KURT KANUNU ve BİTMEYEN KAVGA...

Özgür DENİZ - 26.01.2012

 

Kurt Kanunu; düşenin dostu olmaz, güçsüz olan ezilir, güçlü olan yaşar, hak güçlünündür, kaderi egemenler çizer, gemisini kurtaran kaptandır, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, altta kalanın canı çıksın gibisinden karşılıklara denk gelen bir tanımlamadır. Bu kanunun ana dayanakları; para ve güçtür, en dipte ise mutlak mülkiyetçilik telakkisidir. Gücü yeten yetene ilkesi üzerinden hareket eder. Tıpkı hayvanlar âleminde olduğu gibi. Hayvanlardan en güçlü olanı, diğerlerini yer; zayıfların kaderi yenilmektir, yem olmaktır. Hayvanlar âleminde pençeler konuşur. Saklanacak, sığınacak yeriniz yoktur. Bir koruma duvarınız yoktur. Mutlak mantığın temel alındığı bir kanundur bu. Kalpsizdir, duygusuzdur, acımasızdır. Bu yüzden de, acıma duygusundan mahrum ve güçlü olan hayvan, zayıf olanına dehşetli bir acımasızlıkla saldırır. Merhametin ve acımanın merkezi, kalptir. Ve kalbi olmak; duygulu olmak, merhametli olmak, acıması olmak demektir. Ama aynı zamanda, anlamakta önemlidir. Çünkü anlamadığınız bir şeye karşı, acıma hissine kapılmanız kabil değildir. Merhamet ve acıma hissi, kalp ve anlayış ortaklığının ürünüdür. Anlamak ve acımak birbirini besler. Kalp, çok hassas bir mekanizmadır. Kalp, tüm acıların merkezidir, çünkü duyguların merkezidir. Kalp, insanda ve hayvanda ortak olan bir mekanizma olsa bile, duygu ve acıma gibi hassasiyetler ve hissiyatlar; insana mahsus meziyetlerdir. Çünkü bu meziyetler aynı zamanda anlamayı da koşul kılar. Hayvanlar, böyle meziyetlerden yoksundurlar. Ki yaşamları, bunun en büyük hüccetidir. Hayvanlar, benzerlerinin acılarını hissedemezler ve paylaşamazlar ama insanlar bunu yapma yetisine sahiptirler. Acıma duygusu, duygudaş olabilmeyi de gerektirir. Ve duygudaşlık, ancak insanlar için geçerli bir meziyettir. Duygudaşlık, his sahibi olmayı koşul kılar. Histe, insanlara mahsus bir özelliktir. Aynı zamanda anlamayı gerektiren bir şeydir. Anlamak yetisinden mahrum olan, acıma hissinden de mahrumdur. Hayvanlar ise, hem anlayıştan hem de histen arîdir. Kurt Kanunu, insanların dünyasına mahsus bir kanun olamaz. Ama maalesef oldurulmaktadır. Bu, insanların, kendi ellerinin ürünüdür. Çünkü insan, zalim, cahil ve nankördür.

 

 

Kurt Kanunu’nun hükümferma olduğu dünyada, en güçlü olan, diğerlerine hükmeder. İnsanın özüne yabancı olan, insanın mükemmelliğini idrak edemeyen bir kanundur bu kanun. İnsanı, hayvan gibi telakki eden ve bu telakkiye göre biçimlenen bir kanundur. İnsafı, merhameti, acıması yoktur bu kanunun. İnsan yüreğinden anlamaz. İnsanı, insan yapan duygulara ve yetilere yabancıdır. İnsanın münhasıran maddesine odaklanır. Bu kanun sömürüyü tetikler ve yine sömürüyle güçlenir. Kalpsiz, merhametsiz ve acımasız para babalarının, mutlak mantık temelinde biçimlendirdikleri ve kendilerini haklı çıkaracak şekilde tanzim ettikleri bir kanundur. Bunlar, kanunları, çıkarları için kullanmayı çok iyi bilirler. Bu kanunun tek geçer akçesi vardır; savaş. Savaşta, para ve güç demektir. Ya savaşacaksın, ya tabi olacaksın ya da yok olacaksın. Ve dünyamızda egemen olan anlayış tam da budur. Kapitalizm, komünizm, faşizm gibi ideolojilerin dayandıkları kanun da budur. Çünkü bu üç ideolojide, savaşla varlığını idame ettirir ve acımasız güçle hükmeder. Paraya ve güce sahip olmak ister, mütemadiyen bu minvalde savaşım verir. Zira parayı tanrılaştıran bir zihinde egemen olacak düşünce budur ve bu tür zihinlerin yönlendirdiği bir dünyanın temeli de, hiç kuşkusuz bu anlayış olacaktır.

