TARİHLER DE YALAN SÖYLER!...1...

Özgür DENİZ - 16.03.2015

And olsun ki; hakikat ve imanın kudreti muvacehesinde, ruy-i zeminde ki tüm kuvvetler bir olsalar da ıskat olmaya mahkûmdurlar. Bilmeyenlerin, bilmediklerini, bildiklerini zannetmeleri onursuzca bir alıklıktır. Şeyler hakkında gerçek bilgiye sahip olan, şeyleri yapandan başka kim olabilir ki? Evet, bilgi kozdur ve kuvvettir ama hakikatin bilgisi! Geçelim!

 

 

 

 

Tarihe iki türlü resmiyet kazandırılır. Küresel bazda, yerel bazda. Dünyaya egemen olan ülkenin tarihine resmiyet kazandırılır ve ülkelerin tarihine resmiyet kazandırılır. Çünkü tarihin resmileştirilmesi, zihinlerin dondurulmasını tevlit eder ve zihinlerin donması da, daha kolay sömürülmek demektir. Evrende ki egemen gücün resmileştirilen tarihini, küresel yönetimi paylaşan kuvvetler yazarlar ve yazdıkları gibi de insanlığa dikte ederler. Bu resmiyet kesbetmiş tarih, her ülkeye, küresel efendilerce o ülkeye tayin edilmiş hadimler tarafından kendi insanlarına enjekte edilir. Bir ara, İsrail başbakanı İzak Rabin, İslam ülkelerini, İsrail’in belirlediği mutemet elemanlar yönetiyorlar demişti de, bu gerçek, Siyonistleri feci sarsmıştı ve akabinde MOSSAD ajanlarınca katledilmişti malum başbakan. Mısır’ı, Suriye’yi, İran’ı vd. düşünürsek olayı çözebiliriz.

 

 

 

 

 

Küresel efendilerce dizayn edilmiş tarihi pazarlamada, kitaplar en mutemet ve muhkem araçlardır. Hassaten tutulmuş elemanlara yazdırılmış ve yalan bilgilerle doldurulmuş kitaplar, resmiyet kesbetmesi istenilen tarihin, kafalara zerk edilmesinde en ideal araçlardır. Resmi tarihin dizayn edilmesinin sebebi, zecri yöntemlere başvurmadan, kolay şekilde insanlara ittihaz ettirilip, insanların yaşamlarını bu tarihe göre kurgulamalarını sağlamaktır. Resmiyet kazandırılan tarih, ülkelerin terakkilerinin önünde ki en büyük handikaptır. Ülkeler bazında ki kurgulanmış resmi tarih global ölçekte kurgulanan tarihle ilintilidir. Çünkü yollar, yönler, artık resmiyet kesbetmiş tarih ekseninde tayin edilir. Nihayetinde de insanlık bir aldanış çukuruna yuvarlanır ve öylece yaşar gider. Yalan yaşamlar, yalan tarihin ürünü olur. Kurgulanan tarih, zihinleri felç eder, hür düşünceyi boğar, insanları bitevi malayani sorunlarla iştigal ettirir. Devlet ve millet buluşmasını muhal kılar.

 

 

 

 

İnsanlığı aldatmak için muhtelif eserlerin neşriyle ilgilenen bir yapı vardır; USIA. Taktik ve yöntem çok basittir. Mutemet eleman bulunur, bir eser kaleme aldırılır. Eserle ilgili sansasyon yaratacak haberler yaptırılır ve böylece eser tüm kamuoyunun bilgisine sunulur, eserin okunması sağlanır. Halkta merak uyandırılır. Müellifle arka perdede anlaşma sağlanır. Derin sırlar iletilir kendisine. Kitap ve yazar üzerinde kontrol USIA adlı karanlık yapının inhisarındadır artık. Aynı zamanda bu olay, yazara da çok kazandıracaktır ve kimse böyle bir teklifi reddedemez. Bu meyanda derin sırlara vakıf olan şahsiyet ünvanını almakta işin cabasıdır. Ki müellifin yapacağı fazla bir şey de yoktur, sipariş edilen kitaba imza atmaktan başka. Tarihin resmiyet kesbetmesi, statükonun ağababalarına da meşruluk sağlar. Artık tepkiler cılız kalacaktır ve küçük tepkilerin de direnç noktası öldürülmüş olacaktır. İdraklerin kilitlenmesidir, tarihin resmileştirilmesi. Artık merak edemez, soramaz, sorgulayamazsınız. Akıl işlevini kaybeder bir anlamda. Mazi, karanlığa mahkûm olur. Kötü iyi, iyi kötü olur. Tabir caizse, millet mankurtlaşır. Mevcut, tazim ve tebcil edilir; muhtemel, böylelikle yerin dibine sokulmuş olur. Tarihin resmilik kesbetmesi, statükonun anasıdır. Terakki, hür düşüncenin boğulmasıyla akamete uğrar. İnsanlık, karanlık bir zamanda donar. Sözde, beyinde ki kaostan kurtulunur ve bedensel kozmosa mülaki olunur. Güya, insanlık sorumluluktan azade olur. Bir uyuşukluk sadır olur insanlıkta. Zira beyinde ki kaosun münteha bulması demek, insanın zamanda donması demektir. Oysa beyin zaten kaostur. Çünkü milyonlarca fikir uçuşur orada. Bireyin beyninin donması demek, toplumun hayatının durması demektir. Bu da her türlü terakkinin, gelişmenin, icadın katledilmesi demektir. Kaos tetikleyici bir unsurdur, ilerlemek adına. Kafasında koasun hâkim olduğu insanlar mütemadiyen müteyakkızdırlar.  Hakikat arayışı içerisindedirler. Yeni olana açıktırlar. Putları ve putlaştırmayı reddederler. Aramanın ve bulmanın heyecanıyla yaşarlar. Tarihe resmilik atfetmek; sömürünün resmileştirilmesidir!

 

 

 

 

 

Tarihe resmilik atfedilmesi, tarihin sahteleştirilmesidir. Yücelmenin ve yükselmenin katilidir resmi tarih. Global ölçekte de, yerel ölçekte de böyledir bu. Selamet sahiline vasıl olmak için, yalanlarla lebalep doldurulmuş olan hafızamızı boşaltmak iktiza eder. Beynimize format atarak, yüklenmiş bulunan tüm verileri silmek ve her şeyi yeni baştan öğrenmeye başlamak gerek. Bir nevi, çocuk halimize dönmek ve hakikat ekseninde yeniden büyümeye çalışmak icap eder. Bilakis, hür olduğumuzu düşünmek kuru bir hayalden öteye geçemez ve geçemeyecekte. Sadece esirizdir, zihnimizde ki yüklü verilerin esiriyizdir, dolayısıyla verileri yükleyenlerin esiriyizdir. Adeta yalanızdır. Bildiğimiz yalandır, öğrendiğimiz yalandır, yaşadığımız yalandır, biz yalan olmuşuzdur. Böyleyiz de zaten. Bu yüzden bir türlü kurtulamıyoruz ya. Bildiğimizi sanırız, bir şeyler biliriz de belki ama münhasıran yalanları biliriz, velakin cehaletimizi örtemez bildiklerimiz. Bilakis bildiklerimizin kendisi cehalet üretir, cahilleştiricidir. Ki zaten resmi tarihin gayesi de, haddizatında cahilleştirmektir!

