ALLAH- İNSAN- SEÇİM...

Özgür DENİZ - 29.04.2012

‘’Allah’ın yarattıkları hakkında düşününüz. Fakat Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz. Gerçekten siz buna hiç güç yetiremezsiniz. Bataklığa saplanır kalırsınız ve sapıtırsınız.’’ Hz. Muhammed (sav).

 

İlk evvelde insan kendini bilmelidir. Gerçekten bilmelidir, teferruata lüzum yok. Kendini bilen de zaten haddini bilecektir. Zira özünde aciz, zavallı, güçsüz, muhtaç bir varlıktır. Bir hastalık karşısında bile titreyecek ve hatta elinden bir çare gelmeden ölüme teslim olacak kadar acizdir, çaresizdir. Bilimsel olarakta insanın acizliği malumdur. En basitinden, organlarının her şeye güç yetiremediği ortadadır. Duymadığı sesler, anlamadığı ve çözemediği hakikatler yok değildir. Yok demek, ahmaklığın dik alasıdır, mutlak cehalettir. İnsanın neyden yaratıldığı mutlak bilgiyle sabittir ve bilimsel olarakta izhar edilmiştir. Çünkü bilim asla dine muhalif olamaz. Sadece muhalif kılınabilir metazori olarak. Ve niceleri tarafından bugüne kadar yapılagelen namussuzlukta bundan başka bir şey değildir. Zira bilimin kaynağını halkeden Allah, bilime muhalif bir din göndermez. Bilimin kaynağı doğa değil midir? Doğada ki olgular değil midir? Yani, bazı münevverlerin bir ayet kabul ettiği işaretler değil midir? Peki, doğayı ve doğada ki işaretleri-olguları yaratan kimdir? İşte şeylerin zorunlu nedeni olan ama kendisi zorunlu bir nedene bağlı olmayan ve her şeyin ilk nedeni olan Allah’tır.

 

Dindar ya da dinsiz; ikisi de yer mi, uyur mu, gezer mi, güler mi, ağlar mı, konuşur mu, savaşır mı, sevişir mi, ölür mü? Hülasa; ikisi de aynı düzlemdedir, ihtiyaçlar ve yaşamın sıradan olarak algıladığımız ve alıştığımız görüntüleri yönüyle. Sadece, birisi insanlığına sadık kalarak, birisi de insanlığa isyan edip şeytanın yolunu takip ederek yaşamaktadır. Bu durum, varoluşun başlangıcından bu yana böyledir. Birisi şeytani öze tabiiyet-teslimiyet zincirinin halkası olarak varolagelmiştir. Yani şeytanın yolunu, şeytani özü, takip edegelmiştir. Maddenin üstünlüğünü kabul etmiştir. Birisi de ilahi öze, tabiiyet-teslimiyet zincirinin halkası olarak varolagelmiştir. Yani insanın yolunu, ilahi-insani özü, takip edegelmiştir. Ruhun üstünlüğünü kabul etmiştir. Tabiatıyla, yaşamlar da seçimlere göre olacaktır ve olmuştur. Gerçek bu mudur? İnkâr etmeye yürek gerek. Hayatın seyir çizgisi bundan ibarettir. Hiçbir şeyde de bir karmaşıklık yoktur, her şey o kadar basittir ki! Doğum var, yaşam var ve ölüm var. Ve sonsuzlukta ki, hesap ve ebedi yurt var. Akledenler için, bu hakikatler o kadar bariz ve kabul edilebilirdir ki!

 

