ŞEYTANIN ADAMLARI...13...

Özgür DENİZ - 17.10.2011

Günlerdir, şeytan ve adamlarından bahsediyoruz. İnşaallah kimseyi sıkmıyoruzdur. Zira ne malayani ile iştigal derdimiz vardır, ne de nefsimizi tatmin etme gayreti içindeyiz. Niyetimiz de, düşüncemizde, gayemizde sahihtir inşaallah. Zira şeytan ve adamlarının DNA’larını çözersek, çözemeyeceğimiz pek bir şey kalmaz Allah’ın izniyle. Asla mücerret şeylerden bahsetmiyoruz. Her şeyi olabildiğince müşahhaslaştırarak vermeye çalışıyoruz. Şeytanın yeryüzünde ki mümessilleri; kâfirler ve müşriklerdir. Evet, kâfir; hakkı gizleyen ve örtendir. Müşrik ise; şirk koşandır, mevcudat üzerinde Allah’a ortaklık taslayandır. Net ve öz şekilde budur işin aslı, esası. Bunların başını çekenler ise, Siyonist Yahudilerdir. Bu mikropların, insanlığın başına açtıkları belaları gündem yapıyoruz fasılalı olarak. Fakat aynı şekilde, suçun sadece bunlarda olmadığından da söz ediyoruz. Evet, şeytan ve adamları imansızdırlar, insanları sevmezler, hatta doğayı, hayvanları ve bitkileri bile sevmezler. Allah’a ve kullarına dehşetli ve şiddetli kin duyarlar. Sadece kendilerini düşünürler. Bir tezgâhta bin çorap dokurlar. Ve hep bildiklerini okurlar. Her şeyi bozarlar, kokuturlar ve çürütürler. Ta ki, insanlığı bile. Belki bilimde ileri gibi görünebilirler ama bu da yalandır. Çünkü bunların kendileri yalandır. Zira ilmin-bilimin coğrafyası ve öncüleri meçhulümüz değildir. İlmin-bilmin coğrafyasını ve öncülerini, kendisi için meçhul olarak görenler utansınlar. Ama bütün bunlar, bizim sorumluluktan kaçmamızın neticesidir. Zira sadece çürüten değil, çürümeye sessiz-tepkisiz kalanda suçludur. Maalesef, şeytani zevkler, bizleri aldatıyor. Şeytani zevkler, bizim zincirlerimiz olmuş adeta. Bütünüyle sekülerleşmişiz. Bizler tembellik yapıyoruz ama elin gâvuru durmadan çalışıyor. Ve bu dünya sadece inananlara tahsis edilmiş bir yer değildir, bu dünyada herkese çalıştığı vardır. Sen, ben Müslüman’ım der ve olduğun yerde sayarsan, elin kölesi olur ve it gibi sürünürsün. El durmadan çalışır, başarır ve kazanır, gelir bütün insanlığın efendisi olur. Senin başına kâhya kesilir. Bu kafayı bu gövdede boşuna taşıyoruz herhalde. İnsan azıcık düşünür be. Sen, kendi değerlerine sadık olmazsan, sahip çıkmazsan, üstelik hareketlerinle yozlaşmasına katkı sağlarsan, çalışmaz tembellik edersen, tabi ki elin gâvuru senin efendin olur. Sen kendi kimliğini ve dinini hakir görürde, gider şeytanın ve adamlarının yörüngesinde dönmeye başlarsan, elbette ki başına her türlü bela yağmur gibi yağar. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Herkes ektiğini biçecektir.

 

Sen, kendi Önderini (sav) terk eder de, gider sana dayatılanlara taparsan ve taptıklarını kendi toplumuna da dayatırsan, şeytan başarılı oluyor demektir. Çünkü şeytan, her topluma kendi belirlediği birini ya da bir olguyu dayatır ve onun üzerinden toplumları mahveder. Kimlikleri tahrip eder, dinleri tahrif eder, tarihleri kendi istediği şekilde yazar. Biz de bakınırız öylece. Bize dayatılanı, bizim gibi yaşıyor diyerek kutsarız adeta; ya da bize dayatılan olguyu bizim ilerlememizi sağlıyor diyerek tabulaştırırız. Ve zaman içinde kişiyi ya da olguyu dokunulmaz, tartışılmaz kılarız adeta ve böyle böyle gerilediğimizin, cahilleştiğimizin ve bütün temellerimizin, fasılalı olarak, zımnen sarsıldığının farkına bile varamayız. Sorgusuz sualsiz her denilene boyun bükersen, kendinle yüzleşmekten korkarsan, kendi kafanla düşünmezsen ve illa bir kurtarıcı beklersen tabi ki seni bekleyen tuzaklara düşersin. Kişileri, kurumları, olguları putlaştırırsan, bir milim bile ilerleyemezsin. Sürekli farklılıkları boğmaya, toplumsal hamlelere sekte vurmaya çalışırsın. Bir iki kavramla, kendi kendini yer tüketirsin, toplumu sürekli malayani ile meşgul edersin. Düşünceyi katledersin. Kitabı yasaklarsın. Neslini cahilleştirirsin. Devletini çürütürsün, milletini yozlaştırırsın, ülkeni yağmalatırsın. Ve tedricen tükenir gidersin. Yaşadığımız dünya zalimdir, düşene acımazlar bebeğim! Yeni bir dünya yaratırsan ve onu sevgiyle donatırsan, belki o zaman elinden bir tutan bulunur. Ama yeni bir dünya da durduk yerde kurulmaz bebeğim. Acı çekmek gerekir, sabretmek gerekir, kendini bilmen gerekir, kadim değerlere sahip olman gerekir, her şeyden önce sevmen gerekir sevmen bebeğim!

