DEVLETİMİZİ KURMAK, VARLIĞIMIZI PAYİDAR KILMAKTIR...

Özgür DENİZ - 13.11.2011

Dostlarım! Müslüman-Türk Devleti’nin kurulmasından bahsetmiştik. Kesinlikle kurulmalıdır ve millet olarak, mesaimizin büyük bölümünü buna harcamak zorundayız. Evet, özel hayatımızda vardır ama yuvasız özel hayatın ne anlamı olabilir? Kavgamızı, ilk evvelinde, bu alanda vermek zorundayız. Herkes ve her kesim, üzerine düşen sorumluluğun gereğini, son raddesine kadar layığı ile yapmalıdır. Nutuk çekmekle iş olmuyor bebeğim. Özellikle dindar-vatansever yapılar, açıktan ve kararlı bir şekilde mücadele vermelidirler ve milleti de yanlarına almalıdırlar. Parçalanmışlık, ancak düşmanın işine yarar. Kendilerini, adeta, bu ideale adamalıdırlar. Zaman, artık yatma zamanı ve bedavadan yaşama zamanı değildir. Zor değil be kardeşim, zor değil. Namusluca iş yapmak, kendimiz için iş yapmak, şereflice ve bağımsız olarak yaşamak için iş yapmak zor değil be. Çalışmak, üretmek, güçlü olmak ve olunması gereken yerde olmak zor değil. Bırakınız servetiniz olmasın, bırakınız şöhretiniz olmasın, bırakınız makamınız olmasın ama bağımsız bir devletiniz, kendinize ait topraklarınız olsun; üzerinde ve çatısı altında, insanca ve kendiniz olarak yaşayacağınız. Gerekirse, canınızı ortaya koyunuz. Yaşatmak adına can vermekte soylu bir eylemdir unutmayalım. Tabi bunun ne demek olduğunu idrak edebilirsek! Mücadele bizden, zafer Allah’tandır ama zafer de hazırlık ister. Ve kuracağımız devlet, yeniden, bizden olmayanların eline geçmemelidir ki, bu yönde çok şiddetli mücadeleler verilmektedir derinlerde. Bizde bilinçlenmeliyiz ve mücadelemizi çok bilinçli ve kararlı olarak vermeliyiz. Başkasının evi ile kendi eviniz bir midir?

 

Çatısı altında yaşadığımız devletin de Müslüman-Türk Devleti olmadığını söylemiştik. Evet, bu devlet, bildiğimiz anlamda bir devlet değildir yani bizim devletimiz değildir. Kesinlikle Müslüman-Türk Milleti’nin devleti değildir bu devlet. Bizden olanların ya da bizden olduklarını sandıklarımızın yönetmiş ya da yönetiyor olmaları bizleri aldatmamalıdır. Devletinizi yönetenlerin, sizdenmiş gibi görünmeleri, küresel plan icabıdır. Zira sizdenmiş gibi görünmeleri ve bazı sözleri ve eylemleri ile sizi uyutmaları, her dilediklerini rahatça yapabilmeleri içindir. Bizim devletimizdir diyen buyursun söylesin. Bizim olan devlet; kendi varoluş dinamiklerine savaş açar mı? Kendi evlatlarına zulmeder mi? Yani, Allah aşkına, kardeşi dağlarda çarpışırken şehit olan bir Mehmet’in, kız kardeşini, ter ve yaş akıtarak ulaştığı idealinden mahrum bırakır mı? Onu ağlatır mı? O Mehmetlerin törenleri, analarına, tel örgülerin ardından izlettirilir mi? Hangi vicdan bunu onaylar, vatan ve namus aşkına? Kurumlarını, milli ve dini kimlik düşmanı olan sefillerle doldurur mu? Dini yok etmek adına operasyonlar yapar mı? Kimliği etkisizleştirmek ister mi? Değerleri çürütmek adına faaliyetlerde bulunur mu? Kendi ordusunu mahveder mi? Ordusunun, masum ve şerefli neferlerini teröre yem eder mi? Kendi neslini ahlaksız ve şerefsiz yapmak için mücadele verir mi? Kendi evlatlarını; fuhşa, içkiye, kumara, faize vb. şeytan işi pisliklere alıştırmak adına eylemlerde bulunur mu? Evlatlarını, öz değerlerinden uzaklaştırıp, Batı denilen yamyamların çürüyüp kokmuş olan değerlerinin taşıyıcısı yapar mı? Kitaptan uzaklaştırır mı? Köklerini kurutmak ister mi? Kendi tarihini karalar mı? Tarih yapıcılarına küfreder mi?  

