KURTULMAK MI İSTİYORSUN? DÜŞÜNECEKSİN!...2…

Özgür DENİZ - 06.11.2012

Soru sormayı bıraktığınız zaman bittiniz demektir.’’ Krişnamurti

Sevgili dostlar! Düşünen sorar, soran düşünür. Ama muhtemelen düşünmek daha önce gelir. Çünkü düşünmeyen birinin sorması söz konusu olamaz. Düşünmeyenin sorması söz konusu olsaydı, hayvanlarda sorardı. İnsan, düşünmek ve sormak zorundadır. Bu, seçimin, olmazsa olmaz koşuludur. Zira düşünmeden ve sormadan bütünü idrak etmek zordur, bütünü idrak etmeden de gerçek bir seçim kabil değildir. Parçalara bakarak seçim yapmak daima yanılgıların mahkûmu kılmıştır insanı. ‘’Bir kimse gününün en azından üçte birini tutkusuz, insansız, kitapsız geçirmezse nasıl düşünür olabilir?’’ diyor Nietzsche. Evet, düşünür olmak, kendimizi düşünceye vurmak zorunda değiliz, buna gücümüz yetmeyedebilir ama düşünmeden de yaşayamayız. Şayet düşünmeden yaşarsak, bu, ot gibi, hayvan gibi yaşamak olur. Ama böyle yaşamak, yaşamak olur mu takdir sizin. Düşünmeden yaşamak, özellikle hayvanlaşmış kodamanlara mahsusudur. İnsan olan, düşünmeden yaşayamaz. Mesela, şöyle bir düşünme egzersizi yapsak kendi kendimize; bulut, yağmurun, kendisinden oluştuğunu; yağmur, toprağın, kendisine ihtiyacı olduğunu; toprak, insanın, kendisine muhtaçlığını bilerek mi hareket eder? Behey şaşkın! Öyleyse her şeyi doğa nasıl yapsın? Üstelik kendini bilmeyen bir doğa, nasıl kendini bilenlerden haberdar olsun ve onlara yardım etsin? Keza, legolardan bir at yaptınız ve bunu bizzat ellerinizle ve aklınızla siz yaptınız ve sonra legoları bozup torbaya koydunuz, daha sonra da karıştırıp orta yere yaydınız. Peki, bir at meydana geldi mi? Behey divane! BİR’i müdahale etmeseydi tabiat ve insan diye bir şeyin varolması kabil olur muydu ve senin müdahalen olmasa, tabiatta bir değişim meydana gelebilir miydi? Tesadüf diye bir şeye inanmak ahmaklık değil de nedir? Hakeza, bir testiden ancak içinde ki su kadar istifade edebilirsin. Testiden deniz suyunu beklemezsiniz değil mi? Çünkü testi deniz suyunu alamaz. İşte bunun gibi, zavallı akılda, kâinatı kuşatamaz ve bütün bilgiye sahip olamaz. Akıldan, aklın çapı kadar istifade edilebilir. Akıl her şeyi bilemez behey cahil! Akıldan, güç yetiremeyeceği şeyi beklemek cehaletin zirvesidir. İnsanı gösteren düşüncesidir. Düşünce bitti mi insan da biter. Düşüncesiz insan hayvanlaşır. Gerçeğe giden yol bir tek ise, yalana, yanlışa giden yol binlercedir. Yolları bilmek, tanımak ve en doğru yolu bulmak için düşünmek ve sormak iktiza eder. Seni zorlayan yok ey insanoğlu! Allah, Ben iki yol gösterdim diyor; doğru yol ve yanlış yol. Seçimi yarattığı kuluna bırakıyor. Hiç zorluyor mu? Hayır. Hatta zorlaştırılmamasını da emrediyor. Ki, bu yüzden nadide, mümtaz, emin, aziz, sıddık elçisi de diyor ki; zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız. Bakınız, hiç ideolojiler gibi çıkmaza sokmak, zulmetmek, dikte etmek, baskı kurmak, ölümle tehdit etmek gibi bir şey var mı? Bunu idrakten aciz miyiz en insan? Ama biz gidiyoruz, bizi yücelten yüce hakikate yüzümüzü döneceğimize ondan yüzümüzü çeviriyoruz ve gidip yalanlara ve yalancılara yüzümüzü dönüyoruz. Yazık bize, gerçekten yazık. Taşıdığımız bu ruha, bu akla, bu vicdana yazık.