 

Hayır yani, bir insan tarihine düşman olur mu? Bir insan ecdadına küfreder mi? Bir insan kimliğinden iğrenir mi? Bir insan dinini tezyif ve tahkir eder mi? Tamam belki anlarım, anlamaya çalışırım ama önce bir şeyler sormam ve namusluca cevap almam gerekir. Tarihimizden ne zarar geldi bizlere? Tarih bir kalıptır aslında, tarih diye yaşananlara diyoruz, tarihi yapan insan ilişkileridir bir yerde, çünkü tarihin öznesi insandır. Ve tarihsiz insan, talihsiz insandır. Karmaşıklaştırmanın lüzumu yok. O akademinin işi, akademinin de Allah belasını versin diyecem şimdi! Peki, ecdadınızın hangisinden kötülük gördünüz, ya da kötülük geldiğini duydunuz? Hep, padişahların kötülüğünden dem vuruldu, padişahlarla ilgili yalanlar savruldu. Peki, içinde bulunduğumuz hal, hangi padişahın döneminden daha iyi, daha ileri? Hangi padişah, hükmettiği milletini düşmanlara ezdirmiş, hükmettiği milletini mahrumiyet içinde yaşatmış, hükmettiği milletinin kimliğini ve dinini tahrip ve tahrif etmiş? Kâfirlerin ve müşriklerin ve yerli maşalarının manipülasyonlarını geçiniz efendim. Ya da tarihi çarpıtarak verdikleri bilgileri atınız çöplüğe. Hangi bir ecdadınız, sizin kötülüğünüz için çalışmış? Sizin şerefinizi ayaklar altına aldırtmış? Ya da kimliğinizden ne zarar gördünüz? Kimliğinizi söyleyipte, elde edemediğiniz ne oldu? Kimliğiniz, sizi geri mi bıraktı? Tabi ya, biz çok çalışkanız, çok ilerilere ulaştık ya! Ya dinimize ne demeli? Hangi ayet, size tembelliği öğütlüyor? Hangi ayet, size cahilliği öğütlüyor? Hangi ayet size karanlığı ve köleliği öğütlüyor? Hangi ayet, size zulmü öğütlüyor? Hangi ayet, size ilime-bilime düşman olmayı öğütlüyor? Hangi ayet, size tefrikayı öğütlüyor? Hangi ayet, size insanların haklarını gasp etmeyi öğütlüyor? Hangi ayet, size araştırıp soruşturmadan her şeye inanmanızı ve her şeyi kabullenmenizi öğütlüyor? Hangi ayet, size insanları alaya almayı öğütlüyor? Hangi ayet, size sanata düşman olmayı öğütlüyor? Ya da hangi hadis, bu söylediklerimizi yapıyor? Hiçbirisi. Bilakis tam tersini yapıyor. Ama bizler, gidiyoruz, ayetleri ve hadisleri okuyacağımıza, anlayıp, idrak edip ve üzerinde tefekkür ettikten sonra karar vereceğimize; sefil beyinli, ahmak, kara cahil kâfirlerin, müşriklerin ve bunların yerli kuklalarının yalanlarına inanıyoruz. Ve bir ayet, hadis düşmanlığıdır gidiyoruz. Yazık bize, binlerce kez yazık. Aslında utanç duymamız icap eder, halimizden. Ama utanç duymakta, erdemlilerin işidir. Düşüncenin namusuna zerre itibar eden, yüreğine güvenen, şerefli olduğunu düşünen birisi hadi bu gerçeklerin aksini iddia etsin ve bir tek örnek göstersin de göreyim!

 

Şeytan ve adamlarının görevleri; insanı, fıtratına muhalif hale getirmektir. İnsanın yapısını bozmaktır. Ruhları çürütmek, bedenleri kullanmaktır. Doğruyu eğri, eğriyi doğru olarak göstermektir, yalanı yaymaktır. Ahlakı bozmaktır, adalet inancını sarsmaktır. İnsanlığın itibar ettiği karakterleri gözden düşürmektir. Kimlikleri ve değerleri yozlaştırmaktır. Tarihleri tahrif etmektir. Terör üreterek, ülkeleri işgal etmek, toplumları parçalamak, kaynakları yağmalamak ve kaderleri tayin etmeye yeltenmektir. Ecdadın itibarını yerlere düşürtmektir. Dünya mülkünü ele geçirmektir. İnsanın toplumsallaştığı ve toplumla ilişkiye girdiği bütün alanları kendi inisiyatifine almaktır. İnsanları, Allah’tan (cc), Önderden (sav), Kitaptan uzaklaştırmaktır. İnsanları, şehvetperest, mülkperest, zevkperest kişiliklere dönüştürmektir. Her toplumun, can damarlarını ele geçirmektir. Politikacıları kuklalaştırmaktır. Milli Siyaset’in yapılmasına mutemet elemanları aracılığı ile engel olmaktır. Özellikle ve özellikle, İslam’ın yegâne kurtuluş yolu olduğunu gözlerden gizlemektir. Toplum adına namusluca çalışanları fail-i meçhullerle ortadan kaldırmaktır. İslam’ın, bilinçli şekilde, terörle özdeşleşmesi için gayret sarf etmektir. Müslümanları yobaz olarak tavsif etmek ve bunu her fırsatta gündeme getirmektir. Vatan sevgisini, din bağlılığını, ordu sevgisini, düzenini ve disiplinini, devlet saygısını, kimlik bilincini adeta katletmektir.

 

