İNSAN MISIN? HAYVAN MI?...

Özgür DENİZ - 03.05.2012

‘’Düşünmek için; olgu, algı ve anlama koşuldur. Çünkü olgu olmayınca algı; algı olmayınca anlama; anlama olmayınca da düşünce olmaz. Düşünmek ise, insana mahsus bir yetidir.’’

 

Evet, insan mıyız? Hayvan mıyız? İlk evvelde buna bir karar vermemiz gerekiyor. Bu ayrımı yapabilmek ve verdiğimiz kararın bilincinde olabilmek çok önemlidir. Bu hayati bir sorudur, cevabı da bir o kadar hayatidir. Daha sonra, kendimizle ilgili nice şeyleri kavramakta zorlanmamız söz konusu olmayacaktır artık. Bundan sonra yapmamız gerekeni düşünürüz. İnsan üzerine tetkikleri ve tahlilleri daha kolay şekilde yapabiliriz. Bazı mevzularda ki, kafa karışıklıklarımızı rahatça giderebiliriz. Her varlığın bir doğası vardır. Her varlık muayyen bir öz üzerine halk edilmiştir. Bu yüzden, ne insan hayvanca yaşayabilir ne de hayvan insanca yaşayabilir. Fakat burada şöyle bir detayda gizlidir. Ne hayvanlar, ne maddeler ne de bitkiler, insan yaşamına meyledemezler ama insanlar, hayvani, bitkisel ya da maddesel bir yaşama meyledebilirler. Oysa insan; ne bitkidir ne maddedir ne de hayvan. Bitki değildir; her şeye kayıtsız kalamaz. Bilakis, müdahale edendir, benzerleriyle ilişki ve iletişim içinde olandır. Hayvan değildir; güdülemez ve kayıtsızca yaşayamaz. Bilakis, irade ve akıl sahibidir, sınırlıdır, sorumludur. Madde değildir; istenildiği gibi şekil verilemez. Bilakis, maddeye şekil ve biçim verendir, maddeyi kullanandır. Hülasa; insan, insandır. İnsan, mevcudatın efendisidir, halifesidir. Sorumlu ve sınırlı bir halifedir. Bunu anlayamayanın, hayvanlardan daha aşağıya düşmesi kaçınılmazdır.

 

İnsan, insan olduğunu bilmelidir ve bu bilinçle hareket etmelidir. İnsan, başına buyruk değildir ve olamazda. Olur diyorsanız, buyurun oldurun da görelim. Muayyen ve mukayyet bir özün ve hayatın sahibidir. Başıboş değildir. Buyurun, dilediğinizce, bir hayvan gibi, istediğiniz araziye dalında göreyim sizi. Rastgele hareket eden, sorgudan ve sualden muaf bir varlık değildir. Annen sorgular, baban sorgular, kardeşin sorgular, toplum sorgular, devlet sorgular, gerektiği zaman bir dostun sorgular ve nihayet Allah sorgulayacaktır. Erkeksen, sorgulamalardan kaç. Alıklığın kaç para eder görelim? İnsan yol ve yön sahibidir, yollara tutsaktır ve kuralsız yol yoktur. Kılavuzsuz yolda yoktur. Her yol, bir hedefe, gayeye matuftur. Her kılavuzda, insanı, o hedefe ulaştırmak, kavuşturmak için vardır. Bu yüzden insan, mutlak bağımsız değildir ve olamazda. Yolsuz da, kılavuzsuz da, kuralsız da yapamaz. Tabi, zekâsı olanlar ve alık olmayanlar anlarlar bunu ancak. İnce bakabilen, düşünebilen anlar. İstediğiniz kadar açabilirsiniz bu düşünceleri.

