KURTULMAK MI İSTİYORSUN? DÜŞÜNECEKSİN!...16…

Özgür DENİZ - 07.02.2013

BİR

 

İslam’ı hayatın dışına atarsanız, elbette birilerine rant kapısı açarsınız. Şöyle ki, kadınlara ve erkeklere varlık anlamlarını öğretemezsiniz, onlara birbirlerine karşı olan ödevlerinin bilincini veremezsiniz. Böylece onlar mahiyetlerinin bozulmasına yol açacak yollara başvururlar. İslam bilinmezse insanlar yoldan sapar, yoldan sapınca da onları kurtarmak için yeni yollar bulurlar. Ama o yolu bulanlar buradan devasa rantlar üretecek olanlar olurlar. Aslında onlar tedavi için var değildirler, daha da hasta etmek için vardırlar. Çünkü böylece kazançları sürekli olacaktır.

 

Kur’an; ‘’mümin kadınların mümin erkekler üzerinde, mümin erkeklerin mümin kadınlar üzerinde hakları vardır’’ der. Şimdi hem kadınlarımız hem de erkeklerimiz, dinlerini gerçekten bilselerdi, yöneticiler ve âlim denilenler namusluca dini izah etselerdi ve yaşasalardı, insanlarımız bu kadar bozulurlar, yozlaşırlar mıydı Allah aşkına? Tabi insanımız dinden bihaber olup bozulunca, bozulup günahlara batınca ve günahlar yüzünden her şey şirazesinden çıkınca hayatlar alt üst olmaktadır. Böylece alt üst olan hayatlar için yeni kurtarıcılar ortaya çıkmaktadır. Yani yeni ve bol kazançlı rant kapıları açılmaktadır. Dini hayat sahasının dışına itmek isteyenlerin en büyük emellerinden biride budur işte.

 

İnsanlar bozulmasaydı, dinlerini bilselerdi ve yaşasalardı, insanların kendi özlerine yabancılaşmalarının ve yozlaşmalarının sonucunda büyük rant elde edenlerin varlığı diye bir şey olabilir miydi? Siyonist maşası malum medya kendine alıcı bulabilir miydi? Kimlik ve din düşmanı insanlar, peşlerini takip eden insanlar bulabilirler miydi? Kumar, fuhuş, içki, faiz, eroin ve muhtelif kötülüklerin baronları insanlığa hükmedebilirler miydi? İnsanları Allah ile aldatan soysuzlar, insanları aldatmayı başarabilirler miydi? Çünkü insanlar bozuldukça, kazananlar bunlar olmaktadırlar. İnsanları da işte tam da bu yüzden bozmaktadırlar, dinden uzaklaştırmaktadırlar. Bozulmayan insanı köleleştirmek imkânsızdır. Çünkü bozulmayan insan efendi kabul etmez. Onun efendisi bellidir. Ne hazin ki, bütün bunlara rağmen insanlarda hala uyumaktadırlar. Gerçekleri gördükleri halde algılayamamaktadırlar. Çünkü bütün algı sistemleri alt üst edilmiştir. Allah kurtarsın diyeceğim ama insan önce kendi kendini kurtarmak için samimi olarak gayret göstermelidir.

 

Burada bir de şöyle bir kahpelik vardır. Hem dini hayat sahasının dışına atarlar hem insanları dinden uzak tutarlar hem de insanlar kötülük yapınca bunu dine hamlederler. Ne kadar iğrenç bir hareket, ne dehşetli bir soysuzluk değil mi? Bugün bir yerde, koca olacak adiler tarafından kadına yapılan zulmü dine bağlıyorlardı iki tane fahişe ruhlu mikrop. Sorsanız kendilerini Mustafa Kemal’e yaslar bu fahişeler. Oysa Mustafa Kemal’in şöyle bir sözü vardır ve onu da bilmez bu fahişeler. ‘’Türk’ün tabiatına en uygun din; İslam Dinidir.’’ Ama asıl suç, dindar geçinen sahtekârlardadır. Dini, çıkarlarına alet etmek için kullanıp, aslını anlatmaktan ve yaşamaktan imtina etmeleridir. İnsanların bozukluklarını dinle tedavi edeceklerine, şeytaniler gibi insanların bozukluklarından istifade ederek rant elde etmeyi düşünmektedirler. Yazıklar olsun!

