BENCİLLİK, SABIR, ŞÜKÜR ÜZERİNE...

Özgür DENİZ - 15.02.2012

BENCİLLİK

Bencillik; münhasıran kendini düşünmektir. Bencil kişi, karşısındakileri düşünmez. Bu yüzden de; kendinden başka kişilerin yaptıklarının herkese faydalı olacağını bildiği halde, o kişilerin buradan maddi ya da manevi bir kazanım elde etmesi karşısında acı çeker hem de kazanımı olacağı her şeyi yapar, ta ki yaptıklarının ülkesine ve milletine zarar vereceğini düşünse bile. Kalbinde ki zenginliklerin ve bu zenginliklerin herkese yetebileceğinin farkında değildir. Duygu fakiridir. Bencillik, korkaklıktır. Çünkü kendinde olanı verdiği zaman, verdiği kişinin kendi kendine yetebileceğini ve kendisiyle bağının zayıflayacağını hatta kendisini geçeceğini düşünür ve vermekten korkar. Mutluluğun, paylaşmanın, dayanışmanın, dostluğun ve kardeşliğin düşmanıdır bencillik. Gizli bir duygu olduğu için insanı aldatır. Bencilliğin yansımaları başka şeylere verilerek bencillik duygusunun üzeri örtülür. Kıskançlık, bencilliğin kötü meyvelerinden biridir. İnsanların, birbirlerinde ki güzelliklere ve farklılıklara tahammül edememeleri bencilliktir ama kıskançlık olarak tezahür eder. Her şey, bizim için ve bizde olsun isteriz. Bizden farklı olana ve bizden bir adım önde olana tahammül edemeyiz. Bu anda, farklılıkların, var olması gerektiğinin idrakine varamayız. Bu yüzden, yakıcı ve yıkıcı bir duygudur bencillik. Bencilliğin anası, kibirdir. Kibri olanın imanından şüphe edilir. ‘’Kibrin hasmı Allah’tır.’’ Önderimiz Hz. Muhammed (sav)

 

Bencillikle ilgili çok önemli bir misal vermek istiyorum. Biri, bir şey mi yapıyor ve yaptıkları bu kişi için manevi ya da maddi bir kazanç elde etmesine ve daha bir görünür olmasına mı yol açıyor hemen o kişiyi kıskanırız. Belki yaptıklarına bir şey demeyiz ama içimizden bir şey de o kişinin yaptıklarından dolayı maddi ya da manevi bir kazanım elde etmesini istemeyiz, bilerek ya da bilmeyerek buna engel olmaya çalışırız. Fakat burada, bu kişinin kazanımlarını kıskandığımız zaman, yaptıklarına ve ürettiklerine de darbe vurmaktayızdır. Bu kötülüğümüzü fark etmeyebiliriz ama bu kötülüğü yaptığımız bir gerçektir. Zira o kişinin maddi ve manevi kazanç elde etmesini sağlayan şey, yaptıklarıdır. Burada ortak iyiliği de boğmuş olmaktayız fark etmeden.

 

Diyelim; bir Müslüman kardeşimiz, dini ve ülkesi için bir şeyler yapıyor, bunu gerçekten samimice yapıyor, niyeti herhangi bir şey elde etmek değil ama niyeti bu olduğu halde iradesi dışında elde ettikleri oluyor. Şimdi bu kardeşimizin yaptıkları sadece kendisine değil bütün bir millete, ümmete faydalı olacaktır, olmaktadır değil mi? Yani, ortak bir iyilik ve kazanım ortaya çıkmaktadır, bireysel iyilik ve kazanımın yanında. Biz ortak faydayı göz ardı edipte, kişisel faydaya göz dikip o kişiyi kıskandığımız da çok büyük bir kötülük yapıyoruz farkında olmadan. İşte biz, karşımızdaki kişinin ilerlemesini kıskandığımız zaman, o kişinin yaptıklarına da darbe vurmaktayız ve buradan da hâsıl olacak olan ortak iyiliği ve faydayı boğmaktayız. Haddizatında, burada derin bir ihanet gizlidir. Ama bu ihaneti göremeyecek kadar körleştirmiştir bencillik bizi.