 

 

 

 

İnsanlığa dikte edilen resmi tarihin muayyen yalanlarından bazıları şunlardır;

 

 

 

 

Kapitalizmle Komünizmin ezeli düşmanlığı yalanı

Bir Yahudi olan Hitlerin Yahudilere yönelik toplu katliamı yalanı

Büyük şeytanın Ay’a yolculuğu yalanı

Japonların büyük şeytanın deniz üssüne saldırısı yalanı

Birinci dünya savaşının yapıldığı yalanı

Körfez savaşı diye bir savaşın yapıldığı yalanı vs. vs. vs.

 

 

 

 

Bizim ülkemize dair olanlarına ise girmeye ve üzerlerinde fikir serdetmeye lüzum görmüyorum, zira gayet iyi biliyoruz.

 

 

 

Hakikatlere karşı, kulaklarımız sağır, gözlerimiz kör, kalplerimiz kapalı, beyinlerimiz fanus içinde maalesef. Ne garip! Niye rahatsız oluruz ki? Kafan varsa düşünüyorsun işte. İlla şüphe besliyorsun her şeye karşı. Ardına önüne bakmak zorunda kalıyorsun. Düşünüyorsun işte ya, aklın var çünkü ve hiçbir şey seni tatmin etmiyor. Bildiğini sanıyorsun ama sanmakla olmuyor. Merak ediyorsun, soruyorsun, sorguluyorsun. Delik deşik etmek istiyorsun her kalıbı. Kalıba girmek kötüdür. Çünkü kalıba girenin aklı, bilinci iptal olur. Kalıba giren şekil alır. Ama insanın şekli olmaz ki. Çünkü insan kaostur. Tutuyorsun herkes şuna inansın diyorsun. Sen benim inandığıma inan o zaman. Ne biliyorsun seninkinin doğru, benimkinin yanlış olduğunu? Hayır yani nereden biliyorsun? Kim söyledi sana? Elinde mutlak kanıt mı var? Ya benim inandıklarım doğruysa! Kalıba girenin kaderi sömürülmektir. Resmi olan her şey kalıba sokar insanı. Adı üstünde resmi, doğal değil yani. Sınırları çizilmiş, tayin edilmiş. Neyse be, cahil insanla dalaşacağına, çalıyı dolaş demiş ecdat. Geçelim!

 

 

 

 

İlerleyen zamanda, yazımızda, resmiyet kesbetmiş dünya tarihinin büyük yalanlarından bazılarını izah etmeye çalışacağız. Hassaten kapitalizm ve komünizm kavgasının derinliğine inmeye gayret edeceğiz naçizane. Zira insanlığı derinden etkileyen ve insanlığa yörüngesini şaşırtacak derecede etkisi olan bir olaydır. Ve elan insanlık üzerinde ki sarsıcı etkisini sürdürmektedir. Fakat bendeniz, olaya kalıpsal olarak değil muhteva olarak bakacağım ve ince detaylara değineceğim. Muhteva idrak edilirse, kalıp zaten paramparça olur. Yine sözde Yahudi katliamından küçük noktalara temas edeceğim. Körfez olayı zaten bizim tanıklığımızda tahakkuk eden bir vakıadır. Tabi muhtelif kitaplara da müracaat edebilirsiniz bu konuda. Japonların Pearl Harbor olayı da, şeytanın Ay’a uzanma olayı da yine muhtelif kitaplarda anlatılmaktadır. Misal; sevin sevmeyin, nefret edin etmeyin ama Harun Yahya’nın kitaplarında bu konularda derin bilgilere ulaşabilirsiniz. Aklınız var mı? Vardır herhalde. Tetkik ve tahlil yapabilme kabiliyetiniz var mı? Vardır herhalde. O zaman kişi değil, yazdıkları önemlidir galiba, değil mi? Okursun, ölçersin, biçersin, tartarsın ve kararını verirsin. Kafana güveniyorsan her şeyi okuyabilirsin bebeğim! Yok güvenmiyorsan kalıba girersin ve sürünür gidersin. Keza, NATO denilen küresel cinayetlerin ardında ki karanlık ama resmi hüviyete sahip küresel şeytani şebekenin tetikçi unsurlarına temas edeceğim gücüm yettiğince, dilim döndüğünce, aklım kifayet ettiğince.

 

 

 

 

Birinci Dünya Savaşı, derin bir aklın ürünü olsa gerek, çok önceden, çok sonrası için hazırlanmış küresel bir planının aktive edilmesinin müşahhas hali desek yeridir. Osmanlı Devleti yok olmalıydı. Halifelik kurumu etkisizleştirilerek, İslam Âlemi başsız, otoritesiz bırakılmalıydı. Çünkü baş gitti mi, kolların, bacakların, ellerin, ayakların hiçbir hükmü kalmazdı hatta gövde bile hiçleşirdi. Ki aynen de böyle oldu. Osmanlı kayboldu, insanlık belasını buldu. Neresini inkâr edebilirsiniz ki bu hakikatin? Bunun Osmanlıyı sevip sevmemekle de ilgisi yoktur. Akıllı adam aklını kullanır. Gerçek gerçektir bebeğim! Gerçeği bile isteye inkâr, kendi kendini düşürmektir, onursuzluktur, onursuzca yaşamaya mahkûm olmaktır. Hayır, yine düşman ol ama düşmanlığın seni alıklaştırmamalıdır. Çünkü tüm parçaları birleştiren baş, görkemli bir gücü tevlit ederdi ve gücün karşısında durmaksa yürek isterdi. Gâvursa yüreksizin tekiydi. Gâvurda erkeklik aramayacaksın. Çünkü gâvur kahpedir. Onun işi gücü kahpece plan yapmak, hain tuzaklar kurmaktır. Ha gâvur derken ille yabancı gâvurları anlamayalım, yerli maskeli gâvurlarda geziniyor bu topraklarda. Ayrıca İsrail isminde bir devlet tesis edilmeliydi. Hem de tam İslam Âleminin bağrına. Türk isminde ki barbar(!) millet zincirlenmeliydi. Arz-ı Mev’ud ideali biraz daha yakınlaştırılmalıydı. Yaptığım incelemeler neticesinde fark ve ihsas ettiğim derin detaylarda bu düşüncelere ulaştım. Ama tarihe şöyle bir baktığımızda da bunların asla yalan olmadığını bizatihi müşahede edebiliriz. Bu savaş, kocayan aslanı parçalama ve paylaşma savaşıydı. Alman piçi kasıtlı olarak Osmanlıyı kendi yanına çekti. Kemal Tahir’in kitaplarının derinliklerinde de bu minvalde izahatlara rastlayabilirsiniz, tabi keskin okursanız. Hayatımıza aldanarak başladığımız için, aldanmayı seviyoruz, bir türlü kalıpları kırmayı, putlarımızı reddetmeyi istemiyoruz, istesekte başaramıyoruz. Keyfimizin bozulma ihtimali feci korkutuyor bizi. Bilmekse, kâbus gibi! Rayında giden yaşam treninin rayından çıkacağını düşünmek konforumuz bozuyor ve dokunmak istemiyoruz hiçbir şeye, dokunmasınlar bize de diye. Şerefli yaşamak, hür hayatlara sahip olmak bedel ister oysa! Tarihin resmiyet kesbetmesi, dilden ve dinden vazgeçirir insanı, kökü budar ve gövdeyi çürütür, nihayet koca çınarı yok eder. Güneş söner, karanlık basar ve susar tüm insanlık! Millet; dilsiz, dinsiz, köksüz kalır ve güneş söner milletin, nihayetinde ise, bukağılara, kementlere, zincirlere vurulur. Kır zincirlerini, çık kalıplardan ve sözünü bil, özüne dön ey insan, ey millet!