 

Ve bizler kendi devletimizi kurmak zorundayız. Her şeyiyle bize ait olan devletimizi kurmak zorundayız. Hukuk sistemi, dinimize ve töremize dayanan bir sistem olmalıdır. Hakeza ordu sistemi aynı şekilde olmalıdır. Çelik gibi bir nesil yetiştirmeliyiz. Düşmanına şedit, dostuna bağışlayıcı olmalıdır yetiştirdiğimiz evlatlarımız. Ecdadına ve tarihine saygılı olmalıdır. Köklerine bağlı olmalıdır. Kadim davasına sadakatli olmalıdır. Adalet ve ahlak davası güden ve bu yolda gerekirse bedel ödeyebilecek yüreğe sahip bir nesil olmalıdır. Yoksa ezelden ebede giden yolumuzda hep sürgün olarak yürüyeceğiz. Kendi topraklarımızda esirler olarak yaşayacağız. Üstat Necip Fazıl Kısakürek ne diyordu: ‘’öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya’’ şu ana kadar ki ve şu andaki halimiz bu değil miydi ve değil midir? Gözlerimizden yaş, alnımızdan ter, tenimizden kan eksik olmayacak. Ama ne yaşı kendimiz için, ne teri kendimiz için, ne de kanı kendimiz için akıtmış olacağız. Bize hükmeden ama bizden olmayan köpekler için akıtmış olacağız. Bizler üreteceğiz, bizden olmayanlar tüketecek. Zaten hep böyle olmadı mı? Karalar (yerliler) üretip zengin piçleri yemedi mi? Yine bunlar ölüp zengin itleri yaşamadı mı? Ağlayanlar bunlar, gülenler onlar olmadı mı her zaman? Bu makûs talihi değiştirmeliyiz, bu paradoksa nihayet vermeliyiz. Vatan bizimse, üreten bizsek, ölen bizsek, ağlayan bizsek; devlette bizim olmalı, hükmeden de bizler olmalıyız. Ama bu asla lafla olmaz ve olmayacak. Yürek gerek, sevda gerek, azim gerek, irade gerek, kutsal kavga gerek.

 

 Bizim topraklarımız, daima gizli sömürünün etkisindeydi. Bizdenmiş gibi görünenlerin yüzlerine ve sözlerine aldanmak bizleri mahvetti. Zira bu topraklarda, ancak bu şekilde sömürülebilirdi. Ve istenilen her şey bu şekilde yaptırılabilirdi. Size kendi evladınız mı daha fazla zarar verebilir, yoksa başkasının evladı mı? Kendi evladınızın söylediklerini, yaptıklarını sessizce takip edersiniz, bir hikmet ararsınız değil mi? Ama başkasının evladının yaptıklarını sorgularsınız, endişeyle yaklaşırsınız. İşte gâvur da, bunu bildiği için, sizden olanları önce kendine tabi kıldı sonra da sizi onlara tabi kıldı ve böylece her şey tıkırında oldu. Yapılanlara karşı sizi sessizleştirdi, tepkinizi budadı. Köklerinizi kuruttu adeta. Ve işte gizli sömürü budur. Açık sömürü yürek ister, bedel ödetir ve daimi bir direnişi tetikler ama gizli sömürü insanları uyutur, tepkisizleştirir ve en kötüsü alıştırır. Gizli sömürü ile mücadele etmek çok zor iştir ama açık sömürüye karşı direnirsiniz. Şöyle düşünün; katil ve kahpe Amerika bir ülkeyi işgal ettiği zaman noluyor? Milletler bütün mekanizmalarıyla saldırıya yöneliyor, direniyor. Ama daha sonra noluyor? Kahpe dölü, o topraklara, yerli halktan elde ettiklerini ve kendi adamlarını hâkim kılıyor ve çıkıp gidiyor. Önce açık sömürü var ama direnişte var, sonra gizli sömürü dönemi başlıyor ve halk artık umursamıyor. Çünkü kendinden bildikleri iş başına geliyor güya. Halkın hoşuna gidecek yüzü gösteriyor ve hoşuna gidecek sözü söylüyor. Çok uyanık olmak gerekiyor. İşte bizim tarihsel serüvenimizde biraz buna benzer.

