KARANLIĞI BİLMEYEN AYDINLIĞI ANLAYAMAZ...

Özgür DENİZ - 24.06.2013

Karanlığı bilmeden konuşanın ve yazanın, her konuştuğu ve yazdığı boştur. Kesinlikle boştur. Her an şahit olmaktayız, bu iddianın ispatlanmış haline. Sonuçta, mutlaka, konuşanın ve yazanın mağlubiyeti, yanılgısı ortaya çıkar ve çıkmaktadır da. Bu fark edilir veya edilmez, fark etmek ve fark edildiği zaman hatasını itiraf etmek şahsın zekâsına ya da söyleme cesaretine kalmıştır. Fark etmemesi ise bir cehalet belirtisidir. Konuşur, yazar ama ne yazıp, konuştuğunun idrakinde değildir. Aydınlık, bazı zamanlarda, karanlığı gizleyen bir maskedir. Bu yüzden, aydınlık, bazen yanıltıcı olabilir. Aydınlık sandığınız her yüze ve aydınlığı davet ettiğini düşündüğünüz her söze inanmayınız. Kötüyü bilmek, iyiyi, daha iyi anlamaya vesiledir. Karanlığı bilmekte, aydınlığın kıymetini idrak etmeye vesiledir. Havaya konuşmamak, saçma sapan yazmamak için, karanlık muhakkak bilinmelidir. Çünkü karanlığı bilmeden, anlamadan, olguları, olayları değerlendirmek, insanı yanlış sonuçlara sürükler. Ki, karanlığı bilmeden konuşmak ve yazmak, insanı sokağın diline mahkûm eder. Soğan dili, düz bakışın, düş görüşün ve düz algılayışın dilidir. Bu dil, sığ, yavan, düzeysiz, anlamsız ve mahiyetsiz bir dildir. Haddizatında kölelerin dilidir. Misal; basit bir eğlenceyi eğlence olarak görür. Arka planda ki gayeleri algılayıp, anlayamaz, yorumlayamaz ve gizli planları ihsas edemez. Bu tür eğlenceleri tenkit ettiğiniz zaman, hemen size karşı çıkar; altı üstü bir eğlence der, olayı götürüp nereye bağlıyorsun diye söylenir. Çünkü düz bakmakta, düz algılamakta ve düz görmektedir. Oysa bu tür bozucu etkisi olan şeylerin görünmeyen taraflarında usulca yaklaşan dehşetli bir karanlık gizlidir. Aynı şekilde, kendini aydınlığın davetçisi sanan bir aydın yaftalı züppeyi tenkit ettiğiniz zaman da aynı tepkiyi alırsınız; o kişinin vatanı, milleti, Atatürk’ü savunduğu söylenir ve tenkit edenin komplo ürettiği ifade edilir. Fakat aydın sıfatlı o züppenin, kelimeleriyle karanlığı davet ettiği ihsas edilemez. Bu tür züppeler desteklenerek, zımnen karanlık davet ediliyordur ama desteği verenin cehaleti bu gerçeğin algılanmasına fırsat vermiyordur. Ya da şöyle durumlar olabilir; şerefli bir münevver, bilmeden, anlamadan karanlığa destekçi kılınabilir. Karanlık diye bir şey var mıdır? Belki yoktur diyeceksiniz. Işığın yokluğudur diyeceksiniz. Ama nihayetinde bir olgu olarak karşımızda durmaktadır ve bizi etkilemektedir. Öyleyse bu olguyu bilmek, tahlil etmek icap etmektedir. Çünkü biz karanlığa dokunmaktayız, karanlık bize dokunmaktadır ve hayatımızı etkilemektedir. Karanlığı, geceyle karıştırmamak gerekir. Gece, mutlak karanlıkta değildir. Gecenin içinde bir aydınlık gizlidir. Gece, aydınlıkla karanlığın imtizacıdır, muazzam dengesidir ve dinlendiricidir, faydalıdır ama anlatmaya çalıştığımız karanlık; boğucu, tehlikeli, yok edici bir karanlıktır. İçinde ışığın zerresini barındırmaz. Olayları, olguları değerlendirmemizde temel aldığımız karanlık olgusu da budur. 