 

‘’Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur’’ der Sophokles ve gerçekten haklıdır. Çünkü akıl sahibinin bozulması cehenneme davetiye gibi bir şeydir.

 

İKİ

 

İnsanlar, handiyse, dinden uzaklaşmayı bırakın, çıkmak üzeredirler. Evet, belki fark etmiyor olabiliriz hayatın bunca meşgalesi arasında ama maalesef derinden ve inceden bakarsak bu saf gerçektir. Eğer hissiyatla ve hassasiyetle müşahede edersek bunu sarih olarak fark edebiliriz. Hissiyatlarımız körelmişse, insanlığa dair hassasiyetlerimiz dumura uğramışsa diyeceğim yoktur. Ama gidişatın acı verici olduğu saf hakikattir. Elde ettiğimiz büyük rantlar, bizim, gerçeği görmemizi engellemektedir. Çünkü kazandıklarımızla sarhoş olmuş durumdayız ve uyuşmuşuz. Ruhumuz boşalmış, beynimiz donmuş ve dinimizi, kimliğimizi kaybetmek üzereyiz. Allah kurtarsın ve korusun. Âmin. Ama hep dediğimiz gibi, önce sen kendini kurtaracak ve koruyacaksın. Bir köpek gibi, dünya denilen leşten pay kapmaya çalışırsan ve asli ödevini ihmal edersen maalesef batacak ve biteceksin! Coğrafyan yağmalanacak, neslin tükenecek, milletin esir olacak, devletin çökecek ve bütün değerlerin çürüyecek.

 

ÜÇ

 

Osmanlıyı reddedemezsiniz, çünkü onsuz var olamazdınız. O sizin tarihiniz. O sizin kimliğiniz. O sizin dininiz. Burada dininiz derken olayın anlaşılması icap ediyor, yoksa İslam düzeyinde bir kabul sunmuyoruz, taş kafalılığın lüzumu yok. Üstat Cemil Meriç’e kulak verelim; ‘’bütün camileri yıksanız, bütün Kur’an’ları yaksanız, Batı’nın gözünde Osmanlısınız. Osmanlı yani İslam’’ işte anlatmak istediğimiz şey budur. Ayrıca tarih, zengin ve güçlü bir mirastır. O mirasın sahibi ve kullanım hakkını elinde bulunduran ise, insandır. İnsan, ya mirası yiyip tüketecek ya da aklını ve yüreğini kullanarak o mirastan istifade ederek daha da güçlü ve zengin olacaktır.

 

Ama bu arada Osmanlı gibi olacağız diyerek büyük yanlışların da içine düşmeyeceksiniz. Yani Osmanlı şöyle yaptıydı, böyle yaptıydı diyerek büyük yıkımlara neden olmayacaksınız. Zira o zaman uygulananların bu zamanda uygulanması diye bir şey kabil-i mümkün değildir. Ki, o zamanda ki uygulamalarında nelere sebep olduğu bellidir. Ama tabi Osmanlının devasa kudreti, yapılmak istenenlere meydan vermemiştir o başka. Peki, senin öyle bir kudretin var mı? Yok. O zaman dar kafalılığın, alıklığın da lüzumu yok. Kendini, haddini, hududunu ve yerini bileceksin. Zamanında, yerinde ne yapabileceğini görecek ve onu yapacaksın. Boş hayallerin peşine düşmeyeceksin. Birilerinin yönlendirmelerine, oyunlarına, tuzaklarına gelmeyeceksin. Hülasa; kendini bileceksin ve yerinde ağır olacaksın. Olmayacak şeylere yeltenipte, elindekini de kaybetmeyeceksin. Çünkü birileri, sana, Osmanlı gibi olmalısın diyorsa, mutlaka senden çalacakları vardır da ondan diyordur. Bunu sezeceksin. Tabi ki, Osmanlı gibi olmalısın ama Osmanlı gibi yapmamalısın. Çünkü o, olduğu gibi yapıyordu ama sen onun gibi değilsin ki onun gibi yapabilesin. Anlatılmak isteneni anlamaya çalış, dar kafalılık etme.