 

Sophokles diyor ki; “bozulduğu zaman, insandan daha korkunç yaratık yoktur.” Peki, insan ne zaman bozulur?

 

 

EKSTRA

 

BİR

Diziler, lanet diziler, Allah, kitap, peygamber, vatan, tarih, Türk ve bilumum mukaddes değerlerin düşmanı diziler, gençliği derinden derine şiddete, ahlaksızlığa, soysuzluğa, kimliksizliğe, dinsizliğe teşvik etmektedir. Devlet bu duruma el atmalıdır. Hükümetler bu konuda vurdumduymazlığı bırakmalıdır. Örnek olmak nasihat etmekten bin kat daha faydalıdır. Bol nutuk atılacağına, nasihat edileceğine yaşanılmalıdır hakikatler. Sen yaşamadıktan sonra, binlerce kez yaşanmasını söyle ne fayda eder behey ahmak! Bu yüzden diziler kontrol edilmelidir ve sınırların aşılması önlenmelidir. Bırakınız faşist adam desinler, bırakınız faşist devlet desinler. Siz yapılması gerekeni yapınız. İte kopuğa kulak verecek olsaydık, ne bu millet ne bu devlet bugüne kadar yaşayabilirdi. Kangren olmuş bir uzuv varsa kesip atacaksın, atmazsan bütün vücudunu kaybedeceksin. Hangisi daha akıllıcadır? Biraz da faşist olalım değil mi? Madem faşist diyorlar, bari hak yerini bulmuş olur. Zira liberal ve demokrat olacaz diye namusumuzu kaybetmek üzereyiz. Namusunu kaybedenin, kaybedilmemiş neyi kalabilir ki?

 

İKİ

Bakınız arkadaşım! Kangren olmuş uzuv mutlaka kesilir ve atılır. Yoksa hastalık bütün vücuda yayılır ve vücudu yok eder. Bu yüzden böyle durumlarda hissi davranmak ahmaklıktır. Siz teröriste acırsanız, terörist size acımaz. Çünkü o, artık insanlıktan çıkmış ve hayvanlaşmıştır. Bundan gayrı onun vazifesi yok etmektir. Yok etmezse yaşayamayacağını bilmektedir. Diyeceğim o ki, o, yok edilmeyi hak etmiştir. Teröriste acınmaz. Acınılmak istenen kişi de teröristlik yapmaz. Teröriste acıyanın da teröristten farkı yoktur. Onun acıması aydın vicdanını taşıdığından ya da devlet adamlığından değil, zımnen terörizme destek verdiğindendir. Yani aynı duyguları taşıdığındandır. Bundan zerre şüpheniz olmasın. Çünkü hiçbir insan evladı, daha aklı, kalbi, bilinci gelişmemiş kundakta ki bir yavruya kıyan şerefsize acıyamaz. Hiç kimse, ilme susamış çocuğun yuvasını yakan ite acıyamaz. Hiç kimse, bigünah bir polisi, bir askeri ensesinden kahpece vuran bir kansıza acıyamaz. Acıyanın, kanında, kimliğinde, dininde muhakkak ama muhakkak bir sorun, bir sıkıntı vardır. Bu yüzden, açlık grevlerini, bile isteye, taammüden devam ettiren kim varsa, devlet onların malca taleplerini dinlemek zorunda değildir, hatta bırakmalıdır ki gebersinler. Şayet dinliyorsa, o devlet, asla Müslüman Türk devleti olamaz. Dinleyen şahısta, Müslüman Türk evladı olamaz. Her şeyin bir kanunu vardır arkadaş! İnsanca davranmakta bir yere kadardır. Ve ancak, insan olanlara karşı insanca davranılır.

 

