DİRİLİŞ VE YENİDEN YAPILANMA...8...

Özgür DENİZ - 11.06.2012

Sevgili dostlar! Tarih denilen olguyu da çok iyi idrak etmemiz icap ediyor. Zira bizim geleceğimizi şekillendirmemizde ve hali yorumlamamızda tarih çok önemli bir mevkidedir. Tarih kavramı esasen, şahısların fikirleri ve fiilleriyle, eşyalar dünyasının harmanlanmasından müteşekkildir. Zira insanların, fikirleriyle, eşyaya müdahalesi sayesinde tarih denilen şey meydana gelmektedir. İnsanların fikirleri ne kadar sağlam olursa, eşyaya müdahaleleri de o kadar sahici olacak ve tarihe yön vermeleri kolaylaşacaktır. Tarihi yapanda, insanların kaderlerini tayin edecektir. Görüldüğü gibi, zorluklar ve sıkıntılar, genel olarak üç kaynaktan doğmaktadır; şahıslar, fikirler ve eşyalar dünyasından. Ama mesele, iki temel ve insani yönle bağlantılıdır; kültürle ve siyasetle. Siyaset, kültür ile ilişkilidir. Zira çeşitli araçlarla kültürü destekleyen siyasettir. Kültür; bireysel kapasitelerin yönlendirilmesidir. Siyaset ise; toplumsal kapasitelerin yönlendirilmesidir. Toplumsal kapasiteler, fertten doğan ve yine ferde dönen enerji ve potansiyellerdir. Kültür ile siyaset arasında dayanışma ve işbirliği vardır. Kültür siyaseti yapar, siyasette kültüre işlevsellik kazandırır. Zira kültürü toplumsal kılan organ siyasettir. Ama siyaseti de güçlendiren olgu kültürdür. İkisi arasında ayrılmaz ve dinamik bir ilişki mevcuttur. Her milletin siyaseti, kendi kültüründen beslenir. Siyasetleri, kendi kültüründen beslenmeyen milletlerin istikbali garanti değildir ve olamazda. Bugün bizi mahveden en önemli şey; kendi kültürüyle yoğrulmamış tiplerin siyasete egemen olmuş olmasıdır. Bu yüzden milletin kodlarıyla uyuşamamaktadırlar. Bir an önce bu uyuşmazlığın giderilmesi gerekmektedir; eğer ciddi hamleler yapmak istiyorsak, neslimizi korumak ve sağlıklı kılmak istiyorsak.

 

                                                               MEMUR ZAMMI

 

