TÜRK MİLLETİ...2...

Özgür DENİZ - 12.05.2012

Türk Milleti, tarih denilen denizde bir balık gibi yüzen millet olmuştur daima. Her coğrafyada, her cephede bulunmuş, düşmanla karşı karşıya gelmiş, muhtelif devletlerin banisi olmuş ve tarihe silinmeyecek bir mühür vurmuştur. Sanki bütün dünya tarihi, bir Türk tarihi gibidir, şöyle tarihin sayfalarına bir göz atıldığı zaman. Savaşlarda ilk anılan millettir ve daima son sözü söyleyen millettir. Bu durum arada bir kesintiye uğramış olsa da, genel olarak değişmemiştir. Çin Seddi’nin kime karşı yapıldığı tarihi bir gerçektir. Kahpe Bizans’ı ürkütmüş, Çin’e korku salmış ve nice milletlere diz çöktürmüştür. Kendi içinde de kavgası eksik olmamıştır şüphesiz. Taht kavgaları, birbiri üzerinde ki hâkimiyet kavgaları Türk tarihinin bir hakikatidir. Zamanlarına göre değerlendirildiği zaman, belki makul sebepleri olabilir bu kavgaların. Ki, tarih okuması yaptığımız da sanki derinden ihsas edebiliyoruz bunu. Ama her halükarda artık olan olmuş, geçen geçmiştir. Bizim vazifemiz, yanlışlara takılmak, atalarımıza lanet okumak ve yaptıklarının aynısını yapmak değildir, maziden ders almak ve hakikat nazarında en uygun olanı icra etmektir. Güzellikler, doğrular fazladır ve bunları almaktır işimiz; yanlışlara ve çirkinliklere takılıp kalmak ve sürekli bunları gevelemek değildir. Ki, böyle bir davranışta, bize hiçbir şey kazandırmayacaktır, belki de çok şey kaybettirecektir. Zaten Türk Milletinin de melek olmadığını söyledik en baştan. İnsanın doğası bellidir ve insanın olduğu yerde illaki yanlışlıklar olacaktır. Bir milletin asla yanlış yapmayacağını, yaptığı yanlışların da doğru hanesine yazılması gerektiğini söylemek alıklıktır ve işte gerçek ırkçılıkta budur. İnsanlık namına tek üstünlük sebebi vardır; o da takva’dır. Yani Allah’tan hakkıyla korkup sakınmaktır. Zira her kim olursa olsun, eğer ahlak ve adalete mugayir davranışlar sergiliyorsa, o kimse asla iyi olamaz ve ona saygı duyulamaz. Zaten ahlaksız ve adaletsizde, insanlığın yücelmesi, yükselmesi ve var olması muhaldir. Önderimize (sav) kulak verelim; ‘’yer ve gök, adalet üzerinde durur.’’ Ahlak adaletin temelidir, adalet ise her şeyin temelidir. Ve haddizatında, böylece, ahlak, her şeyin temeli olmuş oluyor. En yüce ahlak ise; Allah Ahlakı’dır. Önderimizin (sav) ahlakı da, Allah Ahlakıydı. Bunu kıymetli zevceleri, Hz. Ayşe annemizde söylemişlerdi.

 