 

 

Kurt Kanunu’nun en belirgin icracısı ve mümessili, Siyonist’tir. Siyonist, Kurt Kanunu’nu, kapitalizm, komünizm ve faşizm gibi ideolojiler tavassutu ile işletir. Bu üç zehir ile insanların farklı duygularını tahrik etmekte ve insanları amansız, acımasız bir savaş içerisine sürüklemektedir. Siyonist, adeta vahşi bir hayvan gibi bütün insanlığa saldırmakta, bütün kaynakları yağmalamakta, değerleri tahrif -tahrip etmekte ve milletlerin emeklerini, kanlarını, terlerini sömürmektedir. Siyonizmin, her millet içine sızmış kuklaları vardır ve o kuklaları tavassutu ile milletlerin kaynaklarını ve emeklerini sömürerek, o milletler üzerinde egemen olmuştur. Her millet içinde, sermayeyi elinde tutan odaklar, küresel para babalarına çalışan hayvani özlü ama insan yüzlü cellâtlardır, sömürücülerdir. Memleketin hammaddelerini, küresel şebekelerle anlaşarak dışarıya pazarlarlar bu kuklalar, kan emiciler. Milletlerin milli varlıklarını tahrip ederek, milletlerin milli ve manevi değerlerini aşındırarak kendilerine güç devşirirler. Memleketin kalkınmasına yönelik hamleleri sabote ederler. Sürekli ithalat yapılmasını isterler. Her alanda yabancı propagandası yaparlar. Milletlerin beyinlerini kendilerine hizmet ettirmek için kullanırlar, hizmet etmeyenleri de ortadan kaldırırlar. İnsanlar uyanmadıkça, vicdani (İslami) öze dönmedikçe, milli sezgiyi, bilinci, şuuru kuşanmadıkça ve birlik olmadıkça, bu küresel şebekelere ve payandaları olan yerli maskeli ama yabancı ruhlu şebekelere karşı direnemezler ve bunların tasallutundan kurtulamazlar.

 

 

Biz, kendi ülkemiz bazında olaya bakalım ve kendi ülkemiz üzerinden tahliller yapalım. Zira tıpkı, her insanın önce kendini kurtarması gerektiği ve her ailenin önce kendi evinin önünü temizlemesi gerektiği gibi, her millette önce kendi bağımsızlığına kavuşmalıdır ki, diğerlerine faydalı olabilsin ve büyük birlik tahakkuk etsin, nihayet milli ve evrensel kurtuluş umudu belirsin. Aksi bir durum kabil değildir. Ülkemiz, siyonizmin emrinde çalışan şebekelerin kıskacındadır. Malum sermaye grupları, ülkemiz de, siyonizm adına hareket etmektedirler. Her türlü yerli hamleleri sabote etmek için mücadele vermektedirler. Ülkemizi faiz bataklığına gömmüştürler. Bizler onları yerli sanabiliriz ve iyi niyetli yakalaşabiliriz ama durum asla göründüğü gibi değildir. Ülkemizde her şey, bunların etkisindedir. Bunlar akrep gibidirler, ahtapot gibidirler. Kanunlar, bunlara göre tanzim edilmiştir ve bunlar için örümcek ağı gibidir. Bu gruplar, kurumların bünyesinde tuttukları kiralık adamların varlığıyla yaşarlar. Bunların kiralık kuklaları her yerdedir. Ve bunlara yol açmak, açıklarını kapatmak için vardırlar. Yine bunların, toplumu karıştırmak için hazır bekleyen kiralık katilleri ve kargaşa tetikçileri de vardır. Ama nihayetinde tetikçiler ölür, bu şebekeler varlıklarını devam ettirir hatta daha da güçlenirler, belli merkezlerde ki kiralık adamları da dosyayı kapatır. Biz zannederiz ki, bunlar bu memleketin kalkınması için çalışmakta, bu milletin çocuklarına iş vermektedir. Hayır, bu derin bir yanılgıdır. Bunlar senin kanını, terini ve yaşını emmektedir yiğidim, güzelim.

