VARLIĞIN YARATILIŞI...8...

Özgür DENİZ - 01.02.2015

Manevi yönden mahrum bir hayat, hayat değildir. Çünkü hayat demek, can demek, canlılık demek, dirilik demektir. Can, canlılık, dirilik ise ruh ile mümkündür. Ruh ise, insanda ki manadır, sonsuzluğu ifade eden mana. İnsan, ruhu olduğu için, sonsuzluğa kanatlanabilir. Yoksa hayvan gibi yerin mahkûmu olabilirdi. Eve, bir ruh katan, o evin içinde ki eşyalardır. O eşyalar olmasa, dört duvarın, ev olduğu nereden anlaşılacak? Her şey bir ruhtur bir yönüyle haddizatında. Allah-insan ilişkisinde ve iletişiminde; hayat-ölüm, dünya ahiret, kadın erkek, ruh beden-cennet-cehennem, yer-gök, akıl-kalp yönleri vardır ve her şey birbiriyle ilintilidir yine her şeyde bir denge vardır ve bu denge mevcudatın ruhudur tabir caizse. Saydıklarımızın her biri, bir diğeri ile anlamlıdır. Mevcudatta ne varsa Allah’tan insanadır ve insan, bu yönlerle Allah ile bağ kurmaktadır. Manadan yoksun ekonomi, zulüm peyda eder. Manadan yoksun insan tağutlaşır ve hayvani hırslarının tutsağı olur. Manadan yoksun devlet şeytanileşir. Manadan yoksun millet, çer çöp misalidir ve bataklıkta yaşamaya mahkûmdur.  Mana yoksa dünya kirlidir, karanlıktır. Çünkü temizlik ve aydınlık manadadır. Manasız insan şeytani insandır. Manaya uzananlar, toprakla dostturlar. Maddede boğulanlar ise ateşle dostturlar. Şeytan mutlak madde, melek mutlak ruh, insan ise hem madde hem ruhtur. Mana âleminde temaşa halinde olanlar güller dererler, madde âleminde boğulanlar ateşe veririler dünyayı. Toprakla bağ kuranlar, bu yüzden Allah’a ram olurlar. Topraktan kopup ateşe gidenler ise bu yüzden şeytanın izini takip ederler. Toprağın yoldaşı olan mana dostları işte bu sebeple, merhametli, kadirşinas, alicenap ve mütevazıdırlar ve sapıtmamışlardır. Ateşin yoldaşı olan maddenin köleleri ise bu sebeple mutlak maddecidirler ve kibirlerine yenilmişler ve tuğyana sapmışlardır. Maddeciler, müstekbirdirler, muannittirler, rahmetten yoksun kalmışlardır, kendilerini müstağni sanırlar. Tüm maddeciler kahir ekseriyetle hatta istinasız da diyebiliriz, duygudan, şefkatten, merhametten yoksundurlar. Manacılar yani toprağın yoldaşları, üretirler ve paylaşırlar. Çünkü toprak, kendisi üzerinde çalışarak, kendisini işleyerek zımnen isteyene verendir. Maddenin yani alevli ateşin yoldaşları ise tüketirler ve tekelcidirler. Ya bireysel yani kapitalist olarak tekelcidirler ya da devlet bazında yani komünist olarak tekelcidirler. Toprak tabir caizse yaratıcı, ateş ise yok edicidir. Manacılar-toprakçılar bu yüzden diridirler ve diriltirler. Maddeciler-ateşçiler bu yüzden ölüdürler ve öldürürler. Toprakta istikamet vardır, ateş istikametsizdir. Bu nedenle, toprakçılar yani manacılar, istikamet üzeredirler, dengelidirler, ölçülüdürler. Ateşçiler yani maddeciler, istikametsizdirler, dengesizdirler, ölçüsüzdürler. Tam da bu yüzden toprakçılar, manacılar, iman ederler. Ateşçiler, maddeciler isyan ederler. Yaşayanlar, toprağın çocukları olacaklardır bu yüzden; yanacaklar ise, ateşin çocukları olacaklardır bu yüzden. Yanma, yakma ama yanıyorsan sön, yanıyorsa söndür ve diril, dirilt! İslam ve İnsan; işte bu yüzden bunu yapmalısın. İslam suyunu yanan gönüllere, kurak topraklara serpmelisin dostum! Sen dirilmelisin, insanlık dirilmeli!

 

 