 

 

 

 

Gladio, klasik bir tetikçi yapıdır. NATO emrindedir. Masonların vurucu gücüdür. Sokağın karanlık yüzüdür. Renk önemli değildir Gladio için, yeter ki istendik yönde kullanılabilsin, şahıs ya da kurum. Küresel Siyonizm’in insanlığa korku salmak ve insanlığı kendi istediği yola sokmak için NATO denilen küresel şebekeye kurdurduğu karanlık bir yapıdır. Dünyayı, küresel efendilerin istemediği yöne doğru yönlendirmek çabası içinde olan şahıslar her zaman bu vahşi örgüt tavassutu ile ortadan kaldırılmışlardır. Orta yolda olanlar dahilinde vücut bulamadığı için, ekstrem yapılar içinde daha kolay şekilde yuvalanmıştır. Komünist ve faşist örgütler gibi. Binaenaleyh, bu kliklerin tuzağına düşmüş gençlik kitlesi kolayca bu karanlık yapıya dâhil olmuşlardır. Belki farkında değildirler, olmazlar ama dâhil olurlar ve kullanılırlar. Bunu bilen bir kişi vardır; o da örgütü yöneten, yönlendiren şahıstır. Velakin, keyfi gıcırdır o zevatın, yaşamı güzeldir ve ölümler onu daha da iyi yaşatacaktır, bu yüzden susar ve vazifesini yapar. Mezkûr ideolojik yapılanmalar, genişlemek isterler, silahlanmak isterler ve icap ettiği zaman da silahlarını gömmek isterler. Şayet yakayı ele verirlerse de, tüymek isterler. İşte Gladio tam da bunu sağlar. Gençliği tuzağa düşüren de budur. Bir parça derinlik, biraz lüks ve sırlı bir dünya, gizemli ve güçlü görünen adamlar; haydi gençlik toplan! Komünist ve faşist yapılanmalar kana ve kine istinat ettiklerinden dolayı söylediklerimize daima muhtaçtırlar. Bu tür istekleri olanın da, bu istekleri temin edecek derin adamlara ihtiyacı olur. İşte o derinliğin barındığı yerdir; Gladio. Bir şey bildiğimizi sanıyoruz öyle mi? Cahillik bir baş belasıdır bebeğim! Bu şeytani yapı, ekstrem duygulara sahip gençliğe, mafyavari tiplere para akıtır, süfli ve adi zevklerini yaşayacak ve işkence gibi vahşi duygularını tatmin edecek ortamı temin eder. Bu vahşi ve karanlık yüzü gören ve aydın vasfına sahip olanlarla, bürokrasiye hâkim olanlar, kırılmamak adına eğilirler ve bükemeyeceklerini düşündükleri eli öperler. Zamanla onlarda birer tetikçi olur çıkarlar. Belki silahları yoktur ama daha keskin ve etkili silah olan kaleme sahiptirler. Bu şekilde, tüm millet üzerinde kuvvetini zımnen hissettirir Gladio. Ve artık siyaseti de yönlendirmeye başlar. Ahhh, dâhil olduğumuz örgütlerin gerçek yüzlerini bir görebilsek! Fransız İhtilali diye bildiğimiz sözde devrimin istikametini çizen, eksenini tayin eden hücre yapıda ki asıl elemanların yani masonluğun birer hadimi olan jakobenlerin birer Gladio unsuru olduğunu biliyor muyuz?

 

 

 

 

