SAVAŞ VE BARIŞ...

Özgür DENİZ - 06.04.2013

Savaşı, iki yönlü değerlendirebiliriz. Biri şeytani savaş, diğeri ise insani savaş. Ama her savaşta en güçlü olan bir taraf mutlaka bulunur. Zira ne adına olursa olsun, savaşa cesaret edecek bir gücün bulunması şarttır. Milleti ve destek güçlerini motive edecek bir güç olmadan, insanları savaşa yönlendirmek, istediğin neticeyi almak ve muzaffer olmak imkânsızdır. İnsani savaş, Hakk temellidir. Çünkü hakkı ve namusu çiğnenen insanlığın hakkını almak, kaynaklarını kendine ait kılmak ve namusunu kurtarmak için yapılır. Şeytani savaş ise, batıl temellidir. Bu savaşta, hak ve namus mevhumları önemsenmez. Bilakis hakkın metazori gaspı, kaynakların yağmalanması ve namusun payimal edilmesi için yapılır. İnsani savaş; yapmak, adaleti ikame etmek ve insanlığı şeytanilerden kurtarmak içindir. Bu savaş, zımni bir zorunluluk icabıdır. Ahlakın ve adaletin gereğidir. İnsanlık adına yapılması şarttır, bir görevdir. Ruh odaklıdır. Ortak iyiliği esas alır. Herkesin kazanmasıyla neticelenir. Özünde mazlumların savaşıdır. Genel bağlamda zalimlerin de kazanmasını tevlit eder. Zalimler bunu algılayıp, anlayamasalar da. Şeytani savaş ise; yıkmak, gasp etmek, sömürmek ve insanlığı esir etmek içindir. Beden odaklıdır. Çıkarı esas alır. Bir zümrenin kazanmasıyla neticelenir. Özünde zalimlerin savaşıdır. Ama hakikatte zalimler içinde kayıptır, fakat onlar, kör, sağır ve hissiz oldukları için bunu algılayıp, anlayamazlar. Biz burada hayatımızı bitevi meşgul eden ve örneği mebzul olan ve elan da devam eden şeytani savaştan, savaşlardan bahsedeceğiz. Geçelim!

 

İşgalle başlar savaş. Savaş, düşünce, ideal ve emeller bazında, mutlak zıtlık teşkil eden iki taraf arasında olur. Muhtemel ittifaklarla bazen taraflar çoğalabilir. Ya da iki taraf görünür ama diğer taraflar kendilerini göstermeden savaşa iştirak ederler ve zımnen teçhizat olarak takviyede bulunabilirler. Mutlak zıtlık arz etmeyenler arasında da savaş olabileceğini düşünebiliriz ama arka perdede yine de mutlak zıtların savaşıdır bu. Kendileri adına savaştıklarını zannedenler, haddizatında kendilerinden olmayanlar için savaşırlar ama bundan bihaberdirler. Tarihi mutlak netlikte bilemediğimiz için, bunun aksini söyleyebiliriz ama söylediklerimizi tam olarak ispat edebilmek mümkün olamayacağı için, iddialarımızın havada kalması muhtemeldir. Zira bizler ancak yazılanları okuruz ama olayları zamanına, zeminine ve şartlarına göre saf belirginlikle asla okuyamayız. Yazanların da, yazılanlardan beslenerek ve kendi algılarına, anlamalarına göre yazdıkları bir gerçektir. Tarih, zamanla tahrif edilir. Tahrif edilmeyen tarih tehlikelidir, egemenler için. Tarihi tahrif etmeden, tarih vasıtasıyla zihinleri tahrip edemezsiniz. Zihinler tahrip edilmeden de, istediğiniz yönlendirmeyi yapamazsınız. Bu bilinmezse insanlık sürekli aldanır. Savaş, büyük bir ekonomik gücü ve silah gücünü koşul kılar. Çünkü silahı olmayan savaşamaz. Parası olmayan da silah alamaz. Kanla olur savaş. Çok kan döken kazanır. Dökülen kanla ölen kişi sayısı orantılıdır. Fazla insan kaybeden, savaşı da kaybeder. Ama bazen masada değiştirir sonucu. Ya yenilirsin ya da yenersin; her savaşın doğal sonucudur bu. Masa, tehlikelidir savaşta. Çünkü masada, gizli egemenlerin direktifleri dikte edilir daima. Tarih, masaya oturanların kazandığını pek yazmamıştır. Yazılanlar ise yalandır. Kazandığını sananlar bile kaybetmişlerdir haddizatında. Savaştan sonraki barış hem iyidir hem de kötü. İyidir; akan kanların durmasına, çekilen acıların hafiflemesine ve barış köprülerinin kurularak güçlü bir dostluğun başlamasına vesile olabilir. Kötüdür; dost postuna bürünen düşmanın sinsi oyunlarıyla yok edilirsin. Ki, genelde de bu olur ve olmuştur. Geçelim!