Kuranmeali.org: AHZAB-72: Muhammed ESED: إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا… İnnâ aradnâl emânete alâs semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen)… Muhakkak ki, Biz, emaneti; göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki, o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir… İnsan, dünyaya gelmeyi, bizatihi kendisi istemiştir. Allah, insanı, dünyaya, zorla göndermemiştir. Bu yüzden, kimse, Allah bizi yaratmasaydı ya da bizi imtihan etmeseydi diyemez. Ki haddizatında, bu tür cahilce itirazların sebebi de, dünyada ki imtihanın zorluğundan ve kaybedişin neticesinde ki cehennem azabından dolayıdır, yoksa yaratılmaktan dolayı değil. Mesele yaratılmakta değil, dünyaya gönderilmektedir ama dünyaya gelmeyi insan istemiş, Allah’ta göndermiştir. Dolayısıyla insan, istemek neticesinde düşmüştür dünyaya. Oysa insan da biliyordu, emanetin ağırlığını, sorumluluğunu, katlanılmaz acılar doğuracağını ama bilerek istedi ve kabul etti. Şimdi ağlaması, istediğini bilmezlikten gelmesi, kendisinin, hakikaten zalim, cahil, nankör hatta yalancı olduğunun kesin kanıtıdır. Zaten, insan kendisini bilse, tanısa, hem hakikati bilir ve anlar hem de Rabbini tanır. Ama sorun, insanın, kendisini tanımamasından kaynaklanmaktadır. Gariptir, tanımaya da yanaşmamaktadır. İnsan böyle cahil, böyle nankör, böyle zalim, böyle yalancıdır işte. Filhakika, varlığı idrak zor bir şey değildir. Biraz tefekkür kifayet edecektir ama birazcık zahmet iktiza eder bunun için değil mi? Ağzını aç, bal döksünler öyle mi? Ah ahmak insan! Katı ve sert olan dünya gerçekliği bazında düşünelim; siz istemedikten sonra, size, metazori olarak, kim bir şey yaptırabilir? Bu kolay değildir, aksi ise istisnaidir. Ki yaptırdı diyelim, bu, zaten, insanın zulme meyyal tabiatından dolayıdır ve zulmeden de, muhakkak, en ağır şekilde tecziye edilecektir. Dedik ya, insan zalimdir diye. Kendine zulmeden insan kime etmez ki? Allah, ise kullarına asla zulmetmez. Kullarına asla zorlama yapmaz. Ama şu da bir hakikattir ki, herkes mutlaka bir bedel öder ve bir karşılık alır. Çok basit ya, şöyle namusluca tefekküre dalsak, olguları, olayları ve görüngüleri, dürüstçe tetkik ve tahlil etsek inanın hakikate mülaki olmak hiçte zor değil. Ama dünya nimetleri insanı aldatıyor. İnsan dilediğince yaşamak istiyor ama Allah böyle bir şeyi istemiyor. İşte sıkıntı da buradadır. İnsan, buna cahil aklıyla isyan ediyor. Hayır, ben, hürüm, istediğim gibi yaşarım diyor. Allah’ta yaşayamazsın diyor. Evet, Allah, doğruyu ve yanlışı gösteriyor, ihtiyarımıza bırakıyor neyi tercih edeceğimizi ama her tercihin de bir karşılığı olduğunu buyuruyor. Hayır, bunda yanlış nerede ki? Akıl ıskat olur böyle yüce hakikat karşısında. Bir tercih yapmışsın ve emaneti yüklenmişsin, nihayet dünyaya düşmüşsün ama burada da tercihlerle dolu bir yaşam var, bunu unutamazsın. Ki bunu da biliyordun ve bilerek deruhte ettin o hiçbir şeyin deruhte edemediği ağır ve sorumluluk yüklü emaneti. Ki cahilliğin, nankörlüğün ve zalimliğin tam da bu noktada açık oluyor işte. Allah, hiç bilmez mi, haşa, yarattığı kulunun benliğini? Kaçamazsın ey insan ve kaçamayacaksın? Çünkü kaçtığın, kaçacağın yer de Allah’ındır.

 

 

