SÖYLENENLER VE GERÇEKLER...

Özgür DENİZ - 22.03.2014

SÖYLENEN: Hiçbir zaman iki ceketim olmadı.

GERÇEK: Ama muhtelif ceketlerle arzı endam eylendi hep. Peki, bu nasıl bir davranış şeklidir Allah aşkına? Göz göre göre insanları aldatmak değil midir bu? Ya da bu nedir anlatsın biri bana. Hakikaten bir izaha muhtacım. Gerçekten muhtacım. İzah edilsin ki öğreneyim ve yanlışsam özür dileyeyim.

 

SÖYLENEN: Tek bir odam var, kirasını da kendim öderim.

GERÇEK: Ama hep muhtelif odalarda görüntüler verildi ve adeta devasa bir sarayda yaşanıyor. Bu yapının her şeyinden sorumlu olan bir insan, nasıl olur da gözlerin içine baka baka bu şekilde konuşabilir? Her şeyi sahipleneceksin, tüm müntesiplerin adına konuşacaksın, rafineriler devredeceksin, ananaslar, tespihler ve saatler hediye edeceksin ama hiçbir şeyin sahibi değilim diyeceksin ve biz de yiyecez öyle mi? Bizleri bu kadar alık mı görüyorsunuz?

 

SÖYLENEN: Hiçbir partiye destekte olmadım, köstekte.

GERÇEK: SP: Beceremediniz artık bırakın. AKP: Bunlarla tek eğri düzeltilemez. MHP: Kasetlerle yok edilmek istendi. CHP: Baykal tek bir kasetle yok edildi. Şimdi de açıktan CHP destekleniyor, AKP ise adeta yok sayılıyor. Peki, şimdi bu katı ve sert gerçekler güneş gibi ortadayken, apaçıkken nasıl olurda bu şekilde konuşulabilir vallahi hayret ediyorum. Yani söylenen belli, gerçek belli. Ne bileyim nasıl bir izah getirilebilir buna?

 

SÖYLENEN: Arkadaşlarıma yolsuzluğu görmeyin diye nasıl derim? Bunun hesabını ahirette nasıl veririm?

GERÇEK: Ahireti düşünen kim? Öyle olsaydı Önderin olimpiyata gelmesinin, gökten indirilip kamyonete bindirilmesinin, tivit atın demesinin, Cebrail parti kursa desteklemem demenin, sınavlarda yapılanların, hâkim ve avukat satın almaların hesabı nasıl verilecek düşünülürdü. Yani şuna bakar mısınız dostlar, hem ahreti düşüneceksin hem de alenen mutlak ters olan hareketler yapacaksın. Hadi biz yapsak neyse de!

 

SÖYLENEN: Yaşadıklarımız askeri darbelerden on kat daha fazla.

GERÇEK: Çünkü askeri darbelerden hep beslendiniz. Hiçbir zarar görmediniz. Millet ağladı, siz güldünüz. Sizler her devrin güleni oldunuz beyim. Zira darbelerin devrinde hep güç kesbettiniz. Bu söz hangi ruh haliyle söylenmektedir hakikaten merak ediyorum. Böyle bir durum olsa bir defa durduğun yerde duramaz sürekli kaçakları oynardın beyim. Kolundan tutarlar zorla getirirlerdi. Açık tek bir dershanen olmazdı, okulların yok edilirdi, toplanan kayıtsız paraların hesabı acımasızca sorulurdu. Peki, bu nasıl on kat zulümdür?

 

SÖYLENEN: Tesettür füruattır.

GERÇEK: Ref-i tesettür, fıtrata münafidir diyor Said Nursi. Hani Said Nursi’nin izinden gidiyordun. Büyüyesiye kadardı değil mi? Güçlenip, dallanıp budaklanasıya kadardı bu söylemler değil mi? Şimdi ihtiyaç kalmadı zira Said Nursi’ye.

 

SÖYLENEN: Dün neredeysek, bugün de oradayız.

GERÇEK: Evet doğru, hep yerinizde saydınız. Geçmişte de burada değildiniz, bugünde burada değilsiniz. Dün, bugün ayrımı yapmıyorum, hiçbir zaman buraların yanında yer almadınız. Çünkü burası güçlü değildi. Siz ise güce âşıktınız. Bu yüzden de hep gücün, güçlünün yanında yer aldınız. Müslümanlar ise tüm dünya da hep güçsüzdüler! Ve güçsüzlerin çocuklarına ağlanmazdı. Güçsüzler otoriteye başkaldıramazlardı. Güçsüzlerin yanında yer alarak dünyada palazlanmak kolay değildi. Güçsüzlerin yanında yer alarak kendi devletini ele geçirme teşebbüsünde bulunmak cesaret isterdi.

 

SÖYLENEN: Otoriteden izin almadan uluslar arası iş yapılamaz.

GERÇEK: Gerçek otorite Allah’tır ve Allah mazlumlara yardımı emreder, zalimlere karşı. Zira zalime yardım, mazluma zulümdür. Zulme rıza zulümdür. Pek, din ve iman nerede kaldı? Hani ince ruhluluk? Hani Kur’an ahlakı? Hani hizmet ya da hizmet ama kime?

 

SÖYLENEN: Oraya yapılacak bir AVM bir damla kan eder miydi? Bir can eder miydi?

GERÇEK: Gerçeğin AVM olmadığını dünya âlem biliyorken bunu hangi vicdanla söyleyebiliyorsunuz? Kimse alık değil beyim. Ki bu sözlerin zımnen tahrik etmek ve taraf kazanmak olmadığını bilmeyecek kadar alık değiliz. Peki, halkın parasıyla yapılan yolların sökülmesi, araçların mahvedilmesi, halkın dükkânlarının yağmalanması normal midir? Peki, sizin gibi birinin konuşması bu şekilde mi olmalıdır yoksa daha yapıcı mı olmalıdır ya da zımni bir muhalefet tavrıyla mı konuşuyorsunuz?

 

SÖYLENEN: Karalama o kadar haddi aşacak noktaya geldi ki, her gün yeni bir yalana hatta iftiraya rastlıyoruz.

GERÇEK: O zaman doğruları söyleyin, savunun ve müntesiplerinize doğruluğu tavsiye edin. İnsanları takip edip, en hassas yerinden vurmaya yeltenmek hangi doğruluğa sığar? Ya da şu ana değin yukarıda sıralayıp geldiklerimizin içerisinde tek bir doğru var mı? İnsanları tahrik etmek hangi doğruluğa sığar? Müntesiplerinizin içerisinde Kur’an ile mütenasip yaşayan biri var mıdır? Şayet varsa, niçin fenerle doğru birilerini arıyoruz millet olarak. İnsanların özel hayatlarını röntgenlemek doğrulukla bağdaşır mı?

 

SÖYLENEN: Kur’an, katı kalpli olmamayı, yumuşak bir kalp taşımayı, ince ruhlu olmayı tavsiye ediyor. Kalp kasveti ruhları esir alınca, insan dünyalık bir hedefe ulaşmak için meşru, gayri meşru farkı gözetmeksizin her yola başvurur.

GERÇEK: Evet Kur’an aynen bunu öğütlüyor. Ama bu kalbe sahip olan, Müslümanlara zulmedenlere, Müslümanların mallarını yağmalayanlara, Müslümanların namuslarını kirletenlere nasıl sessiz kalabilir, nasıl ince ruhlu olabilir? Müslümanlara hayatı boyunca muhalefet etmiş olanlara nasıl hediyeler gönderebilir? Evet, çok doğru, devleti ele geçirmek için her şeyi yapabiliyor insanlar. Hatta devlete ait bilgileri küresel ajanlara bile aktarabiliyorlar. İnsanların mahremlerini denetim ve gözetim altına alarak onları kendi emelleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyorlar.

 

SÖYLENEN: Burada milletimizin zararına, rüşvetler, irtikâplar, adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar varsa, örtbas ediliyorsa Allah sorar bunu.

GERÇEK: Ah, Allah’ın soracağı öyle şeyler var ki, elbette zamanı gelecek. Zira her şeyden kaçsan da o hesaptan asla kaçamayacaksın. O zaman hiçbir otorite de kurtaramayacaktır. Hiçbir güç o hesabı erteleyemeyecektir ve bozamayacaktır. Zira orada kuvvet değil adalet ölçü olacaktır.

 

SÖYLENEN: Küçük hesaplar uğruna ülkenin birlik ve bütünlüğünü bu kadar rahat riske atmalarını anlamakta zorlanıyorum.

GERÇEK: Sahi gerçekten anlamak için mücadele veriyor musun? Peki, ülkene bu kadar düşkünsen niçin ülkende değilsin? Ülkesini seven ve düşünen biri ülkesinin düşmanlarıyla dost olabilir mi? Düşmanlar ona kefil olabilir mi? Ülkesinin birlik ve bütünlüğünü düşünen, sırf şahsi hesapları için insanların arasını açmaya çalışır mı? Şu ifadeleri kullanmak ülkesinin birlik ve bütünlüğünü düşünen birinin düşünceleri olabilir mi? ((Oraya yapılacak bir AVM bir damla kan eder miydi? Bir can eder miydi?))

 

SÖYLENEN: Dershane kapatarak tefessühü mü önlemiş oldular?

GERÇEK: Peki dershane ile önlediğiniz tefessühler neler? İnsanların ceplerini boşaltmakta tefessühü yaygınlaştırmak değil midir? İnsanları mankurtlaştırmak tefessühü yaygınlaştırmak değil midir? İnsanların bilinçlerini, şuurlarını, mukavemetlerini iğdiş etmek tefessühü yaygınlaştırmak değil midir?

Son tahlilde; Daha fazlasına hem tahammülüm yok hem de lüzum yok ve zamanım da yok. Ayrıca sonsuz bir isteksizlik var yazı yazma konusunda. Çünkü bir yerde insan da bıkıyor. Zira beyni, gözü, vicdanı olanlar herşeye şahitler. Şimdi güya hizmet ettiğini, üstelik dindar da olduğunu söyleyen bir yapının tepe ismi bu kadar keskin ve net tenakuz içine düşüyorsa, şahsım adına böyle bir yapıya nasıl inanayım, güveneyim, bir şey emanet edeyim. Göz göre göre aldatılıyorum. Hayatında zulme başkaldırmamış, zalime ses etmemiş, emeğin hakkını savunmamış bilakis tam tersini yapmış bir yapıya niçin sevgi, saygı duyayım? İnsanları kullaştıran ve köleleştiren bir yapıya niçin destek olayım? Aldatanlara niçin inanayım, güveneyim, bir şey emanet edeyim? Bunlardan ülkeme, milletime, dinime, devletime, ümmetime ve insanlığa bir fayda geleceğine niçin inanayım? Tek bir sebep gösterin kifayet edecektir.

Tarih: 22.03.2014 Okunma: 608

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?