HEY GİDİ KOCA TÜRK!...1...

Özgür DENİZ - 06.12.2014

''Türk Milleti; tarihi, kimliği, dili ve dini çalınmış bir millettir.'' Nurettin TOPÇU-Kemal TAHİR-Cemil Meriç-Erol GÜNGÖR-Dündar TAŞER-Osman Yüksel SERDENGEÇTİ-Necip Fazıl KISAKÜREK-Ali ŞERİATİ

 

‘’Allah, vatan, namus, emek aşkına; bir şeyin tümünü görmeden, bir yazıyı harf harf, kelime kelime, cümle cümle tertil ile okumadan yargılayacak kadar ahlaksız ve adaletsiz olmayalım. Burada mutlak hakikati yazdığımız iddiasında değiliz. Sözlerimiz fani bir kulun sözleridir, Allah sözü değildir. Yanlışta olabilir, doğru da olabilir. Önemli olan anlamak ve yanlışa yanlış, doğruya doğru demektir. Önyargılı olmak ve riyakârca davranmak, insanlık değildir. Bir insan, asla milletini sevdiğinden ve milletine yardım ettiğinden dolayı kınanamaz. Bilakis, milletler kurtulduğu, özlerine, sözlerine ve hürriyetine kavuştuğu zaman ümmette kurtulacaktır. Her milletin evlatları sorululuklarını hakkıyla ifa etselerdi, kendi içlerinde birliklerini sağlasalardı, ümmet yekpare bir vücut olup gâvura meydan okuyamaz mıydı? Ümmeti meydana getiren milletler esir oldukları için ümmet bu haldedir, kâfirlerin zulmü altında inlemektedir. Bu hakikat bilinmelidir ve buna göre değerlendirme yapılmalıdır.’’ Geçelim!

 

İlk evvelde, kati surette ifade edelim ki, üstünlük takvadadır yani Allah’tan hakkıyla korkup, sakınmaktadır. Kimlik asla bir ayrıcalık ve üstünlük vesilesi olamaz. Ama İslam’a hizmet edenler her zaman şereflenmişlerdir, yükseltilmişlerdir, yüceltilmişlerdir, bu bir hakikattir. Yani işin püf noktası Allah’ın dinine yardım olayıdır, yardımı yapanın kimliği değildir. Türk Milletine şeref bahşeden şeyde, Allah’ın dinine yaptığı yardımlardır. Kimlik doğuştandır ve değiştirilmesi kabil değildir. Hiçbir insançocuğu kimliğini kendisi intihap etmemiştir, edemezde. Kimlik, kim olunduğunun hüccetidir. Tıpkı, dinin, nasıl olunacağının dayanağı olduğu gibi. Türk Milleti, melek değildir ama hiçbir zaman da şeytan olmamıştır. Şeytanlaşan ve kimliğine ihanet eden küçük azınlığı geçiyoruz. Onlar Türk Kimliği maskesi takarak, Türk Milletini kimliğine ve buradan da dinine yabancılaştırmaya çalışan şeytani bir zümredir. Bu oyun bu millet üzerinde biteviye oynanmıştır. Türk, İslam’dan; İslam Türk’ten koparılmaya çalışılmıştır daima. Tarihi yapan ve imzasını kanıyla atan bu millet; mütemadiyen Hak, Halk ve Hakikat yönünde olmuştur. İnsanlığa zulmeden zalimlere karşı kavga vermiştir. Allah’ın dinini yüceltmeyi ve yükseltmeyi dava edinmiş ve bu dava da kendisini yükseltmiş ve yüceltmiştir. Bilakis, asırlarca dünyaya ve insanlığa egemen olmak kabil olamazdı. Türk Milleti yeri gelmiş, kendinden istimdat bekleyen, kendi düşmanlarına bile koruyucu olmuştur. Evreni idare etmenin, kendisine, Yüce Yaradan tarafından bahşedildiğini telakki etmiş, binaenaleyh ahlaksızlığa ve adaletsizliğe temayül göstermemiştir. Burada olayı yanlış algılayıp, anlayarak, Allah, Türk Milletini vazifelendirmiş mi diye bir soru tevcih edilemez. Bahsettiğimiz telakki, spontane bir belirlenimdir ve gayette güzeldir. Hayatta da öyle değil midir? İnsan bir şeyi yaparken, kendini sorumlu hissederek yapmıyor mu? Ve böyle yaptığı için daha bir şevkle, heyecanla vazifesini ifa etmiyor mu? Bu kendi kendini sorumlu hissetme ve vazifelendirme durumu, bir insanı ve milleti hayırlı şeyler yapmaya sevkediyorsa gurur duyulacak bir şey değil midir? Ki, Rabbimiz de demiyor mu; bana yardım edin, size yardım edeyim diye? Ve yine demiyor mu Rabbimiz; yardımdan kaçarsanız, yardım edecek birilerini var ederim diye?  İnsanlık tarihi, bu hakikati, kulağımıza fısıldamaktadır. Tarih süreci içerisinde, Türk Milleti ile Arap Milletinin yani İslam Ümmetini oluşturan iki asli unsurun birbirleriyle tevafuk eseri karşılaşmaları ve tekvücut olmaları bile müstesna bir olaydır. Üstelik bu karşılaşma esnasında Türk Milleti henüz İslam ile şereflenmiş bile değildir. Böyle bir zamanda, böyle bir durumda, Çin belasına karşı müttefik olmaları hakikaten ilginç bir tecellidir. Burada Allah’ın istemesi, ol demesi vardır. Henüz İslam ile tanışma, şereflenme yoktur ama bir İslam ordusunun yanında küffara karşı kılıç çekme ve bu ittifakla küffarı emsalsiz bir bozguna uğratma durumu vardır.  Zaten bu olay, hem Türk Milletinin hem de ümmetin kaderinin değişmesine neden olacaktır. İslam’ın ve Müslümanların tarihleri adeta yeniden yazılacaktır. Bu ilgin ve önemli buluşma, İslam Ordularında da büyük bir sevinç dalgası oluşturmuştur. Bu büyük ve görkemli karşılaşma, buluşma, kucaklaşma Türk Milletinin, Yüce İslam’la şereflenmesiyle neticelenecektir. Bundan sonra da, İslam Dini için adeta kudretli bir koruma muhafızı, keskin bir kılıç olacaktır. Şerefini gururla taşıyacaktır. Müstekbirlere karşı mustazafların saflarında duracaktır. Karanlığı yara yara, evreni, İslam Güneşiyle aydınlatacaktır. Yüce Önderinin (sav) izinde yürüyecek, ümmetin öncüsü olacaktır. Kur’an’la yeni bir hayat kuracaktır. Mazlumların umudu, küffarın korkulu rüyası olacaktır.

 