Dünya, ahirete uzanan bir yoldur. Adeta, bir tarla konumundadır. Çünkü dünyada ne ekersen, ahirette onu biçeceksin. Bu kesin. Ölüm varsa, kesin. Var ölüm! Ve kurtuluş yok ondan. Bu evrende yaşamak çok sancılı ve acılı. İnsan, burayı bir altyapı olarak telakki etmeli, ahireti göz önünde tutarak. Bu mantalite, insanlar arası barışı tesisi edicidir. Nasıl mı; ölüm, arzulara gem vurur, arzular gemlenirse, insan dinlenir ve rahat eder, bu rahatlık ona düşünme imkânlarını sunar. Düşünen insan, hakikatin sırrına ereceği için, artık hırsları uğruna ne kendini ne de kendi dışındakileri feda etmemesi iktiza ettiğini idrak edecektir. Böylece barış iklimi hâsıl olacaktır, insanlık ailesinde, varlık evinde. Ölüm çok güçlüdür ve öğrettiği şey hafızalardan kolay kolay silinmez. Don Juan Carlos öyle diyor; ‘’ölüm denilen şey, kuvvetli bir öğreticidir.’’ Ölüm, terbiyecisidir, insan denilen varlığın. Onun eğitemediği, terbiye edemediği insanı, kim terbiye edebilir, öyle değil mi? Ölümü unutmak, yokluk kuyusuna yuvarlanma yönünde, atılacak ilk adımdır. Ölümü bilen, götüremeyeceği şeye ölümüne sahip çıkmaması gerektiğini bilir ve sahip olduklarını, paylaşması gerektiğini de bilir. Mal, birikirse ateştir, bölüşülürse cennet. Tarlaya, iyilik eken iyilik, kötülük eken kötülük bulacaktır, geri döndüğünde. İyilik yapmak, bir zevktir ve lükstür. Tabi anlayanlar için. Kötülük yapmak, haddizatında bayağılıktır. Çünkü bayağı insanların işidir. Hatta insanmış gibi görünenlerin işidir. Birey çalışır, kazandığını paylaşırsa, tüm insanlar zenginleşirler. Zenginleşen millet ve ülke, kuvvetli olur ve güçlü devlete sahip olur. Bu durum, hizmetin de yayılmasını tevlit eder. Ama ateşin yoldaşı olan maddeciler bundan pek hazzetmezler. Hazmettireceksiniz ve hazzettireceksiniz! Herkesin, birbiri için varolduğunun, tüm beyinlerde uyandırılması, birliği, bütünlüğü ve barışı getirecektir. Çünkü insanlar, birbirleriyle bağlantılıdırlar. Biri acı çekerse diğeri de acı çeker. Biri gülerse, herkes güler. Hülasa, paylaşan bir toplum, en mesut ve bahtiyar toplumdur. İstikbali aydınlıktır, istiklali tam olur böyle bir toplumun. İzzet, şeref, üstünlük, güç; o toplum içindir artık. Böyle bir toplumu, yıkabilecek hiçbir kuvvet yoktur. Her bir insanteki, bu ailenin ferdi olmaktan dolayı kıvanç duyacaktır. Aldığı tatlar, lezzetler acılaşmayacaktır. Ki, bizim en büyük sıkıntılarımızdan, sorunlarımızdan biri de bu değil midir? Biz temiz değiliz, toplumumuz kirleniyor; toplum kirli olunca, biz kirlenmek zorunda kalıyoruz. Böyle olunca da, kahroluyoruz, kendi dünyamızda sürgünü yaşıyoruz. Sevinçlere ve gülmeye değil, acılara ve ağlamaya koşuyoruz. Servetin yozlaştırıcı bir etkisi vardır. Servet avcılığı yapmak, yoksulların çoğalmasını tevlit edeceği için ve yoksullukta, nefreti doğuracağı için, barış gider, huzur kalmaz. İnsanlar, parayla alınıp, satılan gönüllü kölelere dönüşürler. Yani servet avcılığı yapan hem kendisi yozlaşır hem de toplumu yozlaştırır. Şahsi çıkarlar, toplumun çıkarlarının önüne geçer ve artık herkes kendi çıkarını korumaya yönelir, bu da çatışmayı intaç eder. Böylece, anarşi, terör, kaos egemen olur hayata. Binaenaleyh, kazanılan adil olarak paylaşılmalıdır. Servet sahipleri, maymunluğa ve domuzluğa evrilmemelidirler. İnsan kalmak, en büyük kazançtır, servettir. Paylaşmak, dengeyi muhafaza etmek demektir. Servettaparlık, hiçbir toplumun, mukadderatı değildir ve olamazda. Paylaşmayan bir toplumda, terakki kabil değildir. İnsan dünyaya düştü ama gökle bağı kopmadı, fakat zayıfladı. Bu bağ koptuğu zaman, her şeyde kopuş başlar, işler şirazesinden çıkar. Bu ne demektir, herkes bilir. Manadan kopup, maddenin tutsağı olmak, lanetlenmeyi intaç edecektir. Fıtrat yasaları, bunu reddeder. Yani, insanı korur, kollar. Tabi, insanın da, kendisini, koruyup kollaması iktiza eder. Çünkü bu, yaşamanın muktezasıdır. ‘’Eğer parayı, kendinden öne geçirir de, sen onun izini takip edersen, Allah seni rezil eder’’ der Hasan Basri hazretleri. Bakınız, paraya söz etmiyor, evet parayı ne kadar da sevmesekte, hayatın katı bir gerçeğidir para olgusu, paraya tapan insana söz ediyor ve bu her zaman böyle olmuştur. Sorun, olgularda değil algılardadır. Olgular değildir, algılardır, felaketlerin kaynağı. Bugün yüce İslam’ı tahrip ve tahrif ederek şeytani ideolojilere payanda yapmaya gayret edenler vardır. Birileri, komünizme payanda etmek derdindedirler; birileri de, kapitalizme payanda etmek derdindedirler. Bizim; aşırı olan yani ifrat yönünde ilerleyenlere karşı da, ılımlı olan yani tefrit yönünde ilerleyenlere karşı da, karşı cephede olmamız iktiza eder. Vasatız biz, dengeciyiz. Çünkü İslam, hem sevgidir hem de kılıç, öyleyse severiz ama icap ettiğinde de kılıcımızı çekeriz. Çünkü Müslüman, bir yanağına vurulunca diğer yanağını çeviren değildir, olamaz, olmayacakta. İki tarafta ihanet içindedir. Dar, sığ ve kurur mantığın kurbanıdırlar. Bakışları yanlıştır, algıları yanlıştır ve yolları yanlıştır. Biz; yanlış olanların tarafında olmayacağız, yanlış yolda yürümeyeceğiz, yanlış olanların arkasında hizaya geçmeyeceğiz!

 

 

Kuranmeali.org: Tefhim-ul Kur’an: Fecr-17: Hayır; aksine, siz, yetime ikramda bulunmuyorsunuz.

 

 

Kuranmeali.org: Tefhim-ul Kur’an: Fecr-18: Yoksula yedirmek için, birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

 

 

Kuranmeali.org: Tefhim-ul Kur’an: Fecr-19: Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz.

 

 

Kuranmeali.org: Tefhim-ul Kur’an: Fecr-20: Malı da 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.

 

 

Kuranmeali.org: Fizilal-il Kuran: Tövbe-34: Ey müminler, birçok hahamlar ve rahipleri, insanların mallarını eğri yöntemlerle yerler ve halkı, Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele!