 

Burada gücümüzü, kendimizi küçümseme yoktur, burada korkaklık empoze etme yoktur, burada ilerlemeye ket vurma yoktur. Ama hem ideal olana gidelim derken hem de reel olanı görmezlikten gelmeyelim uyarısı vardır. Yani taktik ve stratejik olalım teklifi, tavsiyesi vardır. Çünkü düşman tam da bu şekilde davranmaktadır. Yani şimdi, biz Osmanlı değilken ve olma imkânımız yokken, sanki Osmanlıymışız gibi davranmak akıllılık mıdır yoksa alıklık mıdır? Demek istediğimiz budur. İdeal olanı isterken, reel olanı görmezsek çakılır kalırız. Ama ne hazin ki, birileri bu hayallerle kandırılmakta ve ülkeyi felakete sürüklemektedir. Bazı uygulamalar bunu göstermektedir.

 

DÖRT

 

Bir vatan var. Bu vatanın adı Türkiye’dir. Kuzey’den Güney’e, Doğu’dan Batı’ya Türkiye’dir. Osmanlının enkazı üzerine kurulmuş olan ve İnsanlığın son adası hüviyetini taşıyan bir coğrafyadır. Kadim medeniyetlere beşiklik yapmış topraklar üzerinde vücut bulmuş bir vatandır. Bu böyle gelmiştir, böyle gidecektir. Şu an ki hiçbir şahsın etkisi yoktur bu isim üzerinde, bizlere göre kadim bir isimdir. Değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Bu vatan var olduğu ve var olacağı haliyle bir bütündür, asla parçalanmaz, parçalanmasına müsaade edilemez. Yani bu vatan emperyalistlerin ve uşaklarının dikteleri ve arzuları doğrultusunda ameliyat masasına yatırılamaz. Bu gerçeği kabul etmeyenler ve kabul etmedikleri için bu gerçeğe ihanet edenler (kabul etmeyip, saygı duymak ve durduğu yerde durmak farklı bir durumdur), eceline susamış it gibi algılanırlar ve mutlaka bedelini öderler. Herkes bunu böyle bilmelidir. İsmi değiştirilecek ve kaybedilecek bir vatan yoktur. Her kim ki, bunun aksini söylüyor, o, taş kafalının, alığın tekidir ve mikrop gibidir, eninde sonunda o mikrop yok edilir, o mikrobun bünyeyi işgal etmesine asla izin verilmez. Bu izahlar, ne dinle ne de kimlikle ve kadim tarihle asla çelişmez. Bilakis, din, vatanın korunmasını emreder. Bu vatanın evladı olmaktan gurur duyanlar bu gerçekleri bilmeli, bu gerçeklerden zerre taviz vermemeli ve sorumluluklarının ağır yükünü taşımayı bilmelidirler. Bunu yapmazlarsa, kızılmasın ama şerefsizce yaşamaya layıktırlar. Çünkü bu dünya da Allah’tan gayrı dostları yoktur. Türk Milletinin yegâne dayanağı, sığınağı, korunağı ve dostu Allah’tır.