Memur zammı denildiği zaman, ilk akla gelen, muallimler olmaktadır tabiatıyla. Zira kemiyet olarak ciddi bir potansiyele sahiptirler, aileleri de düşünüldüğü zaman. Yani, eğitim, çocuklarımız, yarınlarımız akla gelmektedir. Ve insanlık türünün temelleridir bu olgular. Muallimleri mesut olmayan toplumların, kendileri de mesut olamazlar. Muallimleri huzur bulmayan toplumların da huzuru yoktur. Muallimler karanlığa yansıyan ışıklardır. Kör cehalet zehrinin panzehiridirler. Muallimler, insanlık sanatkârlarıdırlar. Yarınların mimarlarıdırlar. Tohumu atan, çatlatan ve meyveye durmasına kadar geçen süreci mutlak bir titizlikle takip eden bahçıvandırlar. İlk harcı koyanlardır, insan denilen yüce esere. Tabi özü böyledir, gerçeği budur. İstisnaları geçiyoruz ve istisnalar gerçeği yok edemez. Ki, o istisnalarında aydınlığa ihtiyacı vardır. Çünkü aydınlanmadan aydınlatma olmaz. Enerjisi olmayan ışık aydınlık saçmaz. Öyleyse özenli olunması icap eder bu meselede. Evet, her şeyin bir kaidesi, biri hududu elbet vardır. Biz de kaideler çiğnensin, hudut aşılsın istemiyoruz. Ama bir dengede olmalı değil midir? Muallimler ezilir de, muallimlerden gayrısı gözetilirse denge bozulmaz mı? İşler şirazesinden çıkmaz mı? Temel çürük olmaz mı? Ki, temel harcını koyan kimdir? Temelsiz bina olur mu? Hem muallimlerin mağduriyetinden dem vuracaksınız hem de muallimleri ezeceksiniz. Bu hangi ahlaka sığar? Bu düpedüz riyakârlıktır. Bu mevzu, kafaların donduğu, vicdanların sağırlaştığı bir mevzudur ne yazık ki. Muallimler akla gelince, hemen çalışma saatleri gündem yapılıyor. İnsaf be insaf! Bir defa, eğitim nedir, nasıl olur bilmiyorsunuz. Ama safça konuşuyorsunuz. Bol keseden savuruyorsunuz. Bir defa, eğitim gecenin köründe başlayıp, gün batımına dek süren bir şey değildir ve olamaz da. Hadi muallimleri geçelim, çocuklarımız hayvan değildir. Onlar insandırlar ve her insanın taşıyabileceği bir yük vardır. Muallimlerden başka evine iş götüren kim vardır? Tatilinde bile, okuttuğu çocuklarını düşünür, olmadık yerde, olmadık zamanda ve sanki tatile değil, sorunlarını çözmeye çıkmıştır. Ve insanı beden gücü sarfiyatı değil, beyin gücü sarfiyatı yorar asıl. Sanılıyor ki, muallimler sabah akşam yatmaktadır. Böyle bir anlayış, içine tükürülecek bir anlayıştır. Vicdansız, kör, sağır, hissiz bir anlayıştır. Bir defa muallimler beyin olarak yorulmaktadırlar. Ve beden yorgunluğu geçer amma beyin yorgunluğu kalıcıdır. Ali Fuat Başgil der ki; ‘’maden kuyusunda kazma sallayan bir insan, bir saat dinlense yorgunluğunu atar ama bir bilim insanının yorgunluğunu atması saatler, belki günler alır’’ der. Ve bu kesinlikle doğrudur. Muallimler de bir yerde bilim insanıdırlar. Yani, bari eğitimden çakmıyoruz, ahkâm da kesmeyelim. En azından öğrenip öyle konuşalım. Zira eğitim işi nutuk atmakla olmaz. Hepimizi bir muallim yetiştirmiştir. En azından bu yönden bakıp, muallimleri tahkir ve tezyif etmekten hicap duyalım. İnsan olalım! Bu ülkede ki siyasetçilerin, muallimlerle ne alıp veremediği var anlamadım gitti. Zira her devirde ezilen, sömürülen ve adam hesabına konmayan muallimlerdir ama her zaman da eğitimin yüceliğinden bahsedilir. Geçenlerde bir muallim dostum bahsetti; bir sınavda, bina sorumlusuna 120 TL, bina görevlisi polisimize 55 TL, hizmeti işi gören müstahdeme 45 TL, ama asıl işi gören ve en ufak bir arızadan sorumlu tutulan muallime 35 TL veriliyormuş. Şimdi, muallimlerin ezilmişliğinden, imkânlarının kötülüğünden bahsedilmesini düşünün, birde muallimlerin en geri planda tutulmasını düşünün, bunu adı nedir Allah aşkına? Tarifi imkânsız bir riyakârlık değil midir? Muallime verilen değere bakın güzel insanlar, hangi vicdan kaldırır bu ahlaksızlığı ve adaletsizliği?

 