 

 

Kuranmeali.org: Fizilal-il Kuran: Tövbe-35: O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşler, cehennem ateşinde kızdırılır ve onlarla, alınları, yan tarafları ve sırtları dağlanır; kendilerine «Bunlar biriktirdiğiniz altın ve gümüşlerdir şimdi biriktirdiklerinizin azabını tadın bakalım» denir.

 

 

Kuranmeali.org: Muhammed Esed: Nisa-82: Onlar, bu Kur’an’ı, hiç tedebbür etmeye, anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o, Allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı, onda mutlaka birçok (tutarsızlık ve) çelişkiler bulurlardı!

 

 

Ayetler önümüzde, gözlerimiz var görüyoruz, kulaklarımız var işitiyoruz, beynimiz var düşünüyoruz, vicdanımız var hissediyoruz. Arkadaşlar, ayetlerin, tertil ile her harfini okuyalım lütfen. Yani üstünkörü bakıp geçmeyelim, gerçekten kendimizi verelim ve anlayalım. Şimdi bu ayetlerde yoksul, öksüz, yetim mevhumu geçiyor mu? Yoksulun var olduğu bir hakikat mi? Yani yoksul yok edilemez mi? Yoksula yedirmek ne demektir? Demek ki, yoksula göre daha varlıklı biri var ki, o kişi yoksula yedirecek. Yani bir yoksul var, bir de ona göre daha varlıklı biri var. Hülasa, mutlak eşitlik denen şey mutlak saçmalıktır, zırvadır. Öyleyse böyle bir şeyi savunmak, fıtrata münafi bir şeyi savunmaktır yani gerçekleşmesi kabil olmayacak bir şeyi, gerçekleşebilirliği varmış gibi, insanlara aktarmak ve onları hayal âleminde oyalayıp durmaktır, nihayetinde de gerçekleşebilecek şeylerden uzaklaşıp, uzaklaştırıp, kapitalizme çalışmaktır zımnen. Yani İslam, komünizme payanda yapılamaz. Ki, özde mutlak farklılık ihtiva eden ve üstelik birbirilerinin varlıklarına hayır diyen iki şey, nasıl olurda, bir arada olabilir? Nisa Suresi 82. Ayeti, lütfen, yeniden ve yeniden, tertil ile bir daha ve bir daha okuyunuz. Kur’an, ilk harfinden, son harfine kadar mutlak hakikattir ve tutarlıdır, asla çelişki barındırmaz, çünkü O, Allah’tandır, kuldan olsaydı çelişkiyle lebalep olurdu. Bu yüzden hakikat ile yalan asla birleşemezler. İdeolojiler ile İslam kesinlikle bir olamazlar. Bu hem hakikate, hem de insanın kendisine ihanettir. En azından, idealinize ihanettir. Çünkü tahakkuku kabil olmayan bir şeyin peşinden koşarsınız, yorulursunuz ve yolda kalırsınız, hedefe vasıl olamazsınız, sürekli düşmanlarınız faydalanır bu halinizden. Geçelim! Burada iddihar etmek yani biriktirmek, yığmak kötüleniyor mu? Hülasa; mutlak mülkiyet diye bir şeyde mutlak saçmalıktır, zırvadır. Yani İslam, kapitalizme payanda yapılamaz. Öyleyse ne olacak? ADALET. Yani kazanacaksın ama mülkün Allah’ın olduğunu unutmayacaksın. Kazandıklarında payı olanlar bulunduğunu bileceksin. İhtiyacını karşılayacaksın ve belki biraz da kazandım ve biraz daha rahat olabilirim diyebilirsin ama ihtiyacını gördükten sonra, gerisi, pay sahiplerinindir. Yani İslam maskeli katı Komünizm de olamaz, İslam maskeli ılımlı Kapitalizm de olamaz. Ya ne olur? İslam olur. Eğer bu şekilde yaşarsanız, yine karşı tarafa çalışmış olursunuz. Son tahlilde; Komünizm, güya insanlık için dövüşüyor olur, Kapitalizm de, güya varlığını koruyor olur ve İslam, bu tutarsız ve saçma kavgada arada kaybolur, bu çatışmadan arka perde de kapitalizm kazanır ve siz hakikatte oraya çalışmış olursunuz ama İslam derseniz; ikisine de tavır almış, hem kendinize, hem de insanlığa çalışmış olursunuz.  Eğer ikisinden birinin olabileceğini iddia eder, insanları bu yöne kanalize eder ve hakikati örterseniz, vallahi insanları bölersiniz ve yine kapitalizme çalışmış olursunuz. HAKİKAT TEMELLİ ADALET DEVRİMİ için, ikisine de hayır demeli ve insanları hakikat yönüne kanalize etmelisiniz. Herkesi mutlak eşitlerseniz, denge kaçacaktır. Yine mülkü mutlaklaştırırsanız da açlık zuhur edecektir. Diyelim ki, bu dünyada herkesi müsavi kıldınız, Kur’an’a da inanıyorsunuz, Kur’an’da da iddihar edip, sayıp duranlardan bahsediyor ve bunların acıklı bir azapla tecziye edileceklerini söylüyor. Peki, eşitlediğiniz zaman, dünya da böyle bir şey olmayacak? O zaman, ahirette, cezalandırılacak olanlar kimler olacak? Kur’an boşuna mı konuşuyor, haşa? Peki, sizce, aklımızı kullandığımız zaman, burada bir tutarsızlık yok mudur? Ama Kur’an’da tek bir tutarsızlık bulamazsınız. Sahip olunanlar, dünya hayatı için bir süs, ahirete matuf olarakta birer imtihan vesilesidirler. Sahiplenin ama hakiki sahibini unutmayın ve ona göre yaşayın, kullanın. Kur’an, VASAT der, ADALET der, DENGE der, ÖLÇÜ der arkadaşlar. İfratı da, tefriti de yasak eder. Biz, Önderimizin (sav) hayatında böyle bir şeyi kesinkes görmüyoruz. Ne mutlak eşitlenin diyor, ne de mutlak sahiplenin diyor. Ama ADİL olun diyor. Çalışın diyor, üretin diyor, tabiat ortaktır diyor. Hak sahibine hakkını verin diyor. Zulmetmeyin diyor. O, Hakikat Çizgisinin tam üzerinde idi, ne altında ne üstünde idi. Kitabı ve ölçüyü getirendi Kendileri, çünkü. Ama bizler, O’na bağlılığımızda, tutarlı olamıyoruz, O’nu, yanlış tanıyoruz ve tanıtıyoruz. O’na, hakikatle uymayan sözler isnat ediyoruz, kendisi böyle bir şeyi lanetlediği halde. Selam olsun O’na, ashabına ve sevenlerine. O’na karşı galiz ve müptezel bir şekilde laf etmek, haddi aşmaktır, hayvanlaşmaktır hatta hayvandan bile daha aşağı düşmektir. Misal, domuzdan bile daha aşağı düşmektir.