 

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen, ne yeri yarmaya güç yetirebilirsin ne de dağlara erişebilirsin” İsra - 37

 

SABIR

 Sabır; tahammüldür, direnmektir. Saklı güçlerimizi açığa çıkarmaktır, gerektiği zaman. Umuttur, zaferdir. Her durumda haddini ve sınırlarını bilmektir. Kurtuluşun anahtarıdır. Hak yolda inatla yürümektir, yalnız kalsan da yürümektir. Belki kendisi çok acıdır ama meyvesi de, acısını mutlak olarak unutturacak kadar tatlıdır. Siniklik, korkaklık ve pasiflik asla sabır değildir. Bunlar, sabır kılıfına bürünmüş acizliktir. Bu yüzden hakikat, ahlak, adalet ve vatan uğrunda mücadele vermekten korkanlar, yerlerinde durmalarını, korkakça saklanmalarını sabır diye sunup milleti aldatmaktadırlar. Ya da sabır budur diyerek, millete korkaklığı dayatmaktadırlar.

 

Mücadele verirken, mücadelenin zorluklarının bilinmesine rağmen vazgeçmemek sabırdır. Savaşta, yerinde sabit kalmak sabırdır. Hakikat uğrunda kavga verirken, haksız yere zulme uğradığında ya da hapsedildiğinde, kavgandan vaz geçememek, bilakis daha da bileylenmek sabırdır. Sabır, namussuzların, imansızların korkulu rüyasıdır. Çünkü bunlar, zulmettikleri insanların sabretmesini istemezler, hemen çözülmelerini umut ederler. Sabır, imanın en güzel, en leziz, en tatlı meyvesidir. İnsan, namusluca, izzetlice ve kulluk vazifesi icabınca mücadele verir ve bu mücadele durumunda başına gayri iradi olarak bir iş gelirse, işte burada sabır şarttır ve bu sabır, gerçek sabırdır.

 

Diyelim ki; birileri, sizin hakkınızı çalmakta, emeğinizin kutsal sonucu olan ücretinizi gasp etmekte, hangi yoldan olursa olsun sizleri sömürmektedir. Böyle bir durumda, direnmekten, mücadele etmekten kaçıpta yerinde oturmak ve bu kaçışı, bekleyişi sabır olarak tavsif etmek ahlaksızlıktır. Çünkü bu sabır değildir. Acizliktir, korkaklıktır, kazandıklarını kaybetmemek pahasına, direnenleri satmaktır. Yani alçaklıktır. Mücadele edilirken kaç ama nimetler toplanmaya başladı mı koş ve başkaları üzerinden kazandıklarınla coş. Bu, yüzsüzlükten başka şey değildir.

 

‘’Muhakkak ki, ölüm tehlikesiyle ve açlıkla, dünya malının, canın ve (alın teri) ürünlerinin kaybı ile sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredenlere iyi haberler müjdele.’’ Bakara-155

 

‘’Sabır, imanın yarısıdır.’’ Önderimiz Hz. Muhammed (sav)

 

ŞÜKÜR

Şükür, elindekilere ve çalışma sonucu elde ettiklerine karşı, nimetlerin sahibi olan Allah’a kalbi teşekkürdür. İnsanlara şükredilmez. Çalışıp, çabaladıktan sonra eline geçenle mutlu olmaktır. Hırs yapmamaktır. Çok için, azı küçümsememektir. Bütün nimetlerin sahibi Allah olduğu için, şükredilecek, teşekkür edilecek mutlak merci Allah’tır. Nimetlerin, insanlar tavassutu ile yine insanlara ulaşması, insanların o nimetlerin sahibi olduğu manasına gelmez. Şükrün, çalışmadan ve mücadeleden sonra olanı makbuldür. Hakkın olanı almak için çalışmayıp, elindekine katlanmak, yan gelip yatmak ve buna şükretmek, asla şükür değildir. Toplumda yaygın bir anlayış vardır; elindekine şükret. Tamam kardeşim şükredeyim de, benim hakkım bu değil ki; ben hakkımı alayım ve şükredeyim. Bu tür şükür, insanları mücadeleden geri bırakmak içindir. İnsanların, haklarını aramalarından korkunun ürünüdür, bu namussuzca yönlendirme. Biz çalalım, insanlar, otursunlar şükretsinler demektir zımnen. Sabrı yanlış algıladığımız gibi, şükrü de yanlış algılıyoruz.