 

Varlık âleminde yalnız başına bırakılan hiçbir canlı türü yoktur. Başsız ve kuralsız bir canlı dünyası da yoktur. Hiçbir canlı, mutlak olarak, başına buyruk hareket edemez. ‘’Sürüden ayrılanı kurt kapar’’ sözü meşhurdur. Nasıl insanlar tür olarak topluluk halinde ise, her hayvan türü de kendi dünyasında topluluk halinde yaşarlar ve kendilerine mahsus kurallar zincirine bağımlı olarak yaşarlar. Mutlak yalnızlık, mutlak ayrılık ve mutlak kuralsızlık hiçbir canlının dünyasında görülmez. Soyutluklarda boğulmak ancak alıkların işidir. Somut düzlemde böyle bir iddiaya aksi cevap verebilir mi tek bir kişi? Veremez. ‘’Genel olarak bakıldığında dünya kötülüğe batmıştır. Yabanlar birbirini yer, uygarlar ise birbirini aldatır. Dünya hali dedikleri işte budur.’’ Bu söz, bir filozofun sözleridir ve doğrudur. Kötülük, iyiliğe göre daha bir belirgin olduğu için, filozofun algılaması da bu şekilde olmuştur. Zevahirde dünya dediğimiz şey budur, aksini söylemek ne mümkün! Tabi iyiler ve iyilikler de yok değildir ama kötülükler daha baskındır. Dünyada çirkinlikler varsa güzelliklerde vardır. Kötüler varsa iyilerde vardır. Ama güzel olanı, iyi olanı tefrik edebilecek düşüncelere ve kılavuzlara ihtiyacımız vardır. Bahusus, insan devingen bir toplum içindedir ve toplumun bütün üyeleri birbirleriyle bağlantılıdır ve birbirlerine karşı sorumludur. Bu yüzden hiçbir insan başına buyruk hareket edemez ya da mutlak manada kendi bildiği yolda gidemez. Bunun sorgulaması olmaz, çünkü cevabı olmaz. Bu yaratılış icabı böyledir. 

 

Hayatın kuralları vardır. Bu kuralları bilmek, anlamak ve adım adım uygulamak gerekir. Kuralları ihlal etmek mutsuzluğa sebep olur. Kuralları aklımız aracılığı ile anlarız ve daha sonrada uygulamaya geçeriz. İnsan, bir kılavuza ve kendisini iyi olana yönlendirecek bir düşünceye ihtiyaç duyar. İçimden geldiği gibi davranabilirim diyemez. Çünkü dünyada bir tek kişi değil, milyarlarca kişiler yaşamaktadır. Herkeste birbirine bağımlıdır. Hiçbir insan tekinin aklına estiği gibi yaşaması ne fıtrata uygundur, ne mantığa uygundur ne de mümkündür. Bu sorgulanamaz da. Sorgulasan da cevabı yoktur. Bu, böyle olmuştur, böyledir ve böyle de olacaktır. Hayatın kuralını öğrenmek ve anlamak ilk vazifemiz olmalıdır. Zira hayatta, nasıl her mesleğin, her sanatın bir kuralı varsa ve o kuralı öğrenmeden o mesleği ya da sanatı icra etmek imkânsızsa, hayatı da kuralını öğrenip, anlamdan icra etmek imkânsızdır zira hayatta, tabiri caizse bir meslektir ve sanattır.

 

Şöyle düşünelim; bir sanatı icra etmek isteyen, ben kafama göre icra ederim, kimseden bir şey öğrenmek istemiyorum diyebilir mi? Bu sanat için bir ustaya, bir kılavuza ihtiyacım yok diyebilir mi? Bunu diyen mutlak olarak maldır, alıktır. Ya da bir mesleği düşünelim; bir kimse, ben şu mesleği yapmak istiyorum, eğitimini almaya, temellerini ve kurallarını öğrenmeye ihtiyacım yok, kendi bildiğim şekilde yaparım diyebilir mi? Diyemez. Zira bu durum, bir insanın her şeyden anlaması gibi sakat bir sonuca ulaşmayı intaç eder. Öyle değil mi? Eğer herkes kafasına göre sanat ve meslek icra edecek olursa, bir insan belki de on sanatı, on mesleği birden icra etmeye tevessül edecektir ki, bu saçmalıktır. Yani hakikaten inanılmaz bir şeydir. İddiası bile öküzcedir. Gerçeği algılamakta ve anlamakta niçin zorlanırız ki? Ya da gerçeği niçin görmek istemeyiz ki? Hayvanlar bile, belli bir düzene ve kurala göre hareket ederlerken ve her hayvan kendi yolunda giderken, insanlara ne oluyor?