 

 

Arkadaşlar! Bir iş yapıyorsak ne yaptığımızı, nasıl yaptığımızı, niçin yaptığımızı bileceğiz ve işimizi de ciddiyetle yapacağız. Yalanlarla yaşayıpta, bir hedefe ulaşmaya çalışmak aptallıktan başka bir şey değildir. Vahiy, Allah’tan, Önderlere gelir, Önderler de bizlere bildirirler. Vahiy, mutlak hakikattir. Vahiyden başka hakikat yoktur. Önce bunu bir bilecez, hazmedecez. Kavgamızı da ona göre verecez. Yalancıları ıskat edeceğiniz yegâne şey hakikattir. Hiçbir ideolojiye sığınarak yalancıları ıskat edemezsiniz ki, ideolojilerin kendileri yalan üzerinedirler zaten.  Nerden baksan tutarsızlık yüklüdür, nerden baksan ahmakçadır. Bu yüzden de, ideolojiler daima birbirilerini beslerler. Çünkü ideolojiler, halka hizmet etmeleri için değil, şeytanilerin iktidarlarını kemikleştirmeleri için üretilmişlerdir. Vallahi, billahi, tallahi, hiçbir ideoloji insanları düşünmez, düşünemez, çünkü varlık sebeplerine aykırıdır bu. İnsanlar ideolojik yaşayama maalesef alışmışlardır ya da alıştırılmışlardır. Alışkanlık tehlikelidir. Alışkanlıklar zamanla dinleşirler ve dinin yerini alırlar ve bozuk, sakat bir insan var ederler. Bu, insan için, felaketin alametidir. Vahiylerde yoksulluk ve yoksul olgusundan bahsolunur. Bu olgular şu şekilde geçmez; yoksulluk arızidir ve ilga edilebilir, edilmesi iktiza eder diye bahsolunmaz. Aksine, bu olgular bir gerçekliğe yönelik olarak söylenir ve yoksulluğun yok edilmesi değil, yoksulların gözetilmesi emredilir. Aslında zenginlik ve yoksullukta bir denge unsurudur, eğer aklederseniz. Çünkü paylaşmak, sevgiyi, muhabbeti, birliği, beraberliği tevlit eder. Eğer insanlar paylaşmasalardı, nasıl bir araya geleceklerdi, muhabbet nasıl doğacaktı, birbirilerini nasıl seveceklerdi. Hayat, paylaşım üzerine kuruludur. Allah, ADALETİ emreder. Zaten mutlak eşitlik kabil olsaydı, ADALETE ihtiyaç olmazdı. Allah, AHLAKLI olmayı emreder. Paylaşmak, aynı zamanda, mülkün sahibini hatırlamaktır. Paylaşmayan kişi, kazandığının kıymetini nasıl bilecek, kazandığını nasıl temizleyecek? Hayata nereden bakarsanız bakınız, hayatın hangi yönünden bakarsanız bakınız, tabiatta bir paylaşım söz konusudur. İddihar etmek, varoluşa ihanettir. İddihar edipte paylaşmayanlar, hem bu dünyada, insanların, akıllarını kullanıp vahdete erişmeleri ve ADALET DEVLETİNİ tesis etmeleri neticesinde tecziye edileceklerdir hem de ahirette kahredici bir azapla karşılık bulacaklardır. Yeter ki doğru yerde ve doğru şekilde olalım. Çünkü Allah’ın vaadi vardır; mustazafları, ezilenleri, sömürülenleri, yeryüzünün varisleri kılmıştır. Mutlaka bileceğiz ve inanacağız ki; mutlak eşitlenme de, mutlak sahiplenme de yalandır, böyle bir şey muhaldir. Bu yalanlara inananlar, aldananlardan ve kaybedenlerden olacaklardır. Verilen emeğin, dökülen alın terinin karşılığında elde edileni, metazori olarak müsadere etmek yeryüzünün kızıl nehirlere dönüşmesini intaç edecektir. Tam tersi şekilde, verilen emeğin, dökülen alın terinin karşılığının alınmaması da zulümdür ve buna son vermek iktiza eder ama bunun yapılması, insanların bir olmalarını ve hakikatin saflarında buluşmalarını gerektirir. Sonu, bir yönüyle belli, bir yönüyle belirsiz yollara kendini adamak; bilinçsizliktir, hamakatlıktır, cahilliktir.