Türk Milleti, tabiatın tüm tecessümleriyle hemhal olmuş, tabiatın olanca doğallığıyla kaynaşmış, bu vesileyle de nice meziyet kazanmış bir millettir. Türk isminin anlamlarından biri de kuvvet demektir. Tabiatla kucak kucağa yaşayan bir millet olmasının etkisi vardır bunda. Çünkü tamamen doğal bir yaşamın içindedir, yapay yaşamla ilgisi olmamıştır. Töre de önemli yer tutar varlık savaşında ve güçlü oluşunda. Töreye sadakat birliği, dayanışmayı; birlik ve dayanışma da kudreti ortaya çıkarmıştır. Bu milletin çocukları için en büyük tehlike; kendi kadim kültürünü ve töresini terk ederek, diğer milletlerin kültürlerini, geleneklerini, örf ve adetlerini benimsemektir. Devletin icra ettiği yasalara isyan etmek, kaosa neden olmak, sefihliğe meyledip istikbali görememek, yaşadığı çağı anlayamamaktır. Bilge Kağan’da malum söylevinde bu hakikate temas etmiştir ve bu milletin evlatlarının dikkatlerini buraya çekmiştir. Töre her zaman bu milletin kudretini artırmıştır. Binaenaleyh, Türk ismi gücü anımsattığından düşmanlar hep korkuyla hareket etmiştir. Bu korkaklık yüreklere ve beyinlere o kadar yerleşmiştir ki, hala etkisi vardır gâvurların üzerinde. Darvin isimli bunağın bile bu millete yönelik söylediği şu sözler, bu derin korkunun açığa çıkmasıdır adeta; bu bunağa göre, Türk Milleti aşağılık ve barbar bir Millettir ve mutlaka Medeni milletler olan Avrupalılar tarafından yok edilmesi gerekir. Bu bunak, Türk Milletinin Viyana’ya dayanmasından dolayı adeta çıldırır ve şeytaniyet düzenin mümessili olan Avrupalılara sitem eder; nasıl olur da böyle bir şeye imkân tanırsınız diye. Sanki imkân tanımamak, müsaade etmemek ellerindeymiş gibi. Türk Milleti, ismini nereden alırsa alsın, kökeni ne olursa olsun fark eden bir şey yoktur. Tarihte Türk diye bir millet var mıdır? Elhak vardır. Ki yoksa hiç konuşmaya değmez zaten. Var olduğuna göre de kendisine dair ileri sürülen yanlış algıları ve anlamaları tashih etmek İslami ve Milli bir vazifedir, borçtur. En azından bendeniz, şerefli ecdadıma layık bir nesil teki olarak bu vazifeyi üzerime alınıyorum. Bir millettir ki, sorumluluk ve vazife bilinci taşımayan nesillerden mahrumdur, o millet istikbalden yana ümitvar olmasın. Çünkü yücelmek ve yükselmek, yetiştirdiğiniz nesillerle mütenasiptir. Şayet Türk Milletinin evlatları isek, bu milletin kim olduğunu öğrenmek, bilmek, anlamak, tarihini tanımak, kültürel hamulesini ortaya çıkarmak, töresini tanımak, atalarını öğrenmek ve bizlere bıraktıkları mirasın değerini idrak etmek ve korumak görevimizdir. Sorumluluklarını ve vazifelerini ihmal edenlerin, başlarına gelenlerden şikâyete hakları yoktur. Milletinin kim olduğundan bihaber olanların, tarihi dinamiklerini fark edemeyenlerin, pusulası olarak açık sulara açılan kaptanlardan farkları yoktur, mutlaka hedeflerini kaybederler. Ağaçtan ayrılan bir dalın kaderini rüzgâr tayin eder ve o dal, artık yok olmaya mahkûmdur. Kökünden kopmak tehlikelidir. Tarihler, milletlerce yapılır ve tarihi olmayan milletler, tarihin en talihsiz milletleridirler. Dünsüz bugün, bugünsüz da yarın olmaz. Her insanın ve milletin bir dünü mutlaka vardır. Türk Milleti, tarihe mührünü asla unutulmayacak şekilde adeta kazımıştır. Düşmanlarına yol vermemiş, önünde baş eğdirmiştir. Zaten tarihten bu milleti çıkarın, tarih diye bir şey kalmaz geriye. Çünkü insan nasıl kâinatın öznesiyse ve insansız kâinat anlamsızsa, tarihin öznesi de Türk Milletidir ve bu milleti çıkardığınız zaman tarih anlamsızlaşıverir. Bu da Allah’ın bir takdiridir bendenize göre. Çünkü Türk Milleti, Allah’ın dinine yardım etmiştir, adeta bir kılıç olmuştur bu Yüce İslam dini için. Bu millet nasıl İslam olduktan sonra Yüce Allah’a ram olmuşsa, İslamiyet’ten öncede çok tanrıcı değildi. Bu yüzden de İslamiyet’e iltihakı çok kolay olmuştur. İslamiyet kendisini şereflendirmiş, kendisi de İslamiyet için muhteşem bir kuvvet kaynağı olmuştur. Küffar için, bu adeta cehennem gibi bir şeydir. İşte o günden beridir, Türk Milletinin elinden İslamiyet’in kitabı olan Yüce Kur’an’ı Kerim alınmak istenmektedir. Zira Türk Milleti, kudretini Kur’an’dan almaktadır ve düzenini Kur’an ile kurmaktadır.  Bu da şeytaniyet düzenlerinin eceli demektir. Ki nicesinin eceli de bu milletin eliyle gerçekleşmiştir. Ama düşmanların yapamadıklarını dost görünenler yapmışlardır. Bu milletin elinden bu milletin kitabını almayı kısmen başarmışlardır. Bu milletin evlatları müteyakkız olmak zorundadırlar.

 

Türk Milletinin varoluş kaynağı İlay-ı Kelimetullahtır. Fakat bu millet, davasından uzaklaştırıldı maalesef. Kimliği tahrif ve tahrip edildi. Şimdi, bu milletin evlatları, milletlerini dolayısıyla kendilerini tanıyamamaktadırlar, tanıyamadıkları içinde anlayamamaktadırlar. Bu millet, davası adına cenk meydanlarından ayrılmamış, tüm dünyada adaleti ikame etmek adına kavga vermiştir. Türk Milleti için devlette çok önemlidir. Aynı zamanda hürriyette varoluş sebebidir. Hiçbir zaman devletsiz yapmamıştır, esir de olmamıştır. Türk Milleti; yağmurdur, fırtınadır, kasırgadır, yıldırımdır, kardır, çiçektir, güneştir.  Sanat, ilim, irfan, bilim, mimari gibi yönlerde de insanlık tarihine sonsuz katkıları olmuştur. Cemiyetlerine istikamet kazandırmış, cemiyetlerinin zihniyetleri ve yaşamları üzerinde ciddi etkiler bırakmış bilginler, filozoflar bile Türk Milletini saygıyla anmışlardır. Namuslu olanlar övgüyle, namussuz olanlar, darbesini yiyenler ise yergiyle bahsederler. Bu sözlerimiz, sözlerimizi idrakte kifayetsiz kalanların indinde faşizm olarak telakki edilebilir, faşizmden Rabbime sığınırım, ama bendeniz düşüncelerimizi bu şekilde telakki edenlerle kıymetli zamanımı heba edecek kadar sığ değilim. Bu telakkiye sahip kafaları kendi haline bırakmak zorundayız. Hatta bunların kafası olduğundan bile şüphe etmek iktiza eder. Faşizmin ne olduğu bellidir ve izah etmeye lüzum yoktur. Ve asıl faşistler, bizleri faşistlikle itham edenlerdir. Varlığı mutlak hakikat olan ve dünyaya silinmeyecek derecede mührünü basmış bulunan bir millet hakkında ki hakikatleri izhar etme gayretini faşizmle eşleştirmeye yeltenenlerin beyinleri ve ruhları kinle, nefretle doludur ya biraz alıktırlar. Türk Milletine karşı küffar nezdinde bir nefret, kin elbette ki vardır ve doğaldır bu ama içeride böyle bir şeyin olması calib-i dikkattir. Dindar bir Türk, Türk’ü dinden ayırmayı gaye edinmişler nezdinde faşisttir. Olay budur. Türk Milletinin varlığını, özellikle de dindar olarak varlığını içlerine sindiremeyenler vardır, daima da varolacaklardır. Onlar Türk’ün ve İslam’ın etle tırnak gibi olduğunu idrak edemeyen gafiller ve hainlerdir. Hatta bu türler, kendi milletlerine düşmanlık beslerlerken, küffarın önünde eğilmekten zevk alan alçaklardır.  Kendi öz babalarından nefret edipte, babası olmayanlara baba nazarıyla bakıp kucaklarına atılanlar ne ise, kendi milletinden nefret edipte başka milletlerin önünde boyun bükenlere de odur. Zira hiçbir milletin evladı, kendi ecdadına küfredipte, başkalarının ecdadına saygı duyacak kadar haysiyetini çiğneyemez. Ki haysiyetini çiğneyenlerden de milletine zerre hayır gelmez. Bu tipler bahusus Liberalist geçinenlerin içinden çıkmaktadır.  Liberalist şerefsizlerin milletlerine saygıyı bırakın dine bile saygı duyduklarını göremezsiniz. Onlar tüm değerleri çürütmeye yeminli karaktersiz, kişiliksiz, kimliksiz, dinsiz tiplerdir. Bu aşağılıkların vazifesi, suret-i haktan görünüp kimliklerin, dinlerin ve değerlerin içlerini boşaltmaktır. Bu milletin evladı olmayı şeref bilenler, tarihlerini, ecdatlarını, dinlerini sarf-ı nazar ederek asla ve kata milletlerine karşı nefret duyamazlar, düşmanlık besleyemezler. Bu milletin, İnsaniyete ve İslamiyet’e yaptığı hizmetleri, hiçbir kimse görmezlikten, bilmezlikten, anlamazlıktan gelemez. Geçmişi idrak ve geleceği inşa konusunda, namuslu ve hakkaniyetli olmak ve düşünmek zorundadır. Mütemadiyen küçük hataları, yanlışları gündeme getirip, okyanus kadar iyilikleri, güzellikleri görmezlikten gelmek alıkçadır. Kimse de bundan fayda elde edeceğini sanmasın. Bunu yapanların da vatan hainlerinden, millet düşmanlarından farkları yoktur. Oysa yapılması icap eden şey; hataları bitevi gündemde tutmak ve buradan düşmanlık etmek değil, o hatalardan ders alıp, hataları tekrar etmemektir. Tarih ne mutlak övülmek içindir ne de mutlak sövülmek içindir. Bilakis, tabir caizse bir kitaptır ve okunmak içindir. Kendi tarihini anlamadan, bilmeden küfretmekte namussuzluktan başka bir şey değildir. Araştırmak, öğrenmek, bilmek ve anlamak varken küfre tevessül etmek alıklıktır, ahmaklıktır.