ÜÇ

Bu ülkenin ormanlarını, bu milletin hazinelerini, yani ciğerlerimizi, sırf çıkar ve rant uğruna yok etmeye ant içmiş itleri, sizlerde aynı şekilde yok etmek için ant içmelisiniz ve vazifenizi asla ihmal etmemelisiniz. Bu millet yeşilin milletidir, bu medeniyet yeşilin medeniyetidir. Bu milletin ecdadı; ‘’yaş kesen baş kesmiş olur’’ diyen bir ecdaddır. Öyleyse ne yaşlarımızı ne de başlarımızı fedaya izin veremeyiz. Böyle bir kahpeliğe tevessül edenin başını alırız ve almalıyız. Acıyan, namertliği, boynunda bir tasma gibi taşır. Ormanını göz göre göre, bile isteye katlettirenin, namusunu satandan ne farkı vardır Allah aşkına? O can veren canların katledildiği alanlara dikilecek betonlardan bir tanesini almak için o canları katlettirmeye değer mi? O betonlara sığınan şerefsiz orada rahat edebilecek mi? Üstelik katledilen canların üzerinde oturduğunu bile bile. İnsan evladı olan insan bunu asla yapmaz, yapamaz. Ne aklı, ne kalbi, ne de vicdanı buna müsaade etmez. Tabi hayvanlaşmamışsa! Müslümanlık ve Türklük kimliğini terk etmemişse. Zira gerçek bir Müslüman Türk evladı böyle kahpeliğe müsaade etmez, imkân tanımaz. Zira Müslüman Türk evladının ruhu şerefsizliği kaldırmaz. Şerefli bir ecdadın torunu şerefsiz olamaz.

 

DÖRT

Merkezde patlayan silah, acaba bir uyarı mıydı? Uyarı ise olumlu yönde bir uyarı mıydı, olumsuz yönde bir uyarı mıydı? Uyarı ise kime uyarı idi? Bunlar düşünülmelidir. Zira bu olay aklı feci şekilde karıştırmaktadır. Göründüğü kadar basit bir olay olduğunu sanmıyorum. Mutlaka tetkik ve tahlil edilmelidir. Vatan, millet, devlet, din ve sair değerlerden taviz verilmemelidir. Türk kimliği görünmez kılınmamalı ve böyle bir hamlede bulunulmamalıdır. Terör meselesi de, varoluş dinamikleri tahrip edilmeden çözülmelidir ve kodaman itlerin rant çarkı paramparça edilmelidir. Terörü çözeceğim derken, milli ve manevi unsurlar, dinamikler tahrip ve tahrif edilmemelidir. Terör, acımadan ve taviz verilmeden çözülmelidir. Çocukları öldürenlere, üniversiteleri tahrip edenlere, okul yakanlara, öğretmen kaçıranlara, kahpece polis ve asker vuranlara acıyarak bir yere varamazsınız ve bu soysuzların tekliflerini dinleyemezsiniz. Bunların fino köpeği olan kravatlı cellâtlarını da adam yerine koyup değer veremezsiniz. İlla bunların her istediklerini yapmak zorunda değilsiniz. Zaten yapılacak olan ve yapılması makul ve mümkün olan bir şey varsa da yapılmaktadır. Bıçak kemiğe dayandı mı, bu millet iti de, domuzu da boğmasını muhakkak bilir. Herkes bunu böyle bilsin ve bıçak kemiğe değdirilmesin.

 

BEŞ

Büyük bir oyun oynanıyor gibime geliyor. Şöyle ki; PKK silah bıraksın her şey çözülür deniyor. Yani deniyor ki; PKK, bazı şeyler çözümsüz olduğu için silah sıkıyor. Bunu yapanlar da, güya PKK saflarından ayrılan ve yine PKK denilen Siyonist köpeğine tavır koyanlar. Bir gün PKK örgütüne silah bıraktırılırsa ve istenen şeyler olmazsa, ki istenen şeylerin olması zaten mümkün değildir ve mümkün kılacak olanı hatta mümkün kılmaya yeltenecek olanı bu topraklarda yaşatmazlar, çünkü istenen şey bu ülkenin ve milletin bölünmesidir. Ve bu isteneler olmadığı vakit, demek ki PKK haklıymış denilecek. Nihayet, Kürt kardeşlerimizin topyekûn PKK saflarına itilmesi sağlanacak. Bu yüzden silah bırakmaya falan kanmamak icap eder. PKK denilen örgütün gerçek yüzü ifşa edilmelidir ve bu örgüt acımadan yok edilmelidir. Çünkü bu örgütün Kürt kardeşlerimizle ve Kürt kardeşlerimizin sorunlarıyla zerre alakası yoktur. Bu örgüt bütün yönleriyle, hedefleriyle, maşalarıyla siyonizmin emrindedir, Batılı devletlerin fino köpeğidir. Tek gaye, Türk Milletini ve Türk Devletini yıpratmak, Türk Vatanını parçalamaktır. Gerisi hikâyedir! Çatışmalar da, it gibi leşleri serilenlerin terörist İsrail’e götürülmesi de mi uyandırmıyor sizleri beyler?