 

 

Dünya var. Dünya nimetleri var. Dünya iktidarı var. Ve dünyaya egemen olmak isteyenler var. Bir yanda Şirk ve Şirkin yolcuları Müşrikler, diğer yanda Tevhid ve Tevhidin yolcuları Muvahhitler var. Bunlar genel tanımlar. Özel de, iyiler ve kötüler var, mazlumlar ve zalimler var, ezilenler ve ezenler var. İnsanlık tarihi de; Tevhidin ve Şirkin mücadelesi tarihidir. Muhakkak bir hakikattir bu. Sağ, sol tümü yalandır. Bu ayırım, insanları bin parçaya bölmenin adıdır. Çünkü sağ ve sol dendiği anda, farklı renklerde ortaya çıkacaktır ve ideolojiler bu şekilde türemişlerdir, böylece bölünme büyüyecektir. Allah’ın davasını dava edinenler ve şeytanın izini takip edenler, fasılasız ve amansız bir kavgadadırlar. Bitmeyecek bir kavgadır bu. Ebedi ve ezelidir. Hakikatle sabittir. Şeytan saptırıcıdır ve görevi, insanları saptırmaktır, insanların doğru yollarının üzerine postunu atar ve onları kendi istediği yöne (her yöne yönelik ideolojiler mevcuttur) çevirmeye çalışır. Başarılı mıdır? Maalesef ki öyledir. Bunun için yemin etmiştir. Şeytan, bölücüdür, azdırıcıdır, karanlıktır, nefsi körükleyicidir. Ama gariptir ki, dostluğu baki değildir, darağacında yanınızda olmayacaktır. İnsan ve şeytan; dünya üzerinde egemenlik tesis etmeye çalışır. İnsan, hakikatten; şeytan, yalandan beslenir. İnsan, İslam’dır; şeytan, ideoloji. İnsan, Müslim; şeytan, asidir. Hayat, bunu doğrular. Zaten, hayatı gözlemleyebilsek, yalan imparatorluğu yerle yeksan olur ama bizler, ne kendimizi, ne tabiatı ne de hayatı gözleyebiliyoruz. Burada şöyle bir detay vardır: evet taraflar vardır ama taraflar, saflık barındırmazlar. Bir taraf mutlak ezen, diğer taraf mutlak ezilen diye bir şey yoktur. İki tarafta da hem müstekbirler hem de mustazaflar bulunmaktadırlar. Çünkü hiçbir tanım, hayatın içine dâhil olunca asliyetini koruyamıyorlar maalesef, illaki tahrifata uğruyorlar. Normalde müntesipler, sahip oldukları düşüncenin rengini almaları icap eder ama hayatın içine girince öyle olmuyor. Hayat, yozlaştırıyor. İdealler, realiteye dönüşünce büyü bozuluyor maalesef. Hem Müşriklerin saflarında servet sahipleri ve yoksullar vardır hem de Muvahhitlerin saflarında servet sahipleri ve yoksullar vardır. Misal, Hz. Ebubekir gerçekten zengindi ama buna mukabil Bilal Habeşi gerçekten yoksuldu, hatta siyahi bir köleydi. Ve ikisi de aynı davanın müntesipleri idiler. İkisi de İslam’dı. Bu örneğe aynı şekilde karşı tarafta yani Müşriklerin tarafında da rastlanmanız kabildir. Ki bunu bizzat yaşadığımız hayatta da müşahede ediyoruz. Yani insanlık tarihi, bir sınıf kavgası tarihi değildir, bu koca bir yalandır ve aldatmadır. Eğer insanlık tarihi, ezen ve ezilenlerin mücadelesinin tarihi derseniz, o zaman ezenler bir yanda ezilenler bir yanda olması gerekir. Daha da müşahhaslaştırırsak, zenginler bir yanda, yoksullar bir yanda olması gerekir. Ama böyle bir şey yoktur. Arkadaşlar! Hakikat acıdır ve hiçbir zaman bizim istediğimizi bize sunmaz. Bu insanın nefsine zor gelebilir ama ittihaz etmek mecburiyetindeyiz. Ve büyük hakikat çerçevesinde kalarak, ulaştığımız küçük hakikatleri de izhar etmek, insani ve İslami görevimizdir. Hülasa, hem zengin ve yoksul olan kötüler vardır hem de zengin ve yoksul olan iyiler vardır. Olaya bu çerçeveden bakmak zorundayız. Farklı bakış, hakikatten sapmamızı tevlit edecektir ve bizi karanlığın dehlizlerine doğru çekecektir. Bir nevi şeytanın tuzağına düşürecektir. Anlamak ve anlamak temelinde hakikatli bakış sahibi olmak, bizi aydınlığa ulaştıracak ve şeytanın tuzaklarına karşı uyanık kılacaktır. Anlamak, dünyada ki en büyük mutluluktur! Velakin anlayanlarda, akıl sahipleridirler. Düşünmek ve anlamak, karanlığı aydınlığa tedvir eyleyecek, en ulvi eylemlerdir. Manevi eylemlerdir.