 

Türk milleti, maalesef, okumayı emreden dinlerini dinlememektedirler. Bu yüzden de hiçbir şey üretememekte ve üretilenlerin tüketicisi olmaktadırlar. İnançlarından kopan bir milletin kaderi artık düşmanlarının inisiyatifine kalmıştır. Tarihini ve dinini bilmeyen bir millet, rüzgârda savrulan yaprak gibidir. Tarih; kuvvet kaynağıdır, tecrübe deposudur, hakiki bir öğretmendir. Türk Milletinin tarihinin ne kadar gerilere gittiği tam olarak bilinememektedir. Belirli bir zamanla mukayyettir bilinen dönem. Ama bilmek ve bilmek için de gerekeni yapmak tarihi bir sorumluluktur. Orhun Abidesinin bile eksik olduğu ifade edilmektedir. Bu mesele üzerinde hassasiyetle durulmalı, tetkik ve tahkik yapılmalı bilinmeyen yerlerde bu milletin evlatlarının bilgisine sunulmalıdır. Bu görev, bu millete bağlı olan haysiyetli tarihçilerin üzerinde dini ve milli bir sorumluluktur. Milletinin istiklali ve istikbali için sorumluluklarını ifa etmeyenler, bu milletin yüzkarasıdırlar hatta daha ötesi haindirler. Türk Milleti her yönden budanmıştır ve budanmaktadır. Çiçekleri dökülmekte, yaprakları soldurulmakta, dalları kırılmaktadır. Din, dil, tarih, kültür, koca gövdeyi anlamlandıran unsurlardır. Bunlar yoksa Türk Milletinin varlığının hiçbir anlamı yoktur ve olamaz. Bu milletin kökleri gibi, kendisini var eden tüm unsurlar da öyle eskidir, kadimdir. Bu millet için dili de, dini kadar önemlidir. Bu millet iki dillidir; bir din dili vardır, bir de milli dili vardır. Dil, insanları birbirine bağlayan en önemli olgulardan biridir. Dil yok oldu mu, milletin varolması da muhaldir. Din dilini kaybeden milletler, manalarını; milli dilini kaybeden milletler maddelerini kaybederler. İkisini de kaybedenlerin kendileri de tamamen kaybolurlar. Bir milletin kamusu o milletin namusudur. İnsanı haysiyetli, şerefli kılan namusudur. Dili de bu milletin namusu olmuştur daima ve badema da öyle kalacaktır. Ama bu milletin maskesini takanlar, bu milletin namusunu çalmaya çalışmışlardır. Dilsiz iletişim kabil değildir. İletişimsiz anlaşmakta hayaldir. Ana gövdeyi, dallarla tekvücut yapan şey dildir. Milletlerin idamesini sağlayan ve varlığının tebarüz etmesine imkân tanıyanda dildir. Bir milletin kendini ifade ettiği, yasalarını yaptığı yegâne şey dilidir. Sanatın özüde dildir. Medeniyetler, dil demektir. Dilsiz, medeniyet diye bir şey olamaz. Diliniz yoksa istikbaliniz de istiklaliniz de yoktur. Dilsiz bir millet, sanatsız, edebiyatsız, kültürsüz, bilimsiz, hülasa; medeniyetsiz bir millettir. Dilsiz millet yoktur. Dil, milletin varoluş sübaplarındandır. Tarihte ki nice halklar, dillerini kaybettikleri için kaybolup gitmişlerdir. Keltlerin yok oluşu, dillerinin yok oluşları nedeniyledir. İnsan da, millette dilidir. Dili olmayan insan da, millette var sayılamaz. Senin dilin yoksa dilin senin değildir ve sen filhakika sen olmayansındır. Türk Milletinin evlatlarının milli dilleri olan Türkçeyi ne kadar iyi bilmeleri iktiza ediyorsa, din dilleri olan Arapçayı da o kadar iyi bilmeleri iktiza eder. Birisiz maddi varlığın temeli ise, öbürü manevi varlığın temelidir. İki dilini de bilmesi, Türk evladı üzerinde ağır bir sorumluluktur. Din dilini bilmeyen milletlerin, dinlerini hakkıyla öğrenmeleri ve olması gerektiği gibi yaşama aktarmaları kabil değildir. Bilakis, dinle aldatılmaları çok kolay olur. Türk Milleti için hem Türkçe hem de Arapça; Türk Milletinin varoluşu adına en sağlam ve en temel olgularıdır. Tarih bir denizse, Türk milleti o denizden yüzen bir balıktır tabir caizse. Her coğrafyada, her iklimde, her cephede, her denizde düşmanlarla karşılaşmış, pervasızca kavgasını vermiş, zaferlere erişmiş,  nice devletlerin banisi olmuş ve tarihe, silinmesi kesinlikle mümkün olmayan kutsal mührünü vurmuştur. Tarihin sayfalarını karıştırın, en mutena yerinde Türk Milleti durmaktadır. Türksüz tarih, sokak kavgası, çocuk oyunudur. İlk sözde, son sözde Türk Milletine aittir insanlık tarihinin seyrini değiştiren tüm büyük cenklerde. Bu durum akamete uğramadan devam etmiştir asırlar boyu. Çin Seddi niçin yapılmıştır? Papa kimin önünde diz çökmüştür? Çin Sarayını kim basmıştır? Kahpe Bizansın heyulası kim olmuştur tarih boyu? Devletler kimden istimdat beklemişlerdir ve kimin karşısında diz çökmüşler, üzengilerini öpmüşlerdir? Tabi bu arada tarihle kuru kuruya övünmek kadar alıkça, aptalca bir şey yoktur. Sen, sen olmadıkça; ecdadın seni sen yapamaz. Evet, tarihinle gurur duy ama o tarihten ders al ve sen de ecdadın gibi ol. Ne atalarının diniyle kurtulursun ne de atalarının yaptıklarıyla var olabilirsin. Tabi dışarıda olduğu kadar kendi içinde de kavgaları eksik olmamıştır. Saltanat kavgaları, birbirine egemen olma kavgaları da Türk Tarihinin inkârı imkânsız bir hakikatidir. Tabi her mesele kendi çağlarına göre ele alındığında elbette makul sebepleri mutlaka vardır. Namuslu bir tarih okuması sonucunda bunu bizatihi müşahede edebiliriz. Tabiatıyla tarihsel süreç içerisinde yanlış olduğuna hükmettiğimiz sorunlar, sonuçlar olabilir ama oraya takılıp kalmakta aynı şekilde yanlıştır. Bizim yapmamız gereken tarihi bir öğretmen gibi kabul etmek ve ondan alabileceğimiz dersleri aklımız tavassutu ile en ideal şekilde almaktır. Yanlışı görür almayız, doğruyu görür tatbik ederiz. Ne yanlışı yüzünden lanetleriz ne de doğrusuyla yüceltiriz. Gerisi de angaryadır zaten.

 

 

