DİRİLİŞ VE YENİDEN YAPILANMA...13...

Özgür DENİZ - 22.06.2012

Sevgili dostlar! Artık büyüdüğümüzün farkına varmalıyız ve halimizin gerektirdiği ihtiyaçlara yönelmeliyiz. Hiçbir şeyin aynı kalmadığı bir âlemde, insanın da aynı kalması ve aynı şeylere ihtiyaç duyması düşünülemez. Çocuklar yetişme sürecinde üç evreden geçerler. Bunlardan ilki, eşya ile ilişkili oldukları evredir. Daha sonra, şahıslarla irtibatlı oldukları evreye girerler. Son olarakta, fikirler dünyasına ulaşırlar. Bu son aşama, reşitlik dönemi olarak bildiğimiz evredir. Çünkü kendimizi, hayatı ve insanları tanıdığımız ve yorumladığımız evredir. İslam toplumu genel olarak eşya ile ilişki çağındadır. Görünümü, hâlâ bu çağı aşamadığını haber vermektedir. Dolayısıyla beyne hâkim olan eşyacı zihniyettir. Eşya, hayatının bütününü kuşatmıştır. Bu yüzden de sürekli tüketen bir yapısı vardır. Oysa dünya, fikirler aşamasına ulaşmıştır ve bu aşamayı da geçmek için mücadele vermektedir. Çünkü ihtiyaçlar sürekli değişmektedir. Hayatımızın seyir ve devamı için, başkalarından ödünç fikirler alarak bunları uygulamamız mümkün değildir. İşte sömürülebilirliğe açılan kapı budur. Zira başkalarından fikir alırsan, onların yaşamlarını da almak zorunda kalırsın, bu da senin sömürülmeni intaç edecektir elbette. Çünkü başkasının fikrini alan, onun yaşantısını da almış demektir. Ekonomik sahada, düşmanın araç gereçleriyle iş göremeyiz. Çünkü bu tür gelişmiş enstrümanlara sahip değiliz. Olduğumuz yeri bilmeliyiz ve yerimize göre argümanları kullanarak daha ileriye sıçramak için gayret etmeliyiz. Çocuksak, çocukların yapabileceklerini yaparız, büyüklerin yaptıklarını yapmaya kalkışmayız. Ama sürekli büyüdüğümüzün de bilincinde olmak zorundayız.

 

Sevgili dostlar! Çocukluk evresinde yaşayanlar, dünyada ki gelişmeleri hissedemezler, algılayamazlar ve anlayamazlar. Sorunlarla yüzleşseler dahi, onları fikir düzeyinde değil, eşya düzeyinde algılarlar. Eşya düzeyinde ki algılama da, insanı akamete uğratır ve ilerlemesini sabote eder. Medeniyet düzeyinde ki toplumlara göre, medeniyet öncesi toplumlar çocukluk evresindedirler. Medeniyet düzeyinde ki toplumlar ise, fikirler evresindedirler. Müslümanların, Batı karşısında ki durumu maalesef budur. Yani eşya evresindedirler. Çünkü ürettiğimiz bir şey yoktur ama üretilenleri sürekli tüketmekteyiz. Biz, önce psikolojik zaruretlerle yüzleşmeliyiz. Bunlar her şeyden önce, şahsiyet denkleminde değişiklikleri dayatan zaruretlerdir. Mevcut durumda ise, onun kişiliğine hâkim olan denklem, eşya mantığıdır. Günümüz Müslüman’ı sorunlarını eşya ile sınırlı dairede algılamakta ve buraya koymaktadır. Fikirler evresine ise epey uzaktadır. Zira fikirler evresine yaklaştığı zaman, üretilenleri tüketmekten kurtulacak ve kendisi üretmeye başlayacaktır. Üretemeyen ama ancak tüketen milletler, eşya evresindedirler. Yani bir nevi, çocukluk evresindedirler.