 

 

 ‘’Anlama kabiliyeti, bir karakter için, en yüce kabiliyettir. Seçkinliktir. Yalnızlığı sevdiren şey, anlama kabiliyetinin net bir şekilde ortaya koyduğu üstünlük özelliğidir. İnsanlardan oluşan bir toplulukta, nicelik değil de nitelik önemsenmiş olsaydı, uzun yaşamayı isterdi herkes. Kalabalıklar içinde ki bin alık, hiçbir zaman tek bir akıllı adamın yerini tutamaz. Ruhsal zenginlikten yoksun olanlar, kalabalığa karışmayı çok severler. Anlama yetisine ve tinsel zenginliğe sahip olanlar, kendi başlarına yaşamayı başarabilirler ve kimsesiz yurtları yüksek düşünceleriyle aydınlatıp, şenlendirebilirler. Anlayan adam, mutludur.’’ Böyle diyor Arthur Schopenhauer. Evet, hakikaten anlamak çok farklı bir şeydir, çok üstün bir yetidir. Belki acıda doğurabilir ama gerçekten mutluluk sunduğu yadsınamaz.  Bir şeyi bilebilirsiniz ama onu anlamak, zihniyet dünyasında devrim yapmaktır. Ki zaten zihinlerde bir devrim yapmadıkça, dünyada devrim yapmak muhaldir, yapılsa da sağlıklı bir şekilde işlemesi ve idamesi muhaldir. Geçelim! İyilerin ve kötülerin mücadelesi hüküm sürmektedir evrende. Bunu kesinlikle iyi anlamamız iktiza eder. Çünkü bu anlaşıldığı zaman, çok şey anlaşılacaktır, hallolacaktır. Şunu kati surette iyi görmek, algılamak iktiza eder. Hem iyilerin safında ezen ve ezilen vardır hem de kötülerin safında ezen ve ezilen vardır. Şimdi ezen bir mülk sahibiyle, ezilen bir mülksüzün aynı safta bulunması nedir, nasıl olabilir? Evet olabilir, çünkü ikisi de Müşriktir, kötüdür ve bu yüzden olabilir. Hani sınıf kavgası? Aynı şekilde mülk sahibi ve mülksüz biri aynı safta bulunabilir, bu nasıl olur? Olur, çünkü ikisi de Muvahhittir, iyidir, bu yüzden olur. Hani sınıf kavgası? Bunu hayat yalanlayabilir mi? Hayır. İnsan yalanlayabilir mi? Hayır. Biryanda Allah diyenler vardır, diğer yanda şeytan diyenler vardır. Zıt olarak bildiğimiz iki farklı tarafı buluşturan şey budur işte.  Allah diyenler, aydınlığa ve anlama çağırırlar; şeytan diyenler yani tağutlar karanlığa, belirsizliğe, manasızlığa çağırırlar. Bakara Suresi 257. Ayete bakınız lütfen. Ezen-ezilen, İyi-kötü, hak-batıl, müşrik-muvahhid, şirk-tevhid; işte hakiki taraflar bunlardır. Ezenler, kötüler, batıllar, müşrikler ve şirk, şeytanı temsil eder. Ezilenler, iyiler, hak olanlar, muvahhidler ve tevhid, Allah’ın yanındadırlar. İki kulvarda da hem zenginler hem de yoksullar bulunabilir ve bu mantığa da, eşyanın tabiatında da aykırı değildir. Böyleydi, böyledir, böyle olacak, böyle gidecek. Allah’a şirk koşan mülk sahibi ve mülksüz yok mu? Kötülük denizinde yüzen mülk sahibi ve mülksüz yok mu? Keza, şeytana başkaldıran mülk sahibi ve mülksüz yok mu? İyilik denizinde yüzen mülk sahibi ve mülksüz yok mu? Şimdi bana birisi söyleyebilir mi lütfen; sınıf kavgası adına, Allah’a inkıyad etmiş mülksüzle, şeytanın izini takip eden mülksüzü nasıl birleştireceksiniz? Hayır, bu olmaz bebeğim! Öyleyse sınıf kavgası diye bir şey de zaten yoktur ve olamaz da. Bunu anlamak asla zor değildir, eğer fikir kavgasını namusluca yapıyorsak. İnandıklarımız, inanmak istediklerimiz elbette nefsimize hoş geliyor olabilir ama hakikat indinde boş olduktan sonra ne fayda eder? İdeolojik körlüklerimiz, yanılgılarımız, saplantılarımız, inançlarımız yüzünden hakikati tahrif ve tahrip etmek zulümdür, yanlıştır. Hem kendimize, hem ideallerimize hem de insanlığa ihanettir. Ne yani, bir kişi eziliyorum bahanesi ile gidipte müşriklerin saflarında yer alır mı, alabilir mi, böyle bir hakkı var mı? Müşrik ile muvahhid aynı safta olamazlar, demek ki kavga iman kavgasıdır.  Ya da şöyle soralım; iman eden bir zenginle, imansız bir zengin aynı kulvarda koşabilir mi? Bu olmaz. Ne yaparsanız yapınız olmaz. Varlığın doğasına münafidir bir kere. Ezen ve ezilen mücadelesi tanımlaması ardında dehşetli bir tezgâh vardır. Bu tezgâhta, insanlığın başına bin türlü çorap örülmektedir. Ve insanlık bu yalana aldandıkça daha feci şekilde sömürülmektedir, sömürülecektir. Aldanan insanlığın eline geçecek hiçbir şey yoktur ama aldatanlar dünyaya egemen olmaktadırlar, daha da ileri düzeyde egemen olacaklardır. Öyleyse ADALET KAVGASI ancak ve ancak şaşmaz, değişmez, mutlak tutarlı, ölçülü, dengeli, mutlak kesinlikte olan yüce hakikatler temelinde verilmelidir. Artık, ideolojilerin, bir adalet arayışlarının olmadığını ve asla olamayacağını anlamanız icap eder. Zor değildir arkadaşlar; sadece ve sadece derin bir gözlem yapınız, inanın şu hakikat size gülümseyecektir; ideolojiler, muhakkak surette Siyonizm’e çalışırlar yani şeytana. Defaten söyledik yine söylemiş olduk. Umarım anlaşılırım. Zira tüm ömrümü yeryüzünde tahakkuk etmesini tüm gönlümle arzuladığım YÜCE ADALET DEVRİMİ yoluna adadım. Çünkü Rabbimin vaadi mutlak olarak tahakkuk edecektir. Yeter ki bizler vazifemizi bihakkın ifa edelim ve Rabbimizin bizlere bahşettiği yüce nimetleri yerli yerinde istimal edelim. Yani akıl, irade, ihtiyar, kalp, vicdan ve cesaret gibi nimetleri.