 

 

Bu ülkenin, bu hale gelmesinin birincil sebebi, bunların sömürü düzenidir. Bu ülkede, silah ticaretini de; kumarı, uyuşturucuyu ve fuhuşu da; içki ve sigara tekelini de; terörü de kontrol edenler bunlardır. Bunlar, çıkarları uğruna kan dökmekten asla kaçınmazlar. Zira acıma duygusundan mahrumdurlar. Hayvani tabiatları, bu duyguyla hareket etmelerine müsaade etmez. Sömürü düzenleri, insanların ölümleriyle ve milli kaynakların yutulmasıyla varlığını sürdürür. Çünkü bu düzenin besini, kandır, terdir, yaştır, milli servetlerdir. Gençliğin kanları üzerinden servetler üretirler. Anaları ağlatırlar. Her öldürülen vatan evladıyla, memleketin ve milletin umudu öldürülür ve acısı büyür. Ve bu şebekeler de, bu acılar üzerinden güç ve keyif devşirirler. Gençliğin ideallerini yanlış yöne kanalize ederler, gençliğin saflığını namussuzca suiistimal ederler. Umutları yakarlar, hayalleri yıkarlar, açık yolları tıkarlar ve istikbale kurşun sıkarlar. Silah ve kanun, bunların emrindedir. Sömürü düzenin üçlü sacayağı, hedefini bilmeyen silah, namusunu koruyamayan politika ve çalınan milli servetlerdir. Kimliğine yabancılaşmış, değerlerini unutmuş, kendini paraya satmış soysuz politikacılar, silahlılar ve kanun adamları, sömürü düzenin idamesi için varlıklarını ortaya koymaktan çekinmedikleri için ve böylece millete ihanet ettikleri için, bu düzenler devam etmektedirler.

 

 

Kendi asli görevini yapmayıpta, verilen görevler için koşturanlar ve sömürü düzeninin baronları için çalışanlar, memleketlerine ve milletlerine ihanet etmektedirler. Oysa memleketin dertlerine ve milletin acılarına göz kapamak, kulak tıkamak ve hissiz kalmak, milli servetin soyulmasına duyarsız olmak insanlık değildir. Böyle bir tavır, ancak hayvanlıkla bağdaştırılabilir. Doğmamış çocukların haklarını gasp ettirmek, milli serveti çaldırmak, gençliğin kanlarının dökülmesine ve anların ağlamasına hissiz kalmak, ülkenin ilerlemesine engel olunmasına seyirci olmak şerefsizliktir. Oysa kanun adamları güçlü olmalıdır. Silah hedefini bilmelidir. Ve politikacı da görevini erkekçe yapmalıdır. Eğer politikacılar, kanun adamlarının işlerini namusluca yapmasına engel olurlarsa ve silah milletin emrinde olmazsa işler şirazesinden çıkar ve bir keşmekeş hakim olur memlekete ve buradan rant devşirenlerde sömürü düzeninin baronları olurlar. Nihayet, gülenler baronlar olurlarken, ağlayanlar ve acı çekenler milletin çocukları olurlar ve batan da koca bir memleket olur. 