 

Bizi, bizdendir diye bildiklerimiz mahvetti. Bize sahte yüzler gösterildi, bize yalan sözler söylendi. İşin kötüsü, bizde çok kolay inandık ve deliler gibi sahiplendik. Bizler, bu tasalluttan kurtulmamız gerekiyor. Ahlak ve adalet zemininde var olacak bir devlet kurmamız gerekiyor. Zaten asıl, ahlaklı ve adaletli olması gereken devlet; kuracağımız Müslüman-Türk Devleti olması gerekmektedir. Müslüman-Türk Milleti’nin evlatları olması gerekir, yenidünyanın banileri. Adaleti ve ahlakı başka mecralarda aramak beyhudedir. Adaletin ve ahlakın temsilcilerinin bizden başkalarının olması kabil değildir. Ama bizler bunun farkında ve idrakinde miyiz, işte orası meçhuldür. Bu söylediklerimizle ifade ettiğimiz şey; Osmanlı’nın yeniden dirilişi de değildir ve o mantık çerçevesinde de olaya bakılmamalıdır. Zira hayallerle gerçekler bir olmaz ve değildir de. Yani rasyonel olmak gerekir bir yerde. Bugün bir Osmanlı hayal ötesi gibi bir şeydir. Zira dünya dengeleri ve şartları, insanlığın durumu çok farklıdır. Böyle bir şey ancak bir yönlendirmedir ve aldanıştır. Dün Osmanlı’ya küfreden ve yok etmek için türlü entrikalar çeviren yamyamlar bugün Osmanlı özlemini dile getirmektedirler ve adeta sitayişe boğmaktadırlar Osmanlı’yı. Yani dün lanet, bugün teveccüh; burada durup düşünmek icap eder. Bu tamamen oyundur. Bu ülkeyi daha da küçük parçalara ayırmak için bir tezgahtır. Zira siz Osmanlısınız deyip, bize Osmanlıymış gibi iş yaptıracaklar. Kendi bünyemizde özerk yönetimler teşekkül ettirtecekler, kendi mülklerimizi başkalarına devrettirecekler vs. bir Osmanlı olmak ve bir Osmanlı gibi davranmak kabil değildir ama bir Osmanlı ruhuna ve aklına sahip olmak kabildir ve bizim de yapmamız gereken budur. Tabi keşke Osmanlı gibi olabilsek, bunu gönül ister ama olmayacak hayallerle avunmakta ahmaklıktır. Biz kendi topraklarımız da güçlü ve bağımsız devletimizi kuralım, sonra küresel platformda layık olduğumuz yerde olalım, soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza yönelik tehlikeleri bertaraf edelim, gerisi gelir zaten. Bilakis bizleri, siz Osmanlısınız diye avutanlara aldanmak aptallık olur.

 

Yozlaştırma harekâtının başını çeken Beyazlar, yani Kripto Yahudiler ya da Ermeniler; bu ülkenin kara (yerli) çocuklarını kullandılar daima. Kullanırken de, bizden bildiklerimizi aracı kıldılar. Kendileri ise hep arka perdede kaldılar. Kendilerini efendi, halkı köle olarak algıladılar. Kendileri bir bilendi, millet ise bilmeyen cahil sürüsü. Hep böyle gördüler, algıladılar ve düşündüler ve bu minvalde eylemde bulundular. Kadim intikamlarını hep zımnen almaya çalıştılar ve aldılar da aslında. Çünkü bizi, bizden aldılar. Bizi manen çökerttiler. Kimliğimizi, dinimizi, değerlerimizi tahrip ettiler. Kurumlarımızı perişan ettiler. Ordumuzun hali gözümüzün önündedir. MİT’ımızın hali, Eğitim Teşkilatımızın hali meçhulümüz değildir. Neslimizi mahvettiler ve bizden çaldılar. Kaynaklarımızı yağmaladılar. İdeallerimizi elimizden aldılar. Daha ne yapacaklardı? Bizde uyuduk ahmakçasına. Bu toprağın kara (yerli) çocukları, bunların gözünde hizmetçiydiler. Servete sahip olamazlardı, şöhrete layık değillerdi, mevki sahibi olmak bunların işi değildi. Zaten bu yüzden; bu ülkede biz ne dersek o olur, bizim istemediğimiz bir şeyin olması mümkün değildir deme cüretini kendilerinde görüyorlardı ya. Bir iki tane bilinçsiz Milliyetçi ve İslamcı gençle hedeflerine kolayca ulaşmak istediler ve başardılarda. Onlara güç ve imkân sağlayarak ve istedikleri gibi harekât etme alanı yaratarak, onların istendik yönde eylem yapmalarını kolaylaştırdılar. Bunlara destek veren, bir iki köşe kadısı da tabiî ki hazırdı bu arada. Böylece bunlara tabanda sağladılar ve toplum nezdinde potansiyel suçlu olarak görünmelerinin yolunu açtılar. Yani, suç işleyenler, nadirattan sayılmayacak, toplumsal tabanı da olan potansiyel bir tehlike olarak algılanacaktı. Ki toplu düşmanlık olabilsin. Yani bireysel kalmasın. Suç bireysel algılanırsa, toplu düşmanlık yaratması zordu. Ama suç toplumsallaştırılırsa, düşmanlıkta toplumsallaştırılabilecekti ve öylede oldu. Millet, bir iki tane bilinçsiz gencin cahilliği dememeliydi ve belli bir kesimi potansiyel suçlu olarak görmeli ve algılamalıydı ki, kahpe düşmanın tuzağına düşsündü ve düştü de. Nihayet halimiz malumdur.