Bizim ülkemiz de, muallimler her daim ezilmişlerdir, sömürülmüşlerdir. Hatta adam hesabına bile konmamışlardır. Ama ne hazin ki, sürekli de eğitimin şart olduğundan, muallimlerin ne de büyük insan olduklarından dem vurulmuştur. Söylemler başka, eylemler başkadır. Her devirde bu böyledir ve elanda sürüp gitmektedir aynı durum. İğrenç bir riyakârlık vardır bu konuda. Ve bizim ülkemizde eğitim kadar üzerinde oynanan bir müessese yoktur. Ve bu kasıtlı olarak yapılmaktadır. Çünkü bu milletin çocuklarının iyi yetişmesi istenmemektedir.  Hâlâ milli bir eğitim sistemi bile tanzim edilmiş değildir ve bu çok acı vericidir. Bizim eğitim sistemimize, derin odaklar hâkimdir. Sürekli değişiklik yapılması ve nesillerin harap olması bu yüzdendir. Oysa eğitim sistemi üzerinde sürekli değişiklik yapılmaz ve yapılamaz. Yapılırsa, eğitim oyuncağa döner ve dönmüştür de. Nesillerde yozlaşır, yorulur ve harap olur ve olmuştur da. Her on yılda bir eğitim sistemi değişir mi Allah aşkına? İnsan sürekli değişebilir mi? Değişken karakter mi yoksa doğru da sabit karakter mi evladır?  Bir milletin, en çok yorulanı olduğu halde, en az imkâna sahibi muallimler olursa, o millet nasıl olur? Yani bugün sorsak; Cumhurbaşkanlığı mı, vekillik mi yoksa muallimlik mi daha hayatidir diye, ne cevap verilir acaba? İşte bizim beyin ve vicdan durumumuz bu soruda gizlidir. Elbette muallimlik daha yücedir, daha hayatidir. Ama bunu insan olanlar idrak edebilirler ve hakkıyla değerlendirebilirler. Ülkesini, milletini, dinini ve devletini sevenler ve bu değerler için yaşayanlar, asla muallimlik mesleğinin alçaltılmasına müsaade edemezler ve eğitim işini önemsiz göremezler. Cumhurbaşkanını ve vekili yetiştiren kimdir Allah aşkına? Peki, bugün bu makamların yaşam olanakları ile muallimlerin yaşam olanaklarını kıyaslarsak ortaya ne çıkar? Mutlak vahamet çıkar elbette ki! Bol keseden nutuk atmak kolay, milletin hakkını yememek adına dua ediyormuş gibi yapmak kolay, esas olan laf değil icraattır beyim. Ama idrak edecek beyin, hissedecek vicdan nerede? Muallimler ezilmemelidirler. En güzel imkânlara sahip olmalıdırlar. Millet içinde ezik hissetmemelidirler kendilerini. Herkese örnek olmalıdırlar. Ama açlıktan ölen, imkânı kifayet etmediği için başka işlere başvuran muallimi kim örnek alır ki? Muallimin örnek olamadığı, örnek alınmadığı milletlerde kimlerin örnek alınacağı ise malumdur. Ve böyle milletler asla bahtiyar olamazlar ve layıkta değillerdir bahtiyarlığa. Gerçek zaferlerin kahramanları muallimlerdir. İnsanlığın kurtarıcıları, silah sıkanlar değil; sevgi sunanlardır. Sevgi ise, muallimin varoluş ve var ediş kaynağıdır. Ki, silah sıkanlar bile muallimin tedrisinden geçmektedirler.

 