 

Bu söylediklerimizi komplo bağlamında değerlendirenler olabilir. Ama şeytan varsa komplo yok demek absürttür. Ki, komploya inanmayanın, kendisi komplonun bir parçasıdır. Bazı komplo teorileri, bazen karşıt komplo teorilerini çürütmek ve gidişatı değiştirmemek içindir. Yani gerçeği ifade eden komplo teorilerini tesirsiz kılmak için saçma teoriler üretilerek insanlığın beyni karıştırılır. Ya da gerçeğin ta kendisi olan şeyleri, bunlar komplo teorisi diyerek olay sulandırılır. Dünyada ki, her yıkımın, her gaspın, her işgalin, her zulmün ardında mutlaka şeytaniler vardır. Çünkü dünya da savaşan sadece iki taraf vardır. Bunlar; şeytan ve insandır. Bu yüzden insanlığın ortak vicdanını sızlatan, fıtri varoluşa mugayir olan her şey şeytanidir ve şeytanilerce hazırlanmaktadır. Çokta masum düşünmemek ve duygusal bakmamak gerekir. Zira masumiyet ve duygusallık çok zaman aldanmayı intaç etmiştir. Aklın, kalbin ve vicdanın bir çalışacak. Komplo bir yerde şüphe etmektir ve şüphe etmeyen doğruya zor ulaşır. Bu yüzden, komplo teorisi olarak addedilen şeylere faraza inanmasak bile mutlaka sorgulamasını yapmalıyız. Müteyakkız olmak kaybettirmez. Gaflet ise öldürücüdür.

 

Gelelim sadede. Sanki Türkiye topraklarında yaşayan Türk Milletinin unsurları arasında savaş varmış gibi muhtemel bir barıştan söz ediyoruz ve bunu ta Avrupalara kadar böyle yansıtıyoruz. Hatta zavallı ve sefil bir manyağı barışın tarafı olarak lanse ediyoruz cümle âleme, hatta ipler sanki onun elindeymiş gibi bir hava oluşturuyoruz. Ne kadar vahim bir haldir bu. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin itibarını beş paralık ediyoruz. İşgal olmayan bir yerde, binyıllarca kader birliği etmiş olan unsurlar arasında sanki savaş varmış gibi bir hal içindeyiz. Türk Milleti, kadim kardeşleriyle ve kendinden olan bir parçayla savaş içerisindeymişte, şimdi kardeşleriyle barış yapıyormuş gibi yansıtılmaktadır. Oysa böyle bir şey kesinlikle yoktur. Ama düşman var diyor ve sen bunu kabul edeceksin diye dayatıyor. Bu bir tuzaktır. Yıllarca, kendinden bildiği ama kendinden olmayan ve düşmana çalışan bir güruh tarafından köle muamelesi görmüş ve mütemadiyen ezilmiş bir millet, şimdi kendisine lider olarak intihap edilen kişilerce savaş olduğuna inandırılıyor ve savaşmayanlarla barışa zorlanıyor. Çünkü aynı kimliği, değerleri, tarihi sahiplendiğini sandığı kişilerce zımnen bir savaş olduğu söyleniyor. Savaş olmadığını söyleyenlere de inancını kaybetmiş. Yani arada kalmış bir millet haince aldatılıyor. Olmayan bir savaştan aptalca bir barış çıkartılarak milletin kaderiyle oynanıyor. Kürtlükle alakası olmayan ve birkaç kurşunluk canı olan birkaç Siyonist maşası Ermeni bozmasıyla yapılan küçük mikyaslı, düşük yoğunluklu savaş bahane edilerek Kürt kardeşlerimizle barış yapılıyor. Savaşan Kürt kardeşlerimiz değil ama barışan onlar oluyor. Bir şekilde beceriliyor, olduruluyor. Böylece Kürt maskesi takan ama gerçekte Ermeni kimliğine sahip olanlar Kürt kardeşlerimizin temsilcisi konumuna yükseltilerek onore ediliyorlar. İşin hülasası; savaşan arka planda Ermeniler ama barış yapılmak istenen Kürt kardeşlerimiz. Bu çok tehlikeli bir oyundur. Üstüne oturduğumuz dalı bile isteye kesmek gibidir. Kendi varlığına kurşun sıkmaktır.