 

Bir millet var. Bu milletin tarihten gelen adı Türk Milletidir. Bu millet, İslam Milletlerinden bir millettir. Tarih boyunca muhtelif liderlere sahip olsa da, değişmez ve şaşmaz yegâne Önderi Hz. Muhammed’dir (sav). Bu milletin içinde muhtelif halklarda yaşamaktadır. Ama bu vatan sathında büyük çoğunluğu oluşturan ve dominant unsur olan millet Türk Milletidir. Bu izahlarımız, diğer kardeş halkların yok olduğu ya da yok sayıldıkları anlamına gelmez, gelmemelidir. Kimse de böyle algılamamalıdır. Ki, ben, burada bu vatanın sahibi olan unsurlardan söz ediyorum. Yani aynı dine, tarihe, töreye, geleneğe, kültüre sahip unsurlardan söz ediyorum. Yoksa hariçten gelipte burada yaşayanlardan bazıları, misafir olanlardır ve onlar görevlerini, bu millette onlara karşı ev sahipliklerini bileceklerdir. Burada Türk Milleti üstün millettir ve diğerleri bu millete tabi olmak zorundadırlar diye bir şey söylemiyoruz. Alıklığın âlemi yok. Böyle diyenlerde zaten ne Türk Milletindendir ne de bu milletin dostu olabilirler. Böyle diyenler, ancak bu milletin varlığından ve birliğinden rahatsız olup, kadim kardeşlerin kader birliğinden sıkıntı duyanlardır. Misafir olanlar zaten hürriyetlerini sonuna kadar kullanmaktadırlar hatta bu vatanın sahiplerinden daha ayrıcalıklıdırlar dersek de yeridir. Kardeşlerimize gelince, geleneklerini, törelerini zaten yaşamaktadırlar. Dillerini konuşmalarında sıkıntı yoktur. Evet, biz Türk Milletini her haliyle kabul ediyoruz diye bir şey yoktur. Üstünlüğünde takvada olduğunu elbette biliyoruz. Ama Türk Milletinin, bu vatan sathında yaşayan bütün unsurlarında dayanağı, barınağı, korunağı olduğu gerçeğini görmeliyiz, bilmeliyiz. Türk Milletinin, dünya sahnesinde geri planda kalmasına tahammül edemeyiz. Türk Milletinin en önemli ödevi; ahlakın ve adaletin egemen olduğu bir düzen kurmaktır. Türk Milleti Kur’an ve töre bakış açısıyla hayata bakmalı ve insanlığı bu eksende tedvir etmelidir. Burada şunu da çok iyi bilmeliyiz; Türk’e düşman olan İslam dinine düşmandır, İslam dinine düşman olan Türk’e düşmandır. Bu inkârı imkânsız olan bir hakikattir. Türk bedeni, asırlarca, İslam ruhunu gövdesinde taşımıştır. Bu ruh, Türk’ün hücrelerine, damarlarına, kanına işlemiştir. Bu ruh çıktığı zaman, Türk’te Türklük’ten çıkacak ve yok olacaktır.  

 

Olayları, olguları, rastgele, düşmanların zımni yönlendirmelerine, dayatmalarına ve kafamıza göre yorumlama lüksümüz yoktur. Yaşıyor muyuz? Çözülmesi imkânsız bir sorunumuz var mı? Kimsenin üstünlük iddiası var mı? Kullanılmayan bir hak var mı? Mutlak birlik diye bir şey kabil mi? İnsanların yaradılış icabı mutlak olarak farklı olduğu bir yerde, mutlak birlikten söz etmek taş kafalılığın daniskasıdır. Dünya gerçeğine göre de, herkesin her istediğini yapabilmesinin olanağı yoktur. Reel olanla ideal olanı karıştırmamak zekiliğin gereğidir. Olmayacak hayaller peşinde koşmak aptallıktır. Kendin kaybederken, birilerinin kazandığı işler yapmak sefilliktir. Birkaç kişinin çıkarı için, bütünün kaybetmesine fırsat vermek ihanetten ve şerefsizlikten başka nedir?