 

                                                      OSMANLI-TÜRKİYE

 

Osmanlı Türk Devleti, nasıl, Talat, Enver ve Cemal üçlüsünün cehaletine ve hırsına kurban gittiyse; aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti de birilerinin cehaletine ve hırsına kurban gitmektedir. Sorunlar büyütülmekte, yayılmakta, yanlış tanımlanmakta ve içinden çıkılmaz hale getirilmektedir. Sırf Kemalizm cehenneminden kurtulmak adına, ABD desteği alabilmek için bazı şeyler yanlış tanımlanmaktadır ve bu da yanlış hareketlere neden olmaktadır. Oysa böyle bir şey bu milletin felaketidir. Misal; Türkiyelilik kavramı diye bir ucube çıkarıldı. Burada Türk Milleti tanımlamasının ve Türk Milletinin unutturulması tuzağı vardır. Bu tanımlama (Türkiyelilik) derin bir oyunun yapı taşlarından biridir. Bilinçli şekilde pazarlanmaktadır. Aslında buna Kemalistlerde taraftır ama muhalifmiş gibi bir tavır sergilemektedirler, oy kaygısıyla. Tıpkı Osmanlı da olduğu gibi millet ayrıştırılmaya çalışılmaktadır, ötesini düşünmek bile korkunçtur. Yüzde sekseni kendisini Türk olarak (bir anket sonucudur) addeden bir milletin yaşadığı coğrafyayı olduğu gibi tanımlayamamak zilletin, acziyetin ve dalaletin delaleti olsa gerek. Ayrıca, böyle bir şey büyük bütünü küçümsemek ve dikkate almamak demektir. Yüzde sekseni Türk olan bir coğrafya da, Türk olanların geride kalıp, diğerlerinin önde bulunmaları demek, büyük felaketin yaklaşması demektir. Türk Milletinin hiçbir sorunu yokmuş gibi davranıp, sanki bütün sorunlar diğerleri ile ilgiliymiş gibi bir görüntü oluşturmak büyük tehlikedir.  Bunu sözde İslami duyarlılıkla da izah edemezsiniz. Oyun çok sinsice oynanmaktadır. Güya, bu ülkenin ve milletin lehineymiş gibi gösterilmektedir sonuçlar. Oysa hepsi hikâyedir. Kaybeden Türk Milletidir, kazanan siyonizmdir. Kürt kardeşlerimiz, bu sinsi politikalarla büyük gövdeden koparılmak istenmektedir. Binlerce yıllık kardeşliğe darbe vurulmaktadır. Ya bir kasıt vardır ya da derin cehaletin ve tatmin olmayan hırsların karanlığında kaybolunmuştur.

 

Kürt kardeşlerimizin farklı siyasi yönelimlere mahkûm edilmek istenmesi bile tuzaktır. Hem bin yıllık kardeşlik bozulmaya çalışılıyor hem de içteki birliğe darbe vuruluyor. Tıpkı bu tarafta ki gibi, o tarafta da değişik politik yapılar üretiliyor kasıtlı olarak. Kürt kardeşlerimiz tümüyle büyük gövdeden koparılmak istenmektedir. Kendi bünyelerinde, Siyonizm mahreçli muhtelif politikaların tutsağı edilmek isteniyorlar. Bu da bizim, herkesi kuşatan, sarıp sarmalayan esaslı bir kökten mahrum olduğumuzu işaret etmektedir haddizatında. Din, devlet, vatan, millet birliğinden kopuşun sancılarıdır bu. Derin tahlil yaptığımız zaman, Kürtçenin eğitime dâhil edilmesinde bile sinsi tuzaklar vardır. Zira bu işler domino taşı gibidir. Biri yıkıldı mı hepsi yıkılır. Hepsi yıkıldı mı, hepsinin üzerinde durduğu zemin yıkılır. Buradan da asıl yıkılanın kim ve ne olduğunu anlarsınız artık. Ve bu tür, küçük hamlelerin asıl arka planını da çözmüş olursunuz. Zira bir soruna duygusal olarak değilde, mantık temelinden de bakabilmek icap eder. Zamanı, insanlığı düşünmek icap eder. Olaya dar pencerenden bakarsanız, dar tanımlamalar ve tahliller yaparsınız, bu da sizi aldatır. PKK-BDP denilen müptezel ve hain yapıların Kürtçe’ye karşı çıkıyormuş gibi yapmaları tamamen taktiktir. Esasında zil takıp oynadıkları bir gerçektir. Ama Türk Milletine kabul ettirebilmek için, karşı çıkıyorlarmış gibi bir imaj yaratıyorlar ki, olay netlik kazansın ve kökleşsin. Bu iş görüldüğü kadar basit bir iş değildir ama güya basitmiş gibi algılatılmak ve kotarılmak istenmektedir. Bütünlük bir bozuldu mu, artık birleştirmek imkânsızdır.