Aynı şekilde; muhtelif ideolojiler üreterek, insanları kıskaca almaktır. İdeolojilerin hepsi yalandır, hepsinin parçalayıcı tesiri vardır. Hepisinin membaı siyonizmdir. Çıkışları siyonizmdir, varışları da siyonizmdir. Sadece namusluca tahlil ve tetkik etmek ve derin olarak tefekkür etmek bu gerçeği faş edecektir. Kemalizm, komünizm, faşizm, kapitalizm, liberalizm, anarşizm, demokrasi vb. hepsi yalandır. Hepsinin tek gayesi, insanların zincirlenmesidir. İdeolojilere asla inanmayınız. Bunlardan insanlığa gelmiş tek fayda yoktur ve badema da olmayacaktır. Geleceğini sanmak, sadece koyu bir cehaletin göstergesi olabilir ancak. Şeytan ve adamları, ideolojiler sayesinde, ülkeleri işgal edebiliyorlar, insanları zincirleyebiliyorlar, milletleri parçalayabiliyorlar ve çok kolay ve bedelsiz olarak emellerine ulaşabiliyorlar. Aynı şekilde, sınırsız özgürlük safsatası da, mutlak kardeşlik sloganları da, sınıfsız ve sınırsız dünya masalları da oyalamadan ve yalandan ibarettir. Bu tür düşünceler kuru vehimdir, eşyanın tabiatına münafidir. Hadi buyurun, müşahhaslaştırarak gerçekliğini ve olabilirliğini ispat edin, konuşursam ve tabi olmazsam namerdim. Asla inanmayınız. Zira sizleri, kavramlar aracılığı ile ideolojilerin kumpasına düşürüyorlar. Kavramların süslenerek empoze edilmesinin tek gayesi budur. Sizleri hakikat köprüsünden çekip, batıl tüneline sokmaktır ve iki tarafı da tutup sizi ara yerde kıstırıp, karanlığa mahkûm etmektir. Lütfen aklımızı kullanalım. Bu arada, ülkemizde ki, şeytani medyaya, şeytani kliklere, şeytani politikalara ve şeytani sermayeye asla inanmayınız ve güvenmeyiniz. Bunların mümessilleri kimlerdir, hepimiz çok iyi biliyoruz. Malumu ilama lüzum yoktur. İsterseniz inanınız ama kaybedecek olan sizlersiniz, hepimiziz. Hak yönlü olduğunu iddia eden medyayı da, politikayı da, sermayeyi de uyarmaktan bir adım geri durmayınız. Yanlış yaptıklarında küfretmekten gocunmayınız. Şerefsiz köpekler adam gibi olsunlar, namussuzluk yapmasınlar, kendilerine güvenen kitlelerin umutlarını berhava etmesinler, hayallerini karartmasınlar. Şeytana ruhlarını satmasınlar. İşlerini it gibi değil, aslan gibi yapsınlar.

 

Evet dostlar, şeytan ve adamlarının tasallutundan, mutlak şekilde kurtulmak istiyor isek şayet; Allah’ın (cc) hükümleriyle hükmolunmak arzusunu taşımalıyız. Yani putları, tağutları bırakmalıyız. Zira Allah, kullarını karanlıklardan aydınlıklara ulaştırır; tağutlarda kölelerini aydınlıklardan karanlıklara ulaştırır. Ve hayat gözümüzün önündedir canım benim. Önderin (sav) kutlu ve pak izini takip etmek arzusunu taşımalıyız. Çakma liderciklerin kirli izlerini takip etmeyi bırakmalıyız, Önderin (sav) yanın da bir başka önder kabul etmemeliyiz. Yüce Kitabımızı tertil ile okumak, anlamak, idrak etmek ve hayata geçirmek arzusunu taşımalıyız. Başka kitapların taşıyıcılığını yapmamalıyız ve yükünü yüklenmemeliyiz. Bu demek değildir ki, yaşamsal zevklerimizden feragat edeceğiz, çok katı bir hayat yaşayacağız, hayatın akışını durduracağız, bitmeyen baskılar altında inleyeceğiz, şiddetli cezalara çarptırılacağız, hayır hayır asla böyle değildir, birileri böyle olduğunu elbet söyleyecektir ama bizler, o birilerine, şeytanın o uşaklarına asla inanmayacağız. Şeytanın ve adamlarının, bizleri yanıltmak istemeleri ve arzuladıkları yönde yönlendirmek istemeleri gayet tabiidir, çünkü bu onların görevleri icabıdır. Ve herkes kendi görevini elbette ki yapacaktır. Tarihimize küfredeceğimize, ecdadımızı tahkir ve tezyif edip gözlerden düşüremeye çalışacağımıza, tarihimizi ve ecdadımızı iyi anlayıp, iyi tahlil ve tetkik edip, olumsuzlukları bırakıp ama olumluları hazmederek, tarihimize ve ecdadımıza layık insanlar olmak arzusunu taşımalıyız. Allah’ın (cc) hükümleriyle hükmolunmak istediğinizde, şiddetli tepkilerle karşılamanız, damga yemeniz mümkündür hatta muhakkaktır. Şeriatın, daha ne olduğunu bilmeyen, anlamayan kara cahil tipler tarafından şeriatçı damgasını yemeniz kesindir. Ama umursamayacaksınız. Size tepki koyanlara diyeceksiniz ki; kardeşim bir sözün mü var, buyur gel ve şöyle otur, derdini anlat dinleyeyim ve beni de sen dinle, ama düz mantık ve önyargı çerçevesinde değil, bütün zihin pencerelerimizi açarak ve şeytanın ve adamlarının kumpaslarından kaçarak. Eğer benim söylediklerimde tek bir yanlış gösterirsen sana tabi olacağım söz veriyorum, ama ben de senin söylediklerinde ki yanlışları ortaya koyarsam sen bana tabi olacaksın söz veriyor musun diyeceksiniz. Sözünden cayan namerttir diyeceksiniz. Tabi gelmeye yüreği olabilirse. Düşüncenin namusuna sadakati varsa. Evet, bağırmak kolaydır ama konuşmak yürek ister. Küfretmek kolaydır ama tahlil ve tetkik etmek yürek ister. Tenkit etmek kolaydır ama alternatif üretmek yürek ister.

 

Tabi, keşke, şeriatın ne olduğunu bilmeden, anlamadan ve idrak etmeden, kara gürültüye densizce küfredenler, saf gerçeği bilselerdi ve aslında şeriatın, kendilerini bile nasılda koruyup kolladığını fark edebilselerdi, görebilselerdi. Kendilerini şeriata küfrettiren, şeytan ve adamlarının, asıl küfrettirdikleri yerin, Allah’ın (cc) kelamı olan Kur’an-ı Kerim olduğunu fark edebilselerdi. Yani bunu bile idrakten aciziz. Ki biz daha neyi doğru düzgün idrak edebilmeye muktedir olabiliriz ki Allah (cc) aşkına? Gerçek adalet, gerçek ahlak, gerçek kardeşlik, gerçek hürriyet, gerçek bağımsızlık, gerçek siyaset, mutlu toplum, kudretli devlet, güçlü millet, aydınlık ülke ancak ve ancak yüce kitabımız Kur’an temelinde gerçekleşecektir ki, bunu bilen şeytan ve adamlarının korkulu rüyası işte budur ve Kur’an düşmanlığın altında yatan en gerçek sebepte budur. Hem vallahi, hem billahi, hem tallahi gerçek budur. İdeoloji üretimlerinin yegâne nedeni de budur. İnsanların, İslam’ı-Kur’an-ı doğru düzgün anlamalarının önüne geçmek. İnsanları ideolojilerin bulanık, pis ve kirli sularında boğmaktır. Kendi kendimize, kendi yarınlarımıza, yazık ediyoruz. Ümitlerimizi yeşerteceğimize, daha filizlenmeden öldürüyoruz.  Allah (cc), Önder (sav), Kitap aşkına, bir defacıkta kendi kafamızla düşünelim ve kendi gözlerimizle görüp, kulaklarımızla duyup, vicdanımızla hissedelim ve öyle karara varalım. Lütfen, ne olur!