 

Ayrıca koca bir tarihi sırtlanmak basit bir iş değildir. Acemilere ve tecrübesiz olanlara emanet edilecek bir şey değildir. Kadim davanın sorumluluğunu deruhte etmek, kadim tecrübe sahibi olanların işidir. İdeolojik ajanlar, siyonizmin Truva Atı olanlar, ilkellik peşinde koşanlar, bu davayı sahiplenebilirler, kadim tarihi sırtlanabilirler mi Allah aşkına? Türk’ü İslam’dan, İslam’ı Türk’ten koparmak istiyorlar. Bu davayı, bu tarihi, bu vatanı sahipsiz bırakmak ya da sahip olacak tecrübeye sahip olmayanların eline düşürmek istiyorlar. Bilakis, büyük mikyasta İslam Milletlerine, küçük mikyasta da Türk Milletine egemen olamayacaklarını çok iyi biliyorlar kadim düşmanlar, evresel şeytaniler. Bu coğrafyanın zengin hazinelerine ve kaynaklarına sahip olamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu derin gerçekleri fark ve idrak etmemiz gerekmez mi? Nasıl oyunlar döndüğünü, oyunların nasıl sergilendiğini, kimler eliyle kimlere oynatıldığını nasıl olurda görmeyiz, sezemeyiz?

 

Osmanlı’nın, son Sultanın nasıl çökertildiğini, hangi oyunlar oynandığını, nasıl tuzaklar kurulduğunu öğrenmeli, bilmeli, anlamalı ve ona göre hareket etmeliyiz. Acemice hareketler, nefsi arzular ve kirli tahriklere aldanmalar bizi mahveder ve etmektedir de. Düşman çok sinsidir. Maşa mebzuldür. Yollar muhteliftir. Tuzak sonsuzdur. Öyleyse bizlerde çok akıllı olmak zorundayız. Birliğimizi bozacak hareketlere fırsat veremeyiz ve vermemeliyiz. Birbirine düşman, birbirinden korkan, kimliksiz, dinsiz, vatansız, değersiz, tarihsiz, davasız bir nesil üretmek istiyorlar. Başları bir secdeden kaldırıp, binlerce secdeye eğdirmek istiyorlar. Düşmana yol açan bizden değildir. Düşmanın çıkarlarına hizmet edecek hareketlerde bulunanlar bizden değildir.

 

Bu vatan sathında, Türk Milletinin, kadim kardeşleriyle birlikte verdikleri amansız mücadeleler sonucunda ortak banisi oldukları bir devlet vardır. Adı da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Her zaman söyleriz; devletsizlik kötüdür, babasızlık gibidir, anasızlık gibidir. Devletsiz olan, sokağa atılmış çocuklarımız gibidir. Çaresizdir, sığınaksızdır. Evet, bir insanın en büyük sığınağı Allah’tır. Ama dünya gerçeği diye bir gerçek vardır. Bu gerçekler içinde de devlet diye bir gerçek vardır. Bu gerçeği bilmek, fark etmek ve bir devlet yapılanmasına gitmek dine mugayir bir şey değildir. Olayı anlamak gerekiyor. Evet, biz, ahlaksız ve adaletsiz bir devlet teşekkülüne karşıyız ve böyle bir devleti de savunmuyoruz, insanlar böyle bir devlete itaat etsin demiyoruz. Ama faraza devletimiz bu şekildedir, yine de devletimizi yıkacak, tahrip edecek hareketlerden kaçınmalıyız. Onu tahrip etmek yerine ıslaha çalışmalıyız. Yani ıslah etmek varken yok etmek ve yok olmasını intaç edecek hareketler içine girmek, hainlikten ve şerefsizlikten başka nedir Allah aşkına? Aklımızı azıcık çalıştıramaz mıyız? Vicdanımıza bir nebze de olsa kulak veremez miyiz? Diyelim ki, bu devlet çatısını uçurduk, teşekkül etmiş kadim devlet yapısını bozduk, geleneğini sarstık, elimize ne geçecek? Dinin emrini mi ifa etmiş olacağız? Din algımız bu mu yani? Ki, din, devletin elden gitmemesi için birliği emretmiyor mu, tefrikayı yasaklamıyor mu? Bu devlet, kadim dine ve töreye göre işledikten sonra bozukluk nerededir, sıkıntı nedir? Bundan gayrısı eceline susamaktan başka nedir Allah aşkına?