 

Bir kıvılcım çakıldı. Büyüdü, ateş oldu ve bütün evi sardı. Ateş evi sararken öylece bakıldı. Ve yenice yakıp kül etmeye başladı. Ateşi kıvılcımken söndürmezseniz, kıvılcım ateşe dönüştüğünde söndürmeye çalışmak büyük bedeller ödetir. Bunu algılayıp, anlayamayacak kadar sığdık ve hala sığız maalesef. Gerçekten savaşılmış olsa bu durum ortaya çıkmazdı. İşte savaşmadan yenilmek, kaybetmek diye buna denir. Hayır, ortada savaş olduğuna dair bir emare de yok. İşgal mi var, gasp mı var, ne var? Üstelik kazananlarda bizden değil. Zamanın behrinde masada kaybettik, yine aynı yerde kaybediyoruz. Ki, oraya oturduğumuz zaman kaybettik, oturduktan sonra değil. Haddizatında o masaya kıvılcım çakılırken oturduk ama ya fark edemedik ya da hainlik ettik. Biz hainlerin kurbanı olduk daima. Kimliğimizi ve dinimizi ötelemeye başladığımız andan itibaren hep hain ürettik, şehit kanıyla sulanmış bu topraklarda. Savaşmadığımız Kürt kardeşlerimizle barış yaparız, ülkeyi paramparça edip Eyaletlere böleriz. Hakikaten biz neyiz, kimiz, kimdeniz? İstemeyenlere eyalet tahsis ederiz. Cehalet midir, bir şeylerin diyeti midir, kurnazlık mıdır aklım almıyor. Hayır, Lazistan’dan bahseden kim? Kürdistan’dan bahseden kim? Yani durduk yerde illede bir vatanı, milleti parçalamak ne demek? Bir defa, Türkiye’yi eyaletlere ayırmayı teklif etmeyi bırakın, tasavvur etmek bile vatana ihanet telakki edilir. Hayır, bir Türk evladının böyle bir durumda ne düşünmesini ve ne yapmasını beklersiniz ki? Vatanının bölünmesini tasvip etmesini mi? Bunu düşünen birinin Türk evladı olması ihtimali yüzde kaçtır Allah aşkına? Ya da böyle birinin Türk evladı olma ihtimalini düşünmeyi düşünmek bile saçma mıdır? Her şeyinize eyvallah çekilse bile, bu, ancak tahrif ve tahrip olmuş bir zihinin ürünü olabilecek düşünceye eyvallah çekmeyi hiçbir Türk evladının ruhu, beyni ve vicdanı kaldıramaz. Bir Türk evladının vatanının bölünmesinden zevk alabileceğini asla düşünemem. Bu beni kahreder.