Bugünlerde muallimler başta olmak üzere, memurlara zam mevzuu gündemi epey işgal etmiştir. Memura zam verilirse Yunanistan’a döneriz. Memura zam verilirse 75 milyonun hakkını yeriz ve muallim ne yapmaktadır yatmaktan başka gibisinden fasaryalarla iştigal ediyoruz. Yav kardeşim, bari vermeyecekseniz bile, bu tür söylemleri dile getirmeyiniz. Zira bu tür söylemler yalan, hile, aldatma kokan söylemler. Bu sözler muallimleri yürekten incitmektedir, kalplerini, gönül otağlarını tarumar etmektedir. Hatta bu tür söylemler, bence derin tuzak barındıran söylemlerdir. Muallimleri infiale sevk edici söylemlerdir. Hatta bizatihi isyan etmeleri istenmektedir sanki. Sayın Başbakan, bu konuda Bakanlarını uyarsa çok iyi olur diye düşünüyorum. Zira kasıt var gibi geliyor, bu tür söylemlerde. Bakanları, Sayın Başbakan’a ihanet ediyorlar muhtemelen. Zira söylemlerin hepsi ihanet kokuyor ve sürekli tekrar ediliyor ki, muallimler iyice kızsınlar ve kinlensinler, sonrası ise malum. Çünkü söylemlerin hiçbirisi insani kaidelere uygun değil. Vermeyecekseniz vermeyin ve eyvallah çekelim ama bu tür şeyler söylediniz mi; peki, kendiniz yüzde yüz alırken ve önünüze gelene dağıtırken Yunanistan yok muydu, halkın hakkı yok muydu denir ve söylediğiniz laf ağzınıza tıkılır. Halkın hakkı memura verilmişte, memura refah payından çok yüksek oranda verilmişte, bilmem neymişte, gerçekten vicdanı olanlar bunları söyleyemezler. Eğitim nedir diye sorulur ve çakılır kalırsınız. Önce insanlık (ahlak-adalet) kaidelerini çiğnemeyeceksiniz. Vermezsiniz ve olayı izah edersiniz ve bizde ikna olursak anlayış gösteririz, zira ülke bizim de ülkemiz, millet zaten biziz. Ülkenin, milletin, devletin zorda kalmasını istemeyiz. Ama samimi olacaksınız, dürüst olacaksınız, milleti aldatmayacaksınız. Çünkü millet aptal değil! Siz, millet aptal, ne verirsek yer diye düşünürseniz, aptal olan siz olursunuz. Zira artık sökmüyor bayatlamış numaralar. Yüreğe dokunmuyor boş nutuklar. Hayır yani, zor bir durum varsa, birlikte göğüslemek gerekir. Sadece çalışan kesimin göğüslemesi ahlaksızlık ve adaletsizliktir. Evet, gerçekten zorluklar vardır ve tabidir ki, mutlaka vardır da. Ama elbirliğiyle aşılması gerekir. Sadece bir kesime hamledilmemesi icap eder, ahlaki olan budur. Toplu sözleşme dendi, anlamsız kaldı. Eşit işe eşit ücret dendi, anlamsız kaldı. Peki, anlamlı olan ne var? Yani birazcıkta olsa millet tarafında olamaz mısınız? İlla her gelen kodamanların saflarında durmak zorunda mı? Ben, şahsen Sayın Başbakan’ın aldatıldığını düşünüyorum. Hem de her mevzuda. Birileri oyun oynuyor. Mesela merak ediyorum; Sayın Maliye Bakanı, acaba 770 bin yuro’luk maaşı niçin terk etmiş ve buraya gelmiş? Hizmet için diyor ve inanmamızı istiyor. Şahsen ben bu durumdan şüpheleniyorum. Yani akıl alacak bir iş değil. Neredeyse trilyonluk maaşı bırakıyorsunuz ve belki de on binde birine razı oluyorsunuz. Bu ise insanı şüpheye gark eden bir durumdur.  Hizmet derseniz, hangi hizmet derler. Ki, söylemler belli, eylemler belli. Haddizatında, mevcut hükümet, muazzam hizmetler yapabilecek bir kapasiteye ve potansiyele sahip ama kendi olabilirse, bu ülke ve bu millet endeksli düşünebilirse. Hayır, eliniz de bunca imkân var, niçin tepiyorsunuz? Niçin milletle birlikte olmuyorsunuz? Daha önceki tecrübelerden bihaber değilsiniz. Bir insan, bile isteye bataklığa doğru gider mi?

 

