HEDEF; TÜRKİYE, TÜRK MİLLETİ, İSLAM DİNİ...

Özgür DENİZ - 01.03.2014

Doğal konuşalım, dostça konuşalım, doğru da buluşalım dostlarım. Milletimiz, ülkemiz, devletimiz, dinimiz ve ümmetimiz kazansın; şayet bir kayıp olacaksa o kayıp bizim için olsun. Normal, yalnız, kendisini ülkesine, milletine, devletine ve dinine adamış bir dünyalıyız. Günahkârız ama insanız, günahkâr olmamız temel, kadim, kök değerlerimize kendimizi feda etmemizi engelleyemez. Kimseye diyet borcumuz yok. Kimseden umduğumuz bir çıkarımız yok. Devletimizle, vatandaşlık bağı dışında bir bağımız yok ki, devletimizi yöneten hükümetlerden bir şey umalım ya da kaybedeceğimiz bir şeyimiz yok ki sözümüzü sakınalım. Kimsenin başarısını kıskanacak durumumuz da yok. İktidara gelene ve güzel hizmet edecek olana hayır da diyemeyiz, bilakis şeref duyarız. Geçelim! Mesele şahıs ya da parti değil. Gizlenen ya da görülmek istenmeyen gerçek budur. Ama kahir ekseriyet meseleye böyle yani parti ve şahıs olarak bakıyor ya da böyle bakılmasını arzuluyor, bilakis kaybedeceğini düşünüyor. Çünkü millet olarak particiyiz, gurupçuyuz, liderciyiz. Sözümüzü söylemek için çekinecek durumumuz yok, mesele böyle olsa da. Yolsuzluk namussuzluktur, şerefsizliktir, ahlaksızlıktır. Eğer bir kişi ki, milletin hazinesine göz dikmiştir, o alçaktır. Ta ki bu kişi büyük bir makam sahibi olsa da düşüncem aynıdır. Kimse devlet gücünü kullanarak benim payımı çalamaz, çalıyorsa ona; şerefsizsin ve alçaksın demek benim en tabi hakkımdır. Çalanla, çalmaya göz yuman aynıdır. Bu yüzden güzel ülkemde çalmayan çok azdır. Ya çalarlar ya da göz yumarlar. Öyleyse mesele asla yolsuzluk meselesi değildir. Mesele yolsuzluk olsaydı, hükümete taş atacak hiçbir kimse olamazdı. Zira yolsuzluğa bulaşmayan bulunmazdı. Aynı şekilde dış güçlerde hükümetin yanında sımsıkı dururlardı. Çünkü onlar kirlidirler ve kirleneni severler. Milletin teveccühünü kazanmış, yüzde elliye varan oy almış bir partinin karar verici organında görev yapan insanların yolsuzlukla anılması elbette iğrendirici bir durumdur ve bir o kadar da üzücü, yaralayıcıdır. Zira hırsızlık yapmışlarsa; namussuzluk, ahlaksızlık, alçaklık yapmışlardır. İslam’ı kirletmişlerdir, milleti yoksulluğa düşürmüşlerdir, devleti de tahrip etmişlerdir. Çünkü bu millet sana çalasın diye oy vermiyor kardeşim. Neyin eksik? Devlet özel araba vermiş, özel konut vermiş, yüklü maaş vermiş, yediğin önünde yemediğin ardında, bir elin yağda bir elin balda. Akla gelebilen her imkâna sahipsin. Öyleyse çalmak niyedir? Bu halde çalıyorsan, elbette ki soysuzun, kansızın, karaktersizin birisindir. Çalma kardeşim, çalmak zorunda değilsin. Çalmak marifet değil, insanlık değil. Bilakis, çalınanları geri al, senin en ulvi vazifen bu olmalıdır. Marifet yetimin hakkını, kan ağlatarak, çalandan geri almaktır. Tüm kodamanların, düşüncelerine bakmadan, tüm mülklerini müsadere altına almaktır ve devlet hazinesine koymaktır. Şereften ve namustan behresi olan bir kişi, eğer gücü de varsa ve yapabiliyorsa ancak bunu yapabilir. Adalet, zayıfın hakkına göz dikmek değil, güçlüden çaldıklarını kan kusturarak geri alabilmektir.

