, sömürmekte, aşağılamakta ve mahvetmektedir. Eğer bunu yapmaz isek, hem vallahi, hem billahi, hem de tallahi yarınlarımız kopkoyu karanlığa mahkûm olacaktır. Kendini kaybetmiş bir neslin elinde kaybolup gideceğiz. Bu yapıldığı takdirde, bu millet size köstek değil destek olacaktır inanın. Şahsen bendeniz öyle düşünüyorum, zaten öyle olmadığı takdirde bu millette bitmiş demektir ve fazla söze hacet yoktur.

 

Tek bir insanın da, yekpare milletinde, insanı ve milleti buluşturan ve kaynaştıran devletin de, hatta medeniyetin de, mukadderatları, iki teşkilatın elindedir: İstihbarat ve Eğitim. En kökende ise, Eğitim’in elindedir. Zira sağlam ve kudretli bir İstihbarat bile, nihayetinde, kaliteli bir eğitimi koşul kılar. Çünkü istihbaratın öznesi de insandır ve özne olan insan, iyi bir eğitimden geçmemiş ise, orada ki insanlar, milleti de, devleti de mahvedebilirler ve dahası medeniyet ilerleyişini bile akamete uğratabilirler. Bunu bilmek değil, anlamak iktiza ediyor. Çünkü eyleme sevk eden, bilmek değil anlamaktır. Eğer bilmek olsaydı, bugün bizler yeryüzünün tek egemen gücü olurduk. Çünkü Kur’an’ı biliyorduk, tarihimizi biliyorduk. Ki zaten yaşamımız, anlamayıp sadece bildiğimiz için, sığ, basit, sıradan ve derinlikten, anlamdan yoksun ya. Bilgimizle, bitevi lafazanlık yaparız ama anlayıpta ortaya koyduğumuz sahici hiçbir eylememiz bulunmaz. Derin ve keskin bir misal verelim; Önderimizin (sav) selam ile ilgili emirlerini biliriz velakin gel gelelim uygulamaya gelince sanki hiç oralı olmayız. Niyedir bu? Çünkü o emri anlamadık, idrak etmedik, hissetmedik. Dolayısıyla icra etmekte de hassasiyetli olamadık. Zaten anlamak hissetmekle ilgilidir, hassasiyette hissiyatın neticesidir. Misal; Çanakkale Ruhunu yaşatmak ve yaşamak için, o ruha namusluca sahip çıkabilmek için, Çanakkale de şehit olanların zamanına gidip, onların o an ki halini hissedip, o anda ki duygulanımlarını adeta yaşar gibi duyumsamadıkça, o şehitlerin yemek bulamayınca nasılda ruhen azap çektiklerini ama bu durumun onları asla geri çekmediğini, bilakis daha kuvvetli bir imanla daha ileri atılmalarına sebep olduğunu düşünmedikçe, asla o ruhu kuşanamayız, taşıyamayız, yaşayamayız ve yaşatamayız. Eğer o ruhu hakikaten taşıyabilseydik, yaşıyorolabilseydik, yemin ediyorum bugün bu topraklar da tambağımsız bir devletimiz, özgür bir milletimiz, dirilmiş bir medeniyetimiz olurdu. Ve bu toprakların ruhu olan Yüce İslam’ı bu topraklardan söküp atmaya, cephede kardeşleri vuruşan ve nöbet bekleyen kızlarımızı okullarından kovmaya cesaret edecek tek bir Siyonist maşası bulunamazdı. Bu millet kimliğini ve dinini kaybetmezdi. Bu topraklarda, bu devletin, bu milletin, bu dinin ve medeniyetimizin üzerine kusan ve şehitlerin asil ruhlarını muazzep kılan yayınlar yapılamazdı. Soydaşlarımız ve dindaşlarımız küffarın mezalimleri altında inlemezlerdi. Vallahi de, billahi de, tallahi de bu olmazdı, olamazdı. Ama o ruh yok bizde maalesef! Ama isticalen o ulvi ruhu kuşanmamız iktiza ediyor, millet olarak ve devlet olarak.

 