 

Acıların çocuğuyuz ve ihtiyarlayacağız acılarla. Evet, söylediklerimiz, bizim acı hikâyemizdir, ağlamamız ve ders almamız icap ederken, gülüp geçtiğimiz hikâyemiz. Arabeske kaymak istemem ama arabesk de bizim hayatımızdır bir yerde. Fakat ne derece umursuyoruz şüphelidir. Biz bakarken ve acılar bizi yakarken zaman akıp gidiyor. Sürekli aldanıyoruz ve aldatıyoruz.  Kendimizi dünyadan ayrı tutuyoruz. Tozpembe hayallerle yaşıyoruz. Gerçeklerden kaçıyoruz. Oysa biz küçük bir dünya, dünya da büyük bir bizdir. Dünyadaki, zuhur eden her şey, bizim içimizde olanların izdüşümüdür. Bizim içimizde kopan fırtınalar, içimizde sadır olan kaoslar aynı şekilde dünyada da olmaktadır. Dünya, bizden başka nedir ki? Biz açgözlüysek, dünya da açgözlüdür. Mal mülk düşkünüysek, dünya da aynıdır. Biz kıskançsak, dünyada kıskançtır. Biz kendimize küfredersek, dünyada küfreder, biz kendimizi hakir görürsek dünyada hakir görür. Ama bizler suçu hep başkalarında arıyoruz. Bunu kurtuluş sanıyoruz. Temize çıktığımızı düşünüyoruz böylece. Dünyada ki vuku bulan durumlar, sadece bizdekinin biraz daha ağırlaştırılmışı olabilir ancak. Ama ne hazin ki, böyle şeylere ayıracak zamanımız yok, böyle şeyleri düşünecek boş vaktimiz(!) yok. Fakat hepimiz kurtuluş istiyoruz, adalet arıyoruz değil mi ya? Samimiyet zor usta!

 

Bu dünya çok kirlendi arkadaşlar. Bu dünyanın yaşanacak tarafı kalmadı. Dünya yakında dayanamayıp çökecek, kirlerin ağırlığı yüzünden. Yeni bir dünya lazım, yeni bir hayat kurmak için. Fakat bu yenidünya, köklü bir içsel devrimle ve o devrimi dışa yansıtmakla mümkündür. Ve ancak yukarıda ki meseleler üzerinde ciddiyetle düşünmeye gerçekten başladığımız zaman yeni bir dünyanın inşasına başlanabilir. Eski, hiçbir izi kalmamacasına yok edilmelidir. Zihniniz uyanık olacak, farkındalığınız tetikte olacak, eylemlerinizde samimiyet ve içtenlik olacak, yoksa yeni bir dünya şansı yoktur. Gençliğinizi, bir iş bulmaktan ve sonunda tükenip gitmekten başka bir işe yaramayan lüzumsuz derslere çalışmaktan ve ehl-i keyf bir yaşam sürmekten çok, bu meseleler üzerinde düşünmekle ya da bu meselelere ciddi zaman ayırmakla geçirmeniz hayati öneme haizdir.

 

Son tahlilde; ya Allah’ın (cc) mukaddes buyrukları, Önderin (sav) kutlu ve mübarek izi ve Kitabın şanlı sözü temelinde içsel bir devrim yapacağız ve bu devrimi dışa doğru açacağız ve yeni bir dünyanın banisi olacağız, böylece kadim Türk-İslam Medeniyetini yeniden dirilteceğiz ya da şeytanın ve adamlarının ve adamlarının uşaklarının kirli, kanlı, zehirli izlerinin, sözlerinin, buyruklarının temelinde tesis olunmuş mevcut dünyanın, kan kokan, irin akan dehlizlerinde yok olup gideceğiz. İngiliz-Yahudi Medeniyetinin pençesinde kıvranacağız. Hangisi daha iyi? Hangisi insana layık? Hangisi daha güzel ve yüce? Hayat sizin, keder sizin, tercih sizin, karar sizin, kader sizin. Buyurun kaderinizi siz çizin!

 

EKSTRA:

BİR:

Sayın Sağlık Bakanımız acaba nasıl düşünceler içerisindedir ki, vahim yanlışları makul olarak görebilmektedir. Ülkemize, dışarıdan ‘’hemşire’’ ithal etmek nasıl bir ruhun eseri, aklın düşüncesi olabilir Allah aşkına? Bu gaflet değilde nedir? Biz ne diyoruz, neyden bahsediyoruz, sizler ne yapıyorsunuz beyler? Bunu, bir şey yaptığınızı sanarak mı yapıyorsunuz, çok merak ediyorum doğrusu. İthal doktor, ithal öğretmen, şimdi de ithal hemşire ha? Sizde hiç akıl fikir yok mu Allah aşkına? Bunun ne gibi sonuçlar doğuracağını hiç düşündünüz mü? Her şeyi çok basit mi sanıyorsunuz? Ya da biz mi çok basit düşünüyoruz acaba? Öyle ya, ya biz çok basit düşüncelerle hareket ediyoruz, ya da siz kendinizi kaptırmış gidiyorsunuz, daha yönünüzü tayin etmemişken, yolunuzu bulmamışken, kendi değerlerinizle hükmetmeyi başaramamışken. Dünyaya hükmediyorsunuz da, dilediğinizce kararlar alıp, dilediğinizce uyguluyorsunuz öyle mi? Ve bizler uyuyoruz öyle mi? Bunlar tehlikeli oyunlardır beyler. Birileri kumpas kuruyorlar size. Yanlış yoldasınız beyler! Yapmanız gerekenleri yapmayıp ya da yapamayıp, gidip olmayacak işlerle iştigal ediyorsunuz. Ülkeye kötülüktür beyler ithal işler. Ya da bana bunun gereğini ve faydasını anlatsın birileri lütfen. Gerçekten çok mu çaresiziz?!?