Türk Milleti, töre sahibi bir millettir ve töre, bir anlamda, yaşam kaideleri olmuştur. Nizamı sağlayan hukuk sitemi mahiyetinde algılanmış ve anlaşılmıştır daima. Töre hukuku belki sertti ama insanlığa münafi bir mahiyette değildi. Töreyi çiğneyen hükümdar bile olsa mutlaka tecziye edilirdi. Yalan söylemek yasaktı. Aman dileyene el kaldırmak yanlıştı. Türk Milletini, bir arada tutan bağ olmuştur töre. Nesilden nesile aktarılarak süreklilik kazanmıştır. Daima birliğin ve dirliğin temeli olarak algılanmıştır. Binlerce yıllık hayatın öğrettiği ve kazandırdığı tecrübelerden müteşekkil bir değerler bütünüydü töre. Türk Milleti, ne zaman ki, töresini çiğnemiştir, yurdu da çiğnenmiştir. Töresini terk eden, kimliğini de terk etmiştir. Bilge Kağan da bu konuya şiddetle vurgu yapmıştır, Orhun Kitabelerinde. Türk töresinde ailenin, atın, silahın ayrı bir yeri vardır. Teşkilatçılığa büyük önem verilir. Devletsiz bir kolu yoktur tarihte, Türk Milletinin. Tarih süreci içerisinde hiçbir dönem Türk Devleti olmayan bir dönem olmamıştır. Her zaman eskinin küllerinden doğan bir devletimiz olmuş ve zamanına damgasını vurmuştur. Daima, içeriden yıkılmaya çalışılmıştır. Bütün Türk hakanları, kağanları, sultanları; ülkeleri, milletleri ve devletleri için ne gerekiyorsa yapmaktan çekinmemişleridir. Milletlerine asla ihanet etmemişlerdir. Milletlerine tepeden bakmamışlardır. Vatan toprağına apayrı bir önem vermişlerdir. Milletleri üzerinde tahakküm kurmak değil, milletleriyle birlikte insanlığa yön vermek istemişlerdir. Silahlarını daima düşmana yöneltmişlerdir. Bütün Türk hakanları, halklarını adil olarak yönetmeye çalışmışlardır. Hiçbir zaman, kendi menfaatlerine odaklanacak kadar küçülmemişler, alçalmamışlardır.

 

Türk Milleti, destanlar yazan ve destanlaşan bir millettir. En zor zamanlarda bile ayağa kalkmasını bilmiştir. Kendi oyununu kurmuş ve oynamıştır. Kürşad’ın yazdığı destan dillerden dillere aktarılarak bugünlere kadar gelmiştir ve yarınlarda da unutulmayacaktır. Tabi bu kuru ifadelerle olacak bir şey değildir, bizlerin iradesine bağlıdır. Vazifemizi haysiyetlice yaparsak ve tarihi hatıralarımıza sahip çıkarsak mümkündür bu; bilakis bir güneşken, bir muma dönmek mümkündür. Kürşad’ın kırk yiğitle Çin Sarayı’na yaptığı baskın, müthiş bir direniş abidesidir. Özgürlüğe düşkünlüğün delaletidir. Bir yönüyle, tıpkı Hz. Hüseyin’in kutlu direnişini andırmaktadır. Evet, tıpatıp benzetmek belki haksızlık olabilir ama benzeyen yönleri de yok değildir. İkisinde de zulme başkaldırı vardır. İkisinde de şahadet vardır. İkisinde de azınlığın çoğunluğa meydan okuması vardır. Biri milli tarihimizin, diğeri de dini tarihimizin birer abidesi olarak karşımızda olanca görkemleriyle durmakta ve bizlere bir şeyler anlatmaktadırlar. Alınacak çok dersler vardır. Bir taraftan kırk kişilik yiğidin, ordu sahibi bir düşmanın sarayına baskın yapmasını düşünün, bir de diğer taraftan düşmanlar karşısında, üstelik ordu sahibi olan bir milletin boyun eğmesini. Ne büyük çelişki ve ne derin acı değil mi? Ne Hz. Hüseyinsiz ne de Kürşadsız olamaz ve olmayacaktır. Türk Milletinin evlatları bunu bilmelidirler. Ve dini-milli tarihlerine saygılı ve sadakatli olmalıdırlar. İşte ders alınması gerekiyorsa, ders alınacak en güzel örneklerden biri bunlardır. Şüphesiz ki, burada bir kıyas yapmıyoruz ve yapacak kadarda alık değiliz. Hz. Hüseyin, elbette bizim göz bebeğimizdir, canımızdır. Ama Kürşad’ı da asla atamayız ve unutamayız. Ama putlaştırma tehlikesinden de uzak durmalıyız. Zira bizi, mazi değil, gelecek adına şimdilerde yapacaklarımız kurtaracaktır. Akletmek, kurtarıcıdır.

Tarih: 12.05.2012 Okunma: 609

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?