İtalya’nın bir başbakanı vardı. Adı Aldo Moro idi. Garip işler yapıyordu, efendilerin hoşlanmayacağı. Tarihi uzlaşı minvalinde politikalar icra ediyordu. Maksadı zıt kutupları bir araya getirmekti. Tıpkı aynı dönemde Türkiye’de de Abdi İpekçi isimli gazeteci bu yönlü işlerle uğraşıyor gibiydi. Zıtların bir araya gelmesini istiyordu sanki. Aynı zamanda petrol üzerinde hâkimiyet tesis eden baronların çarkına çomak sokuyordu zımnen. Hülasa, müesses nizamlar için tehlike ve tehdittiler. İkisinin de istediği bir şey vardı; millet biraz huzur bulsun, temiz hava solusun. Milletin desteğini arkalarında görmek istiyorlardı. Velakin ikisi de katledildi. Zannetmeyin ki ideolojilerinden dolayı katledildiler. Hayır, küresel düzenin çarkına çomak soktukları için katledildiler. Solcu oldukları için katledildiler diye lanse edilmesinin yegâne sebebi; Sol’a itibar bahşetmektir ve sol gençliği dine karşı kinlendirmektir. Zaten hep böyle değil midir? Uğur Mumcu katledilmiştir ve resmen, alenen İslam’a küfrettirilmiştir. Ah bu sol gençlik! Kalıplardan kurtuluverseler ve karanlık dünyalarına bir ışık yakıverseler, düğümler çözülüverecek. Dünya da ya da Türkiye’de öldürülen hiçbir Sol tandanslı şahıs asla ideolojisinden dolayı öldürülmemiştir ama olay bu şekilde olmuş gibi yansıtılmıştır. Bu da kahpe bir tezgâhtır. Ya da Milliyetçi olduğu için, İslamcı olduğu için öldürülmemiştir hiçbir kişi ve öldürülmezde zira. Öldürülenlerin hepsi kahir ekseriyetle yerel ya da küresel nizamı sallayacak işlere bulaştıkları için öldürülmüşlerdir. Ama bunu idrak etmek için kalıplardan, putlardan, layüsel görülen tiplerin zincirlerinden kurtulmak iktiza ediyor. Kafanı özgürleştirmek, gövdeni özgürleştirmek icap ediyor ve ruhunu salıvermek göklerin enginliğe. Beyin zincir tutmaz bebeğim! Fikir, fanuslara sığmaz ve kalıplara girmez.  Aldo Moro zıtlara el sıktıracağı günün öncesinde ki gün katledildi. Katliam direktifini Henry Kissinger isimli, politik imajlı, azılı, vahşi katilin verdiği bilinmektedir. Bu vahşi katil, azılı bir İslam ve Müslüman düşmanıdır. Tabi aynı zamanda, küresel düzenin çarkına çomak sokanlarında düşmanıdır. Siyonist bir katildir o. Katliama imza atan örgütün Kızıl Tugaylar diye bilen örgüt olduğu bilinmektedir. Ki dünya üzerinde ortaya çıkmış hangi kanlı örgüt varsa, rengi, dil hiç fark etmez, NATO himayesinde, GLADİO emrinde ortaya çıkmıştır. Tümünün de hizmet ettiği bir amaç vardır. ASALA, PKK ve dillerinden Allahuekber’i düşürmeyen kelle avcılarını düşünün. Bunların zamanlarını düşünün, biçimlerini düşünün ve hangi masat için kullanıldıklarını düşünün. Hiçbirisi rastgele değildir, aptalca planlanmış değildir. Aptallık, alıklık, insanlığın kendisindedir. Kızıl Tugaylar denilen kanlı örgüt GLADİO emrinde hareket eder, MOSSAD ile derin bağları vardır. Ama o örgütün peşinde koşan garip insanlara gitseniz sorsanız onlara göre o örgüt kutsal bir amaç için savaşmaktadır. Dünyadan Time isimli basın ne diyor bakalım; ‘’Kızıl Tugaylar İslam Coğrafyasının kalbinde eğitiliyor ve eğitimleri de MOSSAD elemanlarınca yaptırılıyor. Aynı anda eğitim gören bir gurup daha vardır; Baader-Meinhof.’’ Yine Türkiye’de basılan Nokta isimli derginin bir haberidir; ‘’Kızıl Tugay’a hükmeden şahsın yani Rento Curico’nun MOSSAD tarafından eğitildiğini’’ söylüyor.

 

 

 

 

Faili meçhul kalan katliamların en ince noktası şurasıdır ki; hedefe konulan şahıs, hem karanlık efendilerin düzenini sarsan biri olmalıdır hem de katliamıyla toplumda infial oluşmalıdır. Toplumda tefrika yaratacak etkisi olmalıdır katliamın. Bir de kahir ekseriyetle Müslümanlar üzerinden İslam’ın suçlanması gizli hedefi vardır. Hem hedef yok olsun, hem ayrılık oluşun hem de düzenin çarkı dönmeye devam etsin; istenilen şey budur. Başka bir getiri de, ideolojik bazdadır. Şöyle ki; öldüren şahıs üzerinde bir propaganda yapılır, güya şahıs ideolojisi için katledilmiştir, böylece o ideolojiye prim sağlamaktır maksat. Belki de katiller o ideolojinin tam göbeğinedirler ve cenazeyi de gömmüşlerdir. Ama alıklaştırılan, mankurtlaştırılan milletimin garip çocukları bundan bihaberdir. Çünkü kalıplara dökülmüşlerdir ve beyinleri dondurulmuştur. Putları vardır ve putların aleyhine olacak şekilde hareket edemezler. Katilin bulunmadığı her cinayette bir orijinallik ve operasyonellik vardır. Ne bir şahsın ne de bir gurubun kotarabileceği cinayetlerdir. Karanlık örgütlerin muhakkak müzahereti vardır. Hatta yaptıranlar onlardır zaten. Dünya da müesses bir para düzeni vardır. Bu düzene çomak sokan her kişi, kitle, millet ya da devlet tehlikedir, tehdittir ve mutlaka yok edilir, karıştırılır ve zayıflatılır. Ama içeride birlik, bütünlük varsa bu kabil değildir tabi ki de. Hiçbir şeye düz bakmamak iktiza eder. Küresel düzen hakikatte para düzenidir. İslam niçin tahrif ve tahrip edilerek protestanlaştırılmak ve kapitalizme payanda yapılmak istenmektedir? Niçin kapitalizme ve Liberalizme askerler yetiştirilmektedir dünyanın dört bir yanında. İngiliz kahpesinin ve Amerika şeytanının hakiki İslam’a müsaade edeceğini düşünebiliyor musunuz? Düşünüyorsanız dünyanın en angut tipisiniz kusura kalmayın. Hayır, bunun aksi kabil değildir ve bu söz mutlak doğrudur. Şeytan, İslam’ın ezeli ve ebedi düşmanıdır ve İslam’ın tek bir umdesine bile tahammülü yoktur, olamaz, bademada olmayacaktır. Şeytan, Müslüman kimliğine bürünebilir ama İslam’a zarar vermek içindir.  Bendeniz, sonradan Müslüman olanlara da pek güvenmiyorum. Şahsi fikrimdir bu. Misal, bitevi din değiştirip duran bir yerli karakter var, güya din değiştirdi ya, artık din üzerinde konuşma salahiyeti elde etti. Kimdir bu, kaç paralıktır, hangi şerefli karaktere sahiptir, hayatı nedir, beyninin ölçüsü nedir, ruhu kaç okkadır? Ama bizim insanımız gariptir. Şeytanilerce sosyolojik ve psikolojik yapısı en dibine kadar tahlile dilmiştir ve oyunlarda bu tahlillere göre kurgulanmaktadır. Bu sefilin fikirleri, maalesef millet üzerinde etki bırakmaktadır. Niye? Müslüman oldu diye. Aynı şey yabancı tipler içinde geçerlidir. Çoğu yabancı tip hem ajanlık yapmak hem de İslam’a zarar vermek için Müslüman olmaktadırlar kanımca. Burada vazife İSTİHABARTA düşmektedir. Bir de günden güne artan cinayetleri bir araştırsa diyorum İSTİHBARAT. Zira normal görmüyorum. Şunu bilelim ki; Müslüman cana kıymaz. Savaş hali müstesna! Bu yüzden Müslümanların itham edildikleri hiçbir cinayet Müslümanlarca işlenmemiştir, işlenemez, bilakis Yüce Ölçü çiğnenmiş olur. Kur’an’a ve Öndere hakkıyla iman etmiş bir Müslüman Allah’ın izniyle haksız yere bir cana kıymaz. Amma ve lakin Müslüman kimliği biçilen tiplere işlettirilmiş olabilir. Burada da ne İslam ne de Müslüman itham edilip, suçlanabilir, buna yeltenmek kahpeliktir. Gerçeği gizlemektir.  Gerçeği gizleyen, cinayetlerle Müslüman arasında ille de irtibat kurmaya yeltenen kesinkes küresel şeytani tezgâha hizmet eden bir maşadır.