İKİ:

PKK olayında da, çok büyük oyunlar dönüyor gibi. Topluma açılın bakın. Netameli kumpaslar kuruluyor beyler. Sürekli servet yığmayla iştigal etmeyiniz. Zam düşünceleriyle yatıp kalkmayınız. Malayani ile iştigal etmeyiniz. Birazda gerçeklere yöneliniz. Hayatın içine dalınız ve insanların hallerini, dönen dolapları görünüz. Teslim olmalar boşuna değildir biliniz. Evet, teslim alınız ama yalnız bırakmayınız. Teslim olanların hepsi birer etki ajanı olacaklardır göreceksiniz. Siz onların kaçtıklarını da düşünmeyiniz. Tabi buraya gelince inandırıcı olmak için ve masum görünmek adına, böyle tezgâhlar hazırlanabilir bilginiz olsun. Tıpkı ülke dışından gelen ve güya aydınlık taslayan kartlaşmış tipler gibi. Onların ne yaptıklarını, hangi iş üstünde olduklarını biliyor musunuz, takip ediyor musunuz? Sakın teslim aldıklarınızı salıvermeyiniz. Gereken yere koyunuz. Yarın onları toplum tarlasına salıverirseniz, tarla faresi gibi her yeri delik deşik etmeleri muhtemeldir hatta muhakkaktır. Zira siz onların toplum tarlasına salıverildiklerini düşünseniz ya, toplumda nasıl bir zımni korku yaratırlar. Ki gaye de budur en arka perdede. Kürt kardeşlerimizi tarassut altında tutmak ve iradelerini esir almaktır gaye. Zira şimdiki yapıların gücü, bunu yapmaya kifayet etmemektedir. Akıllı olunuz beyler ve akıllı oynayınız!

DÖRT:

Zamlar toplumu yorgun düşürmesin beyler. Toplumun indinde kredinizi tüketmeyiniz. Toplumun sizi sitayişle anmasını istiyorsanız, toplumun üzerine taşıyamayacağı ağırlıklar yüklemeyiniz. Bu millet çok çekti, çok ezildi. Sizden göreceği de aynı şey olursa, bu millet daha ne yapsın? Yazık değil mi? Bu millet, acı çekeyim diye mi ödüllendirdi sizi? Verirken kaşıkla versin, alırken kepçeyle alsın diye mi sizi emanete layık gördü? Yazık değil mi? Bu işin neresinde ahlakilik ve adalet bulunmaktadır? Her şeye zam yap, zama da zam yap ama çalışanı ham yap. Oluyor mu beyler Allah (cc) aşkına? Memurlar için düşündüğünüz zammı hiç vermeyin daha iyi. O memurlar ki, bu milletin, bu ülkenin ve bu devletin devasa yükünü omuzlamış emekçilerdir ve sadakatli bekçilerdir. O memurların nasıl yaşadıklarından haberiniz var mı sizin? Hiç sanmıyorum. Sizlerin, lüks villalarınız, özel hizmetçileriniz, özel şoförleriniz, beleş yemekleriniz, lüks zevkleriniz, muazzam konaklarda sportif faaliyetleriniz, fiyakalı tatilleriniz, rütbeli yardımcılarınız var ama ya memurun neyi var? Gerçekten ayıp oluyor beyler. O düşündüğünüz zammı hiç vermeyin, yemin ediyorum hiç vermeyin. Zira vermediğiniz zaman daha takdir edilirsiniz. Ama vermeniz ise utanç duyulacak bir şeydir. Zaten verdiğiniz zammın, on katı vergi alıyorsunuz ve zam çok gülünç kaçıyor. Hangi mantıkla böyle yapıyorsunuz vallahi anlamıyorum. Kendinize var, memura yok. İnsaf be insaf! Memur kitlesi zıkkımın kökünü mü yiyecek, yaşamından feragat edip ve üç kuruş biriktirip ev-araba alacam diye canı çıkasıya kadar çalışmak mıdır kaderi memurun? Yapmayın beyler. Memur da insan. Memurun da hayalleri var. Memurun da düşlediği bir yaşam var. Üstelik memur kitlesi insanlığın temelidir. Çünkü memur bir yerde üretimin öznesidir. Ne yani, memurun kaderi, sizlerin ve sizler gibilerin zevklerini ekranlardan izlemek midir? Taş mıdır memur? Ot mudur memur? Biliniz ki memur, ne taştır, ne ottur, ne de ahmaktır ve maldır! Bunu asla unutmayınız!

 

Evet diğerleri olsa da bişey değişecek değildir. Çünkü diğerlerinin yapabilecekleri pek bir şey olduğunu da sanmıyorum. Ki olsa da yapacaklarını sanmıyorum. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Laf bol ama icraat yok. Gözlerimiz kör değil görüyoruz. Samimiyet gerek, dürüstlük gerek. İçtenlik gerek. Eğer samimilerse, buyursunlar, vekil maaşlarının düşürülmesini, özel şoför tahsisini, kıyak emekliliği reddetsinler de görelim samimiyetlerini. Hayır bunu beklemek beyhudedir, çünkü bunların niyeti, vurmak ve hedefe varmaktır yani rant kapısının kilidini ele almaktır. Gerisi fasaryadır. Samimiyet ha? Gülerim buna ben. Zira hep ezilmek, hep büzülmektir memurun kaderi. Ama memur da akıllansın artık. Birleşsin, ittifak etsin, hakkını arasın, başlarında ki büyük dalkavukları (sendika ağalarını) def etsin ve hakkını aramayanların yüzüne tükürsün.