 

Varlık âleminde her şeyin bir kuralı vardır ve ilk vazifemiz; bu kuralı anlamaktır. Ondan sonra da deneyimler ve tekrarlar yoluyla uygulamasını yaparak kurallara alışmaktır dedik ya da diyoruz. Burada insanın sorgulayacağı bir şey varsa, sorgulaması gereken ‘’kurallar niçin vardır’’ olmalıdır. Bu da sorgulanmayacağına ve bir zorunluluk olduğuna göre, bize düşen kuralları anlamaktır. Zira böyle bir sorgulama yapmak, alıklığa dalalettir. İstesen de, istemesen de, reddetsen de, isyan etsen de kurallara tabisindir. İnsan, toplumsal bir varlık ve akıl sahibi olması hasebiyle,  kafasına göre davranmasına, istediği yolda gitmesine izin verilmemiştir. Bunu, hayatta ki bazı seçimlerimizle karıştırmamak gerekir. Yani, bir düşünceyi tercih etme özgürlüğü gibi durumlarla karıştırmamak gerekir. Burada üzerinde durulan mutlak manada özgürlükle ilgilidir.

 

Kafasına göre davranan, kendi yolundan giden ancak kendi türüne yönelik bir toplumsallıkla sınırlanmış, us’tan ve iradeden mahrum bırakılmış hayvanlardır. Hayvana; hey hayvan kardeş, nereye böyle diyemezsiniz, sen ne yapıyorsun diyemezsiniz. Hülasa; nasıl yaşadığına müdahale edemezsiniz. Çünkü o kendine mahsus yaratılış üzerine yaşamaktadır. Hayvan anlamaz. Çünkü anlayacak yetilerle donatılmamıştır. Hayvanın, anlaması da, işitmesi de, görmesi de, hissetmesi de kendi özüyle, kendi türüyle mütenasiptir. Allah, bu yüzden, bazılarını hayvanlara benzetir. Hayvanlar için kural vardır ama kural yoktur. Şöyle ki, tür olarak elbette kalıpsal manada muayyen kurallara tabidirler ama tür içinde kuralsız yaşarlar. İnsanlar ise, hem kurallara tabidirler hem de kurallarla yaşarlar. Hayvanların, özelerine yönelik kurallar olmasından ayrı, bir de insanların koydukları kurallara tabidirler. İnsanlar nasıl bazı hayvanlara yönelik kural koymuşlarsa, insanların kendileri için de bir kural koyucu vardır. İnsanlar, bazı durumlarda, nasıl hayvanlar için kılavuzluk yapıyorsa, insanların da kılavuzlara ihtiyacı fıtridir.

 

İnsanlar, sanat ve meslek icra etmede olduğu gibi, yaşamda da bir kılavuza ihtiyaç duyarlar. Yol gösterici bir düşünceye gereksinim duyarlar. Bir lidere ihtiyaç duyarlar. İnsanlar, yaşamın inceliklerini, yaşamın kabalıklarını tecrübe edinerek öğrenirler. Yaşam deneyimdir, devinimdir, alışkanlıktır, tekrardır. İnsan, yanlışlıklarla, eksikliklerle maluldür. Öğrenen ve terbiye edilen bir varlıktır. Mutlaka bir öğreticiye, terbiye ediciye ihtiyaç duyar. Neden ihtiyaç duyar diye hem sorulabilir hem de sorulamaz. Alıkça soruluyorsa, sorulamaz. Hakikaten, bir bilgi edinmek masadıyla soruluyorsa sorulabilir. Zira birincisine ancak bir zorunluluktur diye cevap verilebilir, ikincisine ise makul izahlar yapılabilir. İnsanın doğasında kötülük var mıdır? Vardır. Bunu sorgulamak alıklıktır. Zira insan iyiliklerden ve kötülüklerden mürekkeptir. Zaten kılavuz ve kural ihtiyacı da buradan hâsıl olmaktadır bir nevi. Çünkü kendi benzerlerine bile adaletsizlikten çekinmeyen insanların, topluma karşı adaletsizce ve vahşice hareket etmeyeceğini kimse garanti edemez. Bu yüzden insanları kanunlarla dizginlemelisiniz. Devlet denen olgunun mevcudiyeti bile bunun içindir en temelde.