 

Karanlık; çağdaşlıkla, demokrasiyle, modernlikle maskelenen bir lanettir. Allah ile kul arasına girilmez gibi laflar haddizatında karanlığı koruyucu laflardır. Bir millettin varoluşunu tek bir şahsa mal ederek o milleti hiçe saymak karanlığı katmerleştirici laflardır. Bir şahsı sahneye yerleştirip sahne arkasında her türlü alçaklığı ve ihaneti kotarmak, dine ve kimliğe saldırmak karanlığı tahkim edici faaliyetlerdir. Devletin bir kanunu, nizamı vardır diyerek, devletin asıl sahiplerini haklardan mahrum bırakmak karanlığı koruyucu ve kollayıcı hareketlerdir. Karanlık usul usul gelir ama geldiği zaman tüm vahşetini, dehşetini sergilemekten imtina etmez. Karanlığın gelişi, güneşin katli demektir. İşte bu yüzden olguları çok iyi anlamalı, analiz etmeli ve yorumlamalıyız. Olguların ve olayların bağlantısını çok iyi kurmalıyız ve bu yoldan bir sonuca ulaşmalıyız. Karanlık; bazen özgürlük, bazen adalet, bazen kardeşlik, bazen barış maskesini takar. Bazen Tam Bağımsız Türkiye maskesiyle karşımıza çıkar. Bazen Mustafa Kemal’in Askerleyiz sözleriyle bizi alır götürür uçurumun kenarına. Bazen Demokratik Özerklikle, bazen etnik milliyetçilikleri filizlendirmekle, bazen başkanlık hayalleriyle tutsak alır. Karanlığın bekçileri, bizleri en yumuşak yerimizden yakalar ve bizleri en mukaddes kavramlarla aldatabilir. Karanlığa karşı müteyakkız olmamız icap eder. Karanlığın babası şeytan, çocuklarını bir yere değil her yere göndermiştir. Bulundukları yere göre yüzlerine maske geçirmiştir. İşte tam da bu yüzden sonsuz ve sınırsız bir uyanıklık içinde olmalıyız. Allah’ın, bakmamızı istediği yerden, varlık âlemine bakmalıyız. Kılavuzumuz yegâne Önderimiz (sav) ve mutlak pusulamız emsalsiz kitabımız olmalıdır. Şeytan ve dostları, karanlığı severler. Aydınlık, bunların ecelidir. Çünkü aydınlıkta iş göremezler, plan yapamazlar, tezgâh kuramazlar. İdeolojiler, karanlığın elçileridirler. Karanlığı çok iyi bilmeden, aydınlığı tam olarak anlamak kabil değildir. Şeytan; karanlıkta gizlenir ve gezinir. Çocuklarını, karanlık mahzenlerden yönlendirir, yönetir. Biz, şeytanın çocuklarını aydınlık sanırız. Bize ışığı getireceklerini düşünürüz. Bizi bir adım ileriye taşıyacaklarını, bizi yücelteceklerini, bizi özgürleştireceklerini hayal ederiz ama tam tersi olur.

 

Son tahlilde; bu aziz milletin, bu temiz toprakların, bu güzel ülkenin, bu kadim devletin, bu yegâne dinin karanlığa gömülmesine asla müsaade etmemeliyiz. Şerefimizin, namusumuzun payimal edilmesine fırsat vermemeliyiz. Gelen karanlığı ihsas etmeli, önünde çelikten barikatlar kurmalıyız. Kadim tarihimizden beslenen aydınlığın meşalesini ellerimizden düşürmemeliyiz. Olguları en ince noktasına kadar iyi tahlil edip, anlamalı ve olayları kadim tecrübelerimizin ve değerlerimizin ışığında açıklığa kavuşturmalıyız. Kimliğimiz ve dinimiz, karanlığa karşı kullanabileceğimiz ve kendimizi en net biçimde ifade edebileceğimiz en güçlü silahlardır. Bu silahların tahrip ve tahrif edilmesine asla müsaade etmemeliyiz. Bu ülkede Haçlılarla ittifak edip, şanlı Türk Sancağını düşürmek isteyen şerefsizler vardır, onlara karşı müteyakkız olmalıyız. Karanlık bir çöktü mü üzerimize onu kaldırmak çok zordur.  Bu yüzden karanlığın gelmesine behemehâl müsaade etmemeliyiz.