 

Ulan hangi vekil, haksızca alınan vekil maaşlarına namusluca, ciddiyetle tepki koydu? Hiçbirisi. Yalan mı? Hadi yalan deyin. Biz körüz değil mi? Biz malız değil mi? işte bunların yekûnu aynıdır. Kendi menfaatleri olunca hemen birleşiverirler. Ama çalışan olunca, her biri ayrı telden çalarlar. Sırf rant ve koltuk kavgasıdır kavga. Hiçbirisinin çalışan için kavgası yoktur ve olamaz. Çünkü böyle bir kavgayı verecek yürekleri yoktur. Ama bizler tutarız ve kör mantıkla bunlara meftun oluruz. Laf dokundurtmayız. Ulan insan tutsa bile, gerektiği zaman tenkitte edebilmesini bilmelidir be. Bir insan bu kadar alık ve ahmak olamaz. Hayır yani, sen AKP’li oldun diye, AKP’yi olduğu gibi kabullenecek, yanlışlarını görmeyecek misin be insan? MHP’ni takım tutar gibi mi, tutacaksın? Partim diye, haklı tenkit edenlere küfür mü edeceksin? O zaman doğru düzgün politika üretsin. Aynı şekilde CHP’ni tutuyorum diye, yaptıklarını görmezden mi geleceksin, hiçbir şey yapmadığını, sürekli laf ürettiğini görmeyecek misin? Ne yani ben öküz müyüm? Körü körüne takım tutar gibi parti mi tutmalıyım?

 

Son tahlilde; tek yol: memurların ittifakıdır. Adalet, ahlak temelinde ittifak. Hakikat temelinde ittifak. Kimlik ve ortak değerler temelinde ittifak etmek ve bu temeller üzerinde ahlak ve adalet kavgası vermektir. Bütün kan emici kapitalistlerden hesap sormaktır. Kendi menfaatlerinde birleşip, memurun hakkı söz konusu olduğu zaman riyakârlık yapanlara ve memurun duygu ve düşüncesini sömürenlere hadlerini bildirmektir ve bunların yüzlerine tükürmektir. Hakkını söke söke almaktır. Çünkü memur kimsesizdir, memurun kimsesi yine kendisidir ve Allah’ıdır(cc). Allah’ın (cc) tayin ettiği ilkeler doğrultusunda ve çizdiği hudutlar dâhilinde kalarak, sarsılmaz ve boyun eğmez bir şekilde, hak davası mücadelesi vermektir memurun yapacağı.

BEŞ:

Sayın Hükümet, olmayacak işlerle iştigal ederken, asıl yapması gerekenleri yapmamakla büyük hata etmektedir. Tamam, malum durumlar vardır, muhtemel tehlikeler barındırmaktadır ve sizleri yapmanız gerekenden alıkoymaktadır. Başörtülü aday çıkarmakta zorlanmaktasınızdır. Peki, güzel İstanbul’umuzun siluetinin mahvedilmesini engellemekte mi zordur? Ayasofya’yı camiye çevirmek te mi zordur? Memurun maaşına en az 250 milyon TL zam yapmakta mı zordur? Ki bu bile azdır haddizatında. Yani bunlar yapabileceğiniz şeyler ama yapmıyorsunuz, peki niçin? Olmuyor beyler olmuyor. Lafla karın doymuyor. Damla ile testi dolmuyor. Hak yerini bulmuyor.

 

Sizin sayenizde, ülkemiz üzerinde emelleri olanlar, bir şeyler kotarmaya çalışıyorlar ve muhtemelen sizler tepkisiz kalıyorsunuz ya da olanlardan bihabersiniz. Ülkenin altı oyuluyor, üstü oyuluyor, yanı oyuluyor, önü oyuluyor. Ve büyük tehlikelere hazır hale getiriliyor ülke. Yazık oluyor her şeye. Yazık oluyor millete, ülkeye, dine ve devlete. Size, bize, hepimize.

ALTI:

Sayın Bakanımız herhalde insanların zor belada olsa hayatta olmasından şikâyetçi ki, insanların telef olmasını arzuluyor. Yoksa ortaya Cumartesi saçmalığı gibi bir şey fırlatmazdı. İnsanlar, yeteri kadar çalışmıyorlar mı ki, çalışma saatlerinin ve günlerinin daha da uzatılması isteniyor. Çok Sayın Bakanımız bilmeliler ki, insanların dinlenmeye de hakları vardır. Bunu hiçbir yasanın, kişinin, makamın bahşetmesi önemli değildir, zaten de böyle bir durum söz konusu değildir. Bu bir yaşam hakkıdır ve geri almakta hiçbir kişinin, makamın ve yasanın inisiyatifinde değildir, olamaz. Ne veridiniz ki, neyi alacaksınız? Birileri eğer çok şey biliyorlarsa, acılar ve yoksunluklar için de kıvranan insanların hayat standartlarını yükseltmek için düşünsünler ve mücadele versinler. Tabi birilerinin keyfi tıkırında, diğerleri onların keyfi için durmadan çalışabilirler değil mi? Ha, ya da şöyle olabilir; Cuma ve Cumartesi’yi tatil yaparsınız, Pazar ve Perşembe’yi mesai günü olarak belirlersiniz ve işte bu olabilecek bir şeydir. Yoksa öyle insanları fasılasız çalıştırma düşüncesi, ne insanidir, ne ahlakidir, ne de adildir. Ki zaten insan, insandır; hayvan değil, ki hayvan bile bir yerden sonra takatsiz kalır. Fasılasız çalışmak ve dinlenme hakkını gasp etmek, ancak kapitalist bir yaşamın kriteri olabilir ki, kapitalizm de insanlar için değildir. Sayın Başbakanın bu işe sıcak bakacağını sanmıyorum. Zira siyasi eceller, hep, böyle basit gibi görünen eylemlerin ardındadır.

YEDİ:

Sayın Hükümet, memurların maaşları konusunda çok adil ve ahlaki davranmalıdır. Asla memurları mağdur edecek bir artış düşüncesi taşımamalıdır. Bakınız, insanlar artık bıktı, yaşamaktan bıktı, gülmeyi zaten unuttu. Zor yaşam şartları içinde kıvranmaktadır milyonlarca insan. Bir avuç zibidi için değildir, hayat ve kaynaklar. Ki bu ülkede nimetler içinde yüzen, bir avuç zibididir. Yeter artık! Gerçekten yeter! Sizlerin keyfi yerinde tabi. Ya yoksunluklar içinde yaşayanları, iki yakasını bir araya getirmeye çalışırken nice acılar çekenleri kim düşünecek? Bunu yüreğimden kan damlayarak söylüyorum. Vallahi, insanları, bazı değerleri su-i istimal ederek mahkûm etmek; insani, ahlaki ve adil değildir. İnsanları, korkuyla yönlendirmek asilce bir tavır değildir. İşte, insanların, değerlerini külliyen kaybetmesi gibi durumlar konusunda ki endişelerini kullanmak iğrençtir. Üstelik bu yapılanlar, büyük ihtimalle, ileri bir senaryonun ürünüdür. Siz fevkinde olmayabilirsiniz belki, ama bir ileri aşama, hep önceki aşamayı yozlaştırarak, ifrata sürükleyerek kotarılır. Ki yaşadığımız zamanlara, yabancı ve kör değiliz. Lütfen ahlakilik ve adalet temelinde hareket ediniz. Yoksa selin önüne set kurmak fayda etmez. Ve seli taşırmak için bir damla kâfidir. Şeytan ve adamları, her zaman müsait durumlar ararlar, bulamazlarsa var ederler. Bakınız beyler, hepiniz, acı ve yoksunluklar içinde hayatlarını idame ettirmeye çalışanların sırtından geçiniyorsunuz. Makamlarınızı, şöhretinizi, devasa servetlerinizi hep gariban takımına borçlusunuz. Ama o garibanları her zaman unutuyorsunuz. Fakat onlarında insan olduklarını ve sabırlarının bir sınırı olduğunu asla unutmayınız! Çünkü unutmak, eceli çağırmaktır!

SEKİZ:

Sevgili dostlar, kim olursak olalım, kendimizi nasıl tanımlarsak tanımlayalım, nerede bulunursak bulunalım; komünist ya da kapitalist, Müslüman ya da Hıristiyan hiç fark etmez. Bu dünya bizim dünyamız. Kör, topal, sağlıklı, mutlu, çalışkan, tembel, nasıl olursak olalım bu dünya bizim dünyamız. Amerika da, Avrupa da, Asya da ya da Afrika da, nerede yaşarsak yaşayalım, bu dünya bizim dünyamız. Bunu bilmek, fark etmek ve idrak etmek zorundayız. Bu bir varoluş sorunudur. Bu dünya da ne sadece zenginler, ne sadece fakirler, ne sadece güçlü liderler, ne de sadece büyük sermayedarlar ve ağalar yaşamamaktadır. Hepsi birden burada yaşamaktadır. Bu dünya bizim dünyamız, bu dünya hepimizin dünyası. Senin ve benim dünyam. Bir hiç olsakta, bir hep olsakta, yine de bu dünya üzerinde ve hep birlikte yaşamaya mecburuz. Kimse, kimsenin burada yaşamasını fazlalık olarak göremez. Çünkü haddi ve hakkı değildir bu. Bu dünyayı bizden biri var etmedi ki, bizden biri olanlardan kıskansın. Bu dünya ne kadar zengininse, o kadar fakirindir. Ne kadar bilgininse, o kadar cahilindir. Ne kadar sağlıklı olanınsa, o kadar hasta olanındır da. Ama aynı zamanda, bu dünya, hayvanların ve bitkilerin de dünyasıdır. Bunu hissetmek zorundayız ve uygun davranışlarda bulunmak zorundayız. Tabi bu dünyanın da, ahlak ve adalet üzerinde durduğunu bilmek zorundayız. Herkesin dünyası olması, herkesin istediği gibi yaşaması anlamına gelir diye bir şey yoktur. Bu dünyayı her zaman sevmek ve korumak zorundayız ama aynı zamanda bir insan olarak, ahlaklı ve adaletli de olmak zorundayız. Dünya üzerinde yaşadığımız yeri korursak ve seversek, bu dünyayı da korumuş ve sevmiş oluruz. Bu çok önemlidir.

 

Tıpkı bunun gibi, bu ülkede bizim ülkemiz. Ve bu ülke, üzerinde yaşadığımız dünyanın bir parçasıdır. Her kesimiyle, her farklı kişiliğiyle, yaşadığımız şehirlerle birlikte bu ülke üzerinde yaşıyoruz. Bu ülkede, tıpkı dünya gibi, olanca çeşitliliğimizle birlikte hepimizin ülkesidir. Öyleyse ülkemizi de tıpkı dünyamız gibi sevmek ve korumak zorundayız. Sadece belli zamanlar için değil, her zaman sevmek ve korumak zorundayız. Adalet ve ahlak temelinde yükselen ülkelerin güçlü olduğunu ve o ülkelerin insanlarının mutlu olduklarını bilmek zorundayız. Ülkemizi emperyalizmin kıskacından kurtarmak ve bağımsız kılmak insani vazifemizdir. Hiçbir ülkenin sömürgesi ve payandası olamayız ve kimsenin de bu yönlü hareket etmesini istemeyiz. Ülkemizi, milli bir düşünce temelinde ileriye götürmek, milli ekonomiyi gerçekleştirmek, kaynaklarımızı millileştirmek zorundayız. Ahlak ve adalet temelli milli siyaset geliştirmek zorundayız. Bu ülkenin, İslamsız olamayacağını, kesinlikle beyinlerimize iyi kazımalıyız. Kimliğimizi de asla sarf-ı nazar eyleyemeyiz. Ama en önemlisi de, ahlakilik ve adil olmaktır. Zira ahlak ve adalet yoksa insan da yoktur. İnsan olmadı mı, kimlikte, din de anlamsız kalır. Çünkü kimliği ve dini müşahhaslaştıran insandır. İnşaallah, vazifemizi layığı ile ifa ederiz.

DOKUZ:

Ustalar vardır. Öğretmenler vardır. Liderler vardır. İdeologlar vardır. Ama bunlar bir yere kadardır, bir yerden sonra önemli değildirler. Önemli olan ise, hayatın kendisidir. Sizin için, hayatı yorumlayan lider, öğretmen, usta, ideolog değildir. Çünkü hayatın öznesi sizsiniz. Hayatı bütün acılarıyla, sevinçleriyle yaşayan sizsiniz. İşte bu yüzden; hayatı anlamak zorunda olan da sizsiniz; zira acı çeken, mutsuz olan sizsiniz; ölümün, doğumun, kederin, yaşamın zor ve sancılı süreçlerinin ve bu süreçleri aşmanın sıkıntılarını tadan sizsiniz ve bu dönemlerin anlamını bilmek isteyen de sizsiniz ve bunları kimse size izah edemez.  Belki birileri, ustalar, liderler, öğretmenler, ideologlar sizler için izaha çalışabilirler ama onların izahları genel itibariyle kendi bakış açılarına göre olacaktır ve bunların izahatları bütünüyle hatalı ya da tamamen yanlış olabilir. Öyleyse sorgulamak zorundasınız, kendi kafanızı kullanmak zorundasınız. Kendinize acımıyor musunuz? Kendi hayatınızı yaşamaktan zevk almaz mısınız? Ama bu arada, Allah (cc), Önder (sav) ve Kitap, hayatın özüdür, temelidir. Ve ömrümüzün bütün süreçlerinin temeli bu üç yücelik olmalıdır.