Ha tabi biraz da muhalefetin tavırlarına güveniyorsunuz. Çünkü malum bir muhalefet var, millet meseleleriyle iştigal edeceğine, gidiyor, eşcinsellik gibi bir sapıklığı Anayasa’ya sokmak istiyor, gidiyor kürtajı savunuyor. Gidiyor, milletin aleyhine ne varsa onu yapıyor. Gidiyor, teröre prim olacak icraatlarda, söylemlerde bulunuyor. Millette diyor ki; aç kalırım ama ahlaksız, vatansız yaşayamam. Zira ahlaksızlık ve vatansızlık bu milleti bitirir. Kimse Lut Kavminin akıbetine uğramak istemez. Ama ayıp ediyorsunuz. Sayın Başbakan, muallimleri açıkça tahkir ve tezyif ettiler. Ve hala da özür bile dilemediler. Aynı şekilde Sayın Bakanlarından yapanlarda oldu bunu. Oysa yapılmamalıydı. Zira bir milletin temelidir eğitim ve muallimler. Muallimlerin alçaltıldığı toplumlar daima alçalmışlardır. Yükseltildiği toplumlar ise daima yükselmişlerdir. Osmanlı bile eğitim işlerine sonsuz önem veriyor, çok ciddi bütçe ayırıyordu. Ne yaptığınızın farkında bile değilsiniz. Bütün samimiyetimle söyleyeyim, yaptıklarınızı aklım asla almıyor. Niye derseniz; elinizde muazzam bir güç var, hala da müthiş desteğiniz var ama bir türlü millet lehine işler yapmıyorsunuz. Yaptığınız her şey kodamanların lehine oluyor sanki. Bu ise, bir siyaset için intihardır. Oysa aklınız olsa, milletin saflarından bir milim bile ayrılmazsınız. Ha tabi, siz böyle yaptınız diye, millet gidipte, eşcinselliği, kürtajı savunan ve teröre prim gibi algılanan söylemler üretenlerin yanında elbet yer almaz ve kimlerin yanında yer alacağını elbet bilir. Tabi yanında yer alacağı kimseler, kendilerini biliyorlarsa ve yapmaları gerekeni yapıyorlarsa.  Ama olan bu ülkeye, bu millete oluyor. Yani biriniz gidip, biriniz geliyor ve millet daima eziliyor. Hiç mi vicdanınız sızlamıyor? Hislerinizi çekip aldılar mı yoksa? Yav gelmişsin işte büyük bir güçle, yürekten vatan desen, millet desen, devlet desen, din desen ve dediklerin yönünde işler eylesen olmaz mı? Hatta bütün milli kuvvetler olarak birleşseniz ve bu milleti uçursanız olmaz mı? Milletin hakkını yemeyiniz beyler, ödeyemezsiniz. Şahsen ben haklarımı asla helal etmiyorum, milletin aleyhine çalışan hiçbir politikacıya. Makam mevki, şan şöhret, mal mülk yönünde kahramanca mücadele verilir her devirde ama bir türlü milletin istikbali, vatanın istiklali, devletin tahkimi, dinin yücelmesi ve Allah’a ait olması için mücadele verilmez nedense. Hasbi değil, hesabi davranılır. Ama bu şekilde çözüm olmaz beyler bilesiniz ve kendinize gelesiniz, güzel işler eyleyesiniz.

 

Yani bu millete neler çektirildiğini, bu milletin ne acılar yaşadığını biliyoruz. Ve çektirenleri, yaşatanları da biliyoruz. Ki, sizlerde zaten çekilenlerden ve çektirenlerden dolayı millet nezdinde itibar görüyorsunuz. Millet, sizi, Siyonizmin bu ülkede ki Truva Atı olan ve Masonların ürettiği yapay bir ideoloji olan Kemalizm’in ürettiği pislikleri temizliyor sanarak, size teveccüh gösteriyor ve sizde bunu çok iyi kullanıyorsunuz. Ama milletin iyi niyetini suiistimal etmeniz iyi olmaz beyler. Bari siz çektirmeyin. Milletin yanında olun. Çektirenlerin değil. Bu milletin size mahkûm olduğunu düşünüp, bu millete ihanet etmek ahlaksızlıktır. Asla insanlık değildir. Üstelik yaptıklarınız, sadece size zarar vermiyor. İslam’a hamledilerek, İslam yanlış tanıtılıyor. Hem kendinizi hem de size yakın olan sendikayı millet indinde rezil etmektesiniz. Ve milletin istikbalini karartmaktasınız bilerek ya da bilmeyerek. Sendika denilen malum yapıda da suç var. Ki, haddizatında sendika denilen yapı kendi kendiniz rezil etti. O kadar bağırdı çağırdı ama geldi oturdu koltuğunuzun altına ve müntesiplerine ihanet etti. Kardeşim sen sendikasın, temsil ettiklerinin hakkını savunmak zorundasın ve onların arzuları yönünde hareket etmelisin. Sen, dayatanların yanında yer alamazsın. Birkaç menfaat karşılığında, temsil ettiklerini satamazsın. Böyle yaparsan, önce kendine sonra da dine zarar verirsin ve vermektesin. Herkes derin bakamaz. Herkesin algısı bir olamaz. Öyleyse daha dikkatli hareket etmek zorundasın. Hakkını gerekirse söke söke almalısın. Verilesiye kadar direnmelisin. Verenlere yakınım diye boyun eğdin mi, temsil ettiklerine ihanet edersin. Yani, eylem yapıyorsun, bol nutuk atıyorsun ama sonunda gidip masaya oturuyorsun. Peki, sen, temsil ettiğin kitleyi ahmak mı sanıyorsun? Sana mahkûm mu sanıyorsun? Böyle sanıyorsan, yanılıyorsun. Bütün değerlere yazık ediyorsun. Üstelikte, algı zayıflığı çekenleri ve düşmanlarını iyi tanımayanları yanlışlara sevk ediyorsun. Muallimler senin ihanetin yüzünden gidiyor, kendisine sürekli ihanet edenlerin, dine düşman olanların, vatana ihanet edenlerin ve güya emek için dövüştüğünü söyleyenlerin yanında yer alıyor. Keşke böyle durumlarda yanlarında yer alınması gerekenlerin yanlarına gitseler ama gitmiyorlar. Ve bu sizin suçunuz beyler. Diğerlerinin de kusurlarıdır tabi.