 

ALTI

MHP camiasına hayırlı uğurlu olsun. Sayın Doktor Devlet Bahçeli vazifeyi yine aldı, sorumluluğu yüklendi. Görkemli bir Kurultay oldu, gözler doğru görüp, beyin doğru algıladıysa. Sayın Doktor Devlet Bahçeli Beyin sunumu kuşatıcıydı, isabetliydi. Elbette kadı kızında bile kusur bulunur, ki kusursuz olan kim var? Ama tabi, görkemli kurultaylarla, parlak nutuklarla hayat yürümüyor, varlık ispat olunmuyor ve beka sağlanmıyor. Bu yüzden doğru ve istikametli eylem gerek, çalışmak gerek, gönül kazanmak gerek ve Milli Birliği sağlamak gerek. Öze dönmek gerek işin hülasası. Türklükten ve İslamlıktan haberdar olmak gerek. Tarihi bilmek, anlamak, idrak etmek gerek. Yolu bilmek, tanımak gerek. Nereye gittiğini, nasıl gittiğini, niçin gittiğini, kimlerle gittiğini ve kimin için gittiğini muhakkak bilmek ve bunun farkında olmak gerek. Yanlış yolları terk etmek, yanlış adamlardan ayrılmak gerek. Kutlu bir vazife için, yanlış adamlar görevlendirmemek gerek. İmandan, vatandan, dinden, devletten, değerden nasipsiz olanları def etmek gerek. Bilinmelidir ki; Ülkücüler, vatan, iman, devlet, millet ve bilumum mukaddeslerin savunucusudurlar ve buna göre yaşamalıdırlar. Başkaları gibi terörizmin payandası olmazlar, olamazlar. Bilakis terör karşısında çelikten duvar gibidirler. Ülkücü demek; Allah davasını, insan davasını sahiplenmek demektir. Ülkücü, çok farklı bir kişiliktir. Mübalağa yapmak istemem ama Ülkücü olunmaz, Ülkücü doğulur. Çünkü gerçek Ülkücü, gerçek Müslüman’dır. Gerçek Ülkücü, gerçek Türk’tür. Saf ve temiz Müslüman Türk olmayan Ülkücü de olamaz. Ülkücü, insanlıktan sorumlu olandır. O, insanlığın umududur, ışığıdır, güneşidir. Çünkü o, varlık âleminin biricik Önderinin (sav) ümmetinin ferdidir. Adaletten, ahlaktan sorumludur o. Kâfire kılıç çekendir o. Müslümanlığın ve Türklüğün ne manaya geldiğini bilendir o. Türklük derken, burada çok derin ve engin anlamlar ifade edilmektedir. Öyle ırkçılık gibi iğrenç ve rezil kelimelerle bağdaştırılamayacak kadar engin ve derin anlamalar. Ülkücüye ırkçı diyenler ya da Ülkücüyüm deyipte kendisine ırkçı yakıştırmasını kabul edercesine tepkisiz, sessiz kalanlar şereften yoksun tiplerdir. Ülkücü için tek dava vardır; İLAY-I KELİMETULLAH. Bu yol kuru bir kavga yolu değildir. İnsanın ve Allah’ın davasıdır bu dava. Allah nizamını yeryüzüne hâkim kılmanın davasıdır. Öyleyse bu davayı sırtlanan da basit ve zavallı bir kişilik olamaz. Ülkücü demek, Allah davasının kılıcı olmak demektir. Yeryüzünün bütün Ülkücüleri, Allah Davası’na sahiplik şuuruyla hareket etmelidirler, etmek zorundadırlar. Bilakis, vazifesini ihmal eden sorumsuzlardan olurlar ve bu da onları hainlik damgasını yemeye kadar götürür. Zira hizmet etmeyen haindir. Ve Ülkücüler, gerçek hizmetkârdırlar. Ülkücü gençliğin varlığı, birliği, diriliği, iriliği şüphesiz bir kıvanç vesilesidir. Ama esas kıvanç vesilesi olacak şey; o gençlere sahip çıkmak, onları doğru yöne kanalize etmek, onları hakikatin sarsılmaz, sönmez ve pörsümez parlak güneşiyle aydınlatmak, onları teröre kurban etmemek ve ite, kopuğa, soysuza ve namussuza kaptırmamaktır. İnşaallah yeni dönemde bu bilinç ve şuur temelinde hareket edilir. Bilakis bu memleketin