ON:

AKP icra ettiği politikalarına dikkat etmelidir. Asla zımni yönlendirmelere aldanmamalıdır. Birileri AKP’nin tabanına güvenerek, AKP’yi büyük yanlışlara sürüklemek isteyebilir. AKP’nin varlığına ve gücüne dayanarak kirli emellerini kotarmak isteyebilir. AKP’ye büyük oyun oynanıyor. AKP, Milli Siyaset’ten şaşmamalıdır. Sınırları aşmamalıdır. Liberallere zerre güven duymamalıdır. Birileri, AKP’ye her şeyi yaptırtıp, sonra da diskalifiye etmek derdinde olabilir. Olan AKP’ye olur. Bir altın sayfalarda yer almak vardır, bir de kirli ve yırtılıp atılan sayfalarda yer almak vardır. Bir saygıyla, bir de lanetle anılmak vardır. Ya milletine güvenerek ve milletin, devletin, dinin, ülken adına hareket edeceksin ve altın sayfalarda yer bulup saygıyla anılacaksın ya da içerideki ve dışarıdaki şerefsiz hainlere güvenecek ve geneli kuşatan değerlerine aykırı hareket edeceksin ve kirli sayfalarda unutulup lanetle anılacaksın. Hangisi daha iyidir?

ON BİR:

Bazı yazılarımızda bahsetmiştik, özellikle SAĞ-SOL OYUNU yazımızın sonunda. Yakın zamanda dünya da toplumsal ayaklanmalar zuhur edecek diye. Bazı fikirler yeniden toplumsal alana taşınacak ve insanlık sonu belirsiz bir yöne doğru sürüklenecek diye. Ve şimdi görüyoruz ki, sinsice yapılan çalışmalar meyvelerini vermeye başladı. Gerek teorik olarak, gerekse pratik olarak kendini göstermeye başladı bazı derin planlar. Çok akıllıca hareket etmeliyiz. İnsanlığın felaketlere sürüklenmemesi için namusluca, insanca, adilce ve ahlaklı olarak hareket etmeliyiz. İnsanların sabır taşlarını çatlatmamalıyız. İnsanların ezilmesine ve sömürülmesine meydan vermemeliyiz. Yabancı ve yerli kapitalist köpeklerin, insanları ısırmasına fırsat vermemeliyiz. Çünkü ısırılan insan iflah olmaz ve kendini korumayanları da rahat ettirtmez. İçinde bulunduğumuz zamanlarda, tezgâhların daha kolay ve seri olarak işlemesini kolaylaştıracak zamanlardır. Zira liberalizm denilen lanet, düşünülen planlar için çok uygundur. İnsanlarımızı kaybetmeyelim, kazanalım. İnsanlarımızı mahrum ve mağdur etmeyelim. Mutlu, huzurlu, sağlıklı ve güçlü olmaları için gayret edelim. Umarım düşünürüz ve ahmaklık etmeyiz!

Allah’la (cc), Önderle (sav), Kitapla, sevgiyle, umutla, gerçekle, vatanla, milletle, devletle, kardeşlikle, tevhitle, adaletle, ahlakla, özgürlükle, saygıyla, barışla, muhabbetle kalalım ve kalınız inşaallah.

Allah, ülkemizi, milletimizi, dinimizi, devletimizi, ordumuzu korusun. Âmin. Ve bu değerleri mutlak olarak bizim kılsın. Âmin. Vatanla, ahlakla, adaletle kalınız, güzel ülkemin güzel insanları. Şeytan ve adamlarından korununuz, Allah’ın (cc), Önderin (sav) ve Kitabın yolundan milim sapmayınız ve bu yolun bütün insanların yolu olması uğrunda namusluca ve güzel sözle mücadele veriniz.

 

 

Tarih: 17.10.2011 Okunma: 614

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Osman Yıldız

04.08.2011 - 15:05

İsmail bey Konuyu harika işlemişsiniz. Herkesin işi kendi menfaatine başkasını aldatmak. Dün yazdığım yazıdaki aldatılmakla ilgili yorumunuzu hatırladım. Herkes herkesi aldatırken ben Dünyaya her gün 2 tane atom bombası atılıyor diyorum duyan yok. Çünkü hiç kimse doğru olma ihtimali vermiyor. Saygılarımla

Abdurrahman Ersen

04.08.2011 - 22:34

eline diline sağlık arkadaş, çok güzel belirtmişsin, gazete manşetleri o gün benide çok incitti.kocaman bir İnsaf yani.. ama bu durum insaf duyarlılığında olabilecekler için söylenir bence bu yazdıkları tamamen hainlik,umarım Türk milleti bunları dimağlarına not eder.Çok çok teşekkür sana kalemine.

Osman Yıldız

04.08.2011 - 15:05

İsmail bey Konuyu harika işlemişsiniz. Herkesin işi kendi menfaatine başkasını aldatmak. Dün yazdığım yazıdaki aldatılmakla ilgili yorumunuzu hatırladım. Herkes herkesi aldatırken ben Dünyaya her gün 2 tane atom bombası atılıyor diyorum duyan yok. Çünkü hiç kimse doğru olma ihtimali vermiyor. Saygılarımla

Abdurrahman Ersen

04.08.2011 - 22:34

eline diline sağlık arkadaş, çok güzel belirtmişsin, gazete manşetleri o gün benide çok incitti.kocaman bir İnsaf yani.. ama bu durum insaf duyarlılığında olabilecekler için söylenir bence bu yazdıkları tamamen hainlik,umarım Türk milleti bunları dimağlarına not eder.Çok çok teşekkür sana kalemine.