Şimdide insanlar, aynı zincirin halkaları olarak yaşamaya devam etmektedirler. Ve her gelen yeni nesil, öncekilerin yolunu takip etmektedir. Tabi kalıpsal olarak böyledir bu. Niteliksel olarak, herkesin aklı ve beyni olduğu için, gerçeği arayarak en doğru yolu bulmaya ve tabi olmaya çalışmaktadır. Kendi mahiyetini-niteliğini belirlemeye gayret etmektedir. Maddi durumu, manevi özün şekillendirdiği, belirlediği bir gerçektir. Bu yüzden öncelik daima iç nizama hasredilmiştir. Zira içini nizama sokamayan bir insan dışına nizam veremez. İnsan da bulunan göz, akıl ve kalp gibi şeylerin, insanı ayrıcalıklı kıldığı muhakkaktır. İnsan, doğadaki olayları gözleriyle müşahede eder, kalbiyle hisseder, ihsas eder ve aklı sayesinde de üzerinde düşünüp, yorumlamaya gider. Böylece gerçeği; bilir, anlar ve tanır. Akıl, insana süs eşyası olarak bahşedilmemiştir. Bu aklın bir hikmeti vardır, o da, hakikati aramak, keşfetmek, bilmek, anlamak ve tanımaktır. Bilakis, insan akıldan mahrum olsaydı hayvandan farkı kalmazdı. Zaten hayvan, aklı yok diye hayvan değil midir?

 

İnsani öze sadık kalanların yaşamları da, şeytanlaşanların yaşamları da bellidir. İnsanda da akıl ve ruh diye bir şey vardır. Göz diye bir şey vardır. İnsan hayatı gözlemektedir. Hayvanlarla, insanların görmesi çok farklıdır. Doğruyu ve yanlışı görmektedir ve hissedip, sezmektedir. Seçimler genelde, gözlemler sonucu yapılmaktadır. İnsanoğlu-insankızı, hem doğayı gözlemektedir hem de benzerlerinin yaşamlarını. Ve buna göre bir tercihte bulunmaktadır. Aklını ve kalbini kullanarak yapar tercihini, seçimini. Zaten Allah’ın, insana, bir hatırlatma da bulunup ve akletmiyor musunuz sorusunu sormasının sırrı da burada gizlidir. İnsan, doğanın ve zamanın-mekânın öznesidir. Maddeye şekil veren, düşünen, doğayı değişmeye zorlayan bir varlıktır. Akletmek, insana dair muhteşem bir yetidir. İnsan, aklı sayesinde akleder yani varlık âlemi üzerinde düşünür. Doğruyu ve yanlışı ayrıt eder. Değişimi, aklı sayesinde gerçekleştirir.

 

Şimdi, insanın karşısında, insani yolu takip edenler de, şeytani yolu takip edenler de vardır. Bir insan da, bütün olan bitenleri, olayları ve aktörlerini gözlemektedir. Seçim yapmada, bu tür argümanlarda etkilidir. Ki, hatta Allah’ın varlığından-yokluğundan daha etkilidir. Çünkü sürekli Allah var-yok diye düşünecek ve bunun üzerinde tartışarak yol bulacak kadar alık değildir insanlar ve olamazlarda. Allah’ın varlığı-yokluğu, insanların yaşamlarına bir nevi sinmiştir ve kendisini eylemelerde ortaya çıkarır ve işte insanlarda bu eylemeler üzerinden tetkik ve tahlil yaparlar genel itibariyle. Şöyle ki; Peygamberler (asm)vardır, karşılarında ise inkâr edenler vardır; yani firavunlar, nemrutlar, kisralar vardır. Aynı şekilde, bu yolların takipçileri vardır. Şimdi, bir insan, iki tarafı da görmekte midir? İki tarafın varlığını ve eylemlerini hissetmekte midir? İki tarafın eylemlerinin neticeleri üzerine akletmekte midir? Kesinlikle hepsine de evet. İşte, insanoğlunun yaşam seyrini belirleyen en güçlü argüman budur. Kim ne derse desin, kim ne herze yerse yesin. Gerçek budur.