 

Aynı şekilde, bu coğrafyaların, bu milletin ve bu devletin bir dini vardır. Dinin görünmez kılınması, ya da dış düşmanların içeri de ki şerefsiz uşakları tarafından hayatın dışına atılmaya çalışılması, bu gerçeği değiştirmez ya da bu olguları (vatanı, milleti, devleti) reddetmeyi doğurmaz. Bu coğrafyaların, bu milletin, bu devletin dini İslam’dır. Bunu kabul etmeyen şerefsizin bu coğrafyalarla, bu milletle, bu devletle bağı yoktur ve olamaz. Şayet var olduğunu, var olabileceğini iddia etse de bağı yoktur, yapılan da şarlatanlıktan başka şey değildir. Herkes bunu bilecek ve dine saygılı olacak. Dinin hayat sahasından uzaklaşması için çalışmayacak. Bunu yapan, eceline susamış it gibidir ve bedelini mutlaka ödeyecektir. Mustafa Kemal diyor ki; ‘’Türk’ün tabiatına en uygun din, İslam Dini’dir.’’ Aynı şekilde bütün İslam Milletlerine diyor ki; ‘’Hz. Muhammed’in izinden gitmedikçe asla felaha eremez ve ilerleyemezsiniz.’’ Hiçbir kimse Mustafa Kemal’in arkasına sığınarak, bu coğrafyalara, bu millete, bu devlete, bu dine karşı düşmanlık edecek kadar şerefsizleşemez. Buna cüret etmeyi biliyorsa, bedelini ödemeyi de bilecektir ve bedel; it gibi gebermektir ve bunu yapan hain it gibi gebertilecektir. Bu milletin, kimsenin coğrafyasında, milli birliğinde, devletinde gözü olmamıştır ve kendisi içinde aynısını bekler. Aynısıyla mukabele etmeyenlere cevap verebilecek kudrette asil evlatları vardır ve zamanı geldiği an, bir salise bile beklemeksizin vazifelerini yapmak için hazır beklemektedirler evvelAllah.

 

BEŞ

 

Bu milletin gençliği mütemadiyen yozlaştırılmaktadır, kendi benliğine yabancılaştırılmaktır. Devlet mekanizması bunu engellemelidir. Aşağılık dizilerle hem gençlik rencide edilmekte hem de muallimlerin itibarı sarsılmaktadır. Üstelik bu, kendini güya muhafazakâr diye pazarlayan kodaman namussuzların kanalları aracılığı ile yapılmaktadır. Diğerlerinin zaten en birincil vazifesidir bu ama kendini bu halktan biri gibi gösteren rezillere ne olmaktadır? Bir insan rant için bu kadar alçalamaz, devlet buna meydan veremez. Millet buna rağbet edemez. Bir millet, kendi varlığına sıkılan kurşuna göğsünü bile isteye siper edemez. Bu bilinçsizlik ve şuursuzluktur. Gençlik dizileri kasıtlı olarak pıtrak gibi çoğaltılmakta ve her kanalda birer tane yayınlanmaktadır. Bu dizileri izleyen gençliğin hali nice olacaktır? Bu zulmü neslimize karşı nasıl yapabiliyoruz ve yapılmasına müsaade ediyoruz? Bir devlet, kendi varlığını ve bekasını idame ettirmeye aday evlatlarının çürümesine nasıl izin verebilir? Bir devlet, ahlakın yozlaşmasına nasıl toleranslı davranabilir? Kumarın, fuhşun, içkinin, eroinin endirekt yollarla yayılmasına nasıl imkân verebilir? Bunu yapanları nasıl tecziye etmeden bırakabilir? Bir devletin ayakta kalmasının saç ayakları nelerdir Allah aşkına? Ahlak olmadan bir devletin ayakta kalması kabil midir? İnsanları arasında güven olmadan, bir devletin güçlü olması kabil midir? Devlet, yapılan ahlaksızlıklara fırsat vermemelidir, ahlaksızlığın yaygınlaşmasının önüne geçmelidir, ahlaksızlık fışkıran her şeyi adaletinin kılıcıyla kesip atmalıdır. Devlet gücünün üzerine Allah gücünden başka bir güç yoktur. Devlet isterse, bütün haydutları, hainleri, şerefsizleri, bozguncuları dize getirebilir. Bunu mutlaka yapabilir ve yapması da gerekir. Devlet, kodaman mikropları ezmekte tereddüt etmemelidir. Bunu isterse yapabilir ve yapmalıdır da.