 

 

 

 

Uğur Mumcu kimdi misal? Şöhretli bir hukukçu ve gazeteci. Türkiye’nin en karmaşık ilişkilere ve yapısına sahip bir gazetenin yazarıydı ve hakikaten de araştırmacıydı. Laikti ve sosyalistti ama bahusus laikliği mevzubahis ediliyordu. Her ayrıntı dikkate şayandır! Bazen şeytan gizlidir detaylarda bazen de devasa hakikatler. Detay deyip geçmeyeceksin! Hep detaylarla kaybedildi bu topraklar, dilimiz ve dinimiz. Niye laikliği mevzubahis ediliyordu, çünkü laikliğin bu toplum için kapsayıcı olduğu ama sosyalizmin böyle bir özelliğe sahip olmadığı, bu yüzden de ölümüyle geniş kitleleri bir araya getirebilmek için kapsayıcı mevhumların gündem yapılması iktiza ettiği düşünülüyordu. Neyi intaç etti cinayet? Tehlikeli bir ayrışmayı, gerginliği ve infiali netice verdi. Resmen ve alenen İslam’a küfredildi. Cahiller, şöyle merak edip, durup, düşünüp, etraflıca tetkik edip bir sonuca varacaklarına hemen sonuca varmışlardı; İslamcılar yapmıştı, öyleyse vurulacaktı Müslümanlara, küfredilecekti İslam’a. Oysa bilmiyorlardı ki, belki de katil onlarla yürümüştü ve cenazeye toprak bile atmıştı kim bilir! Ama kalıba sokulmuşlar ve akıllarını iptal edip putlarının önünde secdeye kapanmışlar için sorgulamak ne mümkündü. Ne oldu? Hiçbir karanlık ilişki tetkik ve tahlil edilemedi. Müesses nizamın dişlileri gıcır gıcır dönmeye devam etti. İntisap ettiği ideoloji palazlandı, laiklik çaktırmadan kemikleştirildi toplumda. Zaten cinayette Uğur Mumcu’nun katledilmesinden daha önemli olan şey; laiklik, sosyalizm ve İslam idi. Mukaddes din gömülmek istenirken, seküler mevhumlar ve buradan rant elde eden baronlar ivme kazanacaktı, palazlanacaktı. Zaten cinayetin en önemli amaçlarından biri de bu değil miydi? İslam değer kaybedecek, taban kaybına uğrayacak ama diğerlerinin değeri artacak, taban kazanacaklar ve palazlanacaklardı. Millet, korkuyla muhasara altına alınacaktı. Vehimler egemen oldu beyinlere ve ruhlara. İslam ve Müslüman öcüleştirildi, keskin bir tavra maruz kaldı. Hülasa, millet, ağır ve derin bir uyku moduna geçirildi. Haddizatında, cinayetin, ideolojiyle zerre ilgisi yoktu. PKK boyutu vardı, Petrol boyutu vardı, Küresel boyutu vardı. Ne garipti ki, Uğur Mumcu ölmeden önceki akşam bir gazeteci ile oturmuş ve yarın çok önemli şeyler açıklayacağını, belgelerin elinde olduğunu söylemişti. Ah Uğur Mumcu! Üzerine oturduğu devlerin ıssız ve kurak çölleri kendisine aşıracağını düşünmüştü belki de!!!

 

 

 

 

Egzistansiyalizmin babası Jean Paul Sartre’ye ait meşhur bir söz vardır. GLADİO gerçek anlamını bu sözde bulur belki de. ‘’Benzer kişilikler, benzeşen kirli çakallar, vurup öldürürler ve giderler, vurdukları insanın mezarı başında nutuk atarlar. Öldürdükleri şanlıdır, şereflidir, yücedir artık. Tabi bu yüceltmenin ardında bir milleti alçaltmak gizlidir. Çünkü gidenler gözlerde büyütülürken, kalanlara, öldürülenlerin büyüdüğü gözlerle zehir edilecek bir hayat vardır geride.’’ Geçelim!

 

 

 

 

Belki birkaç tane vardır ama bendeniz bir tanesini gördüm. Uğur Mumcuyla ilgili bir belgesel var. Orada kendi dünyasına dair detaylar bulacaksınız. Diyeceksiniz ki, sanki bu adam içinde yaşadığı dünya da değil, beden olarak orada olsa da ruh olarak çok başka bir dünyada yaşıyor. Küresel tetikçiler rastgele adam seçmezler. Bir taşla bin kuş vurmalıdırlar. Asıl korkulacak tipler, bu tür cinayetlerde katledilen kişilere canhıraş sahip çıkanlardır. Bilgide bazen bir işe yaramayabilir, ille de akıl, bilinç olacak. Şeytani davalarda kişilerin zerre kıymet-i harbiyeleri olmaz, kişiler münhasıran istimal edilirler. Eğer yaşıyor olsaydı belki de içinde bulunduğu dünyayı bugün yerin dibine sokardı. Dostlarınıza dikkat edeceksiniz! Hele tehlikeli ve paranın konuştuğu bir dünyada yaşıyorsanız daha bir dikkat edeceksiniz. Çünkü her an satılmakla karşı karşıyasınızdır. Uğur Mumcu’nun ardından ağlayanların gözyaşlarına asla inanmıyorum, hatta en yakınındakilerin bile. Bu dünyanın analizini iyi yapmak iktiza ediyor. Bu dünyanın ruhu yoktur. Tüm cinayetleri ve cinayetlerden geri kalan hayatları şöyle bir müşahede ediniz bakalım, neler göreceksiniz. Misal, oğulun babasını katlederler ama daha sonra oğula iyi getirisi olan bir iş veririler ve oğul ya da eş belki de katilleri biliyordur ama artık her şey soğumuştur ve iyi bir konum vardır, öyleyse bırak gitsin, değmez uğraşmaya denmektedir hatta katilerle aynı kulvarda bile yürünebilir. Maksat para değil midir? Ah garip dünyam ve dünyamın garip işleri. Mevcut düzenin namussuzluğa, aldatmaya ve kahpeliğe istinat ettiğini söylerdi. Benim hiçbir şeyin uzamanı olmam diye bir şey sözkonusu değildir, ben Marksist eskilerinin uzmanı olabilirim olsam da, derdi. Ne yazık ki, onların da uzamanı değilmiş! Ardından ağlayanların savunmayacağı hatta kinle duyacağı ve kin duyacağı sözler serdederdi Uğur Mumcu.