 

Ha bu milletin sizden uzaklaşınca, Kemalistlere yaklaşmasını mı isterim? Asla. Çünkü bu millet için Kemalizm bir cehennemdir. Ve bu millet yıllardır o cehennemden çıkış yolları aramaktadır. Aslında suç sizde de değil, suç; millete karşı görevini dürüstçe yapmayanlardadır. Çünkü onların vazifelerini yapmamalarıdır ki, sizlerin varoluşunuzun kaynağıdır. Onlar vazifelerini layığı ile yapsalardı, sizler asla böyle rahat hareket edemezdiniz. Ha sizlerin kötülüğünü mü istiyorum? Asla. Ama dürüst davranmanızı söylüyorum. Güzel olun, güzel karşılık bulun. Ülkemiz, devletimiz, milletimiz ve dinimiz kazansın. Zira her gelen kötü olduğu zaman, kaybeden bizler oluyoruz. Bütün bir millet oluyor. Bu da iyi olmuyor. Ben olaya asla parti temelli bakmam. Çünkü partilerden bir medet ummam ve zaten de bir hayır gelmez. Keşke gelse, ama gelmez, gelmedi ve gelmeyecektir de bu görünüşle ve gidişle. Zira görünen köy kılavuz istemez. Ama millet partili hayata alışmıştır bir defa ve böylede gidecek gibi görünüyor hayat. İsteriz ki, partiler bizleri yanıltsın ama pek yanıltacak durumları yok. Hayır ya, işte gelmişsiniz, hem de büyük bir güçle. Yani millet temelli ve millet hedefli yaşasanız, eyleseniz, söyleseniz olmaz mı? Çok mu zor bu? Aslında hiçte zor değil ama işimize gelmiyor. Hükmetmek hoşumuza gidiyor, milleti ezmekten gizli bir zevk alıyoruz sanki. Oysa derin düşünsek, bu hiçte iyi bir şey değil. Kul hakkı yemek kadar iğrenç bir kötülük var mıdır acaba? Tabi, yaptıklarınıza diğerleri de bir şey diyemiyor ya da dillerinin ucuyla diyor. Çünkü kendi durumları belli, utanıyorlar galiba. Zira kendileri hazineyi soyuyorlar ama memurun önüne bir kemik parçası koyuyorlar. Sonra da sessizce meydandan kayıyorlar. Memur borç düşünürken, onlar cukkaladıklarını sayıyorlar. Yazıklar olsun cümlenize!