 

 

Özgürlük, bağımsızlık ve milli kurtuluş yolunda atılacak ilk adım; bilincimizi yanlış etkilerden arındırmak,  yanlış mirasların esaretinden kurtarmak, düşmanı çok iyi tanımak ve sömürü düzeninin maddi ve manevi temeline karşı mücadele vermek olmalıdır. Ne istediğini bilmeyen, hiçbir şeyi düzeltemez. Bilinçsizce bağırıp, çağırmak, kuru sloganlar atmak hiçbir fayda sağlamaz. Çekilen acıların, keyiflenenleri boğması için; yıkılan umutların dağ gibi büyümesi için; insanımızın güçlenmesi ve gülmesi için; kimin kavgasını verdiğimizi, verdiğimiz kavganın kimin işine yaradığını ve verilen kavgadan kimlerin ne kazandığını sorgulamak zorundayız. Yoksa kavgamızı bilinçli temellerde vermiş sayılmayız ve olumlu bir sonuca da ulaşamayız. Birilerinin güdümünde ki hak arayışı değil, bilinçli bir hak arayışı kutsaldır ancak. Eğer sizlerin içine bir yılan gibi sızıp, kutsal eylemlerinizi kirletenleri fark etmezseniz, hem büyük bedeller ödersiniz hem de elinize geçen hiçbir şey olmaz. Eğer haklarınızı, birilerinin güdümünde arıyorsanız, kazanacağınız hiçbir şey yoktur ama kaybedeceklerinizin hesabı bile tutulamaz. Ki tarihimize bir göz atmak kifayet edecektir, bu konuda. Sorunlara doğru açıdan bakmak ve isabetli tahliller neticesinde durum tespiti yapmak ve tedaviye yönelmek doğru olandır.

 

 

Ey Müslüman Türk evladı! Bu topraklarda, ahlakın, adaletin ve özgürlüğün kavgasını vermek, milli kurtuluş hamlesini başlatmak, milli sanayiyi kurmak, kaynaklarının millileşmesini sağlamak ve vahşi sömürü düzenini zir-ü zeber etmek, lanetliler zümresinin kanlı ve kirli çarklarını parçalamak, ilk evvelde senin vazifendir. Hem de milli ve dini bir vazifedir bu. Kutsal bir vazifedir. Bu vazifeyi, bu topraklara, bu torakların ruhuna ve kimliğine yabancı olan ruhlara bırakman, terk etmen milli varlığına ve benliğine ihanettir. Bilakis, bu ruhları bile millileştirecek meziyete sahip olmalısın ve büyük birliği tahakkuk ettirerek, büyük bir isyanı ateşlemelisin. Bu topraklardan, bütün küresel ve yerli görünümlü yabancı şebekeleri temizlemelisin. Milli hâkimiyetini ilan etmelisin. Çünkü milli ve dini varlığına düşman unsurlarla savaşman kaçınılmazdır. Varlığının idamesi, bu kutsal kavgaya bağlıdır. Asla korkmayacaksın. Ölümden korkman senin sonun olacaktır. Acımasızca savaşacaksın icap ederse. Kaderini, yabancı iradelere bırakmayacaksın. Bu acizliktir, zavallılıktır, sefilliktir. Kaderinin kavgasını, kendin vereceksin. İstikbalini, kendin belirleyecek ve tayin edeceksin. Bilakis, tarihten silineceksin! Kurt Kanununa karşı, bitmeyen bir kavga içindesin, bilmelisin.

 

 

Son tahlilde; bütün zalimler, kan emiciler ve yardakçıları kaybedeceklerdir ve kaybetmeye de başlamışlardır. Çünkü milli bir uyanış başlamıştır. Artık, işçimizle, köylümüzle, emekçimizle, memurumuzla, esnafımızla, askerimizle, polisimizle ve milletimizin bütün asli unsurlarıyla birlikte, hep beraber, el ele, sömürüsüz, barışçı, güçlü, aydınlık, umut dolu, şerefli ve Milli bir Türkiye’yi kurmamızın vakti zamanı gelmiştir. Bütün kan emicilere şöyle haykırmalıyız: artık bu memlekette yeriniz yok, ya defolun ya da adam olun!