Türk Milletini, hiçbir ideoloji anlayamaz ve anlatamaz ve dahi ideolojilerin dar çerçevelerine sığacak kadar küçük bir millette değildir Türk Milleti. Hatta şöyle bir iddia da bile bulunmak kabildir; ideolojiler Türk Milletin i tarihten silmek adına uydurulmuş zehirli oklardır. Kabul etseniz de, etmeseniz de Türk Milleti İslamiyet’le imtizaç etmiş, adeta etle tırnak olmuş, ruhla beden gibi tek vücut olmuş bir millettir. Türk Milletini ancak İslamiyet’i anlayabilirseniz anlarsınız. Türk Milleti elbette günahsız, hatasız, kusursuz değildir. Tarihinde doğrular olduğu kadar yanlışlar da vardır. Yanlışlardan ders çıkarıp tekrar etmeyeceksiniz, doğruları da çağa uyarlayarak alacaksınız. Mütemadiyen yanlışlarını görmek, düşünmek ve dile getirmek bize zerre bir şey kazandırmaz, bilakis çok şey kaybettirir. Unutmayalım ki, milletlerde insanlardan müteşekkil bir bütündür. Öyleyse insanın tabiatı bellidir ve günaha meyyaldir. Öyleyse Türk Milletinin de günahı, yanlışı elbette ki olacaktır. Milletlerin yanlışlardan arî olduğunu, işlediği günahlarında sevap hanesine kaydedilmesi iktiza ettiğini söylemiyoruz ki bu alıklıktır ve hakiki faşizm de budur zaten. Buradan da şöyle bir çıkarım da bulunabiliriz; hakiki faşistler Batılılar ve onlara adeta tapınç içinde olan sefil köleleridirler. Çünkü bunlar kendilerini yanlışlardan beri görürler ve herkesin kendilerine benzemelerini isterler. İnsaniyet adına yegâne üstünlük sebebi vardır; o da İslamiyet telakkisine göre takvadır. Yani, Allah’ın emirlerine tabi olmak, yasaklarından imtina etmektir. Kimdir ki, adalet ve ahlak ilkelerine münafi tavırlar ortaya koyuyor, o kimseye asla saygı duyulamaz ve ona üstünlük vehmedilemez. Adaletin ve ahlakın tükendiği yerde, insanlık alçalmıştır, milletler gerilemiştir, devletler bitap düşmüştür. İnsanlık ailesinin yegâne Önderi (sav); kâinatın tüm zerresiyle adalet üzerinde varolduğunu buyururlar. Ahlak kanunları nasıl adalet ilkelerinin temelini teşkil ediyorsa, adalet umdeleri de her şeyin temelini teşkil eder. Filhakika, böyle olunca, ahlak ama Allah ahlakı varoluşun temeli oluyor. İnsanlık önderlerinin hepsinin ahlakları da Allah Ahlakı idi. Ne ideoloji ahlakı idi, ne şeyh ahlakı idi, ne parti ahlakı idi, ne cemaat ahlakı idi, ne lider ahlakı idi. Türk Milleti aynı zamanda töre sahibi bir millettir ama töresi, İslamiyet’le zıtlık teşkil etmez. Töre, Türk Milleti için, düzenin idamesini temin eden bir adalet, hukuk, ahlak sistemi olarak telakki edilmiştir. Töre elbette sertti ama insaniyete mugayir değildi. Töreyi ihlal eden şahıs şayet hükümdarsa da mutlaka tecziye edilirdi. İnsanları yalanla aldatmak yasaktı. Aman dileyene kılıç çekilmezdi. Töre insanları birbirine eklemleyen bir bağdı adeta. Bu yüzden de maziden atiye aktarılmış ve asla insanlara ağır gelmemişti. Çünkü töre, kültürün ana unsurlarındandı. Kültür, bir milletin yaşam biçiminin kavramsal ifadesidir.  Töre; birliktir, dirliktir, düzendir. Elbette bir din değildir töre. Ama asırlık bir varoluşun öğrettiği, kazandırdığı engin tecrübenin tümüydü. Ne zaman ki töre ihlal edilmiştir, çiğnenmiştir; kültür yozlaşmıştır, yurt işgale uğramıştır, devlet çöküşe geçmiştir. Töresine ihanet eden; kimliğine, devletine, kültürüne, vatanına da ihanet etmiştir. Bilge Kağan da hitabesine buna şiddetle vurgu yapmıştır. Türk’ün töresinde, at, avrat, silahta ayrı bir öneme sahiptir. Teşkilatçıdır, Türk Milleti. Devletsizlik diye bir şey yoktur hayatında, tarihinde. Türk Devleti bulunmayan bir evresi yoktur tarihin. Bir devlet türap olmuşsa, türap olan devletin küllerinden yeni bir devlet mutlaka doğmuştur, doğan her devlette çağına mührünü basmıştır. Türk Milletini yıkmak için dışarıdan ne kadar teyakkuz varsa, aynı teyakkuz içeriden de vardır.  Ama içeridekiler, dışarıdakilerin maşalığını yapmışlardır. Türk Milletinin yöneticileri olan hanlar, hakanlar, sultanlar, kağanlar, padişahlar; yurtları, devletleri, milletleri, töreleri, dinleri için ellerinden ne geliyorsa en üst düzeyde yapmaktan asla çekinmemişler, sorumluluklarını ihmal etmemişlerdir. Tebaalarına kesinlikle hor bakmamışlar, ihanet etmemişler, hayatlarını onlara adamışlardır. Vatan toprağına kesinlikle ayrı bir önem vermişlerdir. Büyük hakanımız, padişahımız, Sultan Abdülhamit Hanımızı hatırlayınız lütfen; vatanın kıymetini bilmeyen, bilenlere düşman olan alçak siyoniste nasıl da cevap vermişti. Milletleri üzerinde hâkimiyet kurmamışlar, kendi çıkarlarını düşünmemişler, bilakis milletlerini arkalarına alarak, zalimlere kan kusturmuşlar, insanlığa yol ve yön göstermişler, böylece de insanlık tarihini yapmışlardır. Destanlaşmış, destanlar yapmış bir millettir Türk Milleti. Yıkıldı diye sevinirken düşman, o anda ayağa kalkmıştır. Oyuncu olmamış, kendi oyununun kurucusu olmuş ve kuralları kendisi tayin etmiştir. Kürşad’ın kırk çerisiyle Kızıl Çinin sarayını basması asırlarca nesillerden nesillere aktarılmış bir kahramanlık numunesidir ve badema da unutulmayacaktır. Tabi lafla peynir gemisi yürümüyor, bu iş bilinçle, iradeyle başarılabilecek bir şeydir. Görevimizi namusluca yapmak, mefahirimize sahip çıkmaktır bu başarının başı. Bilakis, güneşin batması ve muma dönüşmesi mukadderdir, mum olmak ise erimektir. Kürşad’ın kahramanlığı bir diriliş ve direniş abidesidir. Hürriyete meftunluğun keskin hüccetidir. Tıpkı zulme başkaldırının, direnişin öncüsü oluşun, tarifsiz iradenin ve derin bilincin müşahhaslaşmış ifadesi olan Hz. Hüseyin’in kutlu isyanını andırmaktadır kısmen de olsa, ama elbette ki tam anlamıyla öyle olamaz. Ki tıpatıp benzetmek ahlaki de adil de olmaz zira. İkisinde de; zalime ve zulme direniş vardır, azınlığın çoğunluğa meydan okuması vardır, sonlarında şahadet vardır. İkisi de olanca görkemleriyle birer anıt gibi yükselmektedir ufkumuzda, taptaze durmaktadır hafızamızda. Alınacak ciddi dersler ihtiva etmektedirler. Hz. Hüseyinimiz ve Kürşadımız olmadan olmaz. Elbette ikisini bir tutmuyoruz, Hz. Hüseyin’le Kürşad’ı kıyaslayacak ve bir arada tutacak kadar haysiyetsiz değiliz ama ikisini de sevmek herhalde insaniyete ve İslamiyet’e mugayir olmasa gerek. Sanki birisi Ruh boyutumuzu, diğeri Beden boyutumuzu temsil etmektedir tabir caizse. Genç dimağlarımız bu bilinçle kendilerini yetiştirmelidirler. Tarihlerine sadakatli, saygılı, bağlı olmalıdırlar. Hem dini hem de milli tarihlerine. Ki aslında böyle bir ayrım yapmakta uygun olmasa gerektir. Çünkü milli olan İslami’dir, İslami olan millidir. Biz putçu değiliz ve örneklerimizi de putlaştıracak kadar alık değiliz. Örnek alacaklarımızı da biliriz. Ahmakça kıyaslara da yeltenmeyiz. Hz. Hüseyin bizim gözbebeğimizdir, canımızdır, cananımızdır, her şeyimizdir, çünkü Önderimizin (sav) aziz torunlardırlar Kendileri. Hatta ve hatta Kendilerinin Türk Milletine dua ettiğine dair bir söylenti bile mevcuttur. Tabi hakikati Allah bilir. Bu arada Kürşad’ı da severiz, sayarız ve bunu yapmak günah değildir. Bizi asla dünümüz de gerçekleşen olaylar, tarihi yapan ecdadımız kurtarmayacaktır. İstikbal adına bugün yapacaklarımız kurtaracaktır. Akletmek şifadır.

 