 

Son tahlilde; insan, insandır ve hayvan değildir. İnsan yolcudur ve yol arar, o yolda kendisine yardımcı olacak düşünce arar ve en doğru düşünceyi kulağına fısıldayacak bir kılavuz arar. En doğru düşünce; İslam’dır. En doğru yol; sırat-ı müstakimdir. En güzel kılavuz; yegâne önderimiz, canımız peygamberimiz Hz. Muhammed’dir (sav).

 

 

EKSTRA

 

BİR

 

İnsan, kendi cehaletini, yetersizliğini, eksikliğini algılamakta ve anlamakta zorlanır. İnsan bir yerde, kendi haricindekilere yönelik yaşar. Sürekli karşıdakileri görür. Göz bir türlü kendine yönelemez. Göz, eklendiği gövdeye değil, farklı gövdelere bakmaya göre kurgulanmıştır. Bu yüzden karşıdakine odaklanacak şekilde gövdeye yerleştirilmiştir. Karşısında ki insanın eksikliğini gördüğü gibi, kendi eksikliğini görmez. Binaenaleyh, her insan teki için, karşısında ki insan teki bir ayna mahiyetindedir. İnsanın toplumsallığının derin manasını birazda burada aramak gerekir haddizatında. Biz, başkalarında kendimizi görürüz. Sevdiğimiz davranışları tekrar eder, nefret ettiğimiz davranışları yapmaktan imtina ederiz. Böylece aslında birbirimizi tamamlamış oluruz. Başkalarında ki yanlışları, kendimizin tekrar etmesini gururumuza yediremeyiz. Doğruyla, yanlışın ne olduğunu en net şekilde benzerlerimizin hayatında müşahede ederiz.

 

İKİ

 

İnsanın aynaya ihtiyacı vardır. Bu fıtri bir zorunluluktur. Sonradan edinilmiş değil, doğamızda var olan, özümüzde münderiç olan bir özelliktir. Bir çocuğu düşünelim; o çocuk, ailesi olmadan ne yapar? Neyi, nasıl yapacağını bilebilir mi? İyiyi, kötüyü tefrik edebilir mi? Peki, böyle bir dünyada bir çocuğu yalnız başına bırakabilir miyiz? İşte, insanla ilgili bu durum, taa ilk insana değin uzanır gider. Oradan da Allah’a varır dayanır. Bunu yok saymak alıklara mahsustur. Ya da mevzuyu soyutlaştırmak ve boğmaya çalışmak, hem cevap verememek hem de mantıklı olan cevabı kabullenmemek ancak alıkça bir durumdur. Bizim en güzel aynamız ise; Önderimizdir (sav). O’na (sav) baktığımız zaman, kendimizde ki kötülükleri, pislikleri, çirkinlikleri görürüz ve düzeltme yoluna gideriz. Çünkü O, en güzel, en temiz, en berrak, en duru olandır.

 

ÜÇ

 

Dinsizler, niçin yaratıcıyı inkâr ederler? Aslında böyle soruyoruz, fakat şöyle sorulması iktiza ediyor; niçin yok farz etmeye çalışırlar? Çünkü Yaratıcının yüklediği sorumluluktan korkarlar ve kaçmak isterler. İnkâr ettikleri takdirde sorumluluğun kalkacağını düşünürler. Böylece, yaşadıkları hayatı daha rahat yaşamak, yaşarken de içsel huzursuzluk hissetmekten kurtulmak isterler. Karşılarında sorumluluk alanların olmasını da görmek istemezler. Bu yüzden, bildikleri halde, bilmezlikten gelirler ve yok saymaya yeltenirler. Ne çekilmez bir hal ve ne acı bir yaşam!

 

Tarih: 03.05.2012 Okunma: 638

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?