 

 

En son tahlilde; barışın çiçeklendiği, dostluğun ve paylaşımın hüküm sürdüğü, birlik ve beraberliğin gönülleri sardığı, hüzün ve umut kokan türkülerimizin terennüm edildiği, acılarımızın ve sevinçlerimizin ucuza satılmadığı, emeğin tam karşılığının alındığı, kaynakların millileştirildiği, adaletin mümkünatı derecesinde icra edildiği, hürriyetin yaşanması gereken noktaya kadar yaşandığı, gerçek ve soylu kavgaların verildiği, türkülerle coşulan, özlemlerle koşulan, çalışan ve üreten insanın egemen olduğu, İslam ahlakı ve adaleti temelinde yükselen, büyüyen ve güçlenen bir Türkiye’de ve dünyada yaşamak umuduyla.

 

 

 

Yüreğim seninle sevgili milletim!

 

Türkiye’miz, güzel ülkemiz, cennet vatanımız, bir gün mutlaka özgür olacak ve bizim olacak!

 

 

 

 

 

 

EKSTRA:

 

 

 

BİR: Her zaman da, her yerde ve her işte, en kötüye göre hesap yapacaksın ama en iyi sonucu umacaksın. Nihayet, büyük hayal kırıklıklarına düçar olmayacaksın. Zira yanlış bir hesap, insana büyük bedeller ödetebilir ve derin acılar yaşatabilir.

 

 

İKİ: Konuşmak ya da bir şeyler söylemek önemli değildir. Önemli olan, sözü nerede ve nasıl etkili söylemek gerektiğidir. Zira söz ağızdan bir kere çıkar. Ve söz, savaşın ve barışın anahtarıdır. Ölüm ve hayat, bir sözün ucundadır.

 

 

ÜÇ: Tercihlerini kendileri belirlemeyenler, kendileri için belirlenmiş tercihleri yaşamak zorundadırlar. Ve kaderi, tercihi belirleyen çizer.

 

 

DÖRT: Ölümden korkmak, davayı ve kavgayı kaybetmektir. Ama neyin uğruna öldüğün de çok önemlidir. Zira bir hiç yoluna ölmek vardır, bir de hep yoluna ölmek vardır. Ama en şerefli ölüm, hak uğrunda halk için ölümdür. Ve bu uğurda ölen, ölümsüzleşmiştir. Ve böyle bir ölüm, hep yoluna ölmektir.

 

 

BEŞ: Bugüne kadar ki, yaptıklarınız ve yaşadıklarınız, güzel bir hayat adına ne verdi size? Gençlik düşünmeli; bugüne kadar kendilerini ateşleyenler ne kazandı, gençlik ve memleketimiz ne kazandı? Ve yarınlara bu temelde bakmalıdır. Tahlillerini ve sorgulamalarını bu temelde yapmalıdır. Bilakis aynı hataların kurbanları olmaktan kurtulamayacaklardır. Memleketleri de daha kötüye gitmekten kurtulamayacaktır. Akıllı hesap meselesi!

 

 

ALTI: Bu ülkede, Türk olmayan ama etkili yerlere hâkim olan her pislik ya da Türk olan ama para, güç, kadın vs. şeylere sahip olmak adına kimliğine ihanet eden her soysuz, bu ülkenin çocuklarının Türk kavramından iğrenmesi ve nefret etmesi için, Türk kimliği adı altında her türlü herzeyi yedi, her türlü rezilliği yaptı. İşte bugün Türk kimliğinin itham edilmesinin ardında ki gerçek sebep budur. İstiklal Marşına ve ay yıldızlı al bayrağa hor bakılmasının sebebi de budur. Ama bu oyuna düşmemek lazımdır. Kumpasları sezmek gerekir. Nahak yere, ortak değerlere kin kusmak ihanettir.