 

Tüm bu olup bitenler karşısında tepki gösterenlere de inanmakta zorlanıyorum. Yani bugünü doğuranlar, şimdi doğurdukları, doğmasına sebep oldukları şeyi beğenmiyorlar. Allah, namus, vatan aşkına ya da Marks, Lenin, Mao aşkına ya da madde, doğa aşkına geçmişteki strateji ve taktikleriyle, yanlış düşünceleri ve eylemleriyle bugünü doğuranlar, doğmasına neden olanlar Kemalistlerden (bunların Mustafa Kemal’le zerre alakaları yoktur) başka kimlerdir? Türk kimliğini tahrif ve tahrip ettiniz. İslam’ı zaten silmek istediniz. Faraza savunmuş olsanız bile dinden arındırılmış bir Türklüğü savundunuz ama Türklüğün İslam’dan arınmasının asla mümkün olamayacağını anlamadınız. Üstelikte güya kendisine dayanarak politika ettiğinizi söylediğiniz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘’Türk’ün tabiatına en uygun din, İslam Dinidir’’ dediği halde. Ülkücüleri faşist, İslamcıları yobaz olarak tavsif ettiniz ve bitevi aşağıladınız. Laiklik deyip durdunuz, laiklik silahıyla milletin yüce değerlerini vurdunuz ama dilinize pelesenk ettiğiniz bu laiklikle bir türlü karınları doyurmadınız ve hiçbir kalkınma hamlesine imza atmadınız. Yani genel itibariyle Türk ve İslam kimliğine alerji duydunuz, yanlış adamlara uydunuz, milleti umursamayıp, duymayıp uyudunuz. Alerjilerini açıktan ifade edenleri bağrınıza bastınız ve sürekli koruma altına aldınız. Ne gariptir ki hala da aynı şeyi yapıyorsunuz ve bir de milletten medet bekliyorsunuz. Tam anlamıyla trajikomik bir hal içindesiniz. Hayır, yalan mı söylediklerim? Yüreğiniz yetiyorsa yalanlayın. PKK denilen lanetin çıkışını kimler hazırladı? Ya da madem çıkartıldı, niçin bu illetle yüreklice mücadele edilip kökü kazınmadı? İstenilse yapılamaz mıydı? Medeniyeti, içkide, çıplaklıkta, kumarda ve her türlü lüzumsuzlukta gördünüz. Bir başörtüsü yüzünden ne acılar yaşattınız, canların yok olmasına sebep oldunuz. Bu memleketin öz sahiplerine parya muamelesi yaptınız. Mütemadiyen partileri kapattınız. Bu milletin ordusunu mahvettiniz. Yargısını çürüttünüz. Milleti yıprattınız, ezdiniz, korkuttunuz. Yani bugünü, dünlerde siz kendiniz hazırladınız. Oysa bunların hiçbirini yapmayabilirdiniz. Millete zulmetmeyebilirdiniz. Zulmedenleri savunmayıp, onlara dur diyebilirdiniz. Münhasıran ahlak ve adalet için mücadele verebilirdiniz. Ki, haddizatında yegâne vazifeniz de bu olmalıydı. Hayır, bir toplumsal yapı evrensel ahlak ve adalet için dövüşmeyecekse, ne için dövüşecek? Milletiyle mi dövüşecek? Böyle bir toplumsal yapının süsüne heves değildir herhalde millet? Hayır, ahlak ve adalet diye bir derdi olmayan toplumsal yapı zaten çeksin gitsin bu topraklardan.  Bu zor değildi ve istenildikten sonra çok kolayca başarılabilirdi. Millette bugün, bunlara muhtaç olmaz, her dediklerine eyvallah çekmezdi. Millet nice yanlışlıklara, münhasıran sizden korktuğu için katlanıyor. Şerefim üzerinde yemin ediyorum tek gerçek budur. Yoksa bu millet eyalet ihanetini tasvip edecek ve buna katlanacak kadar varlığına düşman olamaz. Tabi bu söylediklerimi algılayıp, anlayacak kafa lazım. Duyumsayıp, hissedebilecek yürek lazım. Dünlerde, sizi, yaptıklarınızı yapmanız için teşvik edenler, işte tam da bugünlerin doğmasını isteyenlerdi ve bugünleri doğurtmak için dünlerde millete sancılar yaşatmanızı istediler ve başardılar da bunu. Yapmadınız, hiçbir şey yapmadınız. Yediniz, içtiniz, keyfinize baktınız. Bir dakikalık bile olsa varoluş sancısı duymadınız. Her devirde kral biz olur, millete emrederiz sandınız.

