GERÇEK DİNDARLIK...

Özgür DENİZ - 22.11.2011

Toplumsal yaşam, adı başında toplu yaşamdır. Yani birlikte yaşamdır. Ve zaruri bir yaşamdır. Çünkü insan, toplum içinde bir anlam kazanır. Kendini toplum içinde gösterir, varlığını toplumla devam ettirir. İlişkileri, iletişimleri hep toplum bünyesinde olur. Arzuları, hayalleri, umutları, idealleri bir yerde toplum bağlantılıdır. Her insan, bir toplum içinde gözlerini dünyaya açar ve toplu bir çevrede varlığını ispat eder. Toplumlarda, tarihi bir miras olarak belli kurallar vardır. Genel anlamda Toplumsal Norm, özel anlamda Adab-ı Muaşerette diyebileceğimiz bu kurallar, toplu yaşamın adeta vazgeçilmezidir. Fertler, bu kurallara uyduğu müddetçe muteber kabul edilirler. Bu kurallar bazen iyi olabileceği gibi, bazen kötüde olabilir. Bu yüzden hem fert bazında, hem de toplum bazında kesin hüküm içeren ve uyulması zaruri olan; dinin hükümleri ve dine aykırı gelmeyen ve ortak iyiliğe hizmet eden töreler geçerli olmalıdır. Zira diğer şekilde fertlerin baskıya maruz kalması, ezilmesi ve sömürülmesi muhtemeldir. Bu kurallar birilerinin işine gelebilir ve bu yolla insanları manevi baskı altında tutarak, kendine, insanlar üzerinde egemenlik kurabileceği bir alan açabilir.

 

İfade ettiğimiz gibi, hayatımızda temel alacağımız kurallar dinin kuralları olmakla birlikte, töremizin ortak iyiliğe hizmet eden kuralları da olabilir. Ama ortak iyiliğe hizmet etmeyen ve kalıplaşmış toplumsal kurallara uymak, bir yönden zindanlara mahkûm olmaktan daha kötüdür. Zindanlar muvakkat iken, toplumsal kalıplar muhakkaktır. Birinde muayyen bir süreliğine tutsak olurken, diğerinde ebedi tutsaklık vardır.

 

Bizler faniyiz ve faniliklere mahkûm olamayız. Varlığını, fani olanla faniliğe mahkûm etmek yerine, kalıcı olanla kalıcılaştırmak kadar güzel bir şey olmasa gerek. Bu yüzden bizler, toplumsal kalıpların mahkûmu olmak ve onların papağanlığını yapmak için değil, hakikati aramak, hakikate ulaşmak ve Allah’a kavuşmak için varız, olmalıyız. Bütün çabamız buna yönelik olmalıdır. Ve insan zihni de ancak bu şekilde gelişir. Zira toplumsal kalıplar, zihni kısır döngüye mahkûm ederken, hakikat arayışı zihne zindelik verir, zihni işlek kılar. Ve bu gayret, müthiş bir dönüştürücü etkiye sahiptir.

 

Bizim için tek otorite Allah’tır ve öyle de olması gerekir. Zira saf dindarlık bunu iktiza eder. İçsel dindarlık budur. Toplumsal kalıpların, ideolojik kalıpların, liderlik kalıplarının mahkûmu olupta dindarlıktan bahsetmek büyük bir yalandır. Bu dışsal bir dindarlıktır ve hiçbir dönüştürücü etkisi yoktur. Ve bu tür bir dindarlığın, bizleri ne hallere düşürdüğünün bizatihi şahitleriyiz ve resim malumdur. Bizleri gerçek özgürlüğe, gerçek huzura, gerçek barışa ve gerçek kurtuluşa kavuşturacak olan içsel dindarlıktır. Kaba, dışsal dindarlığın olduğu yerde, toplum daima sefaletin ve felaketin kucağında mahvolmuştur. Bizler içsel dindarlığa ulaşmak zorundayız. Bu dindarlığa ulaştığımız zaman, bütün sahte otoritelerden kurtulacağız. Gerçek adaletin, gerçek ahlakın, gerçek otoritenin ne olduğunun idrakine ereceğiz. Gerçek özgürlük sevincini tadacağız.