 

Ülkemiz, ABD-VATİKAN-SİYONİZM tarafından muhasara altına alınmış ve zincirlenmiş bir CEMAAT DEVLETİNE dönüştürülmek istenmektedir. Kemalizm cehenneminden kurtulmaya çalışan Türk Milleti, cennet maskeli Gülenizm cehennemine döndürülmek istenmektedir. Görünmeyen arka planda, Kemalizm’in ve Gülenizm’in baronlar teşrik-i mesai içindedir. Kim ne derse desin bu gerçektir. Çünkü iki izm’in babası da Siyonizm’dir. Esas aktör; Siyonist şeytandır. Kemalizm de, Gülenizm de, MOSSAD, KGB, CIA gibi kanlı ve karanlık örgütlerin kontrolüne tabidirler. Ama Türk Milletinin masum ve mazlum evlatları aldatılmaktadırlar. Türk Milleti, kendisi üzerinde, Allah’ın hükmüyle hükmedilmesinden korkan bu iki Siyonizm düzeninin mengenesinden mutlaka kurtulmalıdır. Türk Milleti, Kemalizm’den ve Gülenizm’den kurtulmadıkça asla kurtuluşa eremeyecektir. Bu da tarihini iyi bilmekten ve dininin özünü idrak etmekten geçmektedir. Sahte kahramanlardan, sahte tarihlerden ve sahte dinlerden kurtulmadıkça, kurtuluş yoktur. Olaylara duygusal yaklaşmamalıyız. Evet, duygusallık çok önemlidir ama bazen de çok tehlikelidir. Mantık çerçevesinde irdelemek gerekir yaşananları. En derin maksat; Türk Milletinin boynuna tasma geçirmektir ve Türk Milletini köleleştirmektir. Bu iki gayeyi de; Kemalistler ve Gülenistler tarafından kotarmaya çalışmaktadır Siyonistler.

 

Olaylara geniş pencereden bakmalıyız. Ve taraftarlığımız özgür bakışımıza engel teşkil etmemelidir. Bilakis kaybetmek kaderimiz olur. Eğer bir izah, sevdiklerimize zarar veriyor diye, o izahı, tespiti ve teşhisi görmezden gelirsek ya da kapatmaya tevessül edersek hepimiz kaybederiz. Gerçekleri göğüslemeyi bilemeliyiz, becermeliyiz. Çünkü gerçekler acıtsa da, nihayetinde bütün acıları dindiricidir. Zira gerçekler, gerçek çözümün adresini göstericidir. Gerçekler, birliğin ve bütünlüğün esas unsudur. Gerçekler, ayna mesabesindedir. Bizi mahveden, inadına gerçeğe direnmektir. Gerçeği haykıranları susturmaya çalışmaktır. Oysa gerçek, hiçbir zaman susmayacaktır. Çünkü susan şey, gerçek olamaz. Öyleyse gerçeklerle dost olmak zorundayız. Çünkü ihanet etmeyecek yegâne dost, gerçektir. Ve mutlak gerçekler; Kur’an ve Sünnettir.

Tarih: 22.06.2012 Okunma: 612

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?