Türk Milleti İslam’la şereflenmiş, İslam ise Türk Milletinin İslam olmasıyla kuvvetlenmiştir. Türk Milleti kesinlikle İslam’ın keskin ve aman vermeyen bir kılıcı olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu inkârı imkânsız bir tarihi hakikattir. İslam, Türk Milletinin vicdanını, ahlakını, adalet duygusunu pekiştirmiştir. Atalarımızdan Mete’nin, Türk’ün düşmanlarına boyun eğdirdiği, Atilla’nın ise tarihte ilk defa bir papaya diz çöktürdüğü tarihin hakikatlerindendir. Tarih, bilmediğimiz nice hakikatlerle doludur kimbilir. Ah keşke tarihimizin tüm gizli sırları, hazinleri, kendi dünyamızın dâhilinde olsaydı da ortaya çıkarmak kolay ve mümkün olsaydı. Bugün Türk Milletine derin kin içinde olan ve İslam’ı tahrif ve tahrip organizasyonlarına destek olan Vatikan’ın kinin arka planında Atilla’nın bir papaya diz çöktürmesi olayı vardır emin olunuz. Bir Türk hakanının önünde diz çökmeyi kendi tarihinde bir kara leke olarak görmektedir kimbilir. Binaenaleyh, Türk Milletini manevi yönden çökertmek istemektedir.  Boynu bükülmeyen, bileklerine zincir vurulamayan, ruhi kuvveti zaafa uğratılamayan bir milletin tam anlamıyla sindirilmesidir mesele.  Cenk meydanlarına yenilemeyen, masalarda baş eğdirilemeyen bir milletin evcilleştirilerek uysal koyun gibi güdülmesini gerçekleştirmektir.  Fakat İstiklal Şairi Mehmet Akif’in de söylediği gibi boynu çekilmeye gelmez bu milletin. Bu millete zincir vurmak, bu milleti evcilleştirmek hiçbir düşmanın haddi değildir ve vurulan zincirler, bukağılar İslam ruhuyla kuvvetlenmiş bedenlerde paramparça edilir. Hürriyete tutkuyla bağlı olan bu milletin boynu tasmayı reddeder ve böyle bir şeye yeltenmenin bedeli çok ağırdır, böyle bir namussuzluğa yeltenen de bedelini çok ağır ödemiştir. Türk Milletinin tarihi destanlar tarihidir; Oğuz Kaan Destanı vs. Belki hayalidir bu destanlar ama yine de hakikat olma ihtimali muhteşem bir gurur kaynağıdır. Zira en küçük hüccetlerinin bile bulunabilmesi düşüncesiyle gerçekliklerinin olması kuvvetle muhtemeldir. Gerçekliklerinin asla olmama ihtimali olsaydı, yazılı belgeleri de olmazdı. Oğuz Kaan Destanıyla ilgili yazılı belge mevcuttur malum. Sözlü ya da yazılı belgelerin hiçbirisi dünkü belgelerde değildir. Çağlardan çağlara aktarılarak gelen ve ilânihaye de aktarılacak olan belgelerdir. Yani, dünkü mesele olsaydı, kasıtlı bir üretimden söz edebilirdik ama değil.  Çağlar geçmiş, zaman gelip çatmış ve Türk Milleti peyderpey yüce İslam Dinine iltihak etmeye yönelmiş. Türk Milletinin İslamiyet’e toplu şekilde iltihakından söz edilir, böyle bir şey kesinlikle gerçek değildir. Topyekûn iltihaklardan önce iltihakların gerçekleştiği hakikattir. İslam’a iltihakında ise, İslam’a benzeşen yaşantısının katkısı inkâr edilemez. Bu yaşam belki İslam değildi ama İslam’a benziyordu. İslam’ın şiddetle reddettiği ve çok ağır yaptırımlar uyguladığı ahlaksızlıklar Türk Milleti indinde de ağır suç addediliyordu. Yalan, eşcinsellik, namusa tecavüz vs. Düşmandan nefret edilse, savaş meydanlarında affedilmese bile esir olduğu zaman asla adil davranmaktan geri durulmazdı.  Meşhur hükümdarlarımızdan Alpaslan’ın Bizans Hükümdarı Romen Diyojen’e gösterdiği tutum hepimizin malumudur. Düşman bildiği bir milletin hükümdarınca layığı ile ağırlanan, iltifat gören bir hükümdar kendi ülkesinde katledilmiştir, çok ilginç. Ayrıca, İslam aileye çok değer vermektedir, Türk Milleti içinde aile çok önemli bir değerdir. Hakeza gaza mevzuda İslam’da ki cihad ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Hatta bu gaza mevzu İslam’a iltihakta sonsuz öneme sahiptir. İslam Dini, Türk Milletini bir arada tutan muhteşem bir manevi kuvvet kaynağıdır. Ve Türk Milletinin kimliğini koruma konusunda sonsuz ve mutlak olarak etkilidir. İslam’dan çıkan hiçbir Türk boyu, Türk olarak kalmayı başaramamıştır. İslam’a iltihak eden Türk Milleti ise hem İslam’la yücelmiş, yükselmiş, şereflenmiş hem de kimliklerini koruyabilmişlerdir. Yurt konusunda ki tavizsin tutumları da, İslam ile bağlantılıdır. Çünkü Allah, yurtları işgal edilen Müslümanlara Allah yolunda cihat etmeyi emretmiştir. Yurt konusunda sonsuz duyarlı ve kesinlikle tavizsizdir Türk Milleti. Yurt toprakları asla hükümdarın mülkü değildir, tüm milletin ortak mülküdür ve hükümdar düzeyinde ki bakışta bu şekilde olmuştur. Belki bazı anlaşmaların doğası icabı tavizler olmuş olabilir ama asla toprak konusunda taviz mevzubahis değildir. Mete’nin ve Sultan Abdülhamit Han’ın davranışlarını buna misal olarak verebiliriz. Türk Milleti aynı zamanda cennet ve cehenneme de inanıyordu ve İslam ile de benzeşen bir inanıştı bu.

 

Türk Milleti, İslamiyet’le yücelmiş, yükselmiş, medeniyetler inşa etmiş, insanlık ailesi nezdinde itibar görmüştür. Ne zaman İslamiyet’e ihanet sayılacak bir yaşam tarzı benimsemiş işte o zaman gerilemiş, karanlığa gömülmüş, kuvveti çekilmiş ve düşmanlara esir olmuştur. Zaten bu sebebe binaen en azılı kâfirler; Türklerin elinden Kur’an’ı almadıkça onları asla zayıf düşüremeyiz ve onlara hükmedemeyiz demişlerdir ya. Batıcı zihniyetin milletimiz üzerinde egemen olmaya başlamasıyla İslamiyet’e ihanette tebeyyün etmeye başlamıştır. Ülkemiz, milletimiz ve devletimiz Batılıların içimize soktukları Batıcı zihniyet tarafından ele geçirilmiştir. Esirlik iki türlüdür; manevi ve maddi esirlik. Maddi esirlik, bizatihi kuşatılmışlıktır. Manevi esirlik ise, içeriden kuşatılmışlıktır ve en tehlikeli esirlik budur. Zira maddi kuşatılmışlığı yarabilirisiniz ama manevi kuşatılmışlığı yarmak sonsuz zordur. Sultan Abdülhamit Han’dan sonra manevi yönden kuşatılmıştır Türk Milleti ve içeriden çökertilmeye başlamıştır. Batıcı zihniyet İslamiyet’i gericilik olarak lanse etmiş ve ruhumuzu tahrip etmiştir. Ruh tahrip olduğu zaman bedenin ayakta kalması imkânsızdır ve ruhun çöküşüyle bedende çökmüştür. Ayrıca İslamiyet perdesi ardında hareket eden bazıları da Türk Milletini manevi yönden bilinçli ya da bilinçsiz olarak zayıflatmıştır. Türk Milleti, İslamiyet’te adeta kendini bulmuştur. Bu yüzden İslam’ı dava edinmiş, sürekli gaza yolunda at koşturmuş, kılıç çekmiştir. Hatta öyle zamanlar olmuştur ki, putperestliğe ve nasraniyete iltihak etmeye yönelen boylarına karşı da mücadeleden imtina etmemiştir. Tarih sürecinde dillere destan bir şanın ve şöhretin sahibi olmuştur bu millet. Gaza meydanlarında hakanların, padişahların gösterdikleri yiğitlikler anında tüm evrende yayılıyordu. Düşman korkuyor, dost umutlanıyordu. Türk Milletinin İslamiyet’e iltihakından çok korkuyordu düşmanlar ve bunu engellemeye çalışıyorlardı. Çünkü İslam olursa, karşısında durabilecek hiçbir kuvvet yoktu. Yüce Önderimize (sav) ithafen dillendirilen ama söylentiden öte geçmeyen yalan yüklü sözlerin aksine Yüce Önderimizin (sav), Kaşgarlı Mahmut’tan nakledilen ifadelerle şöyle söyledikleri ifade edilmektedir; ‘’Kavimler içinde Türk olarak anılan bir kavim vardır, bu kavmin dilini öğreniniz. Bu kavim uzun süre yeryüzünde egemen olacaktır.’’ Yüce Önderimize (sav) yanlış bir söz atfetmekten Rabbimin affına ve merhametine sığınırım. Zira elimde mutlak netlikte bir hüccet yoktur. Ama tarihe baktığımızda bunun hakikat olduğunu, gerçekleşen bir olay olduğunu müşahede edebiliriz. Çünkü Türk Milleti asırlarca sürecek bir galibiyetin ve hâkimiyetin sahibidirler. Bu süreç içerisinde de daima İslam olarak varolmuşlardır. Araplar içerisinde edebiyatıyla meşhur olan Cahiz şu ifadeleri kullanmaktadır; ‘’Cenk meydanları, Türk kavmine, ilim, deneyim, siyasi tecrübe ve muhtelif yüksek vasıflar kazandırmıştır. Türk kavmi yalan ve hile bilmez, verdiği sözü muhakkak yerine getirir. Türk kavminin yiğit hakanları münhasıran cenk meydanlarında hileye tevessül ettiklerini mahcubiyetle ifade ederler ve mürai tipleri kötü ve güvenilmez kişiler olarak görürler. Arapların ordularını, bu kavimden başka korkutan bir kavim yoktur. Türk kavmi necip ecdatlarıyla, yaptıkları işlerle daima iftihar ederler. Yurtlarına, dillerine ve dinlerine gururla bağlıdırlar. Esirlere iyilikte, izzet-i ikram da kusurda bulunmazlar. Kadirşinastırlar, misafirperverdirler.’’ Evet, bu sözleri söyleyene dikkat ediniz lütfen. Tamamen hakikatleri dile getirmiştir meşhur edebiyatçı. Türkler, İslamiyet sayesinde yok olup gitmekten kurtulmuşlardır. Dünya üzerinde İslam olmayan Türk bulunmaz, İslam’ı ittihaz etmekle kimliğini kaybetmiş Türk’te bulunmaz. Eğer İslam olmayan Türk’ün olduğu söyleniyorsa o kesinlikle Türk olarakta kalamamıştır. Araştırmak zor değildir ama kabullenmek zor gelebilir ulaşılan sonucu. Nice soylar, boylar İslamiyet’ten çıkıpta, başka dinlere iltihak ettiklerinde o dinlerin içinde eriyip gitmişler, köklerinden uzaklaşınca da kimliklerini kaybetmişlerdir. Bulgarları, Macarları düşününüz lütfen. Türk Milleti nasıl İslamiyet’in muhafızı olmuşsa, İslamiyet’te Türk Milletinin kimliğini muhafaza etmiştir. Hiçbir Türk çocuğu bu yüksek hakikati görmemezlikten, duymamazlıktan, bilmemezlikten gelemez asla. İslamiyet, Türk’ün güneşiyse; Türk, o görkemli güneşi tüm dünyada doğuran keskin bir kılıçtır. Türk Milleti, bu güneşle aydınlandı, yükseldi, büyüdü, yüceldi, şereflendi ve ruy-i zemine kazınması imkânsız olan kutsal mührünü bastı. İslam ile Türk; ruhla beden, hayatla ölüm, etle tırnak gibi oldu adeta. Türk Milletinin içinden çıkan haysiyetli âlimler İslam’ın birer Alpereni olmuştur. Bu âlimlerin en meşhurlarından birisi Hoca Ahmet Yesevi’dir. Talebeler yetiştirmiş ve insanlığı irşad etmeleri için ruy-i zeminin en ücra köşelerine göndermiştir. Töre ve din, Türk’ün hayatında yer tutan iki önemli unsur olmuştur. Vahşi, katil, barbar, alçak Batı gibi, insanlık ailesi üzerinde zalimane tahakküm kurmamış, kaynakları yağmalamamış, mabetlere dokunmamış, hazinleri çalmamış, emekleri sömürmemiştir. Daima adil, anlayışlı, müsamahalı olmuştur ve her milleti Türk’ün sınırlarına dokunmamak kaydıyla hür bırakmıştır. Nice milletler, ülkelerinde Haçlı postalı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih etmiştir. Tüm bilim alanlarında icatlara, keşiflere imza atmıştır. Nice bilimin temelini atan Türklerdir. Tarihin altın sayfalarına yer bulan ve bademada bulacak olan bir millettir Türk Milleti. Kim olduğumu bilmek için namuslu gayret içinde olursak ve özümüze dönersek ilânihaye varolmaya devam edeceğiz inşaallah. Konuşmak beyhudedir eylem yoksa sonunda. Oturup kalmak beyhudedir yürümekten sonra değilse.