 

Bu ülkede birileri bir şeyleri kaybetti dostlar. Kararları geçmez oldu. İstedikleri gibi at süremez oldular. Rantları ciddi düzeyde eksildi. Başbakan, bürokrat, iktidar tayin edemez oldular. Ordu ellerinden gitti, yargı ellerinden gitti. Darbe yap dendiğinde darbe yapacak olan bir ordu yok artık. Parti kapat dendiğinde parti kapatacak bir yargı yok artık. Tiksindikleri, iğrendikleri insanlar kendilerini yönetir oldular. Üstelik hazzetmedikleri bu insanlar, bunlara alenen başkaldırı da bulundular, meydan okudular, bir nebze de olsa millete bunları açık ettiler. Çok ciddi düzeyde ekonomik kayıplara uğradılar. Okullarda çocuklar, kısmen de olsa, Kitaplarını ve Önderlerini öğrenmeye başladılar. Gerçekten ya da yalandan da olsa şeytana had bildirisi oldu. Yani büyük patronun ve uşaklarının karizmaları fena çizildi. Ve daha nice kayıplar yaşandı. İşte olayın perde arkasında ki gerçek budur. Birileri kafayı üşütecek düzeye geldi. Türkiye de ciddi bir değişim yaşandı. Görmek isteyelim ya da istemeyelim, sevelim ya da sevmeyelim, gerçek budur. Yanlışlar olmadı mı? Şüphesiz çok büyük yanlışlar da oldu. İnsanoğlunun olduğu her yerde yanlış mutlaka olur. Bunların devrinde de yeni kodamanlar türemedi mi? Şüphesiz türedi.  Peki, yanlışsız bir iktidar oldu mu hiç? Kendi kodamanlarını türetmeyen bir iktidar oldu mu hiç? Diyelim ki mesele yolsuzluktur. Peki, yolsuzlukla suçlanan ve devr-i iktidarında şüphesiz yolsuzluğunda yapılmış olabileceği kuvvetle muhtemel olan bu hükümet gidince yerine gelecek olanlar yolsuzluktan arî mi olacaklar ya da yolsuzlukları muhakkak olarak bitirecekler mi? Var mı elimizde böyle bir mutlak kanıt? Ki haddizatında bu sorular da saçma. Zira tanımadığımız kimse yok. Ya da böyle bir şey yapabileceğine bizi inandıran da bulunmuyor hâlihazırda. Ve egemen olacaklar kimlerdir bilmiyor da değiliz. İktidar olan parti değil o partiye hükmeden kodamanlar ülkeye egemen olacaklardır. Yeniden ezmeye, sömürmeye, bu milleti mahvetmeye başlayacaklardır. Yalan mı söylüyorum, manipülasyon mu yapıyorum? Asla. Zira geriye dönüp bakmak kâfidir söylediklerimizi anlamak için. Evet, insan, hiç kuşkusuz dehşetli bir ikilem de kalıyor. İktidar yolsuzluk yapıyorsa defolsun gitsin diyorsun ama öte yandan yerine gelecek olanın da yolsuzluktan beri olamayacağını muhakkak olarak biliyorsun. Üstelik gelecek olanın arkasında kodamanların olacağını hatta daha ötesi siyonizmin olduğunu da biliyorsun. Öyleyse diyorsun, kafayı yiyorsun, kahroluyorsun. Çıkmaza düşüyorsun ve kalsa mı diyorsun.  Dehşetli bir dilemma. Ürpertici bir paradoks. Hayır, gerçekten yolsuzluk, ahlaksızlık son bulacaksa, Siyonizm’in gizli egemenliği bitecekse, ülkemiz yükselecekse, milletimiz gülecekse, nesillerimiz değerlerinden uzak tutulmayacaksa, her şey daha güzel olacaksa eyvallah def edelim gitsin iktidar. Peki, harbiden olacak mı bunlar? Kim inandırabilir bunların olacağına bizi? Vallahi de olmaz, billahi de olmaz, tallahi de olmaz. Olmasını istemediğimiz için mi böyle diyoruz? Asla, olmayacağını kesinlikle bildiğimiz için diyoruz.