 

 

YEDİ: Sahi ben kendi adıma mı çalışıyorum ve bireysel tatmin ya da kazanç için mi konuşuyorum? Bin kere hayır. Bu memleket için, bu millet için, bu din için ve kadim kök değerler için çalışıyorum ve konuşuyorum. Elhamdülillah.

 

 

SEKİZ: Öfke insana bir yüktür. Hayat, sürekli kızgın yaşanmayacak kadar kısadır. Zira lüzumsuz yere öfkelenmeye değmez. Ama bir insanın kutsal öfkesi olmalı mıdır? Kesinlikle evet.

 

 

DOKUZ: Bu güzel ülkenin ve bu yekpare milletin evlatları olarak, bizler düşman değiliz dostuz. Düşman olmamalıyız. Hırslarımız, nefsi arzu ve isteklerimiz zorlayabilir ve bizleri düşmanlığa sevk edebilir ama yürek bağlarımızı koparamaz ve koparamamalıdır. Hafızamızın, kadim tarihimizin, ortak ve güçlü kültürümüzün gizemli yolları tekrar aşıldığında, kadim kardeşliğimiz canlanacak ve tabiatımızın iyi yönlerinin yanında olacaktır. Nihayet,  yarınlara birlikte yürümemiz ve yarınları güzel kılmamız mümkün olacaktır.

 

 

ON: Hayvanlar, iç âlemlerinde sınırlı, dış âlemlerinde sınırsız iken; insanlar ise, iç âlemlerinde sınırsız, dış âlemlerinde sınırlıdırlar. Ve bunu idrak etmek, çok büyük sorunların da çözümünü beraberinde getirecektir. Akletmek, bizim içindir.

 

 

ON BİR: Mide nasıl küçülürse ve alma kapasitesi azalırsa; beyinde küçülebilir ve kapasitesi azalabilir. Ve maalesef beynimizin alma kapasitesi küçülmüştür, daralmıştır. Bu yüzden, algı sorunu yaşamaktayız, anlama sorunuyla malulüz. Ve bu sorunun kaynağı, kitaptan ve tefekkürden uzaklaşmaktır. Beynimizi sağlam ve nitelikli bilgilerle doyuracağımıza, sağlıksız ve niteliksiz bilgilerle doldurmaktır. Ve beynimiz de boş yer bırakmamaktır. Böylece beyin baskı altında kalmaktadır.

 

 

ON İKİ: Faili meçhullerin katilleriyle ilgili konuşanlar ya da onları hatırlamak için anmalarda bulunanlar, niçin sürekli görünenlerden bahsederler ve görünenlere küfrederler? Ama görünmeyen ellerden niçin hiç bahsetmezler? Çünkü korkarlar. İpin ucunun kendilerine ulaşacağını bilirler. O görünmeyen eller bilinmektedir ama açıklanamamaktadır. Bunu faili meçhullerin rantını iştahla yiyenlerde bilmektedir. Namuslu olmak zor iş, vesselam!

 

 

ON ÜÇ: İdeolojiler, insanları değiştirmezler sadece kendilerine uydururlar. Ve böylece insanı değiştirmiş olmazlar sadece insanlıktan uzaklaştırırlar ve bu bozulmanın rantını devşirirler, keyfini çıkarırlar ama olan insana olur.

 

 

ON DÖRT: Üniversite bir ülkenin beynidir. Ordu ise ülkenin gücüdür. Adalet ise ülkenin temelidir. Bu kurumlar ifsat olmuşsa ve felce uğramışsa acilen temizlenmelidir ki, bütün bünye ifsat olmasın.

 

ON BEŞ: Siyonist emperyalizmin yegâne taktiği şudur: zayıflatmak için böl, parçala ve yut. Yok edemezsen evcilleştir ve hükmet. İşte ülkemiz üzerinde oynanan büyük oyun budur. Hatta tüm Türk-İslam dünyasında oynan oyunun özü de budur. Ve bu oyun başarılı olmuştur, fakat biz bu oyunu artık bozmalıyız.

 

Tarih: 26.01.2012 Okunma: 626

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?