 

Muhammed İkbal üstadın domuzlar parlamentosu olarak addettiği Avrupa denilen barbarlar dünyası kendi aralarında mutlak olarak bir olmasalar da, Türk Milleti karşısında daima birlik içinde olmuşlardır. Haçlı Ordusu bunun sarih bir hüccetidir. İslamiyet öncesinde de, sonrasında da böyle olmuştur bu. İlânihaye de böyle olacaktır. Türk Milleti üzerinde egemenlik kuramadıkları zaman İslam dünyası üzerine egemenlik kuramayacaklarını biliyorlar çünkü barbarlar dünyası. Türk Milleti, daima İslam Ümmeti için adeta bir koruyucu olmuştur. Binaenaleyh, Türk Milletinin çocuklarına tabir caizse bir nevi uyku haramdır. Zira kahpe düşman daima uyanıktır ve netameli planlar üstündedir. Cesareti, feraseti ile tüm küffarı titreten bu millet bitevi düşman kazanmıştır ama bunu asla umursamamıştır. Bilakis, küffardan korkanın, tarihi yapması ve kadim mührünü ruy-i zemine kazıması kabil olmazdı. Yaşadığımız çağda da çekinilen bir millet olmazdı. Kırk kişi ile küffarın sarayını yerle yeksan etmek kimin tarihinde vardır? Yetmiş kişi ile küfre meydan okumak kimin tarihinde vardır? Elbette şöhretli bir tarih hiçbir millete bir şey kazandırmaz, o millet bir şeyler yapmadıkça. Çünkü bizi tarihte yapılanalar değil, kendi yaptıklarımız kurtaracaktır. Tarihi kahramanlıkları hayal ederek hesapsız hareket etmek alıklıktır ama tarihi kahramanlıklarla, hatıralarla gurur duymak güzelliktir. Hatıraları unutmayalım ama hatıralara takılıp kalmayalım da. Ama o hatıralara bakarak içinde bulunduğumuz durumdan da hicap duyalım. Çünkü o hatıralar haddizatında bizim kim olduğumuzu ve nasıl olmamız icap ettiğini fısıldamaktadır bizlere. Ki hatıra yoksa insan var mıdır ki? İnsan demek biraz da hatıra demektir. Hafızayı hafıza yapan nedir Allah aşkına? Ve hafızası olmayan bir insanı tahayyül etmek kabil midir? Dünsüz bugün, bugünsüz yarın olur mu? Dünü bilmeden bugünü anlamak, bugünü anlamadan yarını tasavvur etmek olur mu? Köksüz insan, tıpkı anası, babası olmayan gibi öksüz ve yetim insandır. Köklerini yitirmiş bir insanın kendisini bulması muhaldir. Köklerimizi bulmak, bilmek ve köklerimize sahip çıkmak kutsal bir görevdir bizler için. Her insanın bir ailesi olduğu gibi her milletin de bir ailesi vardır. Ve bu aile tarih ve kök demektir. Her fert, her millet kendi kökleri, tarihi, ailesi üzerinde yükselir, var olur, hayat bulur, boylanır ve soylanır. Kendi geçmişinden bihaber olanlar kendi geleceklerini inşa edemezler. Tarih bir ışıktır. O ışık yolumuzu aydınlatır, adımımız sağlam atmamızı sağlar, daha ileriyi gösterir, daha kuvvetli hamleler yapmamızı temin eder, oyunumuzu kendimizden emin olarak kurmamızı sağlar. Tarihimizi bilelim ve tarihimizi kullanarak kendisine rant sağlayanlara asla fırsat tanımayalım. Mazisi kirletilmiş bir milletin kendisi de kirlenmekten kurtulamayacaktır. Bu ise affedilmez bir haniliktir. Tıpkı destanlarımızın kirli çıkarlar için kullanılarak kirletilmesi gibi. Tabi bu millete de her zaman her şeyi yediremiyorsunuz, ta ki aziz hatırlarını lekelemek pahasına kullanmaya yeltenseniz bile. Mazisinde hiçbir zaman hiçbir hükümdarının, hakanının ve padişahının ihanetine uğramamış olan Türk Milletinin, yine kendinden olduğu sanılan ve ihanete yeltenen tiplerin tarihi destanları kendilerine maske yapmaları manidardır ve üzerinde düşünülmesi iktiza eder. Burada ki ihanet kendini göstermektedir ama görebilenler için. Sen çık bu millet için çok önemli anlamlar ifade eden bir aziz hatırayı bu milletin kaderini yönlendirmek için kendine maske edin ve bu milleti buradan etkileyerek bu millete egemen olmaya yelten. Tabi yersek ama yenmedi. Filhakika yapılan şey Türk Töresine de mugayirdi ve affedilmesi söz konusu değildi ama maalesef eski demler yok şimdi. Lütfen aklediniz kıymetli dostlarım! Hem Türk’ün aziz hatırasını kullanacaksın ve bu yolla bu millet üzerinde egemen olmaya yelteneceksin hem de ömrünü bu millete vakfetmiş güzel bir insanın ismiyle anılan üniversite de ki mescidi kapatmaya yelteneceksin. Bu nasıl bir paradokstur, bu nasıl bir ihanettir. Bahsettiğimiz kurum Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesidir. Gerçekleri görmeli, kişileri çok iyi tanımalıyız dostlarım. Türk kimliği ardında yapılan ihanetleri görmemezlikten gelemeyiz. İslam maskesi ardında tertip edilen hainane planlara karşı lakayt kalamayız. Hainler niçin, İslam ve Türk olgularıyla karşımıza çıkmaktadırlar? Çünkü bu milleti ancak buralardan kandırabilirler. Yoksa bu milleti uyutmak, avutmak kabil olamaz. Ayrıca bir de şöyle bir ihanet saklıdır burada. Kendi insanımızı, kendi milletimize karşı kinlendirme düşüncesi saklıdır. Hülasa böyle teşebbüslerin en arkasında, en kökünde Türk Milletinin mevcudiyetine ve varolma mücadelesine ağır darbe vardır. Malum oluşumların arkasında asla Türk Milleti de, Türk Milletinin evladı da yoktur. Varolanlar ise kullanıldıklarının farkında olmayan alıklardır. Ki onlarında bu tür ihanet teşebbüslerinde asla etkin bir konumları ve belirleyicilik özellikleri yoktur emin olunuz. İpler çok uzakların elindedir. Gözümüzü dört açmalı, en derini görmeliyiz. Bilakis, kendi kendimizin imhasına vesile olmuş oluruz. Şayet bu milletin evladı isen, tarihini bileceksin evvela. Milletinin saygınlığına gölge düşürmeyeceksin. Kendi menfaatini milletinin menfaatine tercih etmeyeceksin. Yurduna namusluca sahip çıkacaksın. Kişisel çıkarlar ve ucuz hesaplar peşinde koşmayacaksın. Durumdan vazife çıkarıp bu milletin mukadderatını tehlikeye atmayacaksın. Bu milletin istiklaline ve istikbaline darbe indirmeyeceksin. Siyonizme, emperyalizme, kapitalizme, liberalizme, faşizme, komünizme, demokrasizme, anarşizme çalışmayacaksın. Milletinin düşmanları ile teşrik-i mesai yapmayacaksın. Ecdadına küfredecek kadar alçalmayacaksın. Türk Ordusunda görev yapan hiçbir kişinin dininden uzak kalması adına mücadele etmeyeceksin. Değerleri yozlaştırmayacaksın. Milleti için varolanları, kavga verenleri faşist, yobaz olarak tavsif etmeyecek, tavsif edenlerle hareket etmeyeceksin. Milletinin hiçbir evladının canına zarar gelmemesi adına icap ediyorsa canından geçeceksin. Tüm görevlerini bihakkın ifa ettikten sonra eğer vatan tehlikeli sulara doğru yol almış ise ve tam bu anda vazife sana düşmüşse işte tam o anda görevini ikmal etmekten vazgeçmeyeceksin. Mehmetçiğin kuvvetini ancak bu şekilde muhafaza edeceğini fark ve idrak edeceksin. Her an ortaya atılmakla, alıkçı ve akılsızca cerbeze yapmakla Mehmetçiğin kuvvetinin kendini göstereceğini düşünmeyeceksin. Çünkü böyle yapmak hakikatte Mehmetçiğe düşmanlık etmektir, farkında olmasan da. Ki böyle bir hareket yeltenmek insanları kızdırır ve ordusundan uzaklaştırır. Düşmanda bunu arzular zaten. Eğer bir devletin ve milletin müstesna kurumunu yanlış tanıtmak gibi kirli niyetiniz varsa, o kurumun bitevi milletin karşısında millete karşı durmasını ve her şeye müdahil olmasını sağlayınız, o zaman o kurumların itibarını ve ağırlığını yerle bir edersiniz.  Düşmanlar ve maşaları ülkemizde daima bu tezgâhı işletmişlerdir. Velâkin, taşın yerinde ağır ve anlamlı olduğu da aşikârdır. Şayet taşı yerinden kaldırdınız mı, artık o taşın sonunu bilemezsiniz. Eğer taş yerinden kalkmalıysa da kalkması iktiza ettiği için kalkmalıdır. Mütemadiyen kımıldayan taşın hükmü de, ağırlığı da, anlamı da kaybolur, hiçbir kimse onu önemsemez. Ne kuvvetinin ne de sözünün hikmeti, hükmü olur. Yerinde duranın ve kalkması gerektiği için kalkanın ardında millette yer alır. Ayrıca, bir milleti temsil eden değerleri, sembolleri, o milletti hakikaten temsil edenler kullandığı zaman bir anlamı olur. Aksine, zerre miskal kıymeti kalmaz. Münhasıran zarar verilir ve öyle de olmaktadır. Böyle bir icrada da kasıt aranır, zira katı olduğu da aşikârdır. Keza, Türk Milletinin din, devlet, vatan, millet aşığı olan çocuklarına da faşist, yobaz ve gerici diyenlerle yatıp, kalkanların Türk Milletine ait sembolleri ve değerleri kullanması riyakârlıktır ve sadece zarar vermek içindir. Bunu muhakkak bilmek iktiza eder, hainleri tanımak ve onlarla aynı safta olmamak için.