 

İçten dindarlığın; din adamlarıyla, toplumsal kalıplarla ve dini kurumlarla da bir alakası yoktur. Zira bu unsurlar bizlerin sömürülmesini tevlit etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Tabi içten dindarlığı temel alıpta, bireylere bir kulluk bilici aşılayan ve herkesin Allah karşısında tarağın dişleri gibi eşit olduklarını söyleyen, gerçek otorite merciini çekinmeden ifade eden, kul olan bireyin bilincini katletmeyen kurumlar, yapılar ve kurallar müstesnadır. Bilakis, bu yapılar, kurallar, kurumlar; bizlerin umutlarını, saflığını ve korkularını kullanmaya ve bu yolla bizleri kullaştırmaya ve sömürmeye çalışan düzenbazlardır.

 

Gerçek dindarlık, Allah’ı ve hakikati arama çabasıdır. Gerçek dindarlık, içsel dindarlıktır. Ve dindarlığını dışa layığı ile yansıtabilmektir. Ya da bütün içtenliği ve samimiyeti ile yansıtabilmek adına mücadele vermektir. Ve bu mücadele, muazzam bir enerji, engin bir zekâ, keskin bir direnç ve incelikli-derin bir tefekkür biçimini koşul kılar. İnsanın yapabileceği en güzel şey, var olupta ölçülemez olanı aramaktır. Yoksa bir şeylerin kalıplarına mahkûm olmak ve bu minvalde sahte reformlar yapmak ve olmayacak idealler peşinden sürüklenmek değildir. Gerçek din, hakikatin aranması ve ölçülemez olana ulaşma çabasıdır. Gerçek dindarlarda, ancak bu yola kendini adayanlardır. Zira bu yolda olanların (hakikatin peşinde ve ölçülemez olanı keşfetme çabasında olanların) vereceği şey, diğer yolda olanların (sahte reformların ve kuru ideallerin peşinden koşanların) vereceği şeyden sonsuz kez daha hayırlı ve kalıcıdır.

 

İnsanlar, hiçbir zaman, hakikatin keşfedilmesi mücadelesine kendilerini adamıyorlar. Varları yokları, ideolojik boşluklar denizinde yüzmek oluyor. Bu yüzden de çok kuru yaşıyorlar. Sevgisiz, bencil, hiçbir güzelliğin ve bir benzerinin farkında olmadan ömür çürütüyorlar. Fakat hakikati bulmak için, engin bir sevgi, bütün mevcudatla ve benzerleriyle olan ilişkilerinde keskin bir farkındalık şarttır. Zira hakikatin muayyen bir yeri yoktur. Hakikati bulmak isteyen, bütün mevcudatla ilişki ve iletişim içinde olmalıdır. Çevresindeki varlıkların farkında olmalıdır. Ama insanların tek yaptıkları şey, kendilerine odaklanmaktır. Kendilerini merkez yapmak ve bütün güçlerini o merkeze odaklamak, bütün çabalarını o merkezin başarısına kilitlemektir. Bu yönelimli insanların, toplum üzerinde bir etkilerinin olması kabil değildir. Hakikatin peşinde olan ve bütün mevcudatla iletişim içinde olan insanın topluma etkisi ve katkısı, sürekli kendi çevresinde dönüp duran ve ideolojik lüzumsuzluklarla ilgilenen insanın etkisinden sonsuz kez daha fazladır. İdeolojilerin, kuru ve geneli kuşatamayan toplumsal kalıpların, statikleşmiş dini kurumların ve partilerin tasallutu altında olan ve bu yönlü reformlar ve devrimler peşinde koşanlar asla kalıcı bir şey sunamazlar ve yeni bir kültürün yaratılmasına yol açamazlar. Ama hakikati arayan ve kısır kuralların mahkûmu olmayan insanlar kendi kültürlerini de berberlerinde getirirler.

 

Şu bir gerçektir ki; sadece gerçek anlamda dindar olanlar, hakikate kendilerini adayanlar, ölçülemez olana ulaşma çabasında olanlar, gerçek anlamda devrimcidirler. Kan, kargaşa, talan ve yıkım peşinde olanların yaptıkları, ancak basit ve zavallı ruhların işi olabilecek, basit ve kirli bir savaş oyunundan başka şey değildir. Bu gerçeği muhakkak idrak etmemiz şarttır. Zira kurtuluş, bu idrakin meyvesi olacaktır. Haddizatında, eğitimin bile temel işlevi, bizlerin gerçek dindarlar olmamıza yardım etmek olmalıdır. İnsanlığın mutlak kurtuluşu buradadır çünkü. İçsel dindarlığa ulaşmayanların, insanlığa verebilecekleri tek güzel şey yoktur. Ki manzara malumdur.