 

Artık uyanmalıyız, kendimize gelmeliyiz ve gerçekleri görmeliyiz. El birliğiyle kendi devletimizi tesis etmeliyiz, kendi topraklarımızda. Manevi bir Kurtuluş Savaşı vermek şarttır. Gerekirse maddi bir Kurtuluş Savaşı vermekte icap edebilir ve vermekten de imtina etmemeliyiz. Ama manevi sahada savaş kazanılmadan, maddi saha da savaş kazanmak imkânsızdır. Zira bedenlerin birliğinden önce ruhların birliği şarttır. Ve en güçlü birlik, ruhların birliğidir. Çünkü duygular birdir ama akıllar bir değildir. Bu yüzden birlik mutlaka ama mutlaka ruhlarda olmalıdır. Vatan işgal altındayken, kısır çekişmelerle iştigal etmek ve birbirimizi yemek ahmaklığın dik alasıdır. Ama birbirimizi yemeyelim derken de, kişisel hırslarımızın kurbanı olmamalıyız ve köklerimizi sarsmamalıyız. Yoksa kişisel hırslarla iştigal edersek ve köklerimizi sarsarsak, elbet bunu yapanlarla bir olmak kabil değildir. Bu yüzden herkes haddini bilmeli ve namussuzluğa yelken açmamalıdır. Birlik olacağımız saha bellidir. Milli ve dini kimliğimizde birleşmeliyiz. Allah’ımızın ve atalarımızın yolunda kavga vermeliyiz. Kavgamızın temel dinamikleri bellidir. Sapan bizden değildir. Allah yolunda mücadele etmek, mücadelelerin en kutsalıdır. Atalarına layık olmak, evlatlığın en soylucasıdır.

 

Ya istiklal, ya ölüm! Ya peyklik, ya otonomi!

 

‘’Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete ram ol.

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!’’ Mehmet Akif Ersoy

 

Son tahlilde; bilinenlerden yola çıkarak, bilinmeyenlerde fark edilebilir. Mevcut olanlardan, mevcut olmayanlara ulaşılır. Öyleyse, çok çalışmalıyız. Hikmete ram olmalıyız.  Ter, yaş ve kan akıtmaktan korkmamalıyız, kaçmamalıyız. Tabi yerinde ve zamanında. Hep savunmada olmak, insanı feci çarpar ve aldatır. Ki bugüne kadar ki kayıplarımızın yegâne sebebi nedir? Biz, kendimizi bilmez ve tanımazsak; kimsenin, bizi bilmemesinden ve tanımamasından şikâyetçi olamayız. Unutmayalım ki; varlığımızın bekası, devletimizin varlığına merbuttur.

 

En son tahlilde; kimliğinin ve dinin bilincinde olan ve ülkesine, milletine, ümmetine, tarihine ve ecdadına ihanet etmeyen yürekli yiğitlere selam olsun! Yaşatmak için yaşayan ve kavga veren yürekli yiğitlere selam olsun!

 

‘’Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar.’’ Bakara-257

 

‘’Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.’’ Enfal-46

 

‘’Tuttuğumuz yol, kuru bir kavga yolu değildir.’’ OSMAN GAZİ.

 

‘’Mazinize layık bir şekilde savaşınız.’’ FATİH SULTAN MEHMED

 

 ‘’Bu beyaz elbise kefenim olsun’’ ALPASLAN

Tarih: 13.11.2011 Okunma: 574

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?