 

Bir insan, Peygamberlerimizin ve Peygamberimizin (selam olsun cümlesine- canımız feda olsun yollarına) kutlu yollarını bırakıpta; şeytanın yolunu takip eden münafıkların, kâfirlerin, müşriklerin yolunu takip edecek kadar gözüne, kulağına, aklına ve kalbine hakaret edemez. Her şey Güneş kadar apaçıktır ki, görmeyen göze, hissedemeyen kalbe, akledemeyen akıla yazıktır. Aklı ve kalbi olan hiçbir insanoğlu ya da insankızı, işte Peygamberlerin de, Peygamberimizin de şu dediği yanlıştır, insana faydasızdır diyemez. Art niyetli şeytani şarlatanların, Peygamberlerimize ve Peygamberimize atfen ortaya attıkları sözler-Hadisler bizlere dayanak teşkil etmez hatta indimizde tolere bile edilmez. Ve Hadis ile Kur’an asla zıtlık barındırmaz. Hadisler üzerinden yapılan yönlendirmeler şeytanicedir, müteyakkız olmak insani ve İslami vazifemizdir. Niçin Kur’an üzerinden yapamıyorlar? Çünkü güçleri yetmiyor ama doğruluğu şüpheli olabilecek Hadislerin olma ihtimalinden dolayı buradan yüreklere sızmaya, akılları etkilemeye çalışıyorlar şeytanlaşmış şarlatanlar. Bir defa aklımız vardır. Neyin ne olduğunu biliriz Allah’ın izniyle. Kur’an da Hadis te, bizim pusulamızdır ve öyle de olmaya devam edecektir. Önderimizin (sav) bize bıraktığı iki aziz mirastır bu. Hayatımızı şekillendirecek ve hesabımızı kolaylaştıracak.

 

Şimdi kendimizi, melekelerimizi, çapımızı biliyoruz ki; Allah’ın zatı hakkında düşünmek muhtemelen hem küfre girebilir hem de buna küçücük varlığımızla tevessül etmek haddi aşmaktır. Hatta alıklıktır. Ama Allah’ı, yarattıkları üzerinden düşünebilir ve idrak edebiliriz. Varlık âleminde tesadüfen diye bir şey yoktur ve olamaz. Ve bir yapan olmadan, bir yapılanın olması kabil-i mümkün değildir. Yani doğada ki şeyler için kendisi nedensiz olan zorunlu bir neden mutlaka vardır ve o da Allah’tır (cc).Tohumunu toprağa atmadan bir bitkiyi yetiştirin hadi. Toprak olmadan ve gökten rahmet inmeden çayırları, çimenleri var edin hadi? Güneş olmadan başakları olgunlaştırın hadi. Sellere, fırtınalara, depremlere, çığlara müdahale edin hadi ya da müdahaleyi kolaylaştıracak teknoloji geliştirin hadi. Siz müdahale etmeden bir bina dikiliversin hadi? İnsan, gerçekten çok cahil ve nankördür. İnsanım diye ortada gezipte, kendini küçük düşüren başka bir varlık var mıdır acaba?

 

Güneş, biz gözlerimizi kapadık diye yok sayılamaz. Yıldızlar biz gözlerimizi kapadık diye yok sayılamaz. Hayvanlar ve bitkiler âlemi, biz görmedik diye; varken yok olacak değildir. Kendimiz, kendimize yabancı kalsakta, muhteşem ve esrarengiz mevcudiyetimiz yok olacak değildir. İnsan, gerçekten, zavallı, basit ve alık olmayı ne kadarda kabullenmektedir. Oysa bazı kusurları olsa da, sınırlılıkları olsa da, insan, gerçekten muhteşem bir varlıktır. Hatta meleklerden bile üstün olabilecek bir varlıktır. Tıpkı hayvanlardan aşağı bir derekeye düşebileceği gibi. Ah akıl! Nerelere uçtun gittin ki, bizden habersiz? Ve bizi hayvanlardan bile aşağıya düşürdün. Oysaki biz, hayvanları kullanan ve onlardan işlerimizde faydalanan bir varlığız. Akletmemek ne de kötü ve tehlikeli gerçekten. Mevcudatı göremeyipte, kendi çevresinde, zavallı aklına güya güvenip Allah’ı aramaktan, Allah bizleri korusun. Belki de bir insanının düşebileceği en acıklı, en zavallı, en ahmak durum budur. Kendini ve mevcudatı göremeyen göz, Allah’ı nasıl görür? Allah, kimseyi bakar kör etmesin. Âmin.