 

 

EKSTRA

 

BİR: Bir, ar, namus, hayâ, edep mahrumu çıkmış, arsızca Türk kimliğini de kendine maske yapmış güya özgürlüğü getirecekmiş. Hayvanlaşmak, özgürleşmek demekmiş. İnsanları düşündürmek, daha ileriye götürmek istiyormuş. İlkel çağlarda yaşayan hastalıklı tip, ilericilik rüyalarına kaptırmış kendisini. Oysa düşünmek insanlaşmaya doğru adım atmaktır, hayvanlığa dönmek değildir. Ve ne hazin ki, bu topraklar üzerinde yaşayan, bu topraklardan beslenen ve utanmazca Mustafa Kemalci olduğunu söyleyen sefillerde, ruhu ve beyni hastalıklı, mikroplu tipi alkışlamaktadırlar hem de canı gönülden. Ve bazı insanlarımız ise bu zavallı ve hastalıklı tipleri aydınlığın temsilcisi sanmaktadırlar. İşte bunun adı Mustafa Kemal ile aldatılmaktır. Şimdi gelinde bu tiplere aldananlara zavallı köleler demeyin. Sonra da tutarlar Müslümanlara gerici, yobaz derler. Saf yobaz,  esas gerici olan kendileridirler ama bilmezler, bilmediklerini de bilmezler.  Kördürler, sağırdırlar, hissizdirler. Cehalet bataklığında debelenmektedirler. Ama Laz teyzenin ellerinden öpmek gerekir. İster kurgulanmış, ister doğal olarak tahakkuk etmiş bir olay olsun. Biz Laz teyzenin söylediklerine bakarsak, saf doğruları söylemiştir. Orada ki bir genci de tebrik etmek gerekir, erkekçe söylemlerinden dolayı. Orada Mustafa Kemal’e zımnen hakaret edilmiştir. Üstelik bu alçakça olay, bunu yapanlara ve bunu yapanları destekleyenlere zerre bir şey kazandırmaz, bilakis kaybettirdikçe kaybettirir. Oysa Mustafa Kemal’in şöyle bir sözü vardır:

 

‘’Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) gösterdiği yolu takip etmelidir. Ve verdiği talimatı tam olarak tatbik etmelidir. Tüm Müslümanlar, Hz. Muhammed’i (sav) örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. Zira ancak bu şekilde insanlık kurtulabilir, kalkınabilir.’’ (31.10.1998 tarihli Kurultay gazetesinden iktibas. Bu söz Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 10.11.1998 de takvime konmuştur. Ayrıca, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi tarafından 1979 yılından yayınlanan Prof. Dr. Hanif Faruk’un ‘Urduca Yayınlarda Atatürk’ isimli kitabının 102. Sayfasında kayıtlıdır. Ayrıca bu söz Anayasa Mahkemesi eski başkanlarından Yekta Güngör Özden ve bir Genelkurmay Başkanımızın (galiba İsmail Hakkı Karadayı olacak) tetkikinden geçmiştir.)

 