Tarih: 01.02.2015 Okunma: 595

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Osman Yıldız

22.03.2014 - 11:42

Sayın FİLİK
Ülkemize gerçekten çok yazık edildi.
Sandık sonucu ne olursa olsun Ülkemiz kaybetti.
Asıl görmemiz gereken bu.
Sandık sonucunda her durum da bu halk kaybetmiş oldu.
Çünkü oynanan oyunlarla her devrin adamları koltuklarını korumuş oldular.
Halk için çalışacak insanlar arada yine kaynadılar.
Saygılarımla

OKTAY ŞAHİN

22.03.2014 - 18:24

SN DOĞAN BEY YORUMLARINIZI SON DERECE TAKDİRE ŞAYAN BULUYORUM YANLIZ SENDEN DEĞİL BU CÜMLELERİ BAŞKALARINDANDA DUYMAK BİZLERİ MUTLU EDECEKTİR ANCAK SENİN YAZILARINI OKUDUKCA YÜREĞİME SU SERPİYORSUN BEN SENİN GİBİ İYİ DÜŞÜNEN VE BU ÜLKE İÇİN İYİ ŞEYLERİ YAPMAK İÇİN SENİN GİBİ İNSANLARA İHTİYAÇ VAR SENİ SADECE BURADA YAZI YAZMAKLA DEĞİL SİZİ, AKTİF SİYASETTE (SAHALARDA) GÖRMEK ARZUMUZDUR SENİN YAZILARINI OKUMAKTAN SON DERECE MUTLUYUM DEVAMINI BEKLİYORUZ SAYGILARIMLA.

Ahmet Kara

29.03.2014 - 17:09

Doğan Bey yazınızı çok beğendim.Yazdıklarınıza katılıyorum.
Yazılarınızın devamını bekliyorum.
Saygılarımla

Osman Yıldız

22.03.2014 - 11:42

Sayın FİLİK
Ülkemize gerçekten çok yazık edildi.
Sandık sonucu ne olursa olsun Ülkemiz kaybetti.
Asıl görmemiz gereken bu.
Sandık sonucunda her durum da bu halk kaybetmiş oldu.
Çünkü oynanan oyunlarla her devrin adamları koltuklarını korumuş oldular.
Halk için çalışacak insanlar arada yine kaynadılar.
Saygılarımla

OKTAY ŞAHİN

22.03.2014 - 18:24

SN DOĞAN BEY YORUMLARINIZI SON DERECE TAKDİRE ŞAYAN BULUYORUM YANLIZ SENDEN DEĞİL BU CÜMLELERİ BAŞKALARINDANDA DUYMAK BİZLERİ MUTLU EDECEKTİR ANCAK SENİN YAZILARINI OKUDUKCA YÜREĞİME SU SERPİYORSUN BEN SENİN GİBİ İYİ DÜŞÜNEN VE BU ÜLKE İÇİN İYİ ŞEYLERİ YAPMAK İÇİN SENİN GİBİ İNSANLARA İHTİYAÇ VAR SENİ SADECE BURADA YAZI YAZMAKLA DEĞİL SİZİ, AKTİF SİYASETTE (SAHALARDA) GÖRMEK ARZUMUZDUR SENİN YAZILARINI OKUMAKTAN SON DERECE MUTLUYUM DEVAMINI BEKLİYORUZ SAYGILARIMLA.

Ahmet Kara

29.03.2014 - 17:09

Doğan Bey yazınızı çok beğendim.Yazdıklarınıza katılıyorum.
Yazılarınızın devamını bekliyorum.
Saygılarımla