 

Allah, doğayı nimetlerle donatmıştır ve insanı da, doğanın efendisi yapmıştır. Ama insan, kul olduğunu bilmesi gereken bir efendidir. İşte burada şükür gerekir ve bu şükür, üst düzey bir şükürdür ve toplumsal boyuttaki şükürden farklı bir şeydir. İlk şükürdür, doğal şükürdür. Ve burada bir sebep aranmaz. Eline bir şeyin geçmesi beklenmez ya da bir kazanç umulmaz. Şükretmen gerekir, edeceksin, sorgulama yapmak haddini aşmaktır.

 

Allah, güneşi yaratmıştır ve ısınma ihtiyacınızı en üst düzeyde karşılamıştır. Şükredeceksiniz. Yeryüzünde ki bütün ağaçları odun yapsanız da, güneşin sıcaklığını elde edemezsiniz. Çünkü güneşin sıcaklığı bakidir ama odunlar tükenirler. Allah, okyanusları, denizleri, nehirleri, gölleri yaratmıştır. Sularınızın kaynakları bunlardır. Nice nimetlerin kaynakları sudur. Varlığınızın mayası da sudur. Susuz hayat muhaldir. Şükredeceksiniz. Allah, geceyi yaratmıştır. Çünkü insanı, uyuyan bir varlık olarak halk etmiştir. Gecesizde uyku olmaz. Gündüz, çalışmak; gece ise, dinlenmek içindir. Uyumayan, dinlenemez. Dinlenmeyen, çalışamaz. Şükredeceksiniz. Allah, toprağı ve ateşi yaratmıştır. Topraktan elde edip, ateşte pişireceksiniz ve yaşamınızın idamesini sağlayacaksınız. Yemeden yaşayamazsınız ama yemek için de yaşamayacaksınız. Şükredeceksiniz. Allah, erkeği ve kadını yaratarak, insanın bütünleşmesini sağlamıştır ve buradan da neslin devamını yani bir nevi insanın sonsuzlaşmasını sağlamıştır. Kadın için erkek, erkek için kadın büyük ve emsalsiz bir nimettir. Ne kadınsız erkeğin yaşamında, ne de erkeksiz kadının yaşamında tat, tuz ve anlam vardır. Şükredeceksiniz.

 

Toplum hayatında ise, hakkınız, elinize geçenden fazla ise ve birileri bu hakkınıza göz koymuşsa, elinize geçenle yetinmeyeceksiniz ve ya şükür çekmeyeceksiniz. Birilerinin; elindekine şükret, hakkını almayı ahirete bırak martavallarına kanmayacaksınız. Bunu söyleyenler alçaklık yapmaktadırlar ve sizleri aldatmaktadırlar. Hakkınızı gerekirse söke söke alacaksınız ve aldıktan sonra da Allah’a şükredeceksiniz ve kazandıklarınızın kıymetini bileceksiniz. Toprağı en güzel şekilde sürersiniz, ekersiniz ve hasat zamanı geldiğinde, muhtelif ve doğal sebeplerden dolayı umduğunuzdan daha az ürün elinize geçer. İşte burada elinize geçene şükredeceksiniz. Çünkü emeğiniz çalınmamıştır ve sonuç iradeniz dışındadır.

 

 ‘’Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.’’ Bakara-152

 

‘’Şükrü ede edilen ez bir mal, şükrü eda edilmeyen çok maldan daha hayırlıdır.’’ Önderimiz Hz. Muhammed (sav)

Tarih: 15.02.2012 Okunma: 632

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?