 

Hayır, biri bana namusluca, şereflice söylesin de şapkamı çıkarıp ellerini öpeyim, önünde diz çökeyim. Allah aşkına, Türk Ordusundan Türk evlatlarının ihraç edilmesi, iki de bir Türk Milletinin çoğunluğunun oy verdiği partilerin kapatılıp durması ve vicdanların rencide edilip, umutsuz bırakılması, Türk Milletinin varoluş değerlerinin tahkir ve tezyif edilmesi, bir başörtüsü yüzünden nehir gibi gözyaşlarının akıtılması, ruhların feci şekilde tahrip edilmesi Müslüman Türk Milletine ne kazandırmıştır? Müslüman Türk Milletinin hayrına mı olmuştur tüm bu olanlar? Haydi, bunları yaptınız, bunların yanında millete hizmette etseydiniz, adaleti de getirseydiniz ve gerçekten hissedilir düzeyde çalışsaydınız yine öfkeleri hafifletebilirdiniz. Ama yapmadınız. Peki, sizin göreviniz, derdiniz bu milletin imanı ve kimliği mi olmalıydı? Türk Ordusundan Türk Milletinin evlatlarını ihraç ettirmek mi olmalıydı? Gariban kız çocuklarının örtüsüyle uğraşmak, onların ömürlerini verip elde ettikleri haklarını gasp etmek miydi? Hayır, bunları yapmak zorunda değildiniz, yapan namussuzları desteklemek zorunda değildiniz. Siz bunları yapmasanız, bu millette size bu kadar muhalefet etmez, şimdi olanlara da boyun bükmezdi. Bana lütfen, bunlar olmadı demeyin. Beni kör, sağır ve vicdansız olarak tavsif etmeyin. Bunu yapmanın ne olacağını ve böyle yapana ne söyleyeceğimi bilirsiniz. Çünkü biz mal değiliz, şerefsiz değiliz, cahil değiliz. Her şeyi algılayacak, anlayacak beyne de, yüreğe de, vicdana da sahibiz elhamdülillah. Yapılan tüm olumsuzluklar her zaman gâvurun ekmeğine yağ sürdü ama bu millet yapılanlardan bir fayda görmedi. Ki, bu zulümlerin ardında da muhtelif yabancı güçler vardı kesinlikle. İşte şimdi aynı güçler dünkü yapılmasını sağladıkları şeyleri hiç fark ettirmeden kullanarak, bugün istediği başka hesapları gördürüyor. Dün bu zulümleri yapanlara, yatıranlar ve yapanlara sessiz kalanlar, bugün kü ihanetler karşısında milletin tepkisiz kalmasından sorumludurlar. Çünkü bugünküler, dünlerdeki zalimlikleri ve zulümleri kullanarak istediklerini yapmaktadırlar, böylece yol almaktadırlar. Yani dünkü ihanetlerin yol vermesiyle bugünkü ihanetler yol bulmaktadır.

 