İKİ: Ülkemizi ve gündemimizi epeydir işgal etmiş olan olaylara bir de tersten bakalım. Şüpheler, gerçeğin anasıdırlar. Hükümetin as elemanları bu şekilde yaparak oy kazanıyor olamazlar mı? Bu olaylar evrensel düzlemde kurgulanmış olamaz mı? Birilerinin, gerçekleşmeyen şeyleri gerçekleştirmek için, uzun zaman varolması gerektiği şart olamaz mı ve bu şartın gerçekleşmesi için bazı şartların olması gerektiği icap etmesi gerekmez mi ve malum durumlar bunun için meydana gelmiş olamaz mı? Siyonist, hükümetin as elemanlarına düşman kitle oluşturarak bir oy patlamasına zımnen destek veriyor olamaz mı? Ki, zaten direniş içinde olduğunu zannedenlerin geneli birer piyondan başka bir şey değildirler. Çünkü hükümetin as elemanları lortlara direniyor görüntüsü oluşturuyor; ki gerçekten direnilmesini ve lortların it gibi ezilmesini canı gönülden arzularım ama direniyormuş gibi yapılması da beni kahreder, inanalım ki gerçekten direniliyor olsun. Hatta diktatörlük gerçek olsa bile sindiririm; adalet yerini bulsa, kaynaklar adilce bölüşülse, kodaman köpekler ezilse. Dine, kimliğe, tarihe, ecdada saygılı, ahlaklı ve adaletli bir Tek Adamlığa sonsuza kadar evet, evet, evettir düşüncem. Siyonist, muhtemelen Türkiye de başkanlık sistemini ve daha başka şeyleri istiyor. Eğer tezgâh düşündüğümüz gibiyse, hükümetin as elemanları bunu nasıl yapabilirler? Oylarını artırarak. Oylarını nasıl artıracaklar? Toplum nezdinde günahlı olan kitlenin hükümete karşı ahmakça bir soğuk savaş açmasıyla. Çok akıllı olmak lazımdır. Dedim ya her halükarda kaybeden biz olacağız eğer oyun buysa. İnşaallah böyle bir tezgâh, oyun yoktur. Türk milletinin çocukları isyan etmelidir ederlerse, bu milleti bilmem kaç on yıllarca ezen kahpe düzene karşı. Türk milletinden olmayan çocuklar değil. Yani Türk kimliğine ve İslam dinine düşman olan çocuklar değil. Ki, burada bir de şu gerçek vardır; ne gariptir ki, bu ülkede direniş yaptığını sananlar ezilmeyenlerdir, bilakis ezenlerdir. Tarihte, millette bunun bizatihi şahididir. Bu ülkede, bu vatan uğruna şehit olanlar kimlerdir? Bu ülkenin esas sahibi olup, en temel haklarından istifade edemeyenler kimlerdir? Türk milletinden olmayan çocuklar isyan ederse Türk çocukları hem müdahil olmaz hem de Türk milleti sevabıyla günahıyla hükümete destek çıkar. Bu tuzağa düşmeyelim. Devrim olacaksa bu saf Türk-İslam Devrimi olmalıdır. Siyonist devrimi değil. Bu topraklarda İslam’ın saf dışı bırakılacağı her devrim hamlesi lanetliktir ve bu milletten uzak olmalıdır. Bu ülkede yapılmaya çalışılacak her Sol Devrim hamlesinin ardında kesinlikle Siyonist vardır ve olacaktır. Çünkü Sol, siyonizmin bir koludur. Hem bu şekilde hükümetin doğru düzgün iş yapmasını zımnen engellemiş oluyorlar. Aptalca muhalefet, mutlak kaybedişin habercisidir. Eğer durum buysa oyun güzel oynanmıştır ve kaybeden Türk Milleti olmuştur. Hükümetin as elemanları da ne kadar zeki olduklarını göstermişlerdir. Keşke oyun olsa, oynansa ama kazanan Müslüman Türk Milleti olsa, işte o zaman eyvallah çekeriz. 

 

ÜÇ: Çocuk meselesi var malumunuz. Bazı kesimler nezdinde tepki çekiyor ve en üst düzeylerde tenkit ediliyor. Ve millete yanlış aksettiriliyor. Güya Sayın Başbakan Tayip Erdoğan milletin yatağına karışıyormuş. Kusura bakmayalım ama böyle bir iddia bu milleti angut yerine koymak olur. Çünkü böyle bir şey yoktur, olmamıştır ve olamaz da. Zira senin evine girilip, işte şöyle yapacaksın diye bir şey yoktur. Seni bir zorlama, yapmadığın için sana bir yaptırım yoktur. Çocuk yapmayacak mısın, yapmazsın olur biter, kim ne diyebilir Allah aşkına? Sadece bir tavsiye vardır ve kesinlikle olması da gerekir. Ve Sayın Başbakan Müslüman Türk Milletinin çocuklarına hitap etmektedir. Şahsen bu hitabı bana yapmasından zerre gocunmam, bilakis sonsuz memnun olurum. Kahir ekseriyetin zerre gocunacağına da inanmam. Zira bekamızı düşündüğünü varsayarak takdir bile ederim. Çünkü Türk Milleti, bilinçli ve programlı bir şekilde nüfus olarak azaltılmaya çalışılıyor. Sadece şu yönden tenkit ederim ki, kesinlikle de haklı olurum; önce adalet sağlanması gerekir, milletin karnının gerçekten doyması gerekir, milletin evlatları yapacakları çocuğa nasıl bakacaklarını düşünmemelidirler. İşte o zaman söylem yerini bulmuş olur ve haklılık kazanır. Ama millet kendine bakamazken, çocuğuna nasıl bakacak diye bir düşünce sadır olursa, söylemin de bir etkisi kalmaz. Hatta samimiyeti bile kalmaz.