 

 

 

 

Hayat böyledir işte sevgili dostlarım! Bu ülkede ki fail-i meçhul kalmış tüm cinayetler bu minvalde tertip edilmiş ve işlenmiş cinayetlerdir. Vallahi, billahi, tallahi böyledir. Bu milleti önyargı mahvediyor. Bir kişi öldürüldü mü, hemen kimliğine bakıp, tamam bunu şunlar öldürdü deniyor. Ne kadar ahmakça ve alıkça değil mi? Hiç düşünmüyoruz da. Adamlar, tüm yönlerimizle, mevcudiyetimizi teşrih masasına yatırmışlar ve neşteri vurmuşlar, delik deşik etmişler ve bizi bizden daha iyi öğrenmişler maalesef. Dünya hayatı böyledir işte. Asil ve soylu idealistler nice emeklerle yaparlar, soysuz realistler köpek gibi yerler, tüketirler. Oyunun derinliği devasa boyuttadır, tahmin etmek bile muhaldir. Çok çarpıcı ve sarsıcı bir teferruatı da dikkatlere sunmak isterim; şayet failleri artık belirsizliğe ve bilinmezliğe mahkûm olan cinayetler, sonuna kadar gidilipte, katiller, Ülkücü ya da İslamcı (Müslümanların atomize edilip, birbirlerine bile muhalif olması ne kadar yaralayıcıdır, kan ağlar yürekler) tandanslı çıkacak olsalardı, cinayetler anında çözülürdü ve bu durum malum ekalliyetin ekmeğine sonsuz yağ sürerdi. Bizde bir de garip bir huy vardır; piyon yakalandı mı tamamdır, cinayet çözülmüştür, piyonun kimliği ne ise cinayeti de o kesim işlemiştir. Oysa bu alıkça bir yanılgıdır. Sonuna kadar gitmek iktiza eder cinayetin ama gitmek kabil olmaz bir türlü, ne garip! Amma velakin, cinayetin sırrı çözüldüğünde arkasından piyonun güya dâhilinde yer aldığı kesim çıkmayacaktı, katili gömenlerin olduğu çıkacaktı, bu da tehlikeliydi. Yoldaş, yolda yürürken taş olup düşebilir kafana, dikkat edeceksin! Bu yüzden mezkûr cinayetler hep meçhul kalacaktır; eskisi de, yenisi de. Katiller hep olacaktır. Önemli olan bizim uyanık olmamız ve kalmamızdır. Malum, masonların korumasında bulunan mutlu ekalliyetin peşinden koyun gibi gitmeyi bırakıpta gerçeğe dönersek belki cinayetleri durdurabiliriz ya da aydınlatabiliriz. Eğer fail-i belirsiz cinayetler teşrih masasına yatırılıp katil ya da katiller kesin şekilde tespit edilsin-ler inanın ki bu ülkenin kaderi üzerine kâbus gibi çöken ideolojiler paramparça olmaya ve bu topraklardan tamamen silinmeye mahkûm olacaklardır. Ve keza masonların müzahereti ve muhafazası ile varolan mutlu ekalliyetinde saltanatları yerle yeksan olacaktır. Bu katliamları bir de şu taraftan sorgulayalım; kime kazandırıyor karanlık katliamlar? Bu katliamlardan, Sol ne elde ediyor ya da İslamcı ve Ülkücü kanat ne elde ediyor veyahut kimler ne kaybediyorlar? Öyle ya, bir cinayet işleniyor, ardında devasa bir uçurum olan. Bundan elbette birileri kazançlı çıkıyordur. Bizde kimlerin kazançlı çıktığını ve kimlerin ne kaybettiklerini bilmemiz, anlamamız iktiza ediyor. Zira bu tetkik, cinayet içinde bir anahtar işlevi görecektir. Katillerin adresi bu soruların cevaplarının gösterdiği sokaktadır inanın ki! Bu cinayetlerden İslamcı ve Ülkücü tandanslı kitleler zerre karlı çıkmazlar, bilakis devasa kayıplar yaşarlar ama Sol kesim mutlak ve muhakkak olarak kazanırlar. Gerçi, cinayetler yine de Müslümanlara hamledilip Müslümanların zararlı çıkmaları ve her şeye rağmen Sol kesimin karlı çıkmaları sağlanıyor ya neyse!

 

 

 

 

Keza Muammer Aksoy isimli kişinin katledilmesi de aynı argümanlar temelinde işlenmiştir. Toplum sarsıldı ve keşmekeş zuhur etti. Cinayet sır kaldı ve çarkın dişlileri gıcır gıcır işledi durdu. İntisap ettiği fikir ivme kesbetti. Taban kuvvet kazandı ve palazlandı. Korku egemen oldu. Vehimler hâkim oldu yaşama. İslam ve Müslümanlar itham edildi ve olumsuz tavra maruz kaldı, Sol yüceltildi. Nihayet, uyku moduna geçildi. Çünkü ışık tehlikeliydi! Oysa cinayetin ideolojiyle yakından uzaktan alakası yoktu. Fakat olayın böyle olmuş olmasını isteyen ve bekleyen bir sürü kalabalık vardı. Dünyanın efendilerini rahatsız eden işlerle iştigal ediyordu Muammer Aksoy; Petrolle. Oysa petrolün damlası bile candan kutsaldı küresel şeytaniler için. Bir de şöyle bir detay var; nedense sağ tandanslı olan insanların katledilmeleri fazla gündem yapılmaz, üzerinde durulmaz ve zaman içinde unutulmaya terkedilmesi sağlanır zımnen ama Sol tandanslı olanların cinayetlerinde ise her şey mutlak zıt yönde bir seyir izler. Türk Milleti nezdinde bir anlamı olmayan ideolojiler, fail-i meçhul cinayetlerle palazlandırılmaya çalışılmıştır maalesef. Bir defa şu gerçeğe vurgu yapmak şarttır. Sol ideolojiler bu ülkede ancak Kemalizm ardında palazlanabilmektedirler, bilakis hiçbir etkileri yoktur ve olamaz da. Bu yüzden münhasıran Sol olduğu için birinin katledildiği iddiası ham hayaldir, yönlendirmedir, algı operasyonudur. Binaenaleyh, bu tür algı operasyonları neticesiz kalmaya mahkûmdur.