 

Gerçek dindar insan, yani içsel dindarlığa ulaşmış insan, ya da devrimci insan; kuru ve boş ideallerin peşinden koşan ve gerçek hayattan kaçan kişi değil, mutlu olan kişidir. Evet, mutluluğu kaba ve genel yargılarla anlamamak lazımdır. Mutluluk ince bir durumdur. Mutluluk, ne lükstedir, ne şöhrettedir, ne mülktedir, ne de mevkidedir. Mutluluk, tamamen içsel bir durumdur. Mutluluk, çok fazla şeye sahip olmak değildir. Mutlu insan da, çok fazla şeye sahip olan kimse değildir. Mutlu insan, gerçek manada dindar olan kimsedir. Ve bu kimsenin yaşamı, baştan sonra toplumsal hizmet demektir. Çünkü dindar insan, hizmet demektir. Kendini, insanlığa adamak demektir. Bazıları, bir ideolojiye bağlanmakla, bir dini kurumun bünyesinde yer edinmekle, bir parti çatısı altında bulunmakla topluma hizmet ettiklerini sanmaktadırlar. Bu büyük bir yanılgıdır. Bu yapıların içinde olmak, kendini toplumsal hizmete adadığını sanan sayısız insandan biri olmaktan başka şey ifade etmez. Paranızdan verebilirsiniz, başka insanlar üzerinde muvakkat etkide bulunabilirsiniz ve onları yanınıza çekebilirsiniz, belki reformlar yapılmasına katkıda bulunabilirsiniz ama neticede ortak iyilik adına yapmış olabileceğiniz bir şey yoktur. Kalbiniz boş, içsel dindarlıktan uzak, zihniniz teorilerle lebalep olduğu sürece; yaşamınız donuk, zevksiz ve yorucu olacaktır. Önce kendimizi anlamamız gerekir, kendini anlama; doğru harekete yöneltecektir. Kendini anlamayanın, doğru hareket etmesi çok zordur.

 

Eğitimin gerçek işlevi; bizleri gerçek dinarlığa yönlendirmek olmalıdır dedik. Ama böyle bir şey göremedik ve göremiyoruz. Felaketlerle, sefaletlerle karşılaşınca da şaşırmış gibi yapıyoruz sahtekârca. Eğitimin yaptığı şey; kur bilgi aktarımından ve kişiyi bir işe hazırlamaktan başka bir şey değildir. Kişiye kuru ve boş idealler gösterip, sürekli kendi başarısıyla ilgilenmesini empoze etmektedir. Neticede de insanlar katılaşmakta, bencilleşmektedir. Çünkü sadece kendi başarısıyla ilgilenen kişi, başarılı olmak için karşısındakileri rakibi olarak görecektir ve onlara karşı acımasız ve katı olacaktır. Üstelik bencil olacaktır. Sevgiden eser taşımayacaktır. Merhametsiz bir yaşam sürecektir.

 

Hayata bakıyoruz, gerçekten de çoğumuzun kalbinde sevgiden, merhametten ve yaşama sevincinden eser yok. Gökyüzüne hiç bakmıyor, yıldızlardan keyif almıyoruz. Suların şırıltısından, kurbağaların gurultusundan haberimiz yok. Bir çocuğun parlak ve ışıltılı tebessümünden haz duyacak halde değiliz. Güneş ışığının akan nehir üzerinde ki dansından mahrumuz. Bir kuşun mavi göklerde süzülüşünden habersiz yaşayıp gidiyoruz. Rüzgârın sıcacık nefesini hissetmiyoruz. Meralarda hürce koşup oynayan serseri bir kuzunun çanının şıngırtısını duymuyoruz bile. Kır çiçeklerine bakmaktan aciziz. Kalbimizde bir şarkı, türkü yok. Hayatımız çok katı şekilde akıp gidiyor. Sürekli malayani ile meşgulüz. Birbirimizin kuyusunu kazmakla, birbirimizin başarılarını gölgelemekle ve küçültmekle iştigaldeyiz. Zihnimiz, insanlığı kurtarma, güzel bir ülke ve dünya kurma hayalleriyle dolu ama daha kendimizi kurtarabilmiş değiliz. Paylaşım, kardeşlik, ahlak, adalet ve vatan sevgisi iddiasında bulunuyoruz ama yaşamlarımız bile bunu inkâr ediyor.

 

Son tahlilde; saf vatan sevgisi de, güzel bir ülke ve dünya kurma ülküsü de, gerçek ahlak ve adalet ideali de, içsel dindarlıkta, insana karşı saygı ve sevgi de, gerçek dindar olmakta gizlidir. Yani içsel dindarlıkta gizlidir. Zira içte olmayanın dışta olması hikâyedir. İçsel dindarlığa ulaşamayanın, dışarıya bir şey verebilmesi ve dışarıya karşı dindarlığını yansıtabilmesi diye bir şey olamaz.