 

DÖRT: PKK, sessizlikte oyun kurmaktadır ve terörist kazanmaktadır. Bu ise endişeleri artırmakta ve huzursuzluğa neden olmaktadır. PKK, Türkiye içinde ki olaylara dâhil olabilme planları yapmaktadır, Siyonist şeytanın önderliğinde. Dikkatli olmak gerekiyor. Çok dikkatli olmak gerekiyor. İçeride BDP, dışarıda PKK, Siyonist’in güdümünde tehlikeli hamlelere hazırlanmaktadır. Hem de bu arada kaybettiği gücünü devşirmeye gayret etmektedir. Muhtemelen keşifler yapılmakta, kullanılacak elemanlar devşirilmekte, uygulanacak tezgâhlar hazırlanmaktadır. Sayın Başbakan, kendi çevresinde ki ajanlara dikkat etmelidir. Türk, Türkiye ve İslam düşmanlarına dikkat etmeli ve onları tespit edip ekarte etmelidir. Bu memleket ve millet iki temel direk üzerinde durmaktadır; kimlik ve din. Bu olgular asla tahrip edilmemelidir. Milletin bu olgularla bağı kesinlikle gevşetilmemelidir, bilakis tahkim edilmelidir. PKK-BDP, Gezi Olaylarına bilinçli şekilde iştirak etmemiştir. Stratejik ve taktik bir harekettir bu. Siyonizm, Kapitalizm ve Komünizm bilinmeden Gezi Olayları asla net olarak anlaşılamaz.

 

BEŞ: ‘’’’’’’’’’’’ İddialara göre yerel seçimlerde iki partinin ittifak yapması bekleniyor. Bu hattın Kürt ayağı BDP. Peki, sol ayağı kim olacak? CHP mi yoksa BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in önderliğinde kurulacak yeni bir sol parti mi? Birinci olasılık daha güçlü olduğu için şu sıralarda bir kısım aydın ve siyasetçi CHP-BDP ittifakı peşinde. Zaten aylardır bu doğrultuda bir çaba harcanıyor. Önümüzdeki yerel seçimlerde de başta İstanbul olmak üzere bir ittifak bekleniyor.’’’’’’’’’’’

 

Evet, bu satırlar Sabah yazarı Mahmut Övür’e aittir. Yani yılların politika yazarına aittir. Yazının tümünü yerinde okuyabilirsiniz. Bendenizin de çoğu yazımda defaatle dile getirdiğim bir mevzudur bu. Ve ciddi tenkitlerde aldığım bir mevzudur. Ama şu iddialar yanılmadığımızın resmidir, keskin vesikasıdır. Keşke olmasa, böyle bir düşünce hiç gündem yapılmasa ama maalesef oluyor işte. Ve bu iddialar, olaylara bakışımızın doğru olduğunun göstergesidir. Türk Milleti her durma karşı müteyakkız olmalı, her söze ve yüze inanmamalıdır. Tanımak, kazanmaktır.

 

ALTI: Şimdi de, uzun yıllar gazete çıkartan ve hain tezgâhlarda rol alan, bozuk çarkta kendisi de yer edinmeye gayret eden Ahmet Emin Yalman isimli zevatın sözlerini aktaralım ve Müslüman Türk Milletinin necip evlatlarının ciğerlerine gönderelim;

 

“’’’’’’’’’Gazetelerin çoğu ecnebi parası alıyor ve bunun karşılığında memlekette fitne çıkartıyor, emellerine bilerek bilmeyerek alet oluyorlar. Ecnebiden para almak  ‘satış’ gibi, ‘ilan’ gibi normal sayılıyor. Denilebilir ki gazeteler, başkasının sırtından yaşamak hevesindeki açıkgözlerle, ‘aşağılık duygusu’ndan kurtulmak isteyen heveslilerine, elverişli bir tatmin sahası olmuştur. Dünya kuruldu kurulalı zarar eden kuruluşlar kapanırlar. Bunun tek istisnası vardır; basın. Gazete ya da derginin sahibi zarar etse de zararı sineye çeker ya da bir kolayını bulup meşru-gayrimeşru kaynaklar sağlar. Peki neden?”’’’’’’’’’