Aynı şekilde Ülkücü camianın tabanı değil ama tavanı da sizlere (Kemalistlere) bir yerde payandalık yaptı. Ki, taban olarak en masum, en samimi topluluğa sahip kesim Ülkücü kesimdir. Ki zaten sorunda buradadır. Tabana layık bir tavanın olmayışı Ülkücü camianın her zaman sancısı olmuştur. Şimdi bunu daha iyi fark ve idrak ediyoruz. Türk kimliğini özüne layık olarak yaşatamadı ve savunamadı milliyetçi tavan. Nurettin Topçu’yu, Cemil Meriç’i, Mehmet Akif Ersoy’u, Necip Fazıl’ı, Osman Yüksel Serdengeçti’yi, Peyami Safa’yı, Erol Güngör’ü, Remzi Oğuz Arık’ı, Dündar Taşer’i, Galip Erdem’i idrak kabiliyetinden yoksun tipler işgal etti zirveleri ve kulaklarını tıkadılar yıllarca tabana. Türklük ile İslam’ı mezcedip bütünleştiremediler. Kendilerini revize edemediler. Bilgiyle, bileği aynı potada eritemediler. Gençliği sahiplenip koruyamadılar. Onlara bir ideal aşılayamadılar. Onların kullanılmasına engel olamadılar. Maalesef bunlar gerçeklerdir. Bu gerçekleri görüp, aynı hatalara düşmemeli ve yapılan yanlışlıklar telafi edilmelidir. Kemalistlerin bunu yapabilmesi kabil-i mümkün değildir ama Ülkücü camianın yapabilmesi kabil-i mümkündür ve yapmalarından başkaca da çareleri yoktur. Ne kendilerinin, ne ülkenin ne de milletin bundan başka kurtuluş şansının olmadığını düşünüyorum. Gerçeklere göz kapamak, gerçekleri yok etmez. Gerçeği söyleyenlere kızmakta, bir şey kazandırmaz. Yalanlayıp, yanlışlaşabiliyorsan buyuracaksın, bilakis gerçeğe boyun eğip gereğini yapacaksın. Kendini bileceksin, haddini bileceksin ve Hakk’a geleceksin. Karanlığı delecek, yanlışları sileceksin. En sonunda ülken gülecek, devletin gülecek, milletin gülecek ve sen güleceksin. Birilerini şiddetle tenkit ederken, kendini asla unutmayacaksın. Sürekli otokontrol yapacaksın. Çünkü kendini kontrol etmezsen, hatalarını hatırlayıp ders almazsan yine aynı şeyleri yaparsın ve bu sefer Allah korusun bütün mevcudiyetinle batarsın. Millete umut vermelisin. Güven vermelisin. Ahlakı ve adaleti en üst seviyede temsil edip, savunabilmelisin. Çünkü sen, bu milletin ve memleketin gözbebeğisin, varlık sebebisin. Ülkücü demek, öyle basit bir şey değildir, bunu mutlaka bilmelisin ve bir an önce kendine gelmelisin, milletine dönmelisin. Mesela; kullandığın kavramlara dikkat etmelisin. En basitinden, Kemalistler gibi, Şeraitçi mevhumunu asla kullanmamalısın. Çünkü sen böyle bir kavramı kullanamazsın. Hem normal olarak kullanamazsın hem de bu tür bir kullanış millet indinde yanlış telakkiye yol açtığı için kullanamazsın. Aklını kullanmalısın, sen aptal değilsin ve olamazsın. Sen ülkü sahibisin, ideal, aşk sahibisin. Sen, sevginin, ses ve soluk olmuş halisin. Hainliklerden, zalimliklerden berisin. Olman gerektiği gibi olmalı, olduğun gibi görünmeli, göründüğün gibi yaşamalısın. Son tahlilde; sen olmazsan, bu ülke olmaz, bu devlet olmaz, bu millet olmaz ve olmaz hiçbir şey. Bir şeyler olması için, sen, sen olmalısın. Bunu asla unutmamalısın. Bugünün doğmasında, seninde hatalarının olduğunu asla bilmezlikten, görmezlikten gelme. Bilakis bil ve gör ki, bir daha aynı hayata düşme. Çünkü senin hatan, çok büyük bedellere neden olmaktadır. En büyük bedel de, bugün Türk Milletine karşı yapılan tarihin şahit olmadığı ihanetlerdir. Sen, sen olsaydın vallahi bugünleri görmezdik.

 

EKSTRA

 