 

ALTI

 

ASELSAN çalışanı beyinlerimizin katledilmesi devam etmektedir. Bunu yapan kimdir ve nasıl yapabilmektedir? Bu katliamları gerçekleştirmek bu kadar kolay mıdır? Devletin muayyen kurumlarının, MİT’in, Askeri İstihbaratın vazifeleri nelerdir? Bu katliamlar gerçekleştirilirken, bu kurumlar uyumakta mıdırlar? Devlet, niçin, bu görevliler için 24 saat özel koruma görevlendirmesi yapmamaktadır? Bunun bir izahı kabil midir, kabilse bile akıl kabul eder mi? İşlenmiş bazı cinayetler nasıl çözülememektedir. Bu milletin gözbebeği olan Muhsin Yazıcıoğlu Başkanın katilleri hala niçin bulunamamıştır? Merhum başkan, bugünler bilinerek mi şehit edilmiştir? Onun şehit edilişinde piyasada olanların bilgisi ve dahli var mıdır? Zira bugünlerde yapılan ve sonsuz yanlış, sakat olan uygulamalara göğsünü siper edecek ve milleti de ikna edecek tek insan kendileriydi. Acaba emperyalist planlar tıkır tıkır işlesin diye mi şehit edilmiştir Muhsin Başkan? Bu milletin, birilerinin en ufak yanlışında, hatasında, peşinden koşarak gideceği tek kişi kendisiydi, acaba bu biliniyor muydu? Çünkü Muhsin Başkan bu milletin değişmeyen özüydü, daim açık olan gözüydü, yalansız sözüydü, pak ve temiz yüzüydü. Kahpe düşman da bunu biliyordu. Muhsin Başkanın alçak katilleri mutlaka bulunmalı ve hesap vermelidir. Bunu yapamayanın, yapamayacak olanın, bu milleti temsil etmeye hakkı yoktur ve layıkta değildir bu kutsal vazifeye.  

 

YEDİ

 

Serra Siera ve Coni Elçiliğine bomba işi, Coninin kendi işidir, bu gerçektir. Ayrıntıya girmeye lüzum yoktur.

 

Polise alçakça saldırılar devam etmektedir. Polisin itibarı kasıtlı olarak sarsılmaktadır. Buna meydan verilmemelidir. Herkes haddini ve hududunu bilmelidir, bilmiyorsa bildirilmelidir. Bu her kim olanlar, nerede olurlarsa olsunlar fark etmez. İster servet, ister şöhret, isterse makam sahibi olsunlar hiç fark etmez. Çünkü haysiyetsizlik, haysiyetsizliktir. Bunu sıradan bir insanda yapsa, toplumda sözde bir yere sahip olan biri de yapsa değişmez. Tabi bu arada poliste kendi yerini ve sınırını elbet bilmelidir ve zaten de bilmektedir. Bir iki çıkıntı olursa da tecziye etmekte gecikilmemektedir. Ama polise karşı haysiyetsizce saldıranlar ise tecziye edilmemektedir. Bu ne iştir?

 

SON TAHLİLDE; Yanlış yolda giden doğru adrese varamaz. Öyleyse yolumuz adresimizle çatışmamalıdır. İlay-ı Kelimetullah davası peşinde olanlar, bu davaya düşman olanların peşlerine takılarak istediklerine ulaşamazlar. Türkiye senin geminse, kimliğin ve dinin o gemiyi hedefe götürecek olan küreklerindir. O kürekleri kırmakla vazifeli olanların peşlerine takılmayın ey bu coğrafyaların yiğit ve namuslu evlatları!

Tarih: 07.02.2013 Okunma: 659

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?