Bir milletin ve devletin kaderini, ruha şekil veren yüce sanatkâr vasfına sahip muallimler tayin ederler. Muallimlerini kucaklayan, onlara saygı duyan, onların yaşam düzeylerini yükselten milletler ve devletler yücelip, yükselmişler; bunu yapmayan milletler ve devletler ise alçalmışlar ve düşmüşlerdir. Bu yüzden mutlaka ama mutlaka muallimlere sahip çıkılmalı, onların hayat standartları yükseltilmeli, onların gönülleri kırılmamalıdır, muallimler insanlığın mümtaz ve nadide topluluğudurlar, karakter yapıcıları ve kişilik oluşturucularıdırlar muallimler. Vatanların hakiki bekçileri ve banileridirler muallimler. Eğitimin asıl unsurlarındandır muallimler ordusu. Türk Milletinin tarihinde muallimlerin yeri daima ayrı olmuştur, derin bir saygı duyulmuştur kendilerine. Binaenaleyh, Eğitim Teşkilatı öyle muhkem zemine oturtulmalıdır ki, o teşkilatın bünyesine girenler öyle sağlam yetişmelidirler ve nesli öyle sağlam yetiştirmelidirler ki, istiklalimiz ve istikbalimiz şeksiz ve şüphesiz garanti olsun. Gerek İstihbarat Teşkilatı olsun, gerek Eğitim Teşkilatı olsun, tepe noktalarında ahlaklı, vicdanlı, karakterli, kişilikli, milli ve manevi değerlerle teçhiz olmuş ve kendilerini ileri düzeyde yetiştirmiş bireyler olmalıdırlar. Onlarda bulundukları yerin hakkını vermeli, maiyetindekileri sıkı bir murakabeye tabi tutmalıdırlar, bulundukları konumun hakkını vermeli ve zedelenmesine asla göz yummamalıdırlar. Bu bireylerde din, devlet, vatan, millet, ümmet, medeniyet bilinci ileri düzeyde olmalıdır. Kadim davanın, İlay-ı Kelimetullah Davasının, bilincinde ve şuurunda olmalıdırlar. Eğer teşkilatlarınız, böyle bir mahiyete haiz ise müsterih olunuz, keyfinize bakınız, tabi sorumluluğunuzun icabını ifa ederek. İki mühim teşkilattan birisi olan İstihbarat Teşkilatı, ülkenin, devletin, kendisinin dışında ki kurumların yani bir nevi bedenin güvenliğinden, sağlığından sorumludur. Eğitim Teşkilatı ise, maneviyattan, askeriyeden ve dini umdelerin aktarılmasından yani bir nevi ruhun güvenliğinden ve sağlığından sorumludur. Bedenen ve ruhen sağlıklı ve sağlam olan, bir ferdin, bir milletin, bir devletin başka ne derdi, sorunu, sıkıntısı olabilir ki? Eğitim, ahlak ve adalet demektir; İstihbarat; hürriyet ve tam bağımsızlık demektir tabir caizse. Ahlak ile hürriyeti mezcederek hayata aktaran bir milletten ve devletten daha bahtiyar var mıdır ki?

 

Bir milletin, eğitim davasından daha önemli bir davası olamaz. Bu yüzden eğer titrenecekse, ilk evvelde eğitim üzerine titrenmelidir. Çünkü eğitimi adam olmayan bir milletin kendisi asla adam olamaz. Binaenaleyh, eğitim mevzuunun derinliklerine dalmadan, Nurettin Topçu üstada dair birkaç kelam etmek niyetindeyim naçizane, derin anlayışlarınıza sığınarak. Üstada muhalif olan mahfilleri geçiyorum ve umurumda da değiller. Zira düşmanlıklar vardır ve ilanihaye devam ederler, çünkü önyargıya dayalıdır ve kırmak sonsuz zordur. Haddizatında düşmanlıkların devam etmesinin sebebi, korkudur. Tanımaktan korkmak! Tıpkı Türk Milletine ve İslam Dinine düşmanlık gibi. Üstat bazı zamanlarda, bazı yerlerde yâd edilir. Fakat mesele yâd etmek değildir, yâr eylemektir. Zira yâr eylemek farklıdır. Onu tanımayı ve anlamayı, gönülden sevmeyi, hayatını ve fikirlerini öğrenmeyi, eserleriyle beslenmeyi iktiza eder. Üstat adeta eğitim üzerine titreyen bir gönül eridir, hakiki bir dava adamıdır. Eserlerini mutlaka okumalı ve okuduklarınızı muhakkak eyleme geçirmelisiniz. Mübalağa yapmak istemiyorum ama bir yerde de yapmak işime geliyor, zira belki üstadı tanımayı isterseniz bu vesileyle. Ama bir eserini değil, külliyatını hatmetmelisiniz. Tabi, kutsal değerler adına bir bilinç taşıyorsanız ve o değerleri yaşatmayı ideal bilmişseniz. Evet, üstat, hiç kuşkusuz ki devlet büyükleri nezdinde ve en üst düzeyde hatırlanmaktadır. Unutmamak güzel bir şeydir ama yaşamak daha güzeldir! Ne söylediğimin farkındayım. Üzerine adeta bir külliyatı andıracak şekilde bir dergide yer ayrıldı. HECE DERGİSİ bir sayısını üstada ayırdı, üstelik doğru hatırlıyorsam derginin tek sayısı genel olarak 600 sayfalık falan basılıyor ve bu millete yön veren nice aziz aydınlara yer verdi bünyesinde. Hülasa; sitayişlerle tahattur eylendi, hakkında nice kelamlar edildi, fikirlerinin değerinden dem vuruldu amma ve lakin hiçbir zaman sözleri ekseninde bir icraat sadır olmadı. Güya yâd edildi ama yâr bilinmedi.

Tarih: 11.04.2015 Okunma: 687

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?