 

Hayır, kim istemez ki, ülkesi güçlü olsun, devleti kudretli olsun, milleti refah içinde yaşasın. Hep birlikte kardeşçe çalışılsın. Kaynaklar ortakça bölüşülsün. Kodamanlar kan ağlasın. Yoksullar gülsün. Dev projeler hayata geçsin. İnsanların yaşam standartları yükselsin. Ülkesinin her köşesinde bahar rüzgârları essin. Ümmetin çocukları ağlamaktan azade olsun. Siyonizm, İslam ve Müslümanlar önünde diz çöksün ve af dilesin. İnsan olduğunu söyleyipte bunları istemeyen bir tek kişi olabilir mi? İstemeyen insan olabilir mi? Bunu yapacak birileri varsa, gönderelim bunları getirelim o birilerini. Ah gerçekler, acı gerçekler. Tüm hayalleri mahveden gerçekler. Yazık oluyor gerçekten çok yazık. Siyonizm ve dostları, Türk Milletinin boynuna ebedi vesayet zincirini geçirmek istiyorlar. Türk Devleti’ni bir daha kıpırdayamaz duruma sokmak istiyorlar. Tüm ilerleme hamlelerine darbe vurmak istiyorlar. Ümmetin arkasında duracak birilerini istemiyorlar. Türk Vatanını bölmek istiyorlar. Tank ve uçak yapan, top ve tüfek üreten Türkiye istemiyorlar. Kendi yağıyla kavrulan bir millete tahammül edemiyorlar. Bu topraklarda kardeşliğin çiçeklenmesinden çok korkuyorlar. İslam Dinini yozlaştırmak, Hıristiyanlığa benzeterek etkinliğini yok etmek ve Türk’ü güçsüz düşürmek istiyorlar. Türk’ün ruhunu söküp alarak Türk’ü kokuşmuş bir cesede döndürmek istiyorlar. Tarihe baksak bile bu gerçekleri sarih olarak fark edebiliriz. Siyonizm kendinden bağımsız bir Türkiye’yi asla istemez. Kodamanların istikamet tayin etmediği bir ülkeyi asla hoş görmez. Hele İslam’ın yaşandığı bir ülke mutlak kâbustur Siyonist şeytan için. Ümmetin, Türk Milletinin önderliğinde birleşmesi Siyonist domuzu kudurtur. Türk Milletinin, hesapsız kitapsız Türk Cumhuriyetlerine ve İslam ülkelerine dalması bu vahşi domuzun geberişi demektir.

 