 

 

 

 

Çetin Emeç katliamıyla ilgili dikkatle ve ibretle okuyacağımız sözleri Çetin Emeç’in karısı Bilge Emeç’ten dinleyelim; ‘’bu cinayetlerin perde gerisinde kimler var? Cinayetler hala sır olarak kalmaya devam ediyor. Ki çözülse bile ne olacağını bilemiyorum. Mütemadiyen din yönünden gelen uyarılar, tehditler aldığımız için cinayetin gerisinde İran’ın olduğunu düşündük, dincilerin yaptığına inandık. Zira biz Atatürkçüyüz, yurtseveriz. Türkiye Cumhuriyeti Devletine hiç kızıp, küsmedim ben. İnandığımdan farklı bir gerçeğin çıkmasını istemedim. Bu sebepten dolayı cinayetin arkasında İran’ın olduğuna inanmak işime geldi galiba. Böyle inanmak rahatlattı beni.’’ Karısı böyle derken, derslerine girdiği başörtülü öğrenciler şöyle diyordu; ‘’bizi çok severdi, ders dışında bizimle konuşurdu, sohbet ederdik, sorularımızı sorardık ve alçakgönüllülükle cevaplardı.’’ Bizim insanlarımızın kafaları ve ruhları harap edildi, insanlarımız resmiyet çerçevesinde resmen mankurtlaştırıldı. İflah olmaz bir önyargıyla yaşar oldular. Bahusus Sol tandanslı kitleler adeta kalıba sokuldular, cinayetlerle vs. olaylarla. Körü körüne bağlılık, katı taassup maalesef Sol kitlelerin özelliği iken bir de bu özellik Müslümanlara atfedildi daima.  Haddizatında, Bilge Emeç’in izahatları Kemalist Sol kitlelerin psikolojisini hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Kesin inançlılar, maalesef, bu ülkede ki her terakki hamlesini akamete uğratmışlardır. Kitlelerin birbirilerine muhalif oluşundan beslenmişlerdir. İslam’a ve Müslümanlara karşı beslenen duygular ve düşünceler, kuru kuruya beslenen duygular ve düşüncelerdir. İşte bu derin gerçekler, söylediklerimize keskin hüccettirler. Hatta bu ülkenin üzerine kâbus gibi çöken düzenin ciğerini deşifre eden sözlerdir. Hatta vatana ihanet edenle, sadık olanı bile tespit etmeye yarayacak sözlerdir, gerçeklerdir.

 

 

 

 

Bilge Emeç hanımefendinin sözlerinde garip bir detayda var. Cinayet çözülse ne olacak diyor. Bu psikoloji tahlile muhtaçtır. Kadın hala tereddüt içinde cinayetin aydınlanmasına karşı. Hanımefendi, eşini katleden hainlerin yaşamasını istemeyeceğine göre, niçin tereddüt ediyor ki? Oysa bırak katiller bulunsunlar ve cezalarını çeksinler. Millet, gerçek hainlerin kimler olduklarını bilsinler, görsünler. Millete kan ağlatanlara kan kusturulsun işte daha ne isteyebilir ki bir insan? Aydınlar, kahpelerin kiralık kurşunlarına kurban gitmesinler. Meydan kapitalizmin maşası olan ama aydın diye geçinen züppelere kalmasın. Daldan dala konan, muz peşinde koşan maymunalara kalmasın meydan. Bırakınız hanımefendi, eşinizi katlettirip, üzerinden rant elde edenleri millet görsün ve kirli, karanlık suratlarına tükürsün. Bu vatanın, milletin, devletin ilerlemesinin önünde handikap teşkil edenler açığa çıksın. İşledikleri cinayetleri Müslümanların üzerine yıkıp sizleri aldatan ve Müslümanlara zulmeden şerefsizler, şeytanın köpekleri alenileşsinler.

 

 

 

 

Karanlık cinayetlere kurban giden Sol tandanslı şahısların mütemadiyen canlı tutulması ise küresel basının Truva Atından başka hiçbir özelliği olmayan yerli maskeli yabancı basının marifetidir ve ardında rant durumu vardır. Bu millet sağıyla, soluyla akıllanmalıdır, gerçekleri görmelidir. Kimler tarafından yönlendirildiklerini fark etmelidirler.

 

 

 

 

Bu ülkede, Raif Karadağ’ın, Remzi Oğuz Arık’ın, Gün Sazak’ın, Metin Yüksel’in, Adnan Kahveci’nin ve benzerlerinin katliamları asla diğerleri gibi yankı bulmamış, gündem olmamış ve hatırlanmamıştır. Keza, 12 Eylül denilen karanlığın üzerimize çöreklendiği kanlı tarihte sadece Sol tandanslı gençler katledilmemişti ama nedense bu ülkenin gündemini daha çok onlar meşgul etmişti ve etmeye de devam etmektedir. Çünkü basın yerli değildir bu ülkede. Siyonist Protokollerinde ne deniliyordu? Basını ele geçiriniz! Bunların tümü Sol’u yüceltmek, yükseltmek ve insanları Sol yöne doğru kanalize etmek içindi. Zira bir ülkede ancak Sol’u kullanarak o ülke için olumsuz emellerinize ulaşabilirdiniz. Çünkü yerli olana muhaliftiniz ve yerli olana muhalif olanla ittifak edebilir ve yerli olanı diskalifiye edebilirdiniz. Keza, yukarıda isimlerini andığımız şahsiyetlerin millet üzerinde ki etkileri Sol’a nazaran daha kesifti ve güçlüydü. Binaenaleyh, diğerleri gibi bitevi dillendirilmeleri, anımsatılmaları tehlikeli olabilirdi. Çünkü bu insanlar yerliydi ve güçlerini milletten alıp, yine millet için kullanıyorlardı. Bu milletin evlatlarını yobaz, mürteci, faşist diye itham etmiyorlardı. Bu milletin çocuklarıydılar ve bu milletin çocukları için çalışıyorlardı, aldatılmamışlardı ve aldatmıyorlardı. Bu yüzden millet, katledilenlerin hep Sol olduğunu düşünmeliydi ve Sol’un aydın, ilerici olduğunu düşünmeliydi, ancak Sol’un bağımsızlık, özgürlük, adalet için savaşabilecek tek güç olduğunu düşünmeliydi ve Sol tandanslı şahsiyetlerin bu sebeplerden dolayı öldürüldüklerini düşünmeliydi ve bu yolla diğer kesimler zımnen ezilmeliydi psikolojik olarak. Ve millet güya ilerici, aydın, özgürlükçü, adaletçi Sol’a kaymalıydı. Tabi Sol’lar bile bunu yani kendi insanlarının hakikaten bu nedenlerle katledildiklerini sanmaktadırlar ne yazık ki. Oysa bu bir tezgâhtır. Raif Karadağ’ın Petrol Fırtınası isimli kitabı var, mutlaka bulun, alın ve okuyun sevgili dostlar. Niye şehit edildiğini de anlayacaksınız. Şeytan, insanlar arasında ki düşmanlıktan beslenir. Bu yüzden düşmanlığın bitmesini asla istemez. İsteyenleri de yaşatmaz, yaşatmamak adına elinden geleni yapar. Aldo Moro bu sebeple katledildi. Çünkü klikler arasında ki barış, toplumsal barışı tevlit edecektir, toplumsal barışta gerginlikleri, çatışmaları sonlandıracaktır ama şeytanın çatışmaya ihtiyacı vardır, bilakis kanlı ve kirli yollardan para kazanamayacaktır. Barış, yerel ve küresel kompradorların Azrail’idir. İsveç’in katledilen başbakanını, Olof Palme’yi, düşünün lütfen. Barış için mücadele ediyordu. Küresel şeytanilerin çıkar çarklarına çomak sokuyordu yaptığı her işle. Katilerle, uyuşturucu baronlarının maşası olan bir kişinin, Sigge Cedergren’in, ilişkisi vardı ve katliamda ki mermiler bu maşanın evinde bulunmuştu. Ne gariptir ki, bir gün sonra o da yok edildi. Detaylara muhtelif kaynaklardan ulaşabilirsiniz. Aklımızı başımıza almak zorundayız! Hakikatleri öğrenmek ve bilmek zorundayız! Bilakis, mütemadiyen kullanılacağız ve miadımız dolunca çöplüğe atılacağız. Yazık!