BİR: AKİL ADAM; hakikaten garip. Yıllarca fikirden uzak kalmış, işi gücü içki ve kadın olan ve ömrünü böyle şeylerle geçiren insanlardan da akil adam olurmuş ya, helal olsun. Vatan hainlerinden, Türk düşmanlarından akil adam olurmuş ya helal olsun. Ki, söylediklerimiz yalan değil ve aptal değiliz biz. Araya bir iki kişiliği sağlam insan alıpta bunları millete yedirmeye yeltenmek yanlıştır ve millette yemez bunu Allah’ın izniyle. Bunun adına zehire bal karıştırıp milletin önüne koymak denir. Haddizatında o araya giren şahıslara da kızıyorum. Kardeşim senin böyle bir şeyde ne işin olabilir? Aslında kişilerde kendilerini, hadlerini ve yerlerini bilecek. Herşeye çok teşne olmayacak. Misal; bir Kadir İnanır’ın vs. artistlikten başka anladıkları ne olabilir ki? Hayır yani, bunların, fikri bir mesele ile bütün benliklerini vererek iştigal ettiklerini söylemek mümkün müdür? Asla değildir. Ya da Türk düşmanı bir hainin, Türk Milleti adına namuslu bir karar vermesi kabil midir? Hülasa; Türk evladı bunu yemez, yutmaz ve yemeyecek, yutmayacak Allah’ın izniyle.

 

Evet, herkes akan kan dursun ister. Şerefsiz teröristin kökü kazınsın ister. Ama bu, yerinde ağır olmasını bilerek olmalıdır. Kendi varlığını küçümseyerek, hafifleterek değil. Bedel ödeyerek değil, bedel ödeterek. İnsanlığı yüreklice aydınlatıp, insanlık düşmanlarını karanlığa gömerek. Tarihi şahsiyetini yerlere sererek ve tarihi varlığına halel getirerek değil. Tarihi şahsiyetinin bilincinde olarak olmalıdır. Düşmanın oyununu oynayarak değil, kendi oyununu kurarak olmalıdır. Gerçekleri tahrif, tarihi ters yüz etmeden olmalıdır. Türk ve İslam düşmanlarının, Müslüman Türk Milletine akil adamlık yapacaklarına rüyamda görsem inanmazdım. İlginç şeyler oluyor gerçekten de. Mutlaka uyanmalıyız!

 

İKİ: ÜLKÜCÜ CAMİA; bugün Ülkücü camiayı parçalamak derdinde olanlar var, içeriden ve dışarıdan. Bu hainlere kulak asmamak gerekir. Birkaç tabela partisi çıkıp güya Milliyetçilikten dem vurup milleti kendine çekerek büyük yapıyı parçalayıp, yapılan şeylerin daha kolay yapılmasını sağlamak istiyorlar. Ama bunu hiç fark ettirmiyorlar. Ama Ülkücüler bu zokayı yutmamalıdır. Ülkücülerin tabela partilerinde işi yoktur. Ülkücüler bulunması gerektiği yeri bilir, bilip durduğu yeri düzeltmeyi de başarır ve başarmak zorundadır. Haddizatında Ülkücü oy vermez, vermek zorunda kalır. Çünkü Ülkücü özünde İlay-ı Kelimetullah Davasına iman etmiş adamdır. Ülkücü bütün insanlığı hedefler. Çünkü insanlık namına çalışır. Muayyen bir gurup, kitle namına değil. Ülkücü kimliğine ve dinine düşmanlık güdemez. Düşmanlık güdenleri en amansız düşman bilir. Türklüğü ve İslam’ı şerefiyle taşır ve taşınması için gayret eder. Türk Milletinin istikbali, özünde, Ülkücülerin hizmet ve gayretlerine bağlıdır. Ve Türklüğün istikbalini, Türkiye’nin bekasını, İslam Dininin gönüllerde otağ kurmasını düşünenlerin bu mümtaz topluluğa iştiraki kaçınılmazdır. Tarih bunun şahididir. Ecdat bunun şahididir. Bugün Türk demekten utanıldığı ve korkulduğu bir devirde, bu seçkin toplulukla bir olup dayatılmaya çalışılan kaderi bozmak şarttır. Ama eskinin de yeniden doğmasına asla müsaade etmemek ve millete bu garantiyi mutlaka vermek olmazsa olmazdır. Bunu yapacak yegâne kitlede de, teşkilatta Ülkücü kitle ve teşkilattır. Ve tüm Ülkücüler aynı kader birliğinde mutlaka birleşmelidirler. Yarın geç olmadan ve mücadele güç olmadan. BBP ni iç ve dış düşmanlar arasına koymuyorum. Ama artık BBP de birliğin, dirliğin, büyük resmi oluşturmanın ve büyük güce erişmenin yollarını araştırmalı, bunun için çalışmalıdır, tefrikaya bir an önce son verilmesi iktiza etmektedir. Ayrılık yaratanlar, hainlik edenler bünyeden tard edilmelidirler ve millete bildirilmelidirler.