 

Evet, bizim basınımızın ruhu budur; bizim basınımız satılık bir basındır ve ruhunu, beynini Siyonist’e satmıştır. Türk ve İslam düşmanlığının temelinde de bu ruh vardır; yani satılık ruh. Şimdi anlaşılmıştır eminim, malum basına niçin Siyonist uşağı dediğimiz?

 

YEDİ: Şamil Tayyar isimli zevat zavallıca hareketlerle tehlikeyi davet ediyor adeta. Rahmetli olmuş bir kişiyle uğraşmaktan ne umuyor acaba? Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’e hakaret eder gibi konuşuyor ama ekranlara çıktığı zaman bazı tiplerin karşısında kedi gibi oluyor. Hem de bu tipler İslam’a ve Türklüğe ağır hakaretler ettikleri halde. Ahmet Kutalmış Türkeş haklı olarak tavır koyuyor. Zira kimse ailesine laf ettirmez. Hele bu şahsiyet Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihine ismini kazımış bir isimse. Hayır, böyle kaotik bir ortamda bu tür hareketler vahim sonuçları doğurabilir. Sayın Başbakanımız malum zevatı uyarmalıdır bence. Haddini bilmesini söylemelidir. Zira merhum Başbuğ Alparslan Türkeş milyonların gönlünde taht kurmuş bir şahsiyettir, hatasıyla, günahıyla, sevabıyla. Ki, bu olay yarınlar adına tehlikeler barındırmaktadır. Karanlık güçler boş durmuyor. Muhtemel suikastlar yapılmak istenebilir. Şimdi malum tiplere suikast yapılsa, bu olaydan dolayı suikast kimlerin üzerinde kalacaktır? Elbette ki Milliyetçi camianın üzerine kalacaktır. Peki, bu nasıl bir sonuç doğuracaktır? Kuşkusuz İslamcı ve Milliyetçi camiayı birbirine düşürecektir. Bundan kim nemalanacaktır? Milliyetçi camiayı, ortalığı kasıp kavuran piyonların saflarına çekmek isteyenler nemalanacaktır. Akıllı olmak gerekiyor. Benzin denizinde çakmak çakmak ahmaklıktır. Toplumda ki cahillerinde ikaz edilmeleri icap ediyor. Ergenekon’la ilgili bilgiler kendisine verilerek kitaplar yazdırılan ve bu yoldan zengin olan tiplere güvenmek asla iyi değildir. Direniş adı altında ki sefilliklerle emeline ulaşamayanlar mutlaka suikastlara yöneleceklerdir, tıpkı tarihte ki gibi. Geçende birileri de demişti; Gezi Parkı olaylarında başı çekenlerden biride katledilebilir diye. Çok isabetli bir tespittir bu. Zira karanlık odaklarca ön plana çıkartılanlar, eğer istenilen başarıyı elde edemedilerse, mutlaka ortadan kaldırılırlar ki, varlıklarıyla ulaşılamayan hedeflere yokluklarıyla ulaşılsın. Şeytan böyledir, şeytana güvenmek aptallıktır. Çünkü şeytan mutlak olarak kendini düşünür. Binaenaleyh, çok hassas olunmalıdır, herkes birazcık çenesini tutmayı bilmelidir. Hatta kendisini bir şeyler için öne sürenlerin kimliğini çok iyi bilmelidir. Ülkemize yazık etmeyelim. Düşmanlar akbabalar gibi bekleşmektedir, akıllı olalım.

Tarih: 24.06.2013 Okunma: 1098

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

izmirli97

23.03.2013 - 13:31

Merhaba, Onlar için insanın ne değeri var ki. Kürtler zaten yapabildikleri kadar yapıyor. Başbakanın diğerlerine emri de o yönde. saygı ve selamlar...

izmirli97

23.03.2013 - 13:31

Merhaba, Onlar için insanın ne değeri var ki. Kürtler zaten yapabildikleri kadar yapıyor. Başbakanın diğerlerine emri de o yönde. saygı ve selamlar...