 

Son tahlilde; insanın önünde her daim iki seçenek-tercih olmuştur, yine iki seçenek-tercih vardır ve bademada böyle olacaktır. Ya insanlık yolu ya şeytanlık yolu. Ya Peygamberlerimizin ve Peygamberimizin yolu (selam olsun kendilerine ve canlar kurban olsun temiz-güzel-faydalı yollarına) ya da filozofların yolu. Karar senin, seçim senin, kader senin, hesap senin, yurt senin ey insanoğlu-insankızı.

 

 

‘’Yatağından taşan bir nehre benziyoruz. Biz hiçte can çekişen bir millet değiliz. Canlı, kuvvetli bir milletiz. Bizi zinde tutabilecek yegâne kuvvet; İslamiyettir.’’ Sultan Abdülhamit Han (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)

 

‘’Bize bütün hareketlerimiz için değer ve kaide sunacak, satıcıdan siyasiye, doktordan gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mana katacak; anlaşılmış, sistemleştirilmiş hikmetleri, bütün birliği içinde saklayarak her âleme pencerelerini açacak büyük mektebin hakikatlerini ihtiva eden bir kitaba muhtacız. Bu kitabı, asrın anlayışıyla bütün hürriyet, bütün hikmet ve bütün hakikatiyle mektebimize temel yapmalıyız:

 

İşte bu Kitap, Kur’an’dır.’’ Nurettin Topçu- Kasım 1959-Türkiye’nin Maarif Davası (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)

 

“Yol kesenler, Kur’an okuyup öğrenince, yol gösterici oldular” Muhammed İkbal (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)

 

‘’Komünistlerin düşüncelerinin altyapısı; dünyaperestliktir. Bu düşünce tarzı, bu çerçevenin dışına çıkamaz.’’ Ali Şeriati.

 

‘’Bizim için esas ve ülkü olan şey: iman ve değerlerdir. Âdemoğluna yön veren, yaşamaya anlam katan şey; ‘’varolmak niçindir?’’ ve ‘’yaşamak nasıl olmalıdır?’’ gibi değerlerdir. ‘’Artık ideoloji çağı geçmiş, şimdi dönem teknolojik üstünlük dönemidir’’ fısıltısı, imandan korkan ve inanç temellerine (komünizmde) ve insani değerlere (liberalizmde) yaptıkları ihanetleri tevil etmeye çalışan sol ve sağ iktidarların tehlikeli komplosudur. Bunun içinde her iki kutup ‘’ilerleme’’ ilkesine dayanmaktadır. İlerleme aldatıcı bir maske olup bugün onun arkasında korkunç cinayetler işlenmekte ve en yüce insani değerler ayaklar altına alınmaktadır’’ Ali Şeriati. (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)

 

‘’Eğer idamı hak etmiş olarak Hakk’ın emriyle ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam, batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam.’’  Seyyid Kutup (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)

 

‘’İslam kavimlerinde; komünist, sosyalist, nihilist gibi ‘furuk-u itizaliyye’ bulunmaz’’ Cevdet Paşa. (Allah kabrini pürnur, mekânını cennet eylesin. Âmin.)

 

Şahsen bende, bütün aklımla ve kalbimle diyorum ki; ‘’Gerçek bağımsızlık ve özgürlük, inançtadır-imandadır.’’ Bütün her şey, bunu bize o kadar mutlak açıklıkla izhar eder ki, anlayabilmek için yüreğimizde dürüstlük olması gerekir.

 

‘’Şimdi yeryüzüne geri dön. Aklın karışmış ve kalbin kararsızsa, yolu açıkça göreceğin yere, en başa geri dön.’’ Buda  

 

‘’Biz peygamberlerimizi KESİN KANITLARLA gönderdik, insanlar arasında ADİL BİR DÜZEN kurulsun diye. Onlarla birlikte kitabı ve ölçüyü indirdik.’’ Hadid-25.

 

‘’Sana ilimden bir nasip geldikten sonra, hak konusunda seninle tartışana de ki: "Gelin; oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, öz benliklerimizi ve öz benliklerinizi çağıralım, mübâhele edelim de Allah'ın lanetini yalancılar üzerine salalım." Ali İmran-61

 

Tarih: 29.04.2012 Okunma: 646

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?