 

ÜÇ: KİMLİK VE DİN; Türk Milleti tedricen dönüştürülmektedir. Kimliği imha edilmek, dini de gönlünden çekilip alınmak istenmektedir. Buna müsaade edilmemelidir. Altyapıyı Kemalistler hazırladı, üst yapıyı da gerçek İslamcılar değil ama İngiliz İslamcıları hazırlıyorlar. Aslında bunları söylemek istemiyorum. Keşke her şey olması gerektiği gibi olsa, yapılması gerektiği gibi yapılsa. Ama olmuyor ve yapılmıyor. Böyle olunca da bize gerçeği ifade etmek kalıyor. Çünkü bunu yaparken de bir yerde millet bölünüyor. Haddizatında çok büyük bir Milli Birlik oluşturmak, kader birliği etmek ve aynı dava için çalışmak gerekiyor ama içimizdeki hainler buna müsaade etmiyorlar. Haniler tüm yapıları, hatta devleti işgal etmiş, ele geçirmiş durumdalar. Yıllar ve yıllar içinde, İngiliz iti her yere adamlarını yerleştirmiş. Türk Milletinin uyanması, ayağa kalkması ve üzerinde oynanan oyunları görüp aynı yolda buluşarak tüm hainlere meydan okuması ve devletine gerçek manada sahip olması gerekir. Bunu yapacak bir adam vardı ve tam da bu zamanda lazımdı ama şehit etti şerefsiz itler.

 

DÖRT: DEVLET; Devlete sahip olmak derken, şunu kastediyorum; şöyle düşünün, bir kadının bedenine sahip olup ruhuna sahip olamadığınızı düşünün. Evet, kadınınla birlikte oluyorsun ama o sana kendini tüm ruhuyla teslim etmiyor. Senin için yapması gerekenleri yapmıyor. Sana bedenini teslim ediyor ama bedeniyle birlikte ruhunu başkalarına teslim ediyor. Şimdi bu kadın senin midir? Sen sana ait olduğunu düşünüyorsun ama o sana ait değildir. Sen o kadınla birlikte olmaktan, gezip dolaşmaktan, onun elini tutup, gözlerine bakmaktan asla derin bir zevk alamazsın. Bundan zevk alanlar başkaları olmaktadırlar. Senin kadının ama o kadından zevk alanlar başkaları. İşte devletin soyut yapısına sahip olduğuyla avunmakta bunun gibidir. Devlet benim dersin ama o devletin ruhu senin değildir. Sen sadece senin olduğunu sanırsın ama başkaları için çalışır o devletin ruhu olan kurumlar. İşte bizim devletimiz buna benziyor. Her zaman Türk Devleti olduğu söyleniyor ki; doğrudur da ama hiçbir zaman Türk’ün hayrına olacak bir şeye imza atılmıyor devletin ruhu olan kurumlarca. İşte beden Türk’e ait olsa da ruh asla Türk’e ait olamıyor. Başarmamız gereken budur, hangi yolla olursa olsun, hangi bedeli ödemek gerekiyorsa gereksin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ruhunu da bize ait kılmalıyız. Bunun için tüm millet birlik olmalıyız. Aynı kader birliğinde buluşmalıyız. Aynı tarih, aynı din, aynı töre üzerinde birleşmeliyiz. Ortak aklı kullanmalıyız, kendi aklımızı değil. Kendi aklımız daha dünkü çocuktur ama ortak aklımız binlerce yıllık birikimin eseri olan bilge bir adamdır.

Tarih: 06.04.2013 Okunma: 659

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

enver aktaş

22.12.2012 - 18:10

hitap ediğin kesim okuyacakmı acaba..

enver aktaş

22.12.2012 - 18:10

hitap ediğin kesim okuyacakmı acaba..