 

Ha, siz gidince, gelen daha iyi mi yapacak ya da daha iyi yapacağından mı size karşı çıkıyor? Asla. Keşke böyle olsa da ülkemiz ve milletimiz gülse, huzur bulsa. Zira politika yabancı olduğumuz bir yapı değil ve tanımadığımız kimse de kalmadı. Zaten asıl kaybedişimizin en kök sebebi de budur. Kimse insanca yaşam adına mücadele vermiyor. Herkes benim adamım iktidar olsun, benim sendikam hâkim olsun ve ben en yükseklere geleyim diye mücadele veriyor. Birileri de bunu çok iyi kullanıyor. Kimse söylediklerime alınmasın ve kızmasın. Yalanlayabiliyorsa ve yalanlamaya yüreği yetiyorsa yalanlasın. Ben, milletim ve ülkem için konuşuyorum. İnsanlığın ahlaki ve adil bir sisteme kavuşması adına konuşuyorum. Hiçbir merkez adına, yapı adına, odak adına konuşmadım ve konuşmamda. Çünkü alengirli oyunlardan, ucuz hesaplardan ve çıkar kavgalarından iğrendim ve iğreniyorum. Çünkü bu tür hesaplarda ben asla olmadım ve olmuyorum. Olmakta istemem zaten. Ben her türlü hesap içinde, insanlığın bütünün çıkarlarının olmasından yanayım. Ülkemin ve milletimin çıkarlarının olmasından yanayım. Ülkemin, devletimin, milletimin çıkarlarının olmadığı hesaplara karşıyım. Kimsenin keyfi için de konuşamam, yazamam ve yaşayamam.

 

‘’Tercih’’ başlıklı yazımızda söylediklerimiz üzere devam ediyor hayat. Birileri bizim için tercih yapıyor ve bizde onaylıyoruz maalesef. Orada dediklerimiz bir bir çıkıyor. Bir iktidar geliyor. Onun içerisine adamlar yerleştiriliyor. Gün geliyor, o adamlar sürekli yanlışlar yaparak halka nahoş görünümler veriyorlar. Böylece halk soğukluk duymaya başlıyor. Ama yeni kadroda hazır ediliyor arka perdeden. Ve o kadro önce cilalanıyor, boyanıyor ve önce sesi, sonra görüntüsü arz ediliyor millete. Ön yoklama yapılıyor. Nihayet meydanlara sürülüyor ve milletin tercih etmesi sağlanıyor. Ama yine içerisine adamlar sokuluyor ve ciddi güce ulaştığı zaman hemen yanlışlar baş göstermeye başlıyor. Böylece kazanan her daim lortlar oluyor. Millet ise; sürekli kaybedendir, her zaman olduğu gibi. Kimse de bu oyunu bozmaya yanaşmıyor ya da ifşa etmek derdine düşmüyor. Veyahut bir gelen, bu oyuna düşmeden edemiyor. Şöyle, millet yanında durup, millet lehine iş yapıp, oyunu bozmaya yanaşmıyor. Sanki mutlak kadermiş gibi, her şey istendik şekilde devam edip gidiyor.

 

Son tahlilde; Cümle Beyler! Eğer dürüst iseniz, eğer vicdanınız nasırlaşmamış ise, eğer beyniniz yerindeyse, eğer ahlaka ve adalete iman etmişseniz, eğer kul hakkını yemekten korkuyorsanız, eğer gerçekten eğitime önem veriyorsanız, nutuk atmayı, laf salatasıyla iştigal etmeyi bırakınız ve muallimlere itibarlarını iade ediniz. Onların yerlerde sürünen şereflerini kurtarınız. Muallimler düşmüş durumdadır, düşürülmüşlerdir, onları ayağa kaldırınız. Biliniz ve idrak ediniz ki; muallimleri düşmüş olan bir milletin ayakta durması imkânsızdır. Muallimler kaldırılmadan bu millet asla kalkamayacaktır. Öyleyse, elinizi uzatınız ve hazinenin kapısını muallimlere de açınız. Biliniz ki, hazine ortak maldır. Asla birilerinin yemliği değil. Allah sizi ıslah etsin ve vicdanınızı, beyninizi temiz kılsın. Âmin. Kirlisiniz beyler kirli ve temizlenmeye ihtiyacınız var.

Tarih: 11.06.2012 Okunma: 640

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?