ve bu milletin talihi gülmeyecektir. Ayrıca, bu arada, Ülkücü, asla demokrat, liberalist, kemalist, kapitalist, faşist, komünist, anarşist gibi yozluklara özlem duyamaz ve bu sapkın yolların yolcularının saflarına iştirak edemez. Ülkücü; bilinçli, akıllı, şuurlu, vicdanlı insandır. Ayrıca kadim tarihini, ecdadı, Türklüğü ve İslam’ı bilen, anlayan, idrak eden ve içselleştiren birinin demokrasi denilen laneti de ittihaz etmesi kabil-i mümkün değildir. Zira demokrasi denilen lanetin sunduğunu ya da sunduğunu sandığımız şeyleri, İslam ve kadim Töremiz, sonsuzlarca kez daha üst düzeyde ve daha sonsuz mükemmellikte sunar ve sunmaktadır. Tabi anlayabilecek beyin, hissedebilecek vicdan ve görebilecek göz gerekir bunu fark etmeye. Hülasa; insanca, hürce, diğerlerinin haklarına saygılıca yaşamanın adı asla demokrasi olamaz, ancak ve ancak İslam olabilir. Ben soruyorum buradan; eğer demokrasi, diğerlerinin haklarını gözetmekse, diğerlerinin yaşamlarına saygı göstermekse, düşünce özgürlüğünü savunmaksa, bütün dünyanın politik baronları demokrat olduklarını ve demokrasi için savaştıklarını söylemektedirler ve bizim ülkemizde ki demokratlarda malumdur. Peki, sizler, hiç, bunların, diğerlerinin haklarına saygı gösterdiklerini, düşüncelerine önem verdiklerini, diğerlerini yaşamlarına saygılı olduklarını gördünüz mü? Irak’ı, Lübnan’ı, Mısır’ı, Kuveyt’i, Suriye’yi vs. bütün mazlum milletlerin ülkelerini kan okyanusuna döndüren Siyonist İsrail, Amerika, İngiliz, Rus, vs. bilumum küfür milletleri mi demokrattır yani? Eğer haysiyetli ve hassasiyetli bir vicdana sahipsek insanca düşünür ve insanca yargıda bulunuruz. Demokrasi denilen lanet, hakikat güneşini söndürüp insanlığı karanlığa mahkûm etmek isteyen namussuzların, soyguncuların, vurguncuların, ahlaksızların, emperyalist, liberalist, faşist ve komünist kodamanların insanlığın kaderini ele geçirmek için vasıta olarak kullandıkları pislik dolu bir rejimidir. Şimdi size çok kısa bir olay anlatmak istiyorum, alakası var yok orası size kalmış can dostlar: kâinatın biricik aydınlığı, gözbebeği, nuru ve insan olmaya layık olanların biricik önderi olan gül kokulu peygamberimiz (selam O’na, ashabına ve yeryüzünün her zerresinde bulunun sevenlerine olsun) muhtemelen Mekke’ye doğru olacak, bir sefere çıkar, epey gittikten sonra bir köpeğin yavrusunu emzirdiğini görür ama köpek ezilme tehlikesiyle karşı karşıyadır, bunu gören Büyük Önder (sav) hemen emreder ve askerler yana kaydırılarak köpeğin keyfinin bozulmasının önüne geçilir, yoksa köpek ve yavruları gerçekten ezilecektir, sırf bir köpek için kalabalık bir ordunun düzeni ve istikameti değiştirilmek zorunda kalınır. Hey gidi hayvan sevgisi taşıdığını iddia eden ruhu, bedeni, beyni mikrop kaplı mahlûklar, siz mi hayvan sevgisi taşıyacaksınız? Daha insan sevgisi nedir bilmeyen mahlûkta hayvan sevgisi olur mu? Sevgili dostlar! Her şey en yüce ve en mükemmel düzeyde İslam’da bulunmaktadır. Gerisi hikâyedir, yalandır, aldatmacadır!

 

‘’GERÇEĞİN DIŞINDA SADECE SAPIKLIK VARDIR.’’ Yunus-32

 

Peki, GERÇEK nedir Allah aşkına? ‘’HİÇ AKLETMİYOR MUSUNUZ?’’ Allah.

Tarih: 06.11.2012 Okunma: 635

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?