 

Ne acıdır ki, Türk Milleti, daima kendinden bildiği zümrelerden sonsuz darbeler yemiş ve sürekli tökezletilmiştir. Bir türlü ileriye gidememiştir bu yüzden. En basitinden bir başörtüsü yasağı bile bu millete nice değerli yıllarını kaybettirmiştir. Tıpkı Ali Şeriati üstadın Ne Yapmalı isimli aliyyülâlâ eserinde bahsettiği gibi; diyor ki, İslam ülkelerinde ki başörtüsü yasağı yüzünden İslam Ümmeti asla asıl sorunlarıyla ilgilenememiş hep suni gündemlerle oyalanmış durmuştur. Bu da ümmetin içinde ki, ümmetin kendindenmiş gibi görünen ama özünde yabancı olan unsurların ürünüdür. Biz kısır kavgalarla, suni gündemlerle, terörle nice değerli zamanlarımızı heba ettik maalesef ve bir türlü ilerleme kaydedemedik. Oysa başörtüsü denilen olgu bu milletin öz değerlerinden biriydi ama hazmedemeyenler vardı. Hep tahkir ve tezyif edilen bir değer oldu. Şimdi serbest oldu, peki ülke mi yıkıldı, millet mi esir oldu, devlet mi çöktü, ne oldu? Ama bunu idrak edecek kafalardan yoksunduk. Bu milletin değerlerine düşman olanların ne kendileri varolabildi ne de bu milletin varolmasını sağladılar. Yazıklar olsun demekten başka çare yok maalesef. Bu millete vurulan her darbe, terakkimizi akamete uğratmıştır maalesef. Rüyalarımız seraba döndürülmüş, hamlelerimiz tarihe gömdürülmüş, ruh ateşimiz söndürülmüş ve nihayet milletimiz öldürülmüştür. Artık yeni darbe tahayyülleri bile bu millete ihanettir ve bu ihanete yeltenenler kesinlikle affedilmemelidirler. Bu milletin necip çocukları da artık uyanmalıdırlar, hakikatleri görmelidirler, kökleri üzerinden yeniden dirilişi temin etmelidirler ve yeni bir medeniyet hamlesine yönelmelidirler. Dinlerine ve törelerine sadık olmalıdırlar. Milletinin emeği ile alınan silahı, milletine doğrultanlara asla müsamaha gösterilmemelidir. Ama o silahı tutanların itibarları da yerle bir edilmemelidir. Onların düşmana korku salan kudretleri yok edilmemelidir. Türk milleti, dilini, dinini, değerlerini muhafaza etmelidir, çünkü bu değerler varoluş kodlarıdırlar. Türk Milleti, teşkilata meftun bir millettir. Bu yüzden, Türk çocukları, teşkilatlarına, kendi içinden sadır olan teşekküllerine ve bünyelerine sızan kişileri çok iyi tanımalıdırlar. Muhakkak olarak bilmek iktiza eder ki, İslamiyet’e düşman olan hiçbir zümre, yapı, şahıs asla Türk Milletini sevmez, sevemez, sevmeyecektir de. Türk Milletinin iyiliğine olacak bir iş yapmaz, yapamaz, yapmayacaktır da. Dünya tarihi de, kendi tarihimiz de bunun örnekleriyle doludur. Bu hakikati hafızalarımıza kesin olarak kazımamız icap eder. Bizim de, varoluş kodlarımıza nasıl sahip çıkmamız iktiza ettiğini bilmemiz, öğrenmemiz icap eder. Kati surette bilinmelidir ki, Türk Milleti, Allah’tan uzak olanlara uzak, Allah’a yakın olanlara ise yakındır. Aynı milliyette olduğu gibi, İslamiyet tarafından yaklaşanlara da dikkat etmek iktiza eder. Çünkü bu defa da, İslam tarafından girip, milliyetine muhalif olanların, milliyetini unutturmaya gayret edenlerin ya da dini tahrif ve tahrip etmeye çalışanların tezgâhlarına yakalanmak vardır. Türk Milletinin necip evlatlarının, kendilerine din tarafından yaklaşanlara karşı da, milliyet tarafından yaklaşanlara karşı da müteyakkız olmaları iktiza ediyor. Çünkü ne kimliksiz olur, ne de dinsiz yaşanır. Türk Milleti, kimliğiyle bilinir ama yaşantısında esas olan dinidir. Türk Milletinin yüce kanatlarıdırlar ikisi de. Biriyle tanınır, diğeriyle nasıllığı malum olur. Türk Milleti Allah nizamının yani İlay-ı Kelimetullah’ın davacısıdır. Ruy-i zeminde adaleti ikame etmektir yegâne görevi. Yüce Allah, insanlık önderleri olan peygamberleri mutlak ve kesin hüccetlerle gönderdiğini söylüyor, çünkü insanlar arasında adil bir düzen ikame edilmesini istiyor ve o önderlerle beraber kitabı ve ölçüyü de gönderdiğini buyuruyor. Lütfen Hadid Suresi 25. Ayete bakınız. Türk Milleti tarih boyunca hayatında İslam’ı kıstas olarak almıştır. İslam, varoluş sebebi olmuştur. Türk Milletinin, ruy-i zeminde İslam’ın hâkim olmasından başka derdi de, davası da, meselesi de yoktur ve olamaz. İslam bir yerde kılıç dinidir. İslam’ın tek ruhbanlığı vardır; o da cihaddır. Türk, kılıçtır. İslam şereftir. İslam ahlak ve adaleti yeryüzünde hâkim olmadıkça bu kılıç kınına girmeyecektir. Türk’e yatmak, uyumak, sessiz kalmak haramdır. Türk kılıcı, İslam namına küffarın tepesine indikçe, şereflenecek, onurlanacak, yücelecek ve yükselecektir. Türk, dostlarını da, kardeşlerini de asla satmaz ve satmayacaktır. Ta ki kardeşleri yaramazlık yapsalarda. Soy ve din kardeşleriyle yekpare bir bütün olmak, kâfir karşısında muazzam bir kuvvet demektir ve asla eğilmemektir. Kardeşe ve dosta şefkatli, küffara karşı ise şiddetli olmaktır Türkü’n kanunu. Tefrikaya düşmek, Türk için kahredici bir ölümü getirecektir. Oysa düşmanın önünde kaya gibi durur tefrikasız bir millet. Tefrikaya düşen bir millet olur bir illet ve kaderi olur o milletin, zillet.