 

 

 

 

 

Bu toprakların çocuklarını katledenler ya da katledilmesine yardım edenler Siyonizm hesabına çalışanlardır. NATO bünyesinde kurularak ülkelerin topraklarına sızdırılan kirli, kanlı ve karanlık örgütler eliyle katledilmiştir katledilenler. Kirli, kanlı ve karanlık bir zihniyet, güya vatanı, milleti, devleti düşündüğü için öz evlatlarını katletmiştir. Oysa bir insan, artı bir değerdir, din, devlet, vatan, millet, ümmet ve medeniyet adına. Her bir çocuğumuz, gencimiz, üzerinde ömrünü geçirdiği toprakların sahibi ve mensubu bulunduğu insanlık ailesinin şerefli bir üyesidir. Velakin maksat ne dindi, ne devletti, ne vatandı, ne milletti, ne ümmetti ve ne de medeniyetti. Münhasıran Siyonizm’in çıkarlarıydı. Bu milletin evlatları arasında devasa uçurumlar açtılar. Köprüleri paramparça ettiler. Sürgit bir düşmanlık ürettiler. Siyonistler ve kiralık maşaları, bu ülkenin asıl çocukların asla acımadı, müsamaha göstermedi. Birbirilerine düşman kıldı, topraklarına tefrika tohumları ekti. Çünkü Siyonist şeytana göre hayat bir çatışmadır ve ancak çatışarak var olunabilir. Öyleyse insanlar çatışmalıdırlar, gerekiyorsa çatıştırılmalıdırlar. Artık bu oyunu, kuranların başlarına geçirmeliyiz. Tek bedende milyonlarca can olmalıyız. Kuklaları deşifre etmeliyiz. Sözümüzü bilmeliyiz, kendimize gelmeliyiz, özümüze dönüş yapmalıyız. Kısır kavgalardan kurtulmalıyız. İdeolojilere hastır çekmeliyiz.

 

 

 

 

Birazcık tefekkür edelim güzel insanlar! Acaba niçin gerçeğin, barışın, adaletin ve ahlakın elçileri katledilirler? Barışçılar, ahlakçılar, adaletçiler, gerçekçiler, Komünizmin, Kapitalizmin ve Faşizmin düşmanlarıdırlar da ondan. Yani Siyonizm’in düşmanlarıdırlar. Çünkü insanlık toprağında barışın çiçeklenmesi, adaletin kendini hissettirmesi, gerçeğin ses vermesi, ahlakın kiri temizlemesi bu üçlü şebekenin eceli olacaktır, bunların eceli Siyonizm’in eceli olacaktır. Zira bunların egemenliği ile kanlı, kirli ve karanlık rant kapıları kapanacaktır. Karanlık adamlar aciz düşecektir. Şöyle bir detaya dikkat edelim lütfen, her klikte ki arayıcıların sonuna bakınız, bir de kapatanların sonuna bakınız. Arayanlar yok edilmişler, kapayanlar ise yaşamışlardır. Çünkü arayan insan tehdittir, tehlikedir şeytan için. Zira birgün hakikati keşfedecek ve kendini kullanılmaktan kurtaracaktır, kullanılmamak ise baronlar için kötüdür. Çarkın dönmesini zayıflatır. Tabi hiçbir canın alınmasını arzulamayız ve yaptığımız da tenakuza parmak basmaktır. Düşünelim, düşünmek iyidir! İyi olmasaydı, Allah, düşünmeyi emreder miydi?

 

 

 

 

Madımakta ki katledilenler niçin katledildi hiç düşündük mü? Hem katledilmeleri gerekiyordu, karanlık güçlerin çıkarları adına tehdit ve tehlike arz ettikleri için. Hem Sünni-Alevi düşmanlığı yaratılması gerekiyordu ve Alevi kardeşlerimiz PKK cephesine kaydırılmak isteniyordu yani Müslüman Türk Milletine muhalif cephe kinlendirilerek kuvvetlendirilmek isteniyordu. Hem bu ülkede yaşayan ama dışarıya çalışan cephe genişletilmeliydi. Hülasa, bu topraklarda kardeşlik çiçeği asla yeşermemeliydi. İslam olan Türk Milleti asla dost olarak bilinmemeli ve daima düşman olarak görülmeliydi. Nasıl Kürt kardeşlerimiz PKK denilen örgüte teslim edilmek ve onların inisiyatiflerine terkedilmek isteniyorsa, Alevi kardeşlerimiz de Alisiz Alevilik peşinde koşanlara teslim edilmek ve onların inisiyatiflerine terkedilmek isteniyordu.  Madımakta bir barış adamı olan Nesimi Çimen vardı. Ne garip ki, savaş dini olduğu kadar barış dini de olan İslam’ın müntesipleri, güya barış adamını katletmişlerdi. Buna kargalar bile gülerdi oysa. Bu şeytani katliam Müslümanlara hamledilmeye yeltenildi ve buna maalesef Alevi kardeşlerimiz içinde de alet olanlar oldu. Ve hala da aynı şey yapılmaya çalışılıyor ne hazindir ki. Çünkü birileri kardeşlik istemiyorlar, kavga istiyorlar ki, rantları eksilmesin. Çünkü çatışmadan, kavgadan kazanıyorlar.

 

Tarih: 16.03.2015 Okunma: 640

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?