 

 

EKSTRALAR:

 

BİR:

Hangi iktidar devrinde, iktidardan olan ama iktidarda olmayan ya da kodaman olmayan birisi güldü, rahata erdi?

 

İKİ:

Kimse hakkında kötü düşünmemek, kimseyi kıskanmamak, kimsenin başarısına çomak sokmamak çok mu zor? Adil olmak çok mu zor? Menfaat için insanların umutlarını çalmak iyi bir şey mi?

 

ÜÇ:

Bu ülkenin ve bu milletin selameti adına MİLLİ CEPHE TEŞKİLATI kurmak çok mu zor? Bu ülkeyi sevmek, bu ülkenin bağımsızlığı için kavga vermek, bu ülkenin ordusunu millileştirmek, bu milletin mutluluğu için dövüşmek çok mu zor?

 

DÖRT:

Bir de şu PKK denilen siyonist maşası soysuz şebekeye para kaptırdığını söyleyen insanlar hakkında; ya kaptırmadıysa, ya kamuoyunu yanıltmak adına böyle söylüyorsa, ya gerçekten bilerek verdiyse ve kaptırdım diye ifade ediyorsa gibisinden düşünmek çok mu zor?

 

BEŞ:

Olgunlaşmamış insanların, bir dava uğruna soylu biçimde ölmek istemesinin ne kadarda saçma olduğunu ama olgunlaşmış insanların, bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesinin ne kadar soylu olduğunu düşünmek çok mu zor? Tabi bir ölüme can atmak ve bile isteye varlığını imha etmek var, bir de gerektiği zaman ve gerektiği yerde kendini feda etmek var. İkisi çok ayrı şeylerdir.

 

ALTI:

Toplumun ortak iyiliği adına ve ortak mutluluğu adına iş yapmak çok mu zor? Toplumun ortak hazinesini, toplumun sefaleti rağmına kendi kasalarına akıtmak ne kadar namuslucadır? Kendi adamlarını memnun etmek adına yeni makamlar açmak ve onlara yüklü miktarda ücret ödemek ne kadar vicdanlı, ahlaklı ve adildir?

 

YEDİ:

Yoksul çocuklarını ölüme mahkûm edipte, kodaman piçlerini yaşama salıvermek ve üstelik küstahça böbürlenmelerine zemin hazırlamak nasıl bir vatan sevgisidir?

 

SEKİZ:

Mazlum ve yoksul Mehmetleri katleden siyonist tohumları ile bir masaya oturmak nasıl bir vicdan işidir? Nasıl bir ahlakilik ve adilliktir? Burada ne tür bir vatan sevgisi barınmaktadır? Yoksa bu, rahat yaşamak adına verilen bir taviz midir? Rahat yaşam elimizden uçup gidecek korkusunun yarattığı travmanın bir sonucu mudur?

 

DOKUZ:

MİLLİ DEVLET kurmak çok mu zordur? Kaynaklarımızı, ordumuzu ve bütün kurumlarımızı millileştirmek gerçekten çok mu kötüdür? Niçin bu yönlü bir çabamız yoktur? Bu ülküye kendini adadığını söyleyenler, bu uğurda hangi çalışmaları yapmaktadırlar? Yoksa kuru laflarla mı iştigal etmektedirler? Projesiz, plansız, stratejisiz, taktiksiz, teşkilatsız, gayretsiz ve toplumun derinliklerine dalıp kendini anlatmadan bir MİLLİ DEVLET kurmak kabil midir?

 

ON:

Soydaşlarımızla ve dindaşlarımızla, yapıcı bir iletişim kurmak çok mu zordur? Onları kollayıp, korumak ve onlara ihanet edenleri terbiye etmek gerçekten mümkün değil midir? Yoksa bizim beceriksizliğimizin sonucu mudur olanlar?

 

ON BİR:

Adaleti çiğneyenlerin, ahlakı bozanların, vicdanı terk edenlerin, ülkemize, devletimize ve ordumuza ihanet edenlerin, ihanetlerini unutmamak ve gerektiğinde ders vermek çok mu zordur?

 

Umutla, gerçekle, gerçek imanla, gerçek dindarlıkla, vatanla, önderle (sav), milli devletle.

Tarih: 22.11.2011 Okunma: 620

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?