 

İnkârı imkânsız bir hakikattir ki; Türk Milleti tarih boyunca İslam Ümmetine adeta ağabeylik yapmıştır, Ümmetin çocuklarının koruyucusu olmuştur. Binaenaleyh, bu milletin evlatları, hiçbir zaman hiçbir İslam Milletine yani diğer kardeşlerine önyargılı tavır takınamaz, düşmanla aynı pencereden bakamaz onlara. Kardeşlerine, küfür ehlinin bakış açısıyla bakan her kişi, Allah’a, Öndere, Kitaba, ecdadına ve kardeşlerine ihanet etmiş olurlar. Zira yeryüzünde ki tüm Müslümanlar kardeştirler, tek millettirler. Tıpkı küfür ehli olan tüm milletlerin tek millet oldukları gibi. Aklet ve müteyakkız ol ey eh-li iman, ehl-i vatan. Kardeşinin hatası varsa, onu uyarabilirsin, ondan uzaklaşabilirsin bir müddet, ona kırılabilirsin ama ona asla küfür ehlinin yaptığı gibi düşmanlık yapamazsın. Şiddetle uyarırsın ama asla vurmazsın. Çünkü vurmak demek birliği bozmak demektir. Birlik bozulduğu zaman ise şeytan devreye girer. Şeytan varolduğu müddetçe, Hakk’ın, Halk’ın, Hakikatin saflarını terk etmek insanlığa ve İslamlığa ihanettir. Ümmeti Muhammedi, şeytaniyet karşısında zayıf düşüren, mezellete ve meskenete mahkûm kılan şey; tefrika mikrobudur. Bu mikrop, İslamiyet’ten sapma ve kopma sadır olduğu zaman anında ortaya çıkar. Türk Milletinin çocukları kesin olarak bilmedirler ki, çağlar boyunca mücahitliğini ve muhafızlığını yaptığı bir dine düşmanlık etmez, edemez. Böyle bir şeye yeltendiği takdirde insanlık ve tarih önünde hain olarak yargılanmaktan ve yapayalnız kalmaktan kurtulamaz. Çünkü eğer bugünkü anlaşıldığı şekliyle Türk diye bir şey varsa, bu İslam sayesinde olan bir şeydir. Türk Milleti, İslamiyet’e ihanet edecek kadar pespaye, müptezel, sefil olamaz. Amma hiçbir kimse de aynı şekilde Türk’ün varlığını, yaptıklarını ve kutsal vazifesini inkâr edecek kadar müptezel, pespaye ve sefil olamaz. Türk’ün İslamsız, İslam’ın ise Türksüz olmayacağı aşikârdır ve tarih buna şahittir. Bu gerçeği inkâra yeltenenler asla bu milletin evlatları değildirler. Bu milletin evlatları dinlerinden koparılmaya çalışılmaktadırlar. Bilinmektedir ki, bu millet dinden kopmadıkça, üzerinde egemen olunması muhaldir. Neslimize dört taraftan kuşatma ve saldırı altındadır. Neslimiz ruh cephesinden kesif bir saldırı altındadır. Ruhunu işgal edemediğiniz bir nesli bedenen esir alamazsınız. Ruhunu esir aldığınız bir nesli istediğiniz gibi yönlendirebilir, dilediğiniz gibi kullanabilir ve sömürebilirsiniz. Ruh çürümeden, beden yıkılamaz. Yıkılan bireyler de, milletler de ilk evvelde ruh cephesinden yıkılmışlardır. Zevahir de Müslüman, Türk görünen ama bitevi bu millete ruh cephesinden saldıran işbirlikçileri, hainleri iyi tanımak iktiza eder, bilakis tarihi hatamızı ama son hatamızı yapmış oluruz. İçeriden yıkılmayan bir milleti dışarıdan hiçbir kimse yıkamaz. Ruhu dipdiri olan bir bireyin, milletin, gövdesini yıkabilecek hiçbir kuvvet yoktur.  Ruhu kirletilen, çürütülen ve işgal edilen bir nesil, tarihine de, ecdadına da, dinine de, kimliğine de, kültürüne de, değerlerine de, töresine de düşmana olacaktır. Bizim ülkemizde yayın yapan ama bize ait olmayan sözlü medyada ki yayınlar neslimizi ruh cephesinden yıkmak için gayret içerisindedirler. Eğlenceler, şovlar, diziler adeta pislik akıtmaktadırlar toplum tarlasına. Aynı şekilde, yerli olduğu sanılan ama ruhen yabancı olan işbirlikçiler de, bu aziz milletin hazinlerini, yer altı ve yer üstü kaynaklarını dış kapitalistlere ve içeri de ki uşaklarına peşkeş çekmektedirler. Oysa Türk milleti adaletten sapmaz ve yüksek ahlakla yetişmiştir. Bu yüzden daima İslam ahlak ve adaletini ikame etmek için mücadele vermiştir. Türk Yurdunda ahlaksızlığa ve adaletsizliğe müsamaha gösterilemez. Tıpkı Türk Yurdunun ezansız ve bayraksız olamayacağı gibi. Bu milletin öz malı olan kaynakları, asla bu milletin ruhuna ve bedenine düşman olan unsurlara peşkeş çekilemez, bu ihanet olur.  Buna müsaade edilemez, edilmemelidir. Bir milletin, kendi yurdunda, egemenliğini düşmanlarla paylaşması diye bir şey söz konusu bile olamaz. Fakat ne hazindir ki, kendi yurdumuzda hâkimiyetimiz sorunludur.  Eğer kendi ülkemizde egemen olsaydık AYASOFYA mutlaka cami olarak açılmış olurdu. AYASOFYA esirdir ve o mukaddes mekân esir oldukça Türk Milletinin hür olması diye bir şey kesinlikle söz konusu bile olamaz. Bu yüzden AYASOFYA bir an önce hürriyetine kavuşturulmalıdır, ki Türk Devleti de, Milleti de, Vatanı da hürriyetine kavuşmuş olsun. AYASOFYA bağımsızlık iddiamızı da, özgürlük hayallerimizi de suya düşürmektedir. Türk ve İslam kimlikleriyle ortaya atılan, küresel baronların derin kulakları, Türk Milletinin kendi yurdunda hâkim olduğunu söyleyerek, Türk Milletine hâkim olmayı başarmışlardır. Kimliklerimizi kullanarak ve kendilerine maske yaparak ortaya çıkan ve bizleri yönlendirmeye yeltenen kişilikleri çok iyi tanımalıyız ve tespit ettiğimiz an saf dışı bırakmalıyız. Tabi bizlerde kimliklerimizi en ideal düzeyde taşıyabilmeli, savunabilmeli ve temsil edebilmeliyiz. Sen taşıyamazsan başkası taşır ama seni sen yönetemezsin o zaman. Özüne uygun yaşamayanın sözünün hükmü olmaz, sözün hükmü yitince de egemenlik hayal olur. Akıl, alıklık yapmak için verilmemiştir. Akıl, onu en ideal şekilde kullanmak için verilmiştir.

Tarih: 06.12.2014 Okunma: 628

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?