Peki, Siyonizm, emellerini gerçekleştirmek adına sahaya niçin malum yapıyı sürdü? Çünkü Türk Milleti karşı tarafın böyle bir şey yapmasına asla taraf olmazdı, onlara inanmazdı. Bilakis muhakkak olarak ters teperdi onların yapacağı hamle. Çünkü artık tanınmışlardı, biliniyorlardı. Kimyaları da uyuşmuyordu bu milletle. Öyleyse içeriden bilinen birileri sürülmeliydi sahaya. Üstelik önemli sayılabilecek bir gücüde vardı malum yapının. Hem bu arada kendisi de yıpratılmış ve daha da emre girecek hale getirilmiş olurdu. Üstelik böylece kardeş kardeşe düşürülerek Müslümanlar da bölünebilirdi. Siyonist şeytan asla bir açıdan bakmazdı. Ve attığı taşla çok kuş vurmak isterdi. Ayrıca malum yapının İslam hakkında ki algısını da iyi biliyordu. İslam, bunların eliyle tahrip ve tahrif edilebilirdi ancak. Türk’ün ruhunu, Müslüman olduğu sanılan ve Türk olduğu düşünülen birileri çalabilirdi. Asya, bunların tavassutu ile Hıristiyanlığa yaklaştırılabilirdi. Tüm dünya da bunların yetiştirdiği gençlik Küresel Plana yardımcı olabilirdi. Üstelik bu yapının çok önemli mevkileri CIA ve MOSSAD ajanlarının etki elemanlarınca ele geçirilmişti. Çok ciddi belgelerde vardı bunlarla ilgili. Sahaya bunlardan başka sürülebilecek hiçbir odak yoktu. En uygun olanı bunlardı. Çünkü başarılabilinirse ancak bunlarla başarılabilinirdi darbe girişimi. Türkiye Cumhuriyeti Devletini güçsüzleştirme, Türk Milletini esir alma, İslam Dinini bozma ve Türk Vatanını bölme girişimi ancak bunların eliyle başarılabilinirdi. Gençlik, bunlara asla inanmamalıdırlar. Bunların İslam ve Türklük diye bir dertlerinin olduğunu sanmamalıdırlar. Bunların kimlerin emrinde çalıştıklarını bilmelidirler. Bunlar, istedikleri olduğu takdirde kendilerinin hakim olacağını sanacak kadar alıktırlar. Oysa büyük patronun buna izin vermeyeceği gün gibi aşikardır. Zira otoriteye karşı gelebilecek cesaret bunlarda ne gezer. Bunlara inanma Müslüman Türk evladı! Vallahi de inanma, billahi de inanma, tallahi de inanma. Bunlardan bu ülkeye, bu millete, bu devlete, bu dine zerre hayır gelmedi, gelmez ve sonsuza kadar da gelmeyecektir. Bunlardan bu topraklara gelecek olan yegane şey; izzetsizlik, zillet, miskinlik ve kölelikten başka şey olmayacaktır.

 

Son tahlilde; Hedef; Türkiye, Türk Milleti, Türk Devleti ve İslam Dini’dir. Gerisi hikayeden ibarettir. Büyük düşüneceksin. Artık küçük adamlıktan kurtulacaksın. Kendi çıkarlarını bir kenara bırakacaksın. Ülkenin çıkarlarını gözeteceksin. Emin olun ki, çok kişi partim kazansa da bana makam mevki verse diye bakıyor. Ama böyle bir ruh hali zavallı bir ruh halidir emin olun ve bu tür karakterlerden bu millete zerre hayır gelmedi, gelmez ve gelmeyecektir de. Ve malum yapının mutlak tapıcıları da aynı düzlemde bakıyorlar sizleri şerefim üzerine temin erdim ki. Hepsi birer makama göz dikmiş durumdalar. Kendilerinden olmayanlara kan kusturmayı hayal ediyorlar. Herkesin bir kusurunu yakalamışlar ve onunla insanları kullanıyorlar. Özellikle siyasi arenada. İstiyorlar ki, Türk Milleti ve Ümmet, efendilerinin önünde diz çöksün. İktidarı almak, kaynakları ve özgürlüğü efendilerine bırakmak istiyorlar. Çünkü hür yaşamaya ve kendi yağlarında kavrulmaya alışmamışlar. Emir vermeye alışmışlar. Hayatlarını emirle geçirmişler. Bu yüzden de iktidar olup tüm millete emir vermeyi arzuluyorlar. Hayatlarında hürriyet nedir, çalışmak nedir bilmemişler. Bu yüzden de kaynakları ve özgürlüğü efendilerine bırakmak istiyorlar.

 

 

‘’HİÇ AKLETMİYOR MUSUNUZ?’’

Tarih